AK Gençliğin Buluşma Noktası
Makale & Deneme Makale ve deneme içerikleri.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 04-11-2010, 16:49   #1
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart Arzuların Egemenliği...(Ramazan Kayan)
Evrende cari olan toplumsal yasaların özüne nüfuz ettikçe, Allah (cc)ın niçin bu kadar peygamber gönderdiğini daha iyi anlayabiliyoruz. İnsanlık tarihini incelediğimizde şunu görürüz: Yaratılış amacından uzaklaşan kitleler, ilahi kuralları hiçe sayarak kulluk bilincinden kopmuşlardır… Küfrün, küfranın, körlüğün, kötülüğün girdabında yüzen kavimlere yönelik “cezalandırma” hemen gerçekleşmemiş; ıslah edici, uyarıcı, müjdeleyici elçiler gönderilmiştir… Her nebi, irşad, ikaz ve ıslahla memurdu… Peygamberlerin gönderiliş hikmeti de bir anlamda hevalarının azıtması neticesinde fıtri değerleriyle sorunlu hale gelen beşeriyetin inşasına yöneliktir…

Ancak kimseye icbar yoktu… aynı zamanda her peygamber; yoldan çıkmaya, yozlaşmaya ilahi bir müdahaledir… Gelen mesaja rağmen, çoğunlukla insanlar arzularının peşine takıldılar… Hevalarını ilahlaştırdılar… Fücur yolunu seçtiler… Yani toplumsal yozlaşmanın tarihi yeni değil, derinlerdedir… Sorun sadece bu güne has değildir… İnsanlıkla yaşıt bir sorun olduğu görülmektedir…

İnsanın insan kalabilmesi imanla mümkündür… İman ise, arzuların Allah’ın iradesine ve emrine tabi kılınmasıdır…

Peygamber Efendimiz (sav) buyurmuyor muydu?

“Sizden biri, arzuları benim getirdiğime tabi olmadıkça iman etmiş sayılmaz”

Bireysel yozlaşma, toplumsal yozlaşmanın öncelidir… Bireysel yozlaşmanın temel nedeni ise kişisel arzular ile Allah’ın tekliflerinin çatışmasıdır… İnsanlar genellikle, hayata çokça müdahil olan bir Allah tasavvurundan yana değillerdir… Allah’ın yetkilerini daraltan kendi özgürlük alanlarını genişletme arayışında olan insanlar zamanla arzın fesadına ve toplumsal helake neden olmuşlardır…

İnsanlar arzuları üzerinden sınanırlar…

Bir; arzuların özgürlüğünü savunanlar… Liberalizmde olduğu gibi…

İki; arzuların öldürülmesini isteyenler… Mistisizmde olduğu gibi…

Üç; arzuların vahyin disiplinine tabi kılınmasına razı olanlar… İslam’ın öngördüğü denge düzeni budur…

“Heva”larına sınırsız bir serbesti sunanların varacağı adres: “Bel hüm edall”dir… İç güdülerin egemen olduğu behimi bir yaşam onları beklemektedir…

“Nefs”in öldürülmesini öngören ruhbancı yaklaşım ise toplum mühendislerinin “tektipleştirme” projelerine katkıda bulunmaktadır…

Vahyin çizgisinde buluşanlar ise arzuların tezkiye ve terbiyesi için fıtrat yolunu seçmişlerdir…

İçinde yaşadığımız dünya sınırsız özgürlük taleplerinin prim yaptığı bir çağ… Toplumsal yönelişler kutsaldan kaçışı, profana koşuşu resmediyor…

En önemlisi toplumsal hafıza çöktü, irade felci yaşanıyor… Toplumlara yön veren egemen güçler, Batıcı modernleşme pratiğini dayatıyor, toplum baştan aşağı yeniden kurgulanıyor… Dayatmalar sonucu yetişen köksüz, kimliksiz nesiller bu sistemlerin en büyük günahı… Yaygınlaşan isyan ve tuğyan hali normalleştiriliyor…

Çok yönlü bir yozlaşma hatta açıkçası çürüme teşvik görüyor… Fakat bu yozlaşma sadece yönetici elitlerin günahı değildir… Dünyaya duyarlı, davaya duyarsız herkesin payı var…

Hiçbir doktrin, teori, tez bugün için yaşanan yozlaşma süreci sonrası ortaya çıkan çarpıklıkları açıklamaya yetmez…

İnsanlık değerleri çoktan ayak altı oldu… Toplumda kabaran bu iştah, nesillerde nükseden bu şehvet, kitlelerin gözünü bürüyen bu hırs ve öfke insanlıktan eser bırakır mı? Sanki yozlaşmaya gönüllü bir toplum tablosu ile karşı karşıyayız… Çürümeye teşne nesiller, sanki bir alın yazısı gibi algılanıyor…

Başını kuma gömen insanlık, kendi iç dünyasında harakiri yaptığının farkında bile değil… Bilinci körelen, ruhu kirlenen yada çöplüğe dönen insana, “insanlık dersi” gerekiyor…

Temel sorun; duyarsızlıktır… Evet, aldırışsızlık, dertsizlik, tepkisizlik tüm değerleri ters-yüz ediyor…

Umursamazlık en tehlikeli toplumsal dejenerasyon…

Bu hayatın yoz çizgisini çizenler, bizi çizginin dışına çıkma şansımız olmadığına ikna etmeye çalışıyorlar… İkna olacak mıyız? Kalbimizin rahat olması için ne diller döküyorlar? Ne deliller getiriyorlar? Karanlığı aydınlattıklarını söylüyorlar… Renkli, ışıltılı, sesli görüntülerle ruhumuza tuzak kuruyorlar… Her şeyi normal karşılamamızı bekliyorlar… Muhalefet ruhumuzu habire törpülüyorlar…

Bir zamanlar çirkinlik ve edepsizlik karşısında tavrı sert ve net olan insanlara bu gün her fırsatta “bunda ne var ki?” telkinleri habire tekrarlanıyor… Bu da olumsuz etkilerini göstermeye başladı… Artık en hayasız söylem ve görüntüler toplum nazarında sıradanlaşmaya başladı… Günahın estetize edildiği günlerden geçiyoruz… Öyle ki, “günahtan sakınmak” yadırganır oldu…

Değerlerini koruyan ve günahlardan korunan kişiler dışlanır oldu…

Haya, ar, çekinme, utanma duyguları tarumar oluyor…

Toplumsal denetim tahrip edildikçe başıboşluk ortamında bireyci, özgürlükçü çıkışlar yeni fırsatlara kapı aralıyor… Herkesin “kendi özel”i, “kişisel dokunulmazlığı” kutsanıyor… Yolsuzluk, arsızlık, haksızlık, ahlaksızlık, sahtekarlık, riyakarlık sınır tanımıyor… Herkesin yaptığı yanına kar kalıyor… Kimse kimseye müdahil değil…

Toplumsal denetimin kalan kırıntıları da “mahalle baskısı” yaygaraları ile yok ediliyor ve bununla duyarlı Müslümanlar baskı altında tutuluyor…

Herkesin gözü önünde işlenen cürüm, cinayet, tecavüz ve talan yaygınlaşırken, kimse oralı değil! Herkes kendince tedbirli(!)… “Başıma iş açmayayım” felsefesi geçer kural…

Hani, eskiden “ya büyükler görürse” endişesi, caydırıcı bir faktördü… Şimdi büyükleri kim tanır? Kim takar?

Toplum “emri bil maruf nehyi anil münker” sorumluluğundan uzaklaşınca bu defa “bireysel özgürlüklerin tadını çıkarma”ya başlar insanlar…

O zaman görün bakalım, gençliği polisiye tedbirlerle terbiye edebilecek misiniz? Kent yaşamının büyülü atmosferinde gözden uzak ortamlarında yaşamın tadını çıkaranlara ne yapabilir siniz?

İç karartıcı, yüz kızartıcı fotoğraflar psikolojimizi bozsa da zamanla bizi de buna alıştıracaklar gibi…

Bilmem ilginizi çekiyor mu? Şiddetten , ahlaki yozlaşmadan nefret ettiğini söyleyenler bile, bu zararları içeren dizi ve programları heyecan ve merakla izlemiyorlar mı? Dizilerden başını kaldırıp olup-biteni sorgulamayan Müslümanları neyi, nasıl dizginleyebileceklerdir? Hangi kötülüğe, nasıl “hayır” diyebilecekler?

Sessizlik sarmalında, seyir kültürüne kendilerini terk edenler; kime, hangi değeri ve doğruyu sunabilecekler?

Ortada görülen, ürkütücü bir “sessizlik sendromu”dur… İçe kapanmanın, alandan çekilmenin hazin sonucudur… Belki de bunun adı: “haksızlık karşısında susmak”tır…

Çiğ bir çağda yaşıyoruz… Zulmün, zulmetin kararttığı kör bir dünya… Günahların çepeçevre kuşattığı kötürüm bir hayat… Ve insanlığı bekleyen kötü bir son…

Neden böyle?

Halifelik misyonumuzu sürdürüp vahye şahitliğimizi tamamlamadığımız için…

Evet, “iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek” görevini kime ihale ettik?

Bahse konu olan tespitler sadece ahlaki standartları düşük kesimlerle sınırlı kalmıyor… İslami kesimlerde de aynı olgunun değişik biçimlerde yansımalarını görüyoruz. Müslüman camiaları derinden tehdit eden iç tehlikeleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Dinde laubalilik… Müslüman’ın en belirgin vasfı; dinde samimiyet, sadakat ve ciddiyettir… Bu müminin olmazsa olmazıdır… Batı modernizminin getirdiği yaşam tarzı, her şeyi önce görecelileştirip sonra da insanı laubalileştirmesi… Kaygan ve kırılgan bir zeminde laçkalaştırılan birey tutarsız, kararsız bir ruh hali ile anlamsızlığın karanlığına sürükleniyor… Dinin insandan istediği ilk şey: ciddiyettir… Tevhidin açılımında ilk “la” denilecek durumlardan biride laubaliliktir… Lağviyat, lehviyat, laubalilik, laçkalık müminin lügatinde yoktur… Fakat bu gün İslami kimliği en çok aşındıran, İslami kişiliği en fazla zedeleyen zaaf, değerlerin sıradanlaşması, doğruların sulandırılmasıdır… Peki bu laubalilik marazı en fazla nerelerde görülmektedir:

a) Dini yorumlamada laubalilik: Bu gün her konunun sadece uzmanı söz sahibi iken; söz konusu din olunca, herkes yorum yapmakta kendini yetkin görmektedir… Sınır, kural, kriter tanımayan yorum furyasında din görünmez ve tanınmaz hale gelmektedir… İslam’ın nezih yüzü ehliyetsiz yorumcuların elinde örselenmektedir… Hermönütik yaklaşımlar dinin metnini örtmekte, Oryantalist yorumlar din üzerinde şüphe ve endişe tohumları ekmektedir… Medya mollaları yorum yarışı ile zihinler üzerindeki blokajı sürdürmektedir… Zamanla din hayattan çekiliyor ve sadece yorumu kalıyor…

b) Fıkıhta laubalilik: Şariin amacı dışında fetva bulma yarışı zamanla ya fıkıhsızlığa ya da fıkıhta hileciliğe dönüşüyor…. Kitab’a uyma samimiyetini taşımayanlar, işi kitabına uydurma uyanıklığına vardırır oldular… Şimdilerde fetva bulmak, cevaz almak için yola çıkıp ta bir şekilde bunun yolunu bulmayan kimse kaldı mı acaba? Birinde bulamadığı cevabı, bir başkasından mutlaka alabilmektedir…Din adına konuşanlar hiçbir dönemde bu kadar esnek olmadılar… Heva ve heveslere göre tanımlanan “zaruret” ve “maslahat” bir çok yasağın kapısını aralıyor…Allah’ın sınırları karşısında gevşemenin yolu açılıyor… Şayet ruhsatlar laubaliliğe dönüşecekse orada durmak bir gerekliliktir…

c) Haram-Helal sınırlarında baş gösteren serbestlik… Hayatın hazları Haram-Helal sınırını zorluyor… Piyasa kuralları, kulluk sorumluluklarının önüne geçiyor… Ahkamın, ahlakın yerini “iş bilirlik”, “iş bitiricilik” alıyor… Artık insan kazandıkça, insan yerine konuluyor… Nasıl kazanırsan kazan? Helal olmayan bir hayatın sonunun “helak” olacağı unutuldu… Günahların küçümsendiği hatta özendirildiği günlerden geçiyoruz… İnsanlar sevap kazanmayı erteledi, kar ve kazanç derdinde…

d) Kadın-Erkek ilişkilerinde laçkalık… Haramlara bulaşan hayatların hayası da kalmıyor… Kadınlaşan erkekler, erkekleşen kadınlar anaforunda roller değişti…”Ten”in, “et”in önemsendiği bir kulvarda, tabii ki ”etik” ayak altı olacaktı… Modernizm’e direnemeyen mahremiyet ailenin mahvına neden oldu… Doğrusu; kız-erkek ilişkilerindeki bu rahatlık hayra alamet değil…

e) Ameli ve ahlaki hayatta başlayan çözülme… Laubalilik ameli ve ahlaki hayatımızı da vurdu… İnsanlarımızın çoğu ibadetlerden haz almıyor… Bir çok ibadet def-i bela kabilinden sanki savsaklanıyor… Bir yücelik olan namaz sanki bir yük… Hayatın anlamı ve amacı olan kulluk şimdilerde artık angarya gibi görülüyor… Sünnet hassasiyeti, nafile gayreti yerini gevşeme ve üşenmeye bıraktı… Ahlak prim yapmıyor… Ekonomik getirisi olmayan hiçbir değer, erdem, iffet, izzet müşteri bulmuyor…

2- Dinde gösteriş… Dine ve dindara yönelik ikinci tehlike dinde gösteriştir… Dini görünürlülük, görüntü, görsellik, görkem, gözde olmak, göze girmek, gövde gösterisi her şeyin önüne geçti… İmaj, makyaj, ambalaj sanki prestij kazanmanın tek yolu… İlgi çekmek ve şöhret olmak en büyük hedef… Riya, dini içten kemiren bir virüs… Gizli şirk…

Allah’ın azabını celbeden halde işte budur…

“Yazıklar olsun namaz kılanlara ki, Onlar kıldıkları Namazdan gafildirler. Onlar gösteri yaparlar.” (Maun: 4-6)

Gösteriş; din adına dini kullanmaktır… Dini, dünyevi amaçları için basamak kılmaktır…

Artık burada rıza-i Bari aranmaz; çünkü kişi rant derdindedir… Reklam ve rekabet kültürü Rahman ile aramızı açtı… Allah katında değerli olma atlandı, toplum nezdinde meşhur olma, itibar görme öncelendi… Gösteriş dininde imaj takvanın önüne geçti…

3- Dinde şekilcilik… Dinin ruhundan uzaklaşanlar yüzeyde geziniyorlar… Sathilik sahihliği örtüyor… İnsanlar kimi dini merasim, ritüel, sembol ve figürlerle teselli bulmaya çalışıyor… Gelenekle oluşan şekilcilik, modern çağın getirdiği çarpık anlayışlar dinin ruhuna zarar veriyor… Huşusu alınmış bir namaz, kültür fizikten başka bir şey değildir…

Ruhu alınmış oruç, diyet yapmaktan öteye geçmez…

Takvadan soyutlanmış bir tesettür “giyinik çıplaklık”tan başka bir anlam içermez…

Şuur yüklenmemiş bir hac, sadece inanç turizminin ileri bir versiyonudur…

Şekle indirgenmiş bir din, toplumsal sorunları çözmesi beklenir mi? İnsanlığı felaha taşır mı?

4- Dinde aşırılık… İslam aşırılığın her türlüsüne karşı iken, bu gün din adına sergilenen aşırılıklar dine zarar veriyor… İbadette bile aşırılığı onaylamayan İslam, “vasat ümmet”e çağrı yapıyor… İnsanlar istikamet ve itidalden uzaklaştıkça uçlarda gezinir oldular… İfrat ve tefritin yıkıcı, yakıcı, bozucu sonuçları Müslümanların birikimlerini, kazanımlarını bitiriyor… Evet, asabiyetler basiretin bağlanmasına neden oluyor… Esasta, sıratı-ı müstakim, “mağdub” ve “dallin”den olmaya karşı en büyük güvencedir…

Akılda aşırılık hilekarlık ve kurnazlığa sürükler…

Öfke ve kuvvette aşırılık zulüm ve tecavüze nedendir…

Şehvette aşırılık fuhuş ve fücur sebebidir…

5- Dinde dünyevilik… Ahiret üzerinden dünya tanzim edilmeyince dünyevileşme kaçınılmaz olur… Tüm kadim dinleri ve medeniyetleri bozan en büyük tehlike dünyevileşmektir… Yahudiliğin tahrifatı dünyevileşmekten olduğu gibi Hıristiyanlığında asıl mecrasından uzaklaştıran dünyevileşmek olmuştur…

Bu günde Müslümanların maruz kaldığı zillet ve sefaletin temelinde aynı problemi görüyoruz… Hz. Peygamber uyarmamış mıydı?

“Benden sonra sizin şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.”

Korkulan oldu, değil mi?

İslami kimliği içten kemiren tehlike, Müslüman kişilikleri derinden vuran vurgun dünyevileşme… Bu bir “iç sekülerleşme” olarak bünyeyi kuşatıyor… “Örtülü bir liberalizmde” zaten bunu tetikliyor…

Dünyanın haz ve hızına kanat açanlar, hayatın hayır ve hasenatına sırt döndüler…

Peki, tüm bu tehlikeleri nasıl aşacağız?

Sizde takdir edersiniz ki, bu başka bir yazının konusudur…






 

Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 04-11-2010, 16:53   #2
Kullanıcı Adı
EpiVaTeS
Standart
Paylaşım için teşekkürler...=)
EpiVaTeS isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-11-2010, 17:09   #3
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Rica ederim okuduğunuz için ben teşekkür ederim






Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-11-2010, 19:14   #4
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
Başını kuma gömen insanlık, kendi iç dünyasında harakiri yaptığının farkında bile değil… Bilinci körelen, ruhu kirlenen yada çöplüğe dönen insana, “insanlık dersi” gerekiyor…

Temel sorun; duyarsızlıktır… Evet, aldırışsızlık, dertsizlik, tepkisizlik tüm değerleri ters-yüz ediyor



Hisssiz bir toplum haline döndüğümüzde peşimize yığınla kokuşmuş hayatlar takılı verir. Çok güzeldi
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi