11-23-2011, 02:56 | #1 |
Atatürkçülükten cumhuriyete geçiş
Elif Çakır › 13 Kasım 2011 Atatürk diktatör müydü tartışması alevlendi. Bu çerçevede, Menderes’in (kendi maslahatı icabı) bu ülkenin başına ördüğü en kötü çorap olan Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kendisini bile koruyamadığını belirterek söze gireyim. Kanaatimce, Atatürk etrafındaki tartışmalar her kesimde duygusal boyutta yapılıyor henüz. (Meseleye her yönüyle daha aklıselim bakan Taha Akyol’u bunu dışında tutmalıyım.) Evet, geçmiş yıllarda da dindar kesimde Atatürk hep duygusal olarak eleştirildi, düşmanlaştırıldı. Şu bir gerçek, Atatürk’le arasına hep bir mesafe koydu bugüne kadar bu ülkenin dindar insanları... Kaldı ki, Atatürk demek bile yüreklere sinmez, Mustafa Kemal olarak kullanılırdı (Türklerin atası olarak kabul edilmediğinin göstergesi olarak)... Atatürk’ü Koruma Kanunu geçmiş yıllarda binlerce insanın canını yaktı, aylarca hapis yatanlar oldu. Hele bunların içerideki mahkumlarla yaşadıkları hatıralar dilden dile anlatılırdı ki, hayli ilginçtir. Düşünün bir, içerde türlü suçlardan mahkum insanlar var, size hangi suçtan cezaevine girdiğinizi soruyorlar: Atatürkü Koruma Kanunundan diyorsunuz. Bunu katillerin, hırsızların bile havsalası almıyor, suçun tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar, sordukça soruyorlar. Sonuçta, “Hımm, demek ki bu devlet düşmanıymış” sonucunu çıkarıyorlar... Öncelikle şunu söylemeliyim ki. Atatürk’ün diktatörlüğünü şu veya bu şekilde tartışmak mümkün bile değildi, Koruma Kanununa rağmen bunları konuşabilmeye başlamamız sevindirici. Her şeyden evvel, Mustafa Kemal’in yaptığı iş küçümsenecek gibi değil. Yüzyıllar süren bir saltanat rejimine son vermek, ardından hiç kimsenin cesaret edemeyeceği birtakım değişiklikler yapmak, hiç de kolay değildi. Bunları da günümüzde anladığımız şekilde demokratik ortamda yapmanın mümkün olmadığına ben de inanıyorum. Bunu söylerken yaptıklarının doğru ya da yanlışlığı konusunda bir şey söylemeden, sadece yapılan işin zorunlu olarak sıkıyönetim gerektirdiğini ifade etmek istiyorum devrin şartlarında. Bunları yapmak zorunda mıydı, ya da böyle yapmak zorunda mıydı, ayrı -ve aslında en gerekli olan- bir tartışma konusu. Aslında çok daha önceden bunları tartışabilseydik bugün çok daha olgun bir seviyeye gelebilirdik. Atatürk’ün yapıp ettiklerini tartışamadık, Atatürkçülerinkine hiç gelemedik. En basit örnek, şu 10 Kasımların 9’u 5 geçesinde tüm yurtta yaşanan siren sesleri tuhaflığına kimse sesini çıkarmaya çıkarmaya bugünlere geldik. (Hani şu senfoni orkestrası örneğinden yola çıkarsak, Türkiye Türkiye olalı böyle zulüm görmedi diyecek kadar bu tuhaf uygulamadan şikayetçiyim.) Dünyanın en ilkel kabilelerinde bile olmayan bir anma şekliyle Atatürk’ü dayatmak bu toplumda hiçbir meyve vermedi. Atatürkçülerin anlayamadığı şey tam da bu. Hepimiz ilkokuldan itibaren Atatürk kelimesinden bıktırılarak, garip törenlerden kaçma çareleri arayarak büyüdük. Dünyanın başka bir yerinde, bu kadar beyin yıkama faaliyetine rağmen hiç başarılı olunmayan başka bir psikolojik deney var mıdır bilmiyorum. Denekler her şeyin farkında, deneyi yapanlarla artık dalga geçer hale gelmişken, hâlâ bu deneyin başarıya ulaşacağını düşünen bir grup safdil yüzünden memleketin çekmediği kalmadı. Bu ülkede Atatürk’ü “Atatürkçülerin” elinden kurtarmadan hiçbir meseleyi sağlıklı tartışamayacağımızı düşünüyorum. Atatürk diktatördü değildi, bence bu önemli değil şu anda. Her tarafı diktatör olsa, bir diktatörün yirmi otuz yıl süresi vardır. Gelir geçer. Milletlerin hayatında bu çok önemli bir süre sayılmaz, toparlanabilirler. Fakat bizim derdimiz Atatürkçülerin diktatörlüğüyle ki, doksan yıldır bitmedi. Atatürkçüler, Atatürk adına yapılan saçmalıkları görüp kendileri buna bir son vermeliler, meselenin doğru çözümü budur. Ama laftan anlamayacaklarsa da, kimsenin sırtında yük taşımaya niyeti yok bu ülkede artık... Atatürk’ü sevmek başka, -çülük yapmak başka...
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|