Cihannur
09-09-2014, 06:44
Vedat Bilgin
http://s25.postimg.org/uoryqibvj/vedat_bilgin.jpg (http://postimage.org/)
Pax-Ottomana’dan Pax-Türkiye’ye
Bu coğrafyada devlet bilincine sahip olmak, sadece bağımsız yaşama iradesinin varoluş şartlarından biri değil, aynı zamanda adam gibi yaşamanın da ön şartıdır. Bu anlayışın kaybolması, bu bilincin yitirilmesi, ciddi bir siyasal soruna yol açacaktır.
Belki iddialı bulunabilir ama uzun zamandan bu tarafa savunduğum önerme bu konuyla ilgilidir: Biz Türkler bu topraklarda devlet sayesinde, devlet bilinciyle ayakta kaldık ve yaşamaya devam diyoruz. Bizim “temel toplumsal üretim mekanizmamız devlettir”. Bu sebeple Alparslan Gazi’den, Fatih Sultan Mehmed Han’dan, Mustafa Kemal Paşa’dan bahsetmek, bizim için bir hamaset meselesi değil, tarihin bu halkın önüne koyduğu sorulara doğru cevap veren kahramanları, onların eylemlerini anlama meselesidir ve elbette bir tarih felsefesine dayanmaktadır.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan huzursuzluk, istikrarsızlık ve kanlı tablo, IŞİD’den Baasçı Esad’a, Libya’dan Irak’a kadar yayılan bütün bu kaos ortamı, yeniden devlet üzerinde düşünmeyi gerektirdiği gibi, yeniden “emperyal devlet vizyonunu” hatırlamayı da zorunlu hâle getirmiştir.
Tarih ve devlet bilinci
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerekse Başbakan Davutoğlu’nun konuşmalarında geçen “devlet” vurgusu ciddi bir “devlet ve tarih bilincinin” göstergesi olarak anlaşılmalıdır. Bazılarının bundan rahatsız olduğunu görmek ise şaşırtıcı sayılmamalıdır. Bu rahatsızlık belirtilerinin birkaç noktada toplandığını, ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bunlardan ilki, neden 1071’e, Alparslan Gazi’ye, 1453’e Fatih Sultan Mehmed Han’a, son büyük İmparator Abdülhamid Han’a vurgu yapıldığı sorulup, tarihe bu kadar dönük olmanın ne gereği var diye sözde eleştiri yapılmak istenmektedir.
Diğer bir grup ise, bu kadar tarih vurgusunu ‘İslamcılık açısından’ eleştirip, bu işin sonunda gidip Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşmasından rahatsızlık belirtmektedirler. Hatta bu isimlerin devlet vurgusuyla birlikte anılmasından “muhafazakâr demokrasiden, devletçiliğe doğru kaydılar” hükmünü çıkaranlar bile var. Hızını alamayıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘Kemalizm’le suçlayanları da unutmayalım.
Bu ifadelerde, kafa karışıklığının yanı sıra kavram ve terminoloji sorunu olduğunu görmek gerekir. İşin içine cehalet de girmiştir. Tarih bilinci, toplumsal değişme fikriyle ortaya çıkar. Zihinsel olarak toplum, kültür, toplumsal kurumlar daha geniş ölçekte ise medeniyet gibi yapıların tarihsel inşa ve yenilenme, dolayısıyla değişme sayesinde ortaya çıktıklarını anlamak, böyle bir fikre sahip olmak, tarih bilincine ulaşmayı hazırlayacaktır.
Yabancılaşma ve yerlilik
Bu ülkede aydın sorunu, bir boyutu ile bu mesele ile ilgilidir. Tarihe karşı yabacılaşmış olmak, dolayısıyla değişimi anlamayı zorlaştırmakta, “değişim içinde süreklilik” fikrine ulaşmayı imkânsız kılmaktadır. Bir bakıma, “kimlik krizinin” yaşanmasına yol açan en önemli sebeplerden birisi de budur. Aydınların önemli bir kısmının yaşadığı, “tarihe yabancılaşma olayının” temelinde kendi tarihlerini ötekileştirme, bunun kaynağında ise kendi halkına yabancılaşma veya moda tabirle kendi halkını öteki görme anlayışı yatmaktadır. Tarih bilinci ise kendi kültür ve kendi halkının varoluşuyla, bireyin kendi kimliği arasındaki ilişkiyi zihinsel olarak inşa etme çabasının ürünüdür.
Türkiye’de muhafazakâr siyasi hareketin, devlet bilincine sahip bir kadrosunun bulunması sadece bir tarih ve kültür meselesi, bir demokrasi meselesi değildir. Bu bir meşruiyet, varoluş ve gelecek vizyonunu ön plâna çıkaran bir davranıştır. Bu bağlamda “emperyal devlet geleneğinin” telaffuz edilmesini, bölgede yaşanan sorunlara dönük yeni bir “barış hamlesi” olarak düşünmek gerekir. Pax-Ottomana’dan sonra Pax-Türk vizyonudur bu.
Kaynak (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/vedat-bilgin/paxottomanadan-paxturkiyeye/haber-337023)
Türkiye 08.09.2014
http://s25.postimg.org/uoryqibvj/vedat_bilgin.jpg (http://postimage.org/)
Pax-Ottomana’dan Pax-Türkiye’ye
Bu coğrafyada devlet bilincine sahip olmak, sadece bağımsız yaşama iradesinin varoluş şartlarından biri değil, aynı zamanda adam gibi yaşamanın da ön şartıdır. Bu anlayışın kaybolması, bu bilincin yitirilmesi, ciddi bir siyasal soruna yol açacaktır.
Belki iddialı bulunabilir ama uzun zamandan bu tarafa savunduğum önerme bu konuyla ilgilidir: Biz Türkler bu topraklarda devlet sayesinde, devlet bilinciyle ayakta kaldık ve yaşamaya devam diyoruz. Bizim “temel toplumsal üretim mekanizmamız devlettir”. Bu sebeple Alparslan Gazi’den, Fatih Sultan Mehmed Han’dan, Mustafa Kemal Paşa’dan bahsetmek, bizim için bir hamaset meselesi değil, tarihin bu halkın önüne koyduğu sorulara doğru cevap veren kahramanları, onların eylemlerini anlama meselesidir ve elbette bir tarih felsefesine dayanmaktadır.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan huzursuzluk, istikrarsızlık ve kanlı tablo, IŞİD’den Baasçı Esad’a, Libya’dan Irak’a kadar yayılan bütün bu kaos ortamı, yeniden devlet üzerinde düşünmeyi gerektirdiği gibi, yeniden “emperyal devlet vizyonunu” hatırlamayı da zorunlu hâle getirmiştir.
Tarih ve devlet bilinci
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerekse Başbakan Davutoğlu’nun konuşmalarında geçen “devlet” vurgusu ciddi bir “devlet ve tarih bilincinin” göstergesi olarak anlaşılmalıdır. Bazılarının bundan rahatsız olduğunu görmek ise şaşırtıcı sayılmamalıdır. Bu rahatsızlık belirtilerinin birkaç noktada toplandığını, ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bunlardan ilki, neden 1071’e, Alparslan Gazi’ye, 1453’e Fatih Sultan Mehmed Han’a, son büyük İmparator Abdülhamid Han’a vurgu yapıldığı sorulup, tarihe bu kadar dönük olmanın ne gereği var diye sözde eleştiri yapılmak istenmektedir.
Diğer bir grup ise, bu kadar tarih vurgusunu ‘İslamcılık açısından’ eleştirip, bu işin sonunda gidip Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşmasından rahatsızlık belirtmektedirler. Hatta bu isimlerin devlet vurgusuyla birlikte anılmasından “muhafazakâr demokrasiden, devletçiliğe doğru kaydılar” hükmünü çıkaranlar bile var. Hızını alamayıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘Kemalizm’le suçlayanları da unutmayalım.
Bu ifadelerde, kafa karışıklığının yanı sıra kavram ve terminoloji sorunu olduğunu görmek gerekir. İşin içine cehalet de girmiştir. Tarih bilinci, toplumsal değişme fikriyle ortaya çıkar. Zihinsel olarak toplum, kültür, toplumsal kurumlar daha geniş ölçekte ise medeniyet gibi yapıların tarihsel inşa ve yenilenme, dolayısıyla değişme sayesinde ortaya çıktıklarını anlamak, böyle bir fikre sahip olmak, tarih bilincine ulaşmayı hazırlayacaktır.
Yabancılaşma ve yerlilik
Bu ülkede aydın sorunu, bir boyutu ile bu mesele ile ilgilidir. Tarihe karşı yabacılaşmış olmak, dolayısıyla değişimi anlamayı zorlaştırmakta, “değişim içinde süreklilik” fikrine ulaşmayı imkânsız kılmaktadır. Bir bakıma, “kimlik krizinin” yaşanmasına yol açan en önemli sebeplerden birisi de budur. Aydınların önemli bir kısmının yaşadığı, “tarihe yabancılaşma olayının” temelinde kendi tarihlerini ötekileştirme, bunun kaynağında ise kendi halkına yabancılaşma veya moda tabirle kendi halkını öteki görme anlayışı yatmaktadır. Tarih bilinci ise kendi kültür ve kendi halkının varoluşuyla, bireyin kendi kimliği arasındaki ilişkiyi zihinsel olarak inşa etme çabasının ürünüdür.
Türkiye’de muhafazakâr siyasi hareketin, devlet bilincine sahip bir kadrosunun bulunması sadece bir tarih ve kültür meselesi, bir demokrasi meselesi değildir. Bu bir meşruiyet, varoluş ve gelecek vizyonunu ön plâna çıkaran bir davranıştır. Bu bağlamda “emperyal devlet geleneğinin” telaffuz edilmesini, bölgede yaşanan sorunlara dönük yeni bir “barış hamlesi” olarak düşünmek gerekir. Pax-Ottomana’dan sonra Pax-Türk vizyonudur bu.
Kaynak (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/vedat-bilgin/paxottomanadan-paxturkiyeye/haber-337023)
Türkiye 08.09.2014