02-12-2012, 11:22 | #1 |
ARIM BALIM PETEĞİM
ARIM BALIM PETEĞİM
ALPEREN GÜRBÜZER Bir an arı kovanına konuk olduğunuzu düşününüz, içerisinde yarı yarıya dişi işçi arılar ve erkek arılar olduğu görülecektir. Kraliçe arı malum yumurtlama görevi üstlenmiş durumda. Özellikle bu arı dakikada iki yumurta yumurtladığı belirlenmiştir. Ki; bu günlük olarak hesaplandığında 2500 adet sayıya tekabül eder. Öyle anlaşılıyor ki arı ailesinin planlı ve dengeli bir şekilde üremesi kraliçe arının inisiyatifi altında cereyan etmektedir. Yani kraliçe arı canı istediği zaman dişi, canı istediği zaman erkek arı yumurtlama özgürlüğüne sahiptir. Şöyle ki kraliçe arının vücut yapısında spermaların bulunduğu bir çanak vardır. Çanak aynı zamanda ipucu veya işaret taşıdır. Mesela kraliçe arı yumurtlayacağı zaman çanağı buruşturursa yumurtanın döllenmesine işaret edip buradan dişi yumurtanın çıkacağı anlamına gelir. Şayet çanağı büzmezse yumurta döllenmesi söz konusu olmayacak anlamına gelip içerisinden erkek arı ortaya çıkacak demektir. Belli ki erkek arılar döllenmemiş yumurtaların gelişmesiyle hayata göz kırpmaktalar. İlginçtir bu arada dünyaya gelen dişi arılardan hangisi önce doğarsa arı beyi (anaarı) olma hakkı ona tanınmaktadır. Hatta sadece arı beyi olarak kabul görmekle kalmayıp, ileride kendisine rakip olabilecek diğer hem cinslerini veya diğer dişi arıları öldürme yetkisine bile sahip olabiliyor. Anlaşılan Cenab-ı Hak; her bir arı kovana arıları idare eden kraliçe bir reis atamıştır. Şayet o arı topluluğun içerisinden ikinci bir başkan çıkacak olursa “Bir kilime on derviş sığar, ama iki padişah sığmaz” misali bunlardan biri derhal öldürülür. Böylece arı topluluğunun bölünüp parçalanmasının önüne geçilmektedir. Kaldı ki; Peygamberimiz (s.a.v); “Üç kişi bir arada olursa birini başkan seçiniz” hadisi şerifiyle birliğin ve dirliğin önemine dikkat çekmiştir. Oldu ya arı kovanı nüfus bakımdan aşırı kalabalık (80–100 bin arası), bu durumda bal arılarının bazıları arıbeyi(anaarı) başkanlığında yeni bir yuva kurmak için göç etmek zorunda kalacaktır. Peki, göç etmeyip yuvada kalan diğer arıların hali ne olacak derseniz, elbette genç dişi arıbeyi (kraliçe arı adayı) derhal tahta oturtulmaz, önce başkanlık yapabilmesi için zifaf uçuşunu gerçekleştirmesi gerekir. Nitekim genç arıbeyi peşine erkekleri takıp (birbiri ardına dizip) gruplar halinde yükseklere doğru uçuş yapmaya koyulur. Tabii bu yorucu uçuşlar esnasında telef olan erkek arılar olabileceği gibi, yıkılmadım ayaktayım diyebilen erkek arılarda olacaktır. İşte ayakta kalan güçlü erkek arılar çiftleşme esnasında cinsel organları ve barsakları kraliçe arının(arıbeyi) karnına asılı kalıp hayata veda ederler. Böylece arı neslinin devamına katkıda bulunma adına canını feda edip kendilerine biçilen ömrü burada tamamlamış olurlar. Dişi arı ise yumurtlayacağını ispat edebilecek durumda olup yuvanın yeni kraliçesidir artık. Derken zifaf uçuşu sonunda ölmeyen erkek arılar arıbeyi eşliğinde yuvalarına döneceklerdir. Fakat yuvalarında hiçbir fonksiyon icra etmeden asalakça bir köşede inzivaya çekilip muhafazada kalacaklardır. Belli ki onların muhafaza altında kalması bir tedbir planının gereği içindir. Olur ya kraliçe arı ölürse döllenmek için onlara her an ihtiyaç duyulabilir. Fakat bu arada aktif şekilde çalışan arılar miskin miskin oturan erkek arıların bu durumunu hoş karşılamadıklarını belli edercesine vakti zamanı geldiğinde tepelerine çöküp iğneleriyle öldürdükleri apayrı bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere petek arının evidir. Bu ev sıradan bir ev değil elbet, bizatihi kimi arıların çeneleri vasıtasıyla bal mumundan ördükleri mükemmel şaheser niteliğinde altıgenli bir mekân. Üstelik ellerinde bir ölçüm aleti olmadığı halde tüm dünyanın mimarlarına taş çıkartırcasına bal mumu salgılayıp altıgen mimari görünümlü otağ kurabiliyorlar. Sanki usta bir el girmiş buraya. Öyle ki yuvaya dışarıdan su sızma ihtimaline binaen yavruların ölümüne yol açmasın diye küf mantar üremesinin önüne geçilebilecek her türlü önlem alınmış bile. Gerçekten bu usta el kimi zaman ipek böceğin koza yapmasında, kimi zaman arının şifa kaynağı olarak sunduğu bal yapmasında kendini hissettirmektedir. Aslında her iki olayda nevrimizi döndürmeye yetiyor artıyor da. Nitekim peteğin altıgen prizmadan kurulu olması ve aynı zamanda içerisinin silindir şeklinde bir boşluk içermesi, önceden planlanmış, belli bir hesaba dayalı geometrik seçimin bir göstergesi zaten. Niye bir başka şekil değil de illa altıgen derseniz, gayet basit. Bir kere söz konusu silindir boşlukların en az yer kaybına müsait çok sayıda bölmeler olması icap eder. Ki; ancak bu altıgen tarzı tasarımla mümkündür. Kim bilir belki de ilahi bir güç tarafından bizden nasıl bir matematik denkleminin işlediğine dikkat kesilmemiz isteniyor. Şurası muhakkak arıların tümü balı korumak için ayağından bulundurduğu bal mumu ile yuvalarını yapmazlar, bunlardan ayrı “tek taşlı” yabanı arılar gibi mekânlarını kum ve çamurdan inşa eden arılar da var. Mesela özellikle yabani arılaryuvalarını ahşap liflerinden kurarak kâğıt yapımının bitki liflerinden imal edileceği noktasında insanlığa rehber olmuşlardır. Bu yüzden Jacob Schaffer, yabani arıları ilk kâğıt üreten firmalar olarak ilan etmiş, ardından onların barınaklarında yer alan ilkel kâğıt türünden diyebileceğimiz ham maddeyi kullanarak kâğıt yapmaya koyulmuş ve başarmışta. Sadece kâğıt imalatı mı? Elbette ki hayır, belki de yine gizli bir el tarafından; bu akıl dolusu evden en iyi şekilde nasıl yararlanabilmek için tefekküre davette var. Öyle ki; arı özel ses dalgaları sayesinde kovanını bulma maharetini sergileyip, bütün gün çiçeklerden topladığı nektarları işleyerek insanlığa hem gıda ikram ediyor, hem de şifa dağıtıyor. Tabiî ki tüm bu uğraşı kendisi için değil. Nasıl kendisi için olsun ki. Baksanıza balın yüzde biri bile arı için fazla, geriye kalanı ise hem beslenmek hem de şifa elde etsin diye insana sunulmuş. Bu yüzden tüm âlemi yoktan yaratan Yüce Allah'a teşekkür borçluyuz. O’na sonsuz hamdı senalar olsun. Allah-ü Teala kimi arılara çiçekler üzerine konup onların nemlerinden faydalanarak karınlarından bal imal üretmelerini ilham etmiştir. İşte bu ilham gereği bir bal arısı düşününüz ki kendisine hiçbir şey öğreten olmadığı halde çiçek çiçek turlayıp yemlerine kavuştuktan sonra beyinlerine yerleştirilen bir programdan olsa gerek kaybolmadan yuvalarına dönüp şifa kaynağı bal üretebiliyorlar. Araştırmacılar arılarda yön bulma ve cisimleri tespit etme olayının gözlerinde ki yeşil alıcı hücreler sayesinde veya polarize ışık yardımıyla gerçekleştirdiklerini belirlemişlerdir. Ayrıca bir başka önemli husus; dünyada ne kadar arı topluluğu varsa bir o kadar sayıda arı dili yoktur. Belki inanamayacaksınız ama arıların hepsi ortak tek bir dil çatısı altında sanki üniter bir dünya kurmuşlardır. Kovan bekçisinin değim yerindeyse en etkili silahı dilidir. Zira herhangi bir tehlike anında vızıltı sesi çıkarması biranda kovanda konaklamış arkadaşlarının savunmak için toplanmalarına yetebiliyor. İşte o tek ses, ya da o malum vızıltı bir anda ortalığı hareketlendirebiliyor. Özellikle arıların harı harıl çalıştıkları zaman diliminde vızıldamaların tonu daha da artmaktadır. Öyle ki insanoğlu sabah ezanını duyar duymaz yeni bir güne başlar ya, aynen onun gibi her sabah görevli arıların mesainin başladığını bildirir vızıldamayla birlikte işlerine koyulurlar. Hatta bununla da kalmayıp kendine özgü raks tarzı vızıltılar eşliğinde arkadaşlarıyla iletişime girip her türlü yiyecek kaynağın yönü belirlenir. Gün dönümü mesai biter bitmez iş dönüşünde ise her arı vızıltı çıkararak topladığı çiçeğin cinsini ve uzaklığını bildirir rapor sunar adeta. Böylece ertesi gün diğer arkadaşlar bu rapor doğrultusunda tarif edilen yerlere uçuşurlar. Tabiî ki arıların ilginç özelikleri bunla bitmiyor. Her şeyden öte onların geometri kurallarına uygun tarzda en ufak kusura meydan vermeden petek inşa etmeleri merak konusu olup, izleyenleri her defasında kendilerine cezp ettirirler. Bilhassa işçi arılar peteklerinde rahatlıkla üremeleri için değişik boyutlarda odacıklar inşa etmekle hünerdirler. Şöyle ki; doğacak olan işçi arılara küçük odacıklar, erkek arılar içinde büyük odacıklar hazırlamayı görev bilirler. Peki, arıların reisi için oda var mı? Elbette var, adı üzerinde arı beyi(kraliçe arı), niye inşa edilmesin ki. Kaldı ki işçi arılar değil yuva hazırlamak, geleceğin müstakbel kraliçesini bile önceden yetiştirirler. Zaten dişi arıların gıdasının arı sütünden temin edilmesi bunu doğruluyor da. Çünkü arı sütü ile beslenen bazı dişi larvaların (yavruların) ileride arı beyi olacağı düşüncesiyle özel muameleye tabi tutulurlar. Dolayısıyla kraliçe arılar için çok özel seçilmiş şanına layık bir şekilde özene bezene oda inşa edilir. Böylece kraliçe arı döllenmemiş yumurtaları erkeklerin odasına, döllenmiş yumurtaları da doğacak olan işçi arılar ve müstakbel kraliçe adayların koğuşuna yerleştiriverirler. Belli ki arı da diğer canlılar gibi emir almış görevini yapıyor. O halde emir sahibine sonsuz şükürler olsun. Kelimenin tam anlamıyla fikir, zikir ve şükür bal mucizesinde gizlidir. O halde arı gibi vızıldayıp bal yapmak gerekir. Bu vızıldama Allah’ı anmaktan başka ne olabilir ki. Tabiî ki anlayana. Allahü Teala; “Rabbin bal arısına: dağlardan, ağaçlardan ve hazırlanmış kovanlardan yuva edin, sonra her çeşit üründen(meyve ve çiçek) ye, sonrada Rabbinin işlemesi için gösterdiği yollardan yürü diye öğretti(ilham etti). Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal(şerbet) çıkar. İşte bunda da düşünenler için ibret vardır” (Nahl 68–69) ayetiyle balın esrarını gözler önüne seriyor.Anlaşılan bal hem besin, hem de doğal bir ilaç deposu. Bal o kadar kıymetli ki arılar dışkılarını bile baldan uzak alanlarda yapmaktadırlar. Bal son derece şeker bakımdan zengin olup yüzde yirmisi sudan ibaret bileşim kaynağıdır. Aynı zaman da içerisinde madensel tuzlar, azotlu maddeler, B kompleksi vitaminler ve C vitamini, hatta A vitamini bile var. Hakeza tıbbi bakımdan iskorbüt hastalığına (C vitamini eksikliği) yakalanan körpe çocuklarında imdadına yetişir. Karabiberle karıştırıldığında kronik bahar nezlesine iyi geldiği söylenir. Üstelik ameliyat sonrası da kısa zamanda cerrahi yaraların kapanmasında etkili olmaktadır. Velhasıl; bülbül güle, arı da çiçeğe meftun. Onlara o duyguyu o aşkı veren var elbet. İşte o aşk örümceğe ağ yaptırıyor, ipek böceğine koza ördürüyor, arıya bal yaptırıyor, öğretiyor. Bu yüzden bizlerde şarkılarımızda; “Arım balım peteğim Gülüm dalım çiçeğim Bilsem ki öleceğim yine seni seveceğiz” der yaratandan ötürü. Vesselam. http://www.facebook.com/pages/Selim-G%C3%BCrb%C3%BCzer/270156429678799?sk=wall
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|