![]() |
#1 |
![]() Tarihi, dünyayı ve hayatı anlamlandırmak için pergelin ucunu batı uygarlığının 'aydınlanma' denen dönüm noktasına batırıp varoluş dairesini çizmeyen insanoğlu kaldı mı?
Kendisi ile ilgili veya ilgisiz, maddi veya manevi her bir nesneyi ve oluşu, batı uygarlığının ölçü birimleri ve değer yargıları ile -bilinçli veya bilinçsiz şekilde- anlamlandırmayan Müslüman kaldı mı? Ortaçağın kilise mağarasından çıkan barbar bencil adamın 'aydınlanma' dediği kuruntu dalgası yayıldıktan sonra geleceğin koynundaki dünyevi cennet sarhoşluğuna kapılmayan ıslahatçı veya devrimci var mıdır? Lenin'den Humeyni'ye; bütün inkılâpçıların sattığı hayal, ülkelerini ve dünyayı cennete dönüştürecek düzenler değil midir? Aydınlanma kuruntusu, aslında altın suyuna batırılmış tenekeden bir ok... Bu, zamanın sonsuzluğunda sürekli 'ileri' giden bir binek ve insan da onun üstünde... Hazret-i İsa'nın hakiki öğretisinden sapmış kilisenin esir aldığı bencil barbar adam, aydınlanma vehmiyle elini, belini, dilini ve beynini çözünce, gelmiş geçmiş en korkunç insan öğütme uygarlığını yaratır. Sezai Karakoç üstadın -artık çok masum kalan tabiriyle- 40 yıl önce 'Tehlike Medeniyeti' dediği, esasen bir kuruntu uygarlığıdır. İnsan, doğa ve kültür katili olan bu uygarlığın bir şekilde kurtarıcı olabileceğine ilişkin hâlâ yaşatılan vehim de, tarihin kaydettiği en büyük aldatma çarkıdır... Katil batı uygarlığının aydınlanma tılsımı ile donatılmış sihirli değneğini değdirmediği İslâmcının bile zor bulunacağı bir hengâmede cilve tuzağındayız. Kimliğinin bilincindeki Müslümanlar olarak geçmişimizi ve geleceğimizi batının aydınlanma vehmini merkez alarak açıklamayız... Fakat batı karşısında ezik ve yenik duruşumuz yüzünden bu kuruntunun beynimize aşıladığı sinsi algı ile önümüze bakış tarzımızı belirlemekten de kendimizi alamayız. Böylece aydınlanmacılardan farkımız kalmaz! Aydınlanmayı tarihin en büyük dönüm noktası olarak alan batı sömürü ve cinayet uygarlığının gözlüğü ile önümüze baktığımızın farkına bile varamayız. Dünyanın daima iyiye gideceği saplantısı ile Deccal ve Mehdi şartlanmalarımızı dahi tamamen dünyevi bir denkleme oturturuz! Bu da bilincimizdeki hakiki fanilik algısını büsbütün kazıyarak, hatta hayatımızdan dışlayarak evvelâ kendimizi, sonra ailemizi, sonra cemaatimizi, sonra partimizi kutsarız! Nasıl yaparız bunu? Benliklerimizi, kümelerimizi, cemaatlerimizi ve partilerimizi, mutlaka daha parlak bir geleceğe doğru gitmesi kaçınılmaz birer ölümsüz yapı ve düzenek gibi hissetmeye şartlanırız... Bu ne demek? Ölümsüzcesine dünyaya, yarın ölecek gibi ebedi hayata yatırım yapması, kıyamet yarın diye bilse dahi ağaç dikmesi gereken Müslüman insanın, fanilik ile beka arasındaki dengeyi yitirerek bu hayatın çürütücü yanına karşı korunaksız hale gelmesi demek... Oysa söylemde ve beyinde sorun yok; Müslüman faniliği dilinden eksik etmez, zihnen de emindir. Fakat bağlanış ve yaşayışı itibariyle parlak geleceğe şartlanmıştır. 'Daha kötü bir gelecek' ihtimalinin kaygısı yerine, 'Şu andan daha iyi bir geleceğe ulaşamama' kaygısı gönlünü işgal etmiştir. Buna 'Aydınlanma İmanı' diyorum. Ömer Lütfü METE BUGÜN
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|