AK Gençliğin Buluşma Noktası
Osmanlı Tarihi (AK Parti) Osmanlı Devleti ve Osmanlı kültürü.



 
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 08-26-2007, 15:37   #1
Kullanıcı Adı
mesudum47
Standart AZ TAMAH ÇOK ZARAR GETİRİR

Viyana'yı Kurtaran Kibir ve Açgözlülük
1683, Viyana Önleri

16. ve 17. Yüzyıllarda Avrupa'nın kaderi iki hanedanın elindeydi; Habsburglar ve
Osmanlılar. Habsburgların başkenti Viyana aynı zamanda Avrupa'da Osmanlı
askerinin görülebildiği son nokta idi. Viyana'nın Osmanlılar tarafından
fethedilmesi sadece en önemli rakip hanedanının tasfiyesini getirmekle
kalmayacak Orta Avrupa'dan Batı Avrupa'ya doğru Türklere yeni bir yayılma
alanı da açılacaktı. Ve böyle bir durumda hiç kuşkusuz Avrupa'nın tarihi çok
farklı şekillenecekti.
Viyana'nın fethine ilk kalkışan Kanuni Sultan Süleyman oldu. 1529'da 75 bin
kişilik o zamana göre büyük bir orduyla Viyana önlerine gelerek kenti
kuşatmıştı. Ama Mayıs'ta İstanbul'dan yola çıkan ordu görülmemiş yağmurların
etkisiyle çok ağır ilerleyebilmişti. Bu arada kuşatmada etkili olacak büyük
toplarını geride bırakmak zorunda kalmış ve ancak Eylül sonlarında Viyana
önlerine gelebilmişti. Üç hafta kadar kenti kuşatan Sultan Süleyman, Avusturya
İmparatoru Ferdinand'ın kenti terk etmiş olduğu gerekçesiyle -aslında artık kış
bastırdığı için- kuşatmayı kaldırmış ve geri çekilmişti. Kenti alamamış duruma
düşmektense kendi kararıyla vazgeçmiş olmayı tercih etmişti.
Ama Viyana'nın fethi Osmanlıların zihninden çıkıp gitmedi. Nitekim 150 yıl
sonra Temmuz 1683'de Osmanlı ordusu bir kez daha Viyana önlerinde göründü.
Bu kez Sadrazam Kara Mustafa Paşa komutasındaki 200 bin kişilik dev bir
ordunun elinden Viyana'nın kurtulması bir mucize olurdu! Ama tarihte
kazananlar açısından "mucize" kaybedenler açısından ise "fiyasko" olarak
nitelendirilecek olaylara da yer var.
Nitekim "Cihan Padişahı"nın Sadrazamının olağanüstü kibri, şehrin yağma
edilmeden eline geçmesi için gösterdiği açgözlülüğü ve 11 yıl önce 1672'de
Dinyester Nehri kıyılarında yenilgiye uğrattığı Polonya Kralı Jan Sobieski'yi
küçümsemesi hem Viyana'yı kurtaracak, hem de bu ihtiraslı sadrazamın
kellesine mal olacaktı.
17. Yüzyılda Osmanlı maliyesinde ve ordusunda çeşitli reformlar yaparak
imparatorluğu güçlendiren Köprülü Mehmet Paşa'nın evlatlığı olarak yetişen
Kara Mustafa Paşa, Köprülü'nün oğlu Fazıl Ahmet Paşa'dan sonra sadrazam
oluncaya kadar bazı önemli askeri başarılara imza atmıştı. Özellikle 1672'deki
Kameniçe seferi askeri kariyerinde bir dönüm noktası oldu.
Fazıl Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı sırasında Kaptan-ı Deryalığa getirilen ve
Sadaret Kaymakamlığı da yapan Kara Mustafa Paşa, Köprülü ailesinin bir
mensubu gibiydi. Bu ailenin hizmetlerinden memnun olan IV. Mehmet
tarafından 1676'da sadrazamlığa getirildikten sonra 1678 ve 1680'de Ruslara
karşı savaşlarda başarılı olan Kara Mustafa Paşa en sonunda Kanuni Sultan
Süleyman'ın başaramadığını başarmak azmiyle Viyana üzerine sefer için
hazırlıklara başladı.

Nisan 1683'de Avusturya'ya açılan savaşta ordu yola çıktığında Sultan IV.
Mehmet Belgrat'a kadar ordunun başında geldi. Ancak daha ileri gitmeyi uygun
görmeyerek ordunun komutasını sadrazama bıraktı ve Edirne Sarayına ve av
partilerine geri döndü. Bu gibi büyük önemi olan askeri seferler sırasında
padişahlar ordunun komutasını verdikleri vezirlerine İslam Peygamberi
Muhammed'in bayrağı olduğu kabul edilen Sancak-ı Şerif'i de teslim ederler,
böylece sefere yüklenilen anlam farklı bir dinsel boyut da kazanırdı. IV. Mehmet
de böyle yaptı. Daha önce Mühr-ü hümayununu ve Kabe'nin anahtarlarını
emanet ettiği sadrazamına Belgrat'ta peygamberin sancağını da teslim ederek
Viyana'ya doğru uğurladı.
Hızla Viyana'ya doğru yürüyüşe geçen Osmanlı ordusu önüne çıkan her şeyi
yakıp, yıkıp, yağmalayarak Viyana surlarının önüne geldiğinde Temmuz ayının
ortası olmuştu. Yani bu kez birinci kuşatmada olduğu gibi bir gecikme ve savaş
mevsiminin sonu gelmiş değildi. Dönemin gözlemcilerinin aktardığına göre
Viyana'nın karşısına kurulan ordugah neredeyse Viyana kentinden daha büyük
ve daha gösterişliydi.
Viyana'yı ele geçireceğinden hiç kuşkusu olmayan Kara Mustafa Paşa rivayete
göre 1500 cariyenin bulunduğu haremini bile yanında getirmişti. En büyük
kaygısı da Habsburgların bu zengin başkentini yağmaya uğramadan ele
geçirmekti. Osmanlı ordusunun geleneklerine göre zorla fethedilen bir kent bir
süre için onu ele geçiren askerin yağmasına bırakıldığından buna meydan
vermemek için kentin teslim olmasını sağlamak gerekliydi. Sadrazam da bunun
için elinden geleni yapmaya kararlıydı.
Askerin yağma hırsının ve hevesinin azalması için yol boyunca ele geçirilen
kasaba ve köylerin yerle bir edilmesine varan bir yağmaya göz yummuş, böylece
Viyana'nın fazla hasar görmeden kendi ganimeti olabilmesi için önlem almıştı.
Hatta kentin zarar görmesini istemediği için Osmanlı ordusunun en büyük
toplarını yanında getirmemeyi bile düşünmüş, daha küçük çaplı toplarla
yetinmişti.
Osmanlı ordusunun Viyana'ya gelinceye kadar yol boyunca saçtığı dehşet ve
sergilediği güç karşısında Avusturya İmparatoru I. Leopold ve ailesi kenti terk
etmiş ve geride Starhemberg komutasında yaklaşık 20 bin kişilik bir savunma
kuvveti bırakarak Linz'e doğru çekilmişti. Bunu öğrenen Viyanalıların iyice
morali bozulurken kenti kuşatan Osmanlı ordusunun ise kendisine olan güveni
ve zafere olan inancı pekişmişti.
Kara Mustafa Paşa 14 Temmuzdan itibaren bir yandan kenti kuşatır ve bunun
için gerekli askeri önlemleri alırken, bir yandan da kentin kendiliğinden teslim
olmasını sağlayacak moral bozucu önlemlere ağırlık veriyor, hatta gösteriler
düzenliyordu. Viyana'yı savunanların savaşma gücünün kırılması için gereken
her şey yapılıyor, adeta bir tür "psikolojik savaş" yürütülüyordu.
Öncelikle ordunun neredeyse Viyana'dan daha büyük, düzenli ve gösterişli bir
kent gibi surların karşısına yerleşmesi dikkat çekiyordu. Sadrazamın çadırı
gerçekten de bir saray gibi inşa edilmiş, etrafını çeviren diğer paşaların çadırları
da konaklar gibi yayılmıştı. Hatta Sadaret çadırının çevresine çiçekler dikilerek
küçük bir park yapılması bile ihmal edilmemişti.
Kuşatma için kurulan metris ve tabyalarda da bir tür pervasızlık sergileniyor,
birliklerin ve komutanların hareketlerinin de kalenin içindekileri önemsemeyen,
ciddiye almayan bir havada cereyan etmesine özen gösteriliyordu. Öyle ki,
Osmanlı ordusu istediği anda kenti ele geçirebilecekmiş, kenti savunanların
elinden bir şey gelemezmiş gibi davranıyordu. Birlikleri teftiş ederken Kara
Mustafa Paşa bile tüfek menziline girmekten çekinmiyor, maiyetiyle birlikte
adeta resmi geçit yapmaktan zevk alıyordu.
Örneğin Tuna nehri üzerindeki adada yer alan bir bahçeyi ziyarete gidiyor,
gidişte ırmağı atıyla geçerken birkaç saat sonraki dönüşü için hemen adayla kara
arasına bir köprü inşa ediliveriyordu. Kuşatma bölgesinin çeşitli noktalarına
sevk edilen birlikler Viyana surlarının dibinde mehteran bölüğünün çaldığı
askeri marşların eşliğinde ve gerçek bir resmi geçit yaparak yola çıkıyorlardı.
Bu arada ele geçirilen esirlere de hiçbir şekilde merhamet gösterilmiyor, böylece
estirilen terörün yaratacağı korkudan da yararlanılmaya çalışılıyordu. Kuşatma
boyunca infazların yapıldığı "Leylek Çadırı" sürekli faaliyetteydi ve binlerce kelle
kesilmişti. Daha önceki savaşlardan esir düşmüş Avusturyalı bir hizmetkar
sahibini öldürünce o sırada orduda bulunan Avusturya uyruklu 150 hizmetkarın
hepsi kılıçtan geçirilmişti. Viyana yakınlarında kuşatılan ve teslim olan bir
kasabadaki binlerce kişi de yine kılıçtan geçirilmekten kurtulamamıştı.
Bir yandan da Viyana surlarına çok şiddetli olmayan saldırılar sürüyordu.
Zaman zaman yapılan hücumları Avusturya askerleri püskürtmekte
zorlanmıyordu. Ama artık haftaları geride bırakan kuşatma kentin 50 bin kişi
civarında olduğu tahmin edilen nüfusunun yaşamını doğal olarak zorlaştırmaya
başlamıştı. Ele geçirilen esirlerin verdiği bilgiler de Kara Mustafa Paşa'nın
kentin teslim olacağına ilişkin umutlarını güçlendiriyordu.
Bu arada kuşatmanın kaderini tayin edecek birkaç önemli olay meydana geldi;
birincisi, İstanbul'dan getirilen Avusturya elçisi serbest bırakılarak
İmparatorunun yanına gitmesine izin verildi. Böylece Osmanlı'nın baş edilmez
gücüne tanık olan elçinin aktaracağı bilgilerle kentin teslim edilmesinden başka
çare olmadığını imparator anlamış olacaktı. Oysa elçinin ordunun zaaflarına
ilişkin gözlemleri ve bilgileri de vardı ve bunların Osmanlıların aleyhine
kullanılacağı hiç de dikkate alınmıyordu.
İkincisi, daha kuşatma başlarken Budin Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa
Viyana'nın arkasına düşen bazı önemli kalelerin fethedilmesinin doğru olacağını
söylemiş ve böylece Viyana'ya gelebilecek yardım kuvvetlerinin bu noktalarda
engellenebileceğini belirtmişti. Ancak Kara Mustafa Paşa bu öneriyi fazla ciddiye
almadı ve düşmanın gücünü abartmak olarak değerlendirdi. Oysa bu yapılmış
olsa, gerçekten de kuşatmanın sonlarına doğru gelen yardım ordusu
engellenebilir, bir ölçüde yıpratılabilir ve Viyana önlerindeki meydana savaşına o
kadar diri bir şekilde çıkamayabilirdi.
Üçüncüsü, Avusturya İmparatorunun Viyana'ya yardım çağrısının da Avrupa'da
pek karşılığı olmayacağı varsayılmıştı. Dolayısıyla uzayan kuşatmanın aynı
zamanda imparatora büyük bir askeri kuvvet toparlamak için de fırsat ve zaman
kazandırdığı dikkate alınmadan kentin ele geçirilmesini sağlayacak tayin edici
saldırılara girişmekten uzak duruldu. 14 Temmuzda başlayan kuşatma artık iki
aya yaklaşıp da Eylülün ilk haftasına gelindiğinde Leopold'un ve Jan
Sobieski'nin büyük bir orduyla Viyana'ya yardıma gelmekte olduğu
öğrenilmesine rağmen Sadrazam bu duruma pek aldırmadı. Kendisini uyarmaya
çalışanları da korkaklıkla suçlayarak susturdu.
Böylece uzayan ve artık iki ayı bulan kuşatma Osmanlı ordusu içinde sıkıntılara
ve moral bozukluklarına yol açmaya başlamıştı. Yiyecek kıtlığı başlamış ve
fiyatlar çok yükselmiş, hayvanların beslenmesi için gereken otun bulunması için
artık iki günlük yola gidilir olmuştu. Viyana önlerine gelinceye kadar yapılan
yağmalardan elde edilen ganimetlerle İstanbul'a dönmek asker için önemli bir
kaygı haline geliyordu. Ya sıkı bir saldırıyla kent ele geçirilmeli, ya da İstanbul'a
dönüş için yola çıkılmalıydı ve bunlar artık ordu içinde açıkça konuşulmaya
başlanmıştı.
Öte yandan Hıristiyan dünyası da Avrupa'nın bu en büyük kentini kuşatan
İslam ordusuna karşı harekete geçecek ve Viyana'nın kurtarılması için büyük bir
ordunun toparlanmasını sağlayacaktı. Bu girişimlerden ve hazırlıklardan bilgisi
olan Viyana'daki savunma kuvveti tüm zorluklara göğüs geriyor ve teslim olmayı
düşünmüyordu. Nitekim Eylül'ün başında yaklaşık 100 bin kişilik büyük bir
ordu Viyana'nın yardımına gelmek üzere yola çıkmıştı.
Durumu haber alan Kara Mustafa Paşa hala düşmanını küçümsemeye devam
etti. Üstüne gelen kuvvet hiç de küçük olmamasına rağmen kuşatmada görev
alan askerlerin sayısını iyice azaltarak veya kuşatmayı tümden kaldırarak bu
orduyla meydan savaşına girmeyi düşünmedi. Bazı birlikleri kaydırarak ve
yeniden bir düzenleme yaparak Avusturya İmparatoru ve Polonya Kralı'nın 100
bin kişilik ordusunun karşısına 30 bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı yeterli gördü.
Bu savaşı kazandığında Viyana'nın da eline olmuş bir meyve gibi düşeceğini
umuyordu. Ama hiç de öyle olmayacaktı.
12 Eylül 1683'de meydana gelen savaşta Osmanlı ordusu ağır bir yenilgiye
uğrarken bütün ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakarak hızla Belgrat'a doğru
çekilmek zorunda kaldı. Avrupa topraklarında Osmanlılar ilk kez bu kadar ağır
bir bozguna uğruyordu. Viyana önlerindeki bu savaşı kazanan Avusturya ve
Polonya ordusu çekilmekte olan Osmanlı ordusunu takip etse sonuç daha da
vahim olabilirdi ama buna kalkışmadılar. Bunun üzerine Osmanlı ordusu az çok
toparlanarak Belgrat'a çekilmeyi başardı.
Uğradığı bozgun karşısına şaşkına dönen ve hem kendi sorumluluğunu
azaltmak, hem de öfkesini çıkartmak için maiyetindeki birçok komutanın
kellesini vurduran Kara Mustafa Paşa bu arada İstanbul'daki padişahın
gazabından da kurtulamayacağını herhalde biliyordu. Viyana'nın arkasındaki
kaleleri almadan kuşatmaya başlamaması konusunda kendisini uyaran Budin
Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa'yı da Viyana önlerindeki meydan savaşında ilk
önce bozulan tarafa komuta ettiği ve kendisinden önce çekilmeye başladığı için
idam ettirmesi de bir işe yaramayacaktı.
25 Aralık 1683'de İstanbul'dan gelen Kapıcılar Kethüdası Ahmed Ağa ve
Çavuşbaşı Mehmed Ağa Belgrat'ta Sadrazamın huzuruna kabul edildiler. IV.
Mehmet'in bu görevlilerinin neden geldiğini herkes gibi Kara Mustafa Paşa da
biliyordu. Yine Osmanlı geleneklerine uygun bir şekilde son anma kadar
Sadrazama saygıda hiçbir kusur etmediler. Padişahın emanet ettiği Mühr-ü
Hümayunu, Sancak-ı Şerifi ve Kabe'nin anahtarlarını teslim aldılar. Kara
Mustafa Paşa seccadesini serip namazını kıldı ve ardından boğularak idam
edildi. Kellesi kesilerek verilen görevin yerine getirildiğinin kanıtı olarak
Topkapı Sarayına gönderildi.
17. Yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu artık eski gücünde değildi. Batı
Avrupa karşısındaki üstünlüğünü kaybedeli epey olmuştu. Ama yine de
Viyana'nın belki bir süre için Osmanlıların eline geçmesini engelleyen şey Kara
Mustafa Paşa'nın olağanüstü kibiri ve açgözlülüğü olmuştu.
Boşuna dememişler;
"Az tamah, çok zarar getirir!"

 

mesudum47 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi