![]() |
#91 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#92 |
![]() Lügat yorumların süper Allah razı olsun +1
|
|
![]() |
![]() |
#93 | |
![]() Alıntı:
yani biz ab ye ya da onlar bize muhtaç değil! karşılıklı menfaatlerimiz söz konusu... bu arada lügat baştan sona yorumalrını çok beğendim benden de +1 ve tabii yalçın abi sana da ![]() |
||
![]() |
![]() |
![]() |
#94 |
![]() 9 sayflık uzun bir söyleşi olmuş, yazılanların hepsini okumaya zamanımda yok malesef. Bende düşüncelerimiz az da olsa kaleme alayım.
Ülkemizde Avrupa Birliği iki şekilde tehlike olarak görünüyor, dışarıdan gözlemlerime göre ; 1. si Türkiye Cumhuriyeti üzerinde, yıllardır süren derin devletçilerin koltuk kaybetme korkuları. 2. si Aşırı muhafazakar dediğimiz kesimin İslam'i değerlerden uzaklaşılma korkusu. Bunları biraz açacak olursak, şunları söyleyebiliriz; Ak Parti hükümetinin, nasl bir hükümetten sonra iş başına geldiği malumumuz. Fakat DSP - MHP - ANAP Hükümetinin kurulmasına sebebte 28 Şubat sürecinin sonuçlarıdır. En kısa bir tabir ile 28 Şubat'ı " Anti Demokratik Rejim'e devam " olarak adlandırabiliriz. Demek ki, ülke içerisinde bazı kesimler var ve bu kesimler canları sıkıldıkça, halkın seçimini bir yana koyarak kendileri atama yapabiliyorlar. Halk seçmiş gibi görünüyor ama, aslında atamalar yapılıyor. DSP-MHP-ANAP Hükümetinin ülkeyi uçuruma savurmasından sonra, hükümet görevi işin ehli olan insanların eline geçti. Aslında bu dönemde, Tayyip Erdoğan'ın yasağının kaldırılması ve bu hükümetin kurulmasına rahatça vize verilmesinde ki düşünce " Ülkeyi düzlüğü çıkarsınlar, sonra icabına bakılır " mantığı taşıyordu ki, bunu izleyerek öğrenmiş olduk. Hükümetimizde bunu önceden sezmiş olacak ki, görevi devraldığı günden buyana Avrupa Birliği ile sıkı ilişkiler içerisine girdi. Çünkü Avrupa'da, parlemento mensupları konuşur, Asker işini yapar, Yargı önünde ki kitapta ne yazıyor ise onunla amel eder.( Hiç olmazsa kendi vatandaşları için ) Hükümetimizin arzusuda bu yönde idi, illaki bir bağımlılık değil. Bunu Başbakanımızın " Biz kriterleri yerine getirelim, Halkımız istemezse girmeyiz " sözlerinden anlayabiliriz. Yani maksat refah seviyesini yükseltmek, bunun yanında da büyük bir bela olan " cunta " sistemine son vermek. Tüm bunlar ortada iken, ismini kirlettikleri " Cumhuriyet Mitingleri "nde, " Ordu Göreve " pankartları açan kişilerden Avrupa Birliğine destek beklememizde pek akıllıca olmaz. Sözde çağdaş ve medeni, fiilen yosunlaşmış beyinler, ancak ülke önünde bir set oluşturmaya yararlar. 2. bölüme gelecek olursak, " Misyonerlik yaygınlaşıyor " yaygaraları ile karşılaşıyoruz. Buna siyasi çerçevede bakacak olursak, samimiyet konusunda oturup düşünmemiz gerekir. Bir devlet " Din " lerden korkuyor ise, insanından şüphe ediyor demektir. Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye'de açılan Kiliseler, ülkemiz üzerinde bir sıkıntıdan çok, " Gizli Kiliselerin " bertaraf edilmesi ve gençlerin " Devletin kontrolü dışında " zehirlenmesinin önüne geçilmesini sağlamıştır. Yurt dışında yaşayanlar veyahutta, görme imkanı olanlar. Almanya, Fransa ve Belçika gibi ülkelerde, her ilde birden fazla Camii'nin olduğunu bileceklerdir. Burada il dememde ki kasıt, Ülkelerin zaten ufak olduğu ve illerin bizim ilçelerimizden dahi küçük olduğu içindir, en azından Belçika için. Şimdi böyle bir sistem ile, Müslümanların özgüveni sağlamlaştırılıyor az da olsa yabancılık çekmemeleri sağlanıyor. Bu ülkelerde de bizde ki gibi bir tavır olsa acaba nasıl sonuçlar cereyan eder düşünmek lazım ... Yabancı insanlar, nasıl yiyeceklerini istedikleri gibi alıyorlar ise, Müslüman insanlarda " Helal Kesim " veyahutta " Helal Gıga " alımı yapabiliyor, etiketlerin üzerine bu ibareler yazılabiliyor. Ve bu devlet izni ile oluyor. Buda büyük bir nimettir. Şimdi bizde kalkıp, ülkemizdeki Gayrı Müslimlerin yaşantı şekline ve devlet elinden yararlanmasına karşı çıkıyor isek bu büyük bir ikilem içerisinde olduğumuzun kanıtıdır. Avrupa Birliği konusunda samimi olarak düşünecek olursak, Demokrasi açısından büyük yol kat edeceğimiz, Maneviyat yönünden, gençlerimize sahip çıktığımız sürece dünya üzerinde ki gayrı Müslimlerede katkı sağlayacağımız ve " Emri bil mağruf, nehyi anilmünker " i daha kolay yerine getirme imkanımızın olacağını anlamamız hiçte zor değil. VesseLam |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#95 |
![]() necip fazıl gerçekten güzel analiz etmişsin...+1
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#96 |
![]() AB, Türkiyeyi son dönem dönüşüm sürecine sokmuştur. Peki dönüşenler, dönüşmesi gerekenler nelerdir. 80 yıldır Türkiye bir iç sömürge devleti gibi yönetilmiş, toplumda sınıflaşma meydana getirilmiş değil mi? Belli kesim kendini devlet görmüş, halka rağmen Elit! olmaya devam etmiş... Bu sınıflaşma da gelirdağılımında dengesizliği beraberinde getirmiş, kimileri zenginken daha zengin, kimileri de ekonomik çöküntü içerisinde yaşam sürmüşler. Halk verdiklerinin karşılığını, hizmet olarak alamamış, yönetenlerde verilen vesayeti ülke adına, halkı için refaha etken kılmamışlar.
Özgürlük adına yatırımlar yapılmamış, halk tabanlı bir yönetim gösterilememiş... AB sunduğu seçeneklerle, kriterlerle bu tabuyu kırıcı bir istemde bulunuyor. Ülkemizdeki yaşantının standardına baktığımızda, AB ülkeleri ile mükayese ettiğimizde bir uçurum görünüyor. Peki halkımız bu ekonomik ve özgürlük düzeye layık değilmi ki, AB bunda araç olarak görülmesin. Üst düzeyde bir refaha haiz olabilseydik AB dermiydik? Türkiye kendi değerlerini insanlık sofrasına sunacaktır; yeter ki sunacak bir şeylerin olsun. Her iki taraf da birbirini zenginleştirecek. Türkiye AB’ye gençleşme, farklı kültür ve değerler ve bir dinamizm getirecek. AB’nin de bizden alacağı çok şey var. Peki neden AB diyoruz da bunları biz gerçekeleştiremiyoruz...? Ülkemizin reelpolitik atmosferine baktığımızda başta belirttiğim İç sömürge yönetim biçimi sistemleştiğinden, bürokratik oligarşi hakim olduğundan bir vesile - meşru olabilecek bir vesile - bulunmadan bunları gerçekleştirmeniz mümkün olamayacaktır. AB sürecinde egemenlik devri de söz konusu... Bakıldığında ülkemizde gerçek egemenliğin vesayet sahibinden alındığı da bir gerçek... Yek parti dönemine haiz siyasi uygulamlara maruz bu ülke ve halkımız. Bu bağlamda AB ile bu tanımda yenilenecek, mana boyutunda hakiki değerine ulaşcaktır diye düşünüyorum. Paris Şartı, evrensel insan hakları ilkelerini uygulamayan ülkelere müdahale hakkı veriyor. Artık ulus devlet tek başına iç işlerinde istediğini yapamıyor. AB, Türkiye ile ilişkileri olarak da en fazla birikimi olan coğrafya. AB ile ilişkilerimiz yolunda gitmezse, hem AB hem Türkiye zarar görür. AB, gençleşme ve çoğulcu bir yapı kazanma şansını geçici süre de olsa yitirir. İslam âlemi ile Batı’nın el sıkışması gündemden kalkar. Türkiye’de de içe kapanmacı, devletçi, insanını reddeden, slogan peşinde koşarak iç sömürge mantığını sürdürmek isteyenler güçlenir. Kopuş, Müslüman âlemin Batı’ya karşı şüphelerini artırır ve kışkırtıcı bir sürece gireriz. Zaten biz yaptıklarımızı AB için değil kendimiz için yapıyoruz. Boşu boşuna demokratikleşmiş olmaktan mı korkuyoruz! Biz belki AB’ye girmeyiz; ama dünya standartlarında bir ülke oluruz. Kazanma kuşağında kaybetme adına göze alınacaklar asgari olamlıdır... Saygılarımla... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#97 |
![]() necip fazıl kardeşim,ismiyle müsemma olan kardeşlerimizden birisin.acıklaman gercekten kısa bir tez mahiyetinde ve fertler planında temel fikir teşkil edebilcek bir yazı.fikir dünyamıza kattıkların için teşekkür ederim.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#98 |
![]() Abdullah Gül: Türkiye'nin AB'ye üyelik tartışmasında bütün görüşler ortaya koyulmalı ve tartışılmalıdır. Milli bir siyaset temin edebilmek için hepimizin gayret etmesi gerekir. Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinin son 150 yıldır Batı ile yaşanan en sıcak temaslardan biri olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle bu konunun dinamik bir şekilde konuşulması siyaset kurumu adına bir zenginlik olacaktır. Dikkat etmemiz gereken şey tartışmalar sırasında birbirimizi karalamamak, suçlamamak, incitmemek ve herkesin ülkenin iyiliğini düşündüğünü kabul ederek, farklılıkları dinlemektir. Bizim AK Parti olarak bu konudaki görüşümüz açık. Partimizin programını yazarken Türkiye'nin AB'de yer almasının Türkiye'nin ve halkımızın çıkarları doğrultusunda olduğuna inandık. Bugünlerde AB'ye taraftarım demenin de fazla bir anlam ifade etmediğine ve süreci hızlandırmak için gerekli katkılarda bulunmanın önemli olduğuna inanıyoruz. Türkiye'nin işleyen bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ile düşünce ve düşünceyi ifade etmenin önündeki engellerin kaldırılmasını temin etmiş bir ülke olmasını istiyoruz. Rekabete ve verimliliğe dayalı bir piyasa ekonomisine sahip olmasını istiyoruz. Gelişmiş dünyanın bir parçası olmasını ve huzur ve barış içerisinde yaşamasını istiyoruz. AB'nin bütün bunlara katkı sağlayacağına inanıyoruz. Şüphesiz, AB'nin olumsuzlukları da olabilir ama bütün bunları topladığımızda neticede bir kanaata varacağız ve bu Türkiye'nin bu süreci hızlandırmasından geçtiğine inanmaktır. Bunlara kimsenin itirazı yok, bunlar Avrupa Birliğine üye olmadan da başarılabiliriz denebilir. Bu konuda açık olmamız gerekir ki bunları söylemek ve yapmak aynı şeyler değildir. Dünya ve ülke şartları ortada, bu nedenle gerçekçi olmaya mecburuz. Türkiye'nin mevcut yapılanmasından ve Türkiye'yi yöneten zihinsel yapıdan kaynaklanan yönetim krizleri nedeniyle gerekli gelişmeyi ve değişimi Türkiye'nin sadece kendi iç dinamikleri ile gerçekleştirmesi zor görünüyor. Ne yazık ki Türk halkının layık olduğu adımları şu ana kadar atamadık. AB bizden gerekli kriterlere uymamızı bekliyor. Biz bu süreç içerisinde belirli bir plan ve takvim çerçevesinde bu kriterlerin hepsini ülkemizde hayata geçirelim. Halk istediği için bu değişimleri yapalım, eğer yine de Avrupa Birliğine giremezsek o zaman kaybedecek birşeyimiz olmaz. Tam aksine çok şey kazanmış olacağız. O zaman kaybedecek olan Avrupa Birliği olacak. Kopenhag Kriterlerinin bize çok yabancı olmadığını da düşünmemiz gerekir. Uzun bir tarih derinliğinden baktığımızda Kopenhag Kriterlerinin kendi geleneklerimizde de olduğunu görürüz. Biz 600 sene farklı dinlerden, farklı ırklardan, farklı bölgelerdeki insanları yönettik. O bakımdan burada cesaretli davranmamız gerektiğine inanıyorum. Türkiye'nin ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmediği sürece Türkiye'deki problemler giderek derinleşecektir. Bunların içerisinde iç ve dış güvenlik de söz konusudur. Güvenlik ile ilgili yapılan harcamalar ile ekonomik kalkınma arasındaki ilişkileri ince bir şekilde irdelersek göreceğiz ki Türkiye'nin ekonomik olarak kalkınması şarttır. Bunun yolunun Avrupa Birliğine üye olmaktan geçtiğine inanıyoruz. Bu araştırma ile somut olarak gördüğümüz gibi biz de parti olarak buna benzer çok geniş ve ciddi bir araştırma yaptık. Aynı sonuçları biz de elde ettik. Biz bu araştırmayı Sayın Cumhurbaşkanı'nın davetinden hemen önce yaptırdık. Dolayısıyla parti olarak görüşümüzü daha da kesinleştirmek için bu araştırmadan çok yararlandık. Halkımızın gerçekten Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini istediğini gördük. Bizim partimize oy verenler ve oy vereceğim diyenler de burada gördüğünüz gibi Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini istiyorlar. Biz siyasi partiler, bir yandan halka önderlik ederken bir yandan da halkın görüşlerini temsil etmemiz gerekir. Bu iki işlevi beraber yaparsak başarılı oluruz. Türkiye'de çıkan af yasalarından dolayı adalet duygusu kamu vicdanında tamamen yok olmuştur. Bunun için rakamlar yüzde 60 civarında çıkıyor. Eğer inanç, güven olursa bunlar çok daha fazla çıkacaktır. Buradan hareket ederek bir taraftan halkın görüşlerini göze alarak, bir yandan önderlik ederek bunların anayasa maddesi haline gelmesini önerdik. Bugün gördük ki burada bulunan siyasi partilerimizde bu görüşteler. Yani adı af olmayan başka adlar altında içeride durması gerekenlerin dışarı çıkmasını önleyecek bir tedbir alırsak bir problem kalmayacak. Önümüzdeki önemli iki randevudan bir tanesi bitti, bir tanesi kaldı. Dolayısıyla buna iyi hazırlanılabilir. Aslında Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan toplantıdan sonra geçen süre kaybedilmiş bir süredir. Meclis kapanmak zorunda kaldı çünkü hiçbir şey yapılmıyordu ama her an toplanabilir. Biz Avrupa Birliği ile ilgili bir komisyon kurulmasını ve çalışmalarını sürdürmesini önermiştik. Biz partimiz içerisinde böyle bir komisyon kurduk ve çalışmalarını yapıyoruz. Bu süreci hızlandırmak için ne gerekliyse yapmak istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan toplantının zabıtlarının açıklanmasından da çok büyük bir memnuniyet duyacağız. O bakımdan hepimize düşen görev günlük çıkarlar yerine Türkiye için stratejik çıkarlar peşinde olmaktır. |
|
![]() |
![]() |
#99 |
![]() Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan: Milletimiz diyor ki Avrupa Ekonomik Topluluğundan bu yana Avrupa Birliği bünyesinde olan ülkeler AET'yi bir Hıristiyan klubü olarak takdim ediyorlar. En yetkili ağızlar burası bir Hıristiyan topluluğudur, siz Türkiye olarak buraya girmek istiyorsunuz halbuki siz Müslümansınız dolayısyla sizin burada yeriniz yok dediler. Ancak eski görüşler tamamen değişmiş durumdadır. Avrupa Birliği bazı evrensel değerler etrafında bir araya gelmiş olan, çok kültürlü, çok dinli, çok etnik grupların oluşturduğu bir topluluktur. Halkımız eğer buna inanıyorsa Türkiye tereddütsüz olarak AB'ye girmelidir. Şu ana kadar Türkiye devleti olarak AB ile yapılmış olan müzakerelerde bazı belgeler imzalanmıştır. Bunlardan bir tanesi de Kopenhag Kriterlerine uyacağımız ve geliştireceğimiz konusundadır. Buradan anlıyoruz ki halkımız bu kriterleri uygulamak istiyor ancak sadece AB'ye girmek için değildir. Biz toplum olarak bu değerleri temin etmek durumundayız, toplumumuz buna layıktır dolayısıyla bunları AB'ye girsek de girmesek de mutlaka gerçekleştirmek durumundayız. Ayrıca verilen cevaplarda da ifade edildiği gibi Türkiye'nin Avrupa Birliğine girişi AB'nin bir lütfu değildir. Türkiye AB'ye girerse kazancı olacaktır ancak Türkiye'nin girişi AB için de bir kazançtır. Türkiye bugün Batı alemi ile Doğu alemi arasında bir köprü durumundadır. Sadece coğrafi anlamda değil kültür, tarihi ve inancı ile de bir köprüdür. O halde Türkiye'nin AB'ye girişi AB'nin bir iddiasını temin edecektir. Dolayısıyla kazanç karşılıklıdır. Saadet Partisi olarak biz de halkımızın da işaret ettiği anlayış içerisinde Türkiye'nin AB'ye girmesi gerektiğine inanıyoruz. Şu ana kadar ortaya koyduğumuz görüşmelerde de herhangi bir sapma meydana gelmemiştir. Bir süre önce Sayın Cumhurbaşkanı'nın daveti üzerine gerçekleşen Çankaya zirvesinde görüşlerimizi bu anlayış içerisinde ifade ettik. Ondan evvel çeşitli siyasi partilerimizin ifade ettiği görüşler ve toplantıda ortaya koyulan görüşler doğrultusunda Cumhurbaşkanımıza bir teklifte bulundum. Dışişleri Bakanımızın da belirttiği üzere bu mesele uzlaşma ile sonuçlandırılacak bir meseledir dolayısıyla siyasi partilerimizin görüşlerini ifade edebileceği süreli bir komisyon temin edelim. Şu anda bu istikamette bazı gayretler gösterilmektedir. Biz Saadet Partisi olarak buna kesinlikle destek vereceğimizi belirttik. |
|
![]() |
![]() |
#100 |
![]() AB bizden gerekli kriterlere uymamızı bekliyor. Biz bu süreç içerisinde belirli bir plan ve takvim çerçevesinde bu kriterlerin hepsini ülkemizde hayata geçirelim. Halk istediği için bu değişimleri yapalım, eğer yine de Avrupa Birliğine giremezsek o zaman kaybedecek birşeyimiz olmaz. Tam aksine çok şey kazanmış olacağız. O zaman kaybedecek olan Avrupa Birliği
olayın özü olarak bu bölüm gercekten herşeyi özetleyen bir mahiyette...paylaşım için teşekkürler... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 24 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 24 Misafir) | |
|
|