|
08-10-2009, 21:00 | #1 |
Aziz ÜSTEL "Ve acılı analar kucaklaştı!"
Tunceli’de şehit düşen er Burhan Yalçın’ın annesiyle, güvenlik güçleriyle girdiği çatışma sonucu ölen, PKK üyesi Harfiye Bilgin’in anası Şırnak’ta yan yana gelmiş.
Öte yandan Ankaralı şehit aileleri, PKK’lıların yakınlarıyla Diyarbakır’da buluştu; sarmaş dolaş oldu. Dağda iki oğlu ölen Hayriye Doğan, şehit anası Nurten Ekinci’nin boynuna sarılarak hüngür hüngür ağladı... Neredeyse otuz yılı bulan, PKK terör örgütüyle güvenlik güçlerinin çatışmasında ölenlere herkes üzülmüştür kuşkusuz. Ama en büyük acıyı çeken analardır. Bebelerini emzirip büyüten... Onların delikanlılık çağlarını nemli gözlerle izleyen sonra da tabutlarına kapanıp kahrolan, yüreği de ciğeri de alev alev yanan analardır! Yeryüzünde, evlat acısından daha büyük, daha insanı kahreden bir başka acı düşünemiyorum. Rahmetli kardeşimi, 28 yaşında yitirdiğimiz gün, rahmetli annemin de yaşamı sona ermişti. Gerçi, kardeşimi toprağa verdikten sonra da nefes alıp vermeyi sürdürdü. İnsanlarla konuştu, az da olsa, ama ister inanın ister inanmayın, saçları bir hafta içinde bembeyaz oldu... Daha 45’inde var yoktu. Son nefesinde bile otuz iki yıl önce yitirdiği oğlunun adını sayıkladı... Analar çok iyi biliyor, kanın kanla silinmeyeceğini. Tabi, konuya salt duygusal değil akılcı ve ülke çıkarları açısından da yaklaşmak gerekiyor. Yavuz Alphan, İzmir Şehit Aileleri Derneği’nin eski başkanı, “Vatanımın geleceği için silah bırakacaksa, dağdakinin yüzünün değiştirilmesine katlanabilirim...” diyebiliyor artık bugün. Bu akılcı yaklaşımı sergileyebiliyor. “Kana kan, intikam intikam...” gibisinden, hem bayat hem de ilkel söylemleri artık ne olur çöp tenekesine fırlatıp atalım.. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bitlis’te dediği gibi: Atalarımız nasıl birlikte, kardeşçe yaşamayı becerebilmişse yüz yıllar boyu bizim de bunu başarmamız gerek. Bu ülke topraklarında yaşayan, cebinde TC kimliği taşıyan herkes birdir... Kimse bir diğerinden, şu ya da bu nedenle, üstün değildir. Eşitler arasında, birinci yoktur! Ağa’nın elinde şirket kalmadı Halis Ağa elindeki bütün şirketleri TMSF’ye kaptırdı. Cipini bile aldılar. O da, on yedisine teğet eşiyle birlikte, bir minibüs kiralayıp evine gitti.. Halis Ağa’ya her gün yeni, bir isim takılması da işin cabası. Yani salt maldan mülkten olmadı, yürüyen namı da, uçurumdan aşağı yuvarlandı. Son takılan ad da Tornavida Ağa... Nedeni malumunuz! Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.. Bizim tayfanın yarısı, “Yuh, adam kendinden elli dört yaş küçük kız alır mı be?!” derken yarısı da “Helal olsun Ağam’a... Beline kuvvet babam!” demekte. Ha yanlış anlamayın. Bu sadece bizim insanımıza özgü de değil. Amerika’da 86 yaşında miyarder bir adam, Playboy orta sayfa güzeli Anna Nicole Smith’le evlendiğinde, “Ayyy ne ayıp!” diyenlerin yanısıra, “Helal olsun sana bu yollar beybaba!” diye alkış tutanlar da vardı. Sonunda seksen altılık damat, yirmi ikilik karısının kollarında can verdi!.. Yüreği dayanamadı onca heyecana! O zaman da “Vay be... Öleceksem böyle öleyim... Gözüm arkada kalmaz hiç olmazsa!” dedi milletin yarısı. Ölen miyarderin ailesi, paraları Anna Nicole’la paylaşmak zorunda olduğunu ve de tazeye 480 milyon dolar kaldığını görünce o saat kafayı yedi. Mahkeme mahkeme dolaştı, ama üvey oğlundan yirmi yaş küçük olan gelin hanım paraları cebe indirdi... Ne varki, o da kırkını görmeden, alkolle karışık uyuşturucu bağımlılığı sonucu öldü gitti... Bütün paralar da Anna Nicole’un, başka bir adamdan olma, kundaklık bebesine kaldı... İlahi adalet diye de bir şey var değil mi? Nazım’ın jandarması vefat etti Nazım Hikmet’in Bursa’da cezaevinde yattığı dönemde, aynı yerde jandarma olarak görev yapan ve Nazım’ı, eşi Piraye Hanım’la buluşturan Gani Kalaycı, 89 yaşında vefat etmiş. Gani Bey’in eşi Saliha Hanım “ Eşim Nazım Hikmet’i çok severdi. Kitaplarını, fotoğraflarını alır eve getirirdi. Ben okuma yazma bilmediğimden, Nazım’ın şiirlerini hiç okuyamadım. Ama kocam bana okudu hepsini teker teker... İsterim Nazım’ın mezarı bizim Ambareski Köyü’ne getirilsin... Eşimi de onun yanına defnedeyim..” Gani Kalaycı, Nazım’ı tanıdığında otuz yaşlarındaymış. Cezaevinde görevliler ona çok iyi davranırmış. Günlerden bir gün, cezaevi müdürü, Gani Kalaycı’yı çağırmış yanına: “Nazım Hikmet’le, ‘bir arkadaş gibi’, silahsız dışarı çıkacaksınız. Eşi Piraye Hanım gelmiş. Onunla Nazım Bey’in buluşmasını sağlayacaksın” demiş. Kemal Tahir, Damağası adlı romanında, kendi mapushane günlerini anlatır. O da Nazım gibi, hapishane hapishane dolaşmıştı. Çorum, Çankırı, Sinop... Kemal Tahir tam bir İstanbul kabadayısıydı. Hapishanede, aşını, cebindeki üç beş kuruşunu herkesle paylaşır, eşi Semiha Hanım’ın örüp de yolladığı hırkaları, yün yelekleri çulsuzlara dağıtırdı kışları, taş duvarlar arasında üşümesinler diye. Hey gidi hey. Kimler mahpus damında yatmadı ki bu ülkede, bi düşünün hele! Nazım’dan Necip Fazıl’a... Kemal Tahir’den Nihal Atsız’a değin kimler kimler... Suçları... Ellerinin kalem tutması!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|