12-20-2008, 23:16 | #1 |
Atatürk'ün Manevi Oğlunun Kürt olduğunu Biliyor musunuz?
Bazı Atatürkçü (!) kişiler ısrarlar kürtlere olan düşmanlığını sürdürmekte, ve bu bilgiyi evirip çevirmektedir. Ama gerçek değişmiyor !
Bir çok Atatürkçü kişi tarafından şiddetle tavsiye edilen "Şu Çılgın Türkler" kitabında Turgut Özakman Abdürrahim bey'in Van'lı bir kürt çocuğunu olduğunu doğruluyor. Bir Alıntı: Atatürk'ün manevi oğlu öldü bu hafta; önceki gün sessiz sedasız toprağa verildi. 90 yaşındaydı. 90 yılın 22'sini Atatürk'le geçirmişti. Büyük bir tesadüf üzerine kurulan hayatı, ilginç serüvenler, müthiş tanıklıklar ve deşifre edilmemiş sırlarla doluydu. Hepsini beraberinde götürdü. Söylenen, M.Kemal'in O'nu Van'da görüp evlat edindiğiydi. Çanakkale zaferinden sonra 1916'da Doğu Cephesi'ne tayin olan M.Kemal, orada karşılaştığı sefaletten çok etkilenmiş ve öksüz çocuklardan birini yoldaş olarak yanına almıştı. 8 yaşındaki o çocuğun adı Abdürrahim'di. Ana babasının kim olduğunu bilmeden büyüdü. M.Kemal O'nu İstanbul'a getirip Akaretler'de Zübeyde Hanım'ın yanına yerleştirdi. Zübeyde Hanım'ı anne, Makbule Hanım ile kendisinden 13 yaş büyük olan Fikriye Hanım'ı abla bildi. 1917'de Kemal Paşa'nın Suriye Cephesi'nde yakalandığı bir kum fırtınasında kör olduğu haberi gelince Zübeyde Hanım Abdürrahim'i kaptığı gibi Halep'e koşmuştu. Neyse ki Paşa'nın gözlerinin durumu o kadar ciddi değildi. O gezide Kemal Paşa, Abdürrahim'e bir yerel kıyafet diktirtti ve birlikte fotoğraf çektirdiler. M.Kemal'i, Arap giysileri içindeki bir çocukla gösteren ünlü fotoğraf işte böyle doğdu. Abdürrahim, ilkokulu İstanbul'da okudu. Savaşın en zorlu döneminde yine Mustafa Kemal'in yanında, bu kez Ankara'daydı. O yıllarda da Fikriye Hanım kendisini okula götürüp getiriyor, dersleriyle ilgileniyor, anne şevkati gösteriyordu. Ancak 1923'te işler değişti. Önce Zübeyde Hanım kendisine 20 lira miras bırakarak vefat etti. Ardından M.Kemal, Latife Hanım'la evlendi. İzmir'deki nikah töreninde artık 15 yaşında olan Abdürrahim de vardı. Nikah sonrası Kemal Paşa, O'nu kayınpederi Muammer Bey'e emanet etti. Latife Hanım O'nun Ankara'daki evine taşınırken, O da Latife Hanım'ın İzmir'deki evine yerleşti. Bir süre İzmir'de okudu. Yazları Ankara'ya gelip Çankaya sırtlarında Latife Hanım'la at sürdü. "Anne" saydığı Fikriye Hanım'ın ölüm haberini de İzmir'de aldı. 2 yıl sonra M.Kemal boşanma kararı alınca Latife Hanım'la yeniden yer değiştirdiler: Latife Hanım İzmir'e, Abdürrahim Ankara'ya döndü. Artık üniversite çağındaydı. Kemal Paşa, "oğlu"nun kendisi gibi asker olmasını istemedi. "Artık harp zamanı geçti, şimdi iktisadiyatı ve fenni öğrenmeliyiz" dedi. Abdürrahim'i mühendislik eğitimi için Berlin Üniversitesi'ne yolladı. Abdürrahim, elektrik mühendisi olarak Türkiye'ye dönüp Ankara Elektrik ve Havagazı İşletmesi'nde çalışmaya başladı. Yedeksubaylığını yaparken Dolmabahçe Sarayı'nda kaldı. Savarona yatının satın alınması görüşmelerinde tercümanlık yaptı. "Babası"ndan O'na Sadrazam Talat Paşa'nın "Çanakkale muzafferiyeti hatırası" olarak hediye ettiği iki halı ile Cumhuriyet'in 10. yılında İş Bankası tarafından armağan edilen bir otomobil kaldı. Otomobili Anıtkabir Müzesi'ne hediye etti. Halıları unutulmaz bir dönemden kalan kutsal emanetler olarak evine serdi. * * * Ne gösterişi sevmiş, ne "babası"nın adını kullanmaya tenezzül etmişti. Emekli olunca evine çekildi. Ortalıkta görünmez, gazetecilerle görüşmezdi. Mete Akyol, nefis bir röportajla O'nu Türkiye kamuoyuna tanıtana kadar adı bile duyulmadı pek... Gazetelerde çıkan fotoğrafları Atatürk'e o kadar benziyordu ki, herkes O'nun üvey değil, gerçek evlat olduğuna inanmaya başlamıştı. 4 yıl önce Mete ağabey, hazırladığım bir belgesel vesilesiyle beni Abdürrahim Bey'e götürmüştü. Son derece sade döşenmiş bir evde, boyu, yüzü, burnu, alın açıklığı, geriye taranmış saçlarıyla gerçekten de Atatürk'ün son dönem fotoğraflarına tıpa tıp benzeyen bu zarif beyefendi ile tanıştım. Uzun uzun sohbet ettik, birbirinden ilginç anılar dinledik. Belgeseli izlerken adeta o günlere döndü; bir şarkı çalmaya başlayınca gizli gizli gözyaşlarını kuruladı. Laf, 'Atatürk'ün gerçek oğlu olma" iddialarından açılınca yeniden sessizliğe gömüldü. Bu konuda eşine bile bir şey söylememiş olduğunu farkettim. Üsteleyince, "Bazı sırlar benimle mezara gidecek, lütfen buna saygı gösterin" dedi. Saygıyla boyun eğdik ve vedalaştık. Bir dönemin sessiz tanığı, önceki gün sırlarıyla mezara gitti. Geride pek az servet, özenle saklanmış binbir anı ve çoklarına ibret olması gereken bir yaşam bıraktı.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
12-21-2008, 00:14 | #2 |
Aslında yazıda direkt "kürt" olarak geçmemiş, yada ben göremedim. Van'ında tüm nüfusunun kürt olup olmadığını da bilmiyorum gerçi. Ama kürt nüfusunun çok olması pek tabiidir.
Ama, nedense okumaya hiç yanaşmadığım fakat adını en çok işittiğim kitaplardan olan ''Şu Çılgın Türkler'' kitabında böyle bir paragraf olması da şaşırtıcı. Bu kadar göz önünde olan bir kitap ancak hiç gündeme gelmemişti bu üvey evlat-kürt meselesi(yada ben bilmiyorum). Dikkat ve paylaşımınız için teşekkürler. Yararlı bi yazıydı.. |
|
12-21-2008, 00:17 | #3 |
Alıntı yazı 'Can Dündar'ın bir röpörtajından alıntıdır ve Abdurrahim Bey hakkında geniş bilgiler içeriyor; kürt olduğu geçmiyor evet. Ama bizzat "Şu Çılgın Türkler" kitabında "Kürt" olduğu geçiyor.
|
|
12-21-2008, 00:57 | #4 |
Yazıyı baştan sona kadar okudum bilgimize bir bilgi daha ekledik sayende.
Yalnız bana öyle geliyorki çocuk sürekli savrulmaktan çocukluğunu,da hep ezik geçirmiş gibi ve bildiğim kadarı ile van,da bir süre bulundum sıralar van,da kürtten çok daha fazla iran ve ırak,lı mülteciler var zamanında yerleşmiş ve oranın halkı ile bir bütün olmuş. O sebeptendirki orada çok aşiret var, mutki,broki,hartoş,gedan,kale,drejan ve buna benzer bir çok aşiret tabi onlar nekadar kürt bilemem, burada kürtlükten çok bence atatürk,ün vatanın tüm insanlarının ona göre aynı olduğunu hiçbir ayrım yapmadığını anlatmış olabilirlermi, ben kitabı tam okumadım ama yalnışta düşünüyor olabilirim. |
|
12-21-2008, 01:41 | #5 |
Atatürk, Milli Mücadele'de Kürtler'den büyük destek görürken, Batılılar, bugün olduğu gibi geçmişte de, Kürtler'i kendi çıkarları doğrultusunda kışkırtmaktan geri kalmadı
ATATÜRK, bütün hayatı boyunca, 'Kürt' sözcüğünü kullanmamaya büyük dikkat ve özen göstermişti. Büyük Nutuk'un hiçbir yerinde, hiçbir açık konuşmasında ve demecinde 'Kürt' sözcüğüne rastlanmaz. Bunun nedeni, Kürtler'i Türkler'den ayrı bir millet olarak görmemesiydi. Berlin'den kendisine mektuplar yazan Talat Paşa'ya verdiği cevapta, sınırlarımızdan söz ederken, 'Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün vilayetler bizim olacaktır' diyerek, 1919 yılından sonra ikinci kez 'Kürt' sözcüğünü kullanmak zorunda kalmıştı. Milli Mücadele yıllarında Doğu'da yaşanan olayları kendisine aktaran Yüzbaşı Esad Bey'e cevaben yazdığı 1919 tarihli mektupta ilk kez 'Kürt' sözcüğünü kullandığını görüyoruz. Zarfında, 'Dersim Mutasarrıflığı vesatat-ı yeddiesiyle Fikri Paşa biraderi Tahsin Beyzade Esad Bey'e' ibaresinin yer aldığı ve Sivas'tan gönderilen mektupta şu satırlar yer alıyor: '10 Teşrin-i evvel 1335 tarihli bir mektubunuz vasıl oldu. Vatanın geçirmekte olduğu şu tarihi hayat ve memat anında mukadderatı yekdiğerine tamamen merbut ve öz kardeş olan Türk ve Kürt arasına düşman parasıyla nifak sokmaya çalışan ve kendi din ve vatanı aleyhine uğraşan edani her türlü nefrete sezadır. Zat-ı alileri gibi kıymetli vatanperver zevatın himmet ve gayretleriyle bu gibilerin tesvilatına meydan bırakmayacağı şüphesizdir.' Atatürk'e göre, Türkçe ve Kürtçe konuşulan bütün boylar aynı milleti oluşturuyordu ve Türk-Kürt öz kardeşti. Nitekim 1923 Lozan Konferansı sırasında Anadolu Türklüğü'nü parçalamayı hedef alan görüşler karşısında İsmet İnönü, 'Kürt halkının İran kökenli olduğunu öne sürülmüştür. Oysa bu iddiayı Kürtler'in Turan kökenli olduğunu kabul eden Encyclopedia Britanicca yalanlamaktadır. Zaten Anadolu'yu tanıyanlar bilirler ki, gerek töre, gerek gelenek ve görenek bakımından Kürtler hiçbir yönden Türkler'den farklı değillerdir' sözleriyle, Türk heyeti adına Türk-Kürt ayırımının kabul edilemeyeceğini belirtmişti. Asılan İngiliz ajanlar ATATÜRK, Milli Mücadele sürecinde Kürtler'den büyük destek gördü. 1916 yılında Diyarbakır'da 16. Ordu'da görev yapmış ve o sırada ileri gelen Kürt aşiret liderleri ile yakınlık kurmuştu. Ancak, Kürtler'in büyük kısmı Atatürk'ü ve Milli Mücadele'yi desteklerken, ayrılıkçı Kürtler, İngilizler'le ve İstanbul Hükümeti ile işbirliği yaparak, Atatürk'ü ve Milli Mücadele'yi engellemek için ihanet planları hazırlıyorlardı. Mesela, Güneydoğu'daki Kürtler, o sırada bölgeye yayılmış olan İngiliz ajanları yakaladıkları yerde ağaç dallarına asarken, Damat Ferit, Kürt Teali Cemiyeti ile görüşerek, onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal ile savaşmayı teklif ediyordu. İngiliz belgelerine göre, Mr. Kindson'un 28 Kasım 1919'da Londra'ya gönderdiği raporda, 'Kürtler'e her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir' diye yazıyordu. Yüksek Komiser Robeck'in Lord Curzon'a 9 Aralık 1919 tarihli raporuna ise şunlar yazılıydı: 'Kürtler bütün ümitlerini İngiliz Hükümeti'ne bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtler'i Mustafa Kemal Paşa'ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar.' Kaynak |
|
12-21-2008, 01:43 | #6 |
Bu metini bilerek yayınladım. Açıkçası Atatürk'ün manevi oğlunun Kürt olduğunu bilmiyordum ama bunu şimdi öğrenince hiç şaşırmadım. Sebebini anlamak içinde yukardaki metni bile okumanız yeterlidir. Teşekkürler Prizma.
|
|
12-21-2008, 04:26 | #7 |
Arkadaşlar bir fikir; Abdurrahim, Atatürk'ün gerçek çocuğu olamaz mı? Uzun uzun sohbet ettik, birbirinden ilginç anılar dinledik. Belgeseli izlerken adeta o günlere döndü; bir şarkı çalmaya başlayınca gizli gizli gözyaşlarını kuruladı. Laf, 'Atatürk'ün gerçek oğlu olma" iddialarından açılınca yeniden sessizliğe gömüldü. Bu konuda eşine bile bir şey söylememiş olduğunu farkettim. Üsteleyince, "Bazı sırlar benimle mezara gidecek, lütfen buna saygı gösterin" dedi. Saygıyla boyun eğdik ve vedalaştık.)bubir teoridir çünki atatürk ün başıçektiği önderlik yaptığı bir türkiye laik çumhuriyetinde yaşıyoruz olan karşılanan bir olay oldu devlet dini kurallara göre yönetilmiyor kanun koyan milletvekilleri insanlar yani allahın kanunları (şeriat)kuran anayasası geçmiyor yani zina suçdeğil çocuğun sekiz yaşında olduğu yazılmış sekizyaşındaki çocuk annesini ve babasını tanır hangi aşiretten olduğunu bilir arkadaşlar bununda araştırmasını belgelendirmesini yaparsanız sevinirim durmak yok yola devam
Konu yolcu44 tarafından (12-21-2008 Saat 10:40 ) değiştirilmiştir.. |
|
12-22-2008, 18:53 | #8 |
kürtlerde bu ülkenin vatandaşı biz kürt diye dışlama yaparsak nezdinde o da kendisini soyutlayacaktır. ülkemizin sınırları içinde bulunan ve ALLAHIN izni ile de hep bulunacak olan toprakların vatandaşları türk, kürt alevi, sunni, laz, çerkez hepsi bizim vatandaşımız bizler gibi onlarında yaşamaya hakkı var dış güçler tarafından yokluk çeken, eğitim almamış gelenek ve görenek adı altında aşiretlerin boyunduruğu altında kendi düşüncesini bile söylemeye hakkı bulunmayan insanlara bu tür yargılamaları yaparak yanaşırsak oralarda terörü azaltmış değil aksine körüklemiş oluruz....
|
|
12-22-2008, 20:57 | #9 |
Mustafa Kemal kürtlerle Türkleri ayırmazdı gibi bi lafı söylemek için bi köşe yazısına değil, zamanında kürtlere olan yaklaşımını iyi irdelemek lazım..
Mesela "Ne mutlu Türk'üm diyene" lafını ne zaman, hangi şartta ve ne gibi bi konunun üzerine söylediğini araştırmalı... Dayatılan yakın tarihin dayatmasından uzak araştırmalı . . . M.Kemal'in 1923'den sonra gittiği ve gitmediği illerin haritası. (...) (Diyarbakır'a bir kere gitmiştir. Tarihi: 15 Kasım 1937 . || Atatürk'ün Diyarbakır'a geldiği gün, Dersim İsyanı'ndan yargılanan Seyyid Rıza ve 6 arkadaşının Tunceli'de idam edildiği güne rastlamıştır. || M. Armağan ) |
|
12-25-2008, 17:51 | #10 |
vAYY VAYY VAYY neler duyuyoruz
|
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
abdurrahim, atatürk, kürt oğlu, manevi, mustafa kemal, oğlu |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|