|
![]() |
#1 |
![]() İşte asrımızın, en dar daireden en geniş daireye kadar, hemen her kesimde maruz kalınan hastalıkları ve reçeteleri:
· GIYBET. Gıybet, birbirlerine düşmanlık besleyen, haset eden ve inatla bu kötü haslete sarılanların kullandıkları en alçak silahtır. İzzet-i nefis sahibi insanlar, bu pis silaha tenezzül edip kullanmazlar. Ayrıca gıybet, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi salih amelleri de yakar kül eder. [1] · ENANİYET. Din düşmanlarının insanları kendilerine çekebilmek, mukaddes davalarını baltalayabilmek için kullandıkları en önemli silahlardan birisidir. Hak davasının hizmetinde bulunan herkes, “ENE” yerine “NAHNÜ”yü, “BEN” yerine “BİZ”i ikame etmelidir. Enaniyetin en tehlikeli yansıması, kıskançlıktır. Halbuki bütün müslümanlar ve mü’minler bir vücudun âzâları gibidirler. [2] · DÜNYA NİMETLERİNİ KAZANMA HIRSI. Hırsla dünyaya yönelen, hizmeti terkeden, bütün gayretini derd-i maişete yönelten kişi, maksadının zıddıyla karşılık görür. Elindekileri de kaybeder; zelil duruma düşer. Bundan kurtulmanın çaresi dünya malını, nimetlerini hırsla değil, kanaatle talep etmek, tevekküle dört elle sarılmaktır. [3] · ŞAN VE ŞÖHRET HIRSI.[4] Ehl-i imandaki bu zayıf noktayı insî şeytanlar çok kullanırlar. Bir insanı yakalamak, kendilerine çekebilmek için o hissi okşarlar ve kendilerine bağlamaya çalışırlar.[5] Bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için dünyevî işlerde, çalışmalarda ve amellerde İlahi rıza ve ihlâs hedef alınmalıdır. [6] · REKABET.[7] Maddî olsun, manevî olsun, bir takım makamlara pek çok insanın namzet olması, bu makamlardan gelen ücretlere çok ellerin uzanması, çok tehlikeli ve hassas bir zemin ortaya çıkarır. Dikkatli hareket edilmediği takdirde, dine hizmet edenlerin arasında vifakın yerini nifakın, ittifakın yerini ihtilafın almasına sebep olur. Böylesi müthiş ve tehlikeli hastalığın merhemi, ilacı ise ihlâstır. Hakperestliği nefisperestliğe tercih etmek bu ihlâsın gereğidir. Bu yolla hakkın hatırı nefsin hatırına galip gelir. Ücretini sadece ’tan bekleyen ve isteyen hizmet ehli insanlar, başkalarından gelen maddî ve manevî ücretlerden yüz çevirir. [8] · DÜŞMANLIK VE İNAT[9], NİFAK VE ŞİKAK[10]. Bu hastalıklar manevi hayatı ve kulluğun sıhhatini zedeler; ihlaslı ve adaletli davranmayı engeller. Bu hastalıklara karşı kullanılacak en etkili ilaç, müsbet hareket etmek; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmektir. “Hak yalnız benim mesleğimdir,” yahut “Sadece benim meşrebim güzeldir” demek yerine, “Mesleğim haktır,” ya da “Mesleğim diğerlerinden daha güzeldir” anlayışı hakim olmalıdır. [11] · KORKU. Din düşmanları, içtimai hayattaki hemen her kesimi etkileyebilmek için korku damarını her fırsatta kullanmaya çalışırlar. Ellerindeki imkanları kullanarak, hizmet ehli insanların içlerine korku salmaya, içlerindeki evham ve endişeleri tahrik etmek için sürekli fırsat kollarlar. Bu tehlikeden kurtulmanın çaresi Kur’an kalesine sığınmak, ihlâsla hizmetine devam etmektir. [12] · TAMAH. Dünyevî açıdan daha rahat, daha konforlu ve daha lüks yaşayabilme arzusuyla omuzuna yüklendiği hizmeti terk etmek; hatta hizmetin imkanlarını bu yönde kullanmak bu hastalığın en belirgin yansımalarıdır. Böyle davranan kimseler kısa vadede bir şeyler elde etseler de, bu hatalarının cezasını fazlasıyla çekerler. Bu elim hastalığın, iman ve Kur’an hizmetini yerle bir edecek bu illetin en tesirli ilacı “KANAAT” ve “İKTİSAT”tır.[13] · İSRAF. İsrafın en belirgin neticesi kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise çalışma şevkini kırar, kişiyi tembelliğe atar. Böyle bir kişi, sürekli olarak hayatından şikayet etmeye, hep başkalarını suçlamaya başlar.[14] İsrafın tedavisi ise iktisatla olur. İktisat kanaati, kanaat ise şükredebilmeyi öğretir. Şikayet ve riya kapısını kapatır, ihlâs kapısını açar. [15] · TEMBELLİK. Bilindiği gibi tabiatta boşluğa yer yoktur. Bir şeyin boş bıraktığı yer hemen bir başka şey tarafından doldurulur. İmani hizmetlerde de bu böyledir. Kudsî bir davaya hizmet edenler ne kadar büyük bir azimle, ne kadar sıkı bir gayretle çalışırlarsa o kadar çok netice alırlar; muvaffak olurlar. Bu hastalığın yegane ilacı, ifa edilen vazifenin çok kudsî ve ulvî olarak görülmesi; bu yolda harcanan her bir saatin bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymette olduğunu idrak etmeleridir. [16] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Risâle-i Nur Külliyatı, Kaynaklı-İndeksli, C. 1, İstanbul-1996, Mektubat, C. 1, s. 476. [2] Mektubat, C. 1, s. 552-553. [3] Mektubat, C.1, s. 474. [4] Mektubat, C. 1, s. 376; Lem’alar, Nesil Yayınları, İstanbul-1996, C. 1, s. 671. [5] Mektubat, C. 1, s. 545. [6] Mektubat, C. 1, s. 546; Lem’alar, C. 1, s. 668. [7] Lem’alar, C. 1, s. 670. [8] Lem’alar, C. 1, s. 662. [9] Mektubat, C. 1, s. 473. [10] Mektubat, C. 1, s. 469. [11] Leam’alar, C. 1, s. 663. [12] Mektubat, C. 1, s. 547. [13] Mektubat, C. 1, s. 549. [14] Lem’alar, C. 1, s. 660. [15] Lem’alar, C. 1, s. 661. [16] Mektubat, C. 1, s. 553.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|