AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 11-17-2007, 14:00   #1
Kullanıcı Adı
ak_mavish
Standart azınlığın ve Türkiye'nin rotası
azınlığın ve Türkiye'nin rotası

Atilla Yayla



9 Ekim 2007, Salı




22 Temmuz seçimlerinin en ilginç sonuçlarından biri, ülkedeki Kemalist (sosyolojik) azınlığın gerçekten bir azınlık olduğunu idrak etmesini sağlamasıydı.

Hâlen yaşadığımız birçok gerginlik bu "şok" gelişmenin Kemalist kesimde yarattığı travmanın psikolojik sonuçlarından kaynaklanıyor. Seçimlerden önce ana-çizgi-medyayı kontrol eden bu azınlık AKP'nin iktidarı ya tamamen kaybedeceğine ya da daha kolay kontrol ve manipüle edilecek ölçüde zayıflayacağına inanmaktaydı. Adına "cumhuriyet mitingi" denen, ama evrensel cumhuriyet felsefesine tamamen ters görüşlerin ve taleplerin dile getirilmesine sahne olan meydan toplantılarından da aldığı hızla, bu medyanın organları, AKP'ye karşı bir kampanya yürüttü. Bu kesimin kurmaylarının anlamadığı, toplumda medyaya güvenin %10'larda gezindiği ve halkın medya tarafından yürütülen her kampanyada bir tersinden okuma yaparak sevk edilmek istendiği istikametin tersine yönelmesiydi. Bu sefer de böyle oldu ve hem bunun hem de sistem üzerindeki askerî vesayetin cumhurbaşkanlığı seçimi münasebetiyle örtüsüz ve kaba şekilde ortaya çıkmasının tesiriyle seçmenler medyanın istediğinin tam tersini yaptı.

Kemalist çevrelerin ilk tepkisi sonuçlara inanmamaktı. Böyle bir şey mümkün olamazdı. İnanamamazlık hâli birkaç gün sürdü. Sonra, AKP'ye oy veren, yani siyasî parti tercihleri medya kodamanlarınınkiyle paralel olmayan halka saldırmaya başladılar. AKP'ye oy veren seçmenleri "cahil"likle; "bidon kafa"lılıkla; odun kömür ve erzağa "satılmak"la suçladılar. Bu fasıl da günlerce devam etti. Akabinde yaşanan bazı olaylar, özellikle Gül'ü engelleme kampanyasının fiyaskoyla sonuçlanması vs. medyacı Kemalistlerin vücut kimyasını iyice bozdu. Bu bozulma bir bakıma iyi oldu ve bu kimseler belki de bu sayede evrensel temel hak ve değerlerle tanışmaya başladılar.

Kemalistlerdeki dönüşümü hızlandıran olay, Başbakan'ın Gül için "benim cumhurbaşkanım değil" diyen ve böcekleri insanlara (daha doğrusu kendisi gibi olmayanlara) tercih eden bir fıkra yazarına memleketi terk etmeyi, vatandaşlıktan çıkmayı tavsiye etmesiydi. Şüphesiz, Başbakan'ın tavrının demokratik kültürle uzaktan yakından bir alâkası yoktur. İktidar seçkinlerini sevmeyen kimselerin vatandaşlıktan çıkmalarını salık vermek, savunulamaz bir davranıştır. Vatandaşlık bize kamusal iktidar sahiplerinin bir lütfu değildir, doğuştan sahip olduğumuz bir haktır. Bu tartışmada Başbakan hatalıdır. Ancak, bu olayın dikkat çeken bir diğer yönü, medya kodamanlarının fıkra yazarını savunma çabalarını ifade özgürlüğü üzerine oturtmalarıydı.

Küfürbazlık ve basın-yayın ahlakı

Bu durumda bize düşen, "günaydın" demektir. Bu çevreler yıllarca kendileri gibi düşünmeyenlerin ifade özgürlüklerinin ihlâl edilmesine, fikirlerini açıkladıkları için mağdur edilmesine ya destek vermiş ya da en azından kayıtsız kalmış değil midir? Yüzlerce örneği bir yana bırakıp, en iyi bildiğim olaydan bahsedeyim. Bir panelde Kemalizm eleştirisi yaptığım ve Avrupalıların ülkemizde heykeller-fotoğraflar üzerinden kurulan abartılı siyasi sembol tekelciliğini sorgulayacağını söylediğim için maruz bırakılmak istendiğim linç kampanyasının ateşli günlerini hatırlıyorum. Toplumun sağduyusu sayesinde püskürtülen bu linç kampanyasında, Başbakan tarafından haksız ve yanlış sözlere muhatap kılınan fıkra yazarının gazetesi başı çekenlerdendi. Gazete ilgili hiçbir haberi yorum katmadan ve şerh yapmadan vermedi. İnternet sitesine gönderilen lehime yorumları koymadı. Gazetenin birçok köşe yazarı kişilik haklarıma doludizgin saldırdı. Genel yayın müdürü, seviyesi düşük ve küfürbaz bir yazıyla aklınca beni aşağılamaya çalıştı ve basın ahlâk ilkelerine çok saygı gösterdiğini kanıtlayarak, kendisine gönderdiğim cevabı yayınlamadı. O günlerde, herhâlde saldırıya uğrayan kendilerinden olmadığı için, ifade özgürlüğüne saygı gösterme ihtiyacı hissetmemekteydi.

Erdemli davranış, bir temel hakkın hak olduğunu, şahsi mağduriyetler yaşamadan veya başkalarının mağduriyeti üzerinden kavramak ve savunmaktır. Bugün ifade özgürlüğünden ve azınlıkların korunmasından bahseden Kemalist gazeteciler geçmişte yıllarca bunu yapmamış, ancak kendi hakları ihlâl edilince bağırmaya başlamıştır. Olsun, bu da bir gelişmedir. Umulur ki kalıcı olur ve bu kimseler artık herkesin ifade özgürlüğünü savunur. Kemalistlerin bir toplumsal azınlık olduklarını anlamaları hem bir başarıdır hem de ülkemizin hayrına bir gelişmedir. Başarıdır, zira herkesin zaten bildiği bir gerçeği çok geç ve çok zor da olsa gördüler. Bu ülkede demokrasiye geçildiğinden beridir Kemalistler hep azınlıkta olagelmiştir. Ancak, bürokratik iktidarı, eğitim sistemini, haberleşme kaynaklarını ve medyayı önemli ölçüde kontrol ettiklerinden hem halkın bir bölümünü çoğunluk olduklarına inandırmışlar hem zamanla kendileri de böyle olduklarına inanmaya başlamışlardır. Şimdi bu yanılsama dağılmaktadır.

Türkiye'de Kemalist iktidar odaklarının tahakkümü ve ideolojik manipülasyonları, Kemalistlerin bazı rakiplerinin, mesela Kürt ve İslamcı muhalefetin kimi parçalarının, bazı bakımlardan Kemalistlere benzemesine sebep olmuştur. Devletçilik yayılmış ve yüceltilmiştir. Bu yüzden bugün ülkede ana mücadele iktidara kimin sahip olacağı üzerine verilmektedir. Politik düzeyde bu mücadele, devlet ideolojisinin ne olacağı, iktidarın hangi toplum kesiminin elinde bulunacağı, hangi cumhuriyet biçiminin benimseneceği, cumhuriyetin vasıflarının ne olacağı üzerinde odaklanmaktadır. Akademik düzeyde de mesele merkez-çevre kavgası, Batılılaşma, modernleşme gibi kavramsal yaklaşımlarla irdelenmekte ve çoğu zaman politik ve akademik-ideolojik çatışma iç içe geçmekte veya birbirinden destek bulmaktadır. Türkiye'nin, iktidarın kimin elinde olacağına odaklanan bir mücadelenin şu veya bu tarafın lehine sonuçlanmasıyla rahat bulması imkânsızdır. Hatta bu kavganın bizi ulaştıracağı zafer pirus zaferi olacaktır. Bu kavga kazananı da kaybedeni de yok edecek bir kavgadır. Büyük filozof David Hume, yöneten-yönetilen (devlet-halk) ilişkisini ayrıştırırken, birincisinin ikincisine nispetle her zaman zayıf olduğunu söylemiştir. Yönetenler sayıca her zaman az, yönetilenler her zaman çoktur. Yönetilenler yönetenlere insan ve para gücü sağlamaktan vazgeçtikleri anda, yönetim çöker. Bu yüzden her yönetim, eninde sonunda, ister kendiliğinden doğmuş (çoğu demokrasilerde olduğu gibi) isterse suni olarak üretilmiş (totaliter demokrasilerde olduğu gibi) olsun rızaya dayanmak zorundadır.

Egemen azınlığın önündeki iki yol
Rıza nasıl doğar? Başka bir deyişle vatandaşların siyasal itaat yükümlülüğü (political obligation) nasıl belirir? Totaliter sistemlerde beyin yıkama ve standart bir değer dizisini topluma yukarıdan aşağı dayatma yoluyla. Demokrasilerde bu yol kullanılamaz. En azından totaliter ülkelerdeki gibi kullanılamaz. Dolayısıyla, demokrasilerde rıza, halkın-halk kesimlerinin gönüllü davranışıyla doğar. Bunun olabilmesininse bazı şartları vardır.

Şimdi bir akıl yürütelim. Hepimiz bir apartmanda yaşamak istiyorsak, ortak hayat alanlarımızda öldürücü ihtilafların doğmasını önlemek veya ihtilafların öldürücü bir hâl almasını önlemek için apartmana bir yönetici seçeriz. Herkes bu yöneticinin görevlerinin ve yetkilerinin sınırlı olduğunu başından kabul eder. Kimse yöneticiden diğerlerini zorla kendisine benzetmesini talep edemez. Böyle bir şeye teşebbüs etme hak ve yetkisine yöneticinin bizzat kendisi de sahip değildir. Esasen o, apartman sakinlerinin ödev, yetki ve imkân verdiği bir görevli olmaktan başka vasıf taşımaz.

Kemalistler veya Kemalizm'i reddedip onun düşünce zembereğini farkında olmadan taklit edenler diyorlar ki; yönetici bizden (bizim dinden, ideolojiden, etnisiteden, mahalleden, kulüpten) olsun; apartmanın diğer sakinlerini -icabında onların da teminine katkıda bulunduğu beşeri ve mali kaynakları kullanarak- bize benzetsin; bize benzemeyenleri dövsün, bodruma atsın, bahçeden yararlanmaktan alıkoysun, suyunu kessin vs. Bu yaklaşım bir sonsuz kavgayı kışkırtır. Böyle bir yönetim altında yaşamak istemeyenler ona karşı direnmekte yerden göğe kadar haklıdırlar. Ve bu kimseler, bu yönetim anlayışına çeşitli şekillerde tepki gösterebilirler. Yöneticiyi reddederler, aidat ödemezler, onunla selamı sabahı keserler vs. Keza, bir yöneticinin yapma hakkına sahip olmadığı şeyleri yapma hakkına apartmanda çoğunluğu teşkil edenlerin sahip olmasını da insanlar istemezler.

Bir toplumsal azınlık olduklarını anlama gerçeğine 22 Temmuz seçimleriyle uyanan Kemalist egemenlerin önünde iki yol vardır. İlki, azınlık olmalarına rağmen iktidar odaklarının ve araçlarının önemli bir bölümünü kontrol etmelerine güvenerek egemen pozisyonlarını korumaya ve diğerlerini zorla kendilerine benzetmeye veya sindirmeye çalışmaya devam etmektir. Bu umutsuz bir yoldur. Ayrıca ahlâk dışıdır. Umutsuz olduğu 80 küsur yıllık tecrübeyle sabittir. Seksen yılda yapılamayanın gelecek bilmem kaç yılda yapılabileceğinin hiçbir garantisi yoktur. Bu yol barışı teşvik etmez, çatışmaları körükler. Ahlak dışıdır, zira Kemalist iktidar odaklarının böyle bir gayri meşru amaç için kullanabilecekleri insan ve para kaynaklarının önemli bir bölümü onlara muhalif olanlar tarafından sağlanmaktadır. Kendilerinden zorla insan gücü ve para alınanlara karşı bu kaynakların bu şekilde kullanılması, Saddam rejimindeki gibi, rejim muhaliflerini kurşuna dizip kurşunun bedelini kişinin ailesinden tahsil etmeye benzemektedir. Bundan dolayı, Kemalist olmayanları zorla bastırmak ahlâk dışı bir yaklaşımdır. Ayrıca, kendi insan güçleri ve kendi paralarıyla taciz edilen ve bastırılanların bunları sağlamaya sonuna kadar devam edeceklerinin de bir garantisi yoktur.

Kamusal otoritenin sınırlandırılması

Bir toplumsal azınlığa tekabül eden Kemalistlerin başkalarını kamu zoruyla kendine benzetmesi nasıl yanlış ve ahlâk dışıysa, nitelikleri ne olursa olsun başka bir azınlığın veya çoğunluğun (muhafazakâr, dindar, Müslüman vs.) bunu yapması da yanlış ve ahlâk dışıdır. İşte meselenin özü buradadır. Kemalistler de, onlara muhalif olanlar da medeni, özgürlükçü, demokratik bir sistemde iktidar odaklarının yapabileceğinin sınırları olduğunu ve bu sınırların insan hak ve özgürlükleri tarafından çizileceğini kavramalıdır. Hiçbir dinî-fikrî pozisyon ve hiçbir toplumsal özellik bir kesimi, diğerlerine otomatikman üstün veya diğerlerinden otomatikman aşağı yapmaz. Demokratik devlet ancak böyle bir siyasi ve toplumsal felsefe üzerine kurulabilir ve her vatandaşın siyasal itaatini ancak bu niteliğe sahipse haklı olarak talep edebilir. Bunun açılımı şudur: Devlet iktidarını-kamu otoritesini (politikacı ve bürokrat) merkezî (hükümet ve merkezî idare) ve mahalli (belediyeler, merkezî otoritenin taşra uzantıları) seviyede kimin kullandığından çok daha önemlisi bu iktidarın otoritesinin, alanının ve yetkilerinin sınırıdır.

kamusal otorite, kimin elinde olursa olsun, sınırlı olmalıdır. Kamu otoriteleri vatandaşlar arasında dinî, felsefî, kültürel, sosyal, ekonomik, cinsel sebeplerle pozitif veya negatif ayrımcılık yapmamalıdır. Bir hayat tarzını diğerine tercih etmemeli ve vatandaşların hayatına keyfî olarak karışmamalıdır. Bu siyasi felsefeyi ve barışçıl ortak varoluş açısından önemini anlama yolunda dindar-muhafazakârlar epeyce mesafe kat ettiler. Şimdi Kemalistler bu derin ve hikmetli anlayış yoluna girmeye adaylar. Umarım girerler. Ve dindar-muhafazakârlara Kemalizm adına muhalefet etmiyorlar diye liberal aydınları sigaya çekmekten vazgeçip, kendileri de, yanlışlıklara ve haksızlıklara muhalefeti liberal fikirler ve değerler üzerinden yapmaya başlarlar. Başka bir şekilde söylersek, Kemalistlerin bundan sonraki rotası saldırganlaşarak içe kapanmak ve kemikleşmek yerine, liberal fikirlere kulak kabartarak ılımlılaşmak olmalıdır. Onların bu rotaya girmesi Türkiye'nin rotasının daha sağlıklı hâle gelmesini de çok ama çok kolaylaştıracaktır. Kemalist kanaat önderleri bu konu üzerinde biraz kafa yormalıdır.

09.10.2007
Zaman


 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi