![]() |
#1 |
![]() Yazının başlığının bu olup olmadığından emin değilim. Bu önemli mi onunda farkında değilim..
Her neyse, Ali AYÇİL'in güzel bir yazısı forumdaki okuyan birkaç güzel insan için.. (Hiç bir imlaya uymuyor düzenleyemedim üzgünüm.) "Karşıma oturmuş, bir kez daha talihsizliklerin yakanı bırakmadığından yakınıyordun. seni üzmeyeceğini bilsem, dünyanın hafızasına acılarını nakşetmeye çalışan bir şikayet işçisinin, zamanla acıdan başka yontacak bir kelimesinin kalmayacağını söylerdim. çoğunlukla insanların arkalarından konuşmak, yüzlerine karşı konuşmaktan daha kolaydır, bilirsin. bazı insanlarla aramızda geçenleri, başka bazı insanlarla geçirdiğimiz vakitlerin malzemesi yaparız; artık bedeniyle yanımızda olmayan birinin dedikodusu yalnızca içimizi rahatlatmaz, unutulup gitmesine de engel olur çünkü. ve elbette muhatabımızın yüzü bizim için daima bir sınırdır. bütün sınırlar gibi onun da iyi korunan ya da kolay geçit veren dönemleri var. son karşılaşmamızda, yüzünün çizdiği sınırı geçebilecek cesareti bulamadım kendimde. yine de arkandan konuşmamın asıl sebebi bunlar değil. karşımızda oturan ve zaman zaman gözlerimizin içine bakan biri, hakkındaki düşüncelerimizi olgunlaştırmamızı zora sokar. sesin tınısı, yüze yayılan çizgiler, bedenin anbean değişen kıvrımları ya da kısılıp gevşeyen gözler akıl çelicidir. oysa sen yanımdan ayrıldığında, kendi boşluğunun içine hiç farkında olmadan kendi tarifini de bırakırsın. mesafe tanımı kolaylaştırır. ikimiz de biliyoruz ki, mesafe unutturur da! insanlar, geride bıraktıkları boşluğa zamanı nöbetçi dikmenin beyhudeliğini pekçok kez tecrübe ettikleri için, küçük önlemler alırlar. nişanlı kızların ya da genç gelinlerin askere giden erkeklerinin cüzdanlarına bir tutam saç bırakmalarının bir sebebi de budur. ne garip değil mi? biz yalnızca bir bedene değil, o bedenin temsillerine de sıkı sıkıya sadık kalabilen varlıklarız. ve tıpkı bedenler gibi, onun temsillerini de sevgimizle onurlandırıp, nefretimizle cezalandırabiliyoruz. özenle saklanan fotoğraflar da vardır, yırtılıp atılanlar da. itiraf edeyim ki, temsillerin gücü beni daima şaşırtmıştır. sokakta gördüğümüz kısa boylu, şişman, alelade bir adamın, albay rüğtbesi taşıyan bir üniforma giymesi, ona kendinde olmayan bir güç, bir iktidar bahşeder. sanki nişanlı bir kızın saçı çok mu farklı? evin şurasına burasına dağıldığında, bir süpürgeyle temizlenip atılan saçlarla, bir onbaşının aylarca cüzdanında gezdirdiği, molalarında çıkarıp kokladığı saçların aynı kadına ait olduğuna kim inanır! kadınlar, ayrılık zamanlarında temsillerine duyulan ateşli bağlılığın, birlikte yaşamaya başlayınca yavaş yavaş zayıflayacağından haklı bir şüphe duyarlar. çünkü o bir tutam sırma saç zamanla sıradan bir saçın tellerine dönüşür ve aşk mesafesizliğin kurbanı olur... geride dokunabileceğim bir temsilini bırakmadığına göre, seni rahatlıkla tanımlayabileceğimi düşünüyordum. yanılmışım. ayrılıkların ateşli bekçileri yalnızca bir tutam saç, bir fotoğraf ya da hediye edilmiş bir atkı değilmiş meğer. şimdi anlıyorum ki, bir insanın arkasında bıraktığı boşluk da ısrarla onu temsil etmeyi sürdürür. varlığının benim için ne anlama geldiğini her sorduğumda, şurada şu yaşlı kestanenin altında incelip duran hayalin seni çerçevelememe engel oldu. kimi zaman üzerine yoğunlaştığın bir kelimeyi hatırladım, kimi zaman tedirginliğini saklamak için elindeki kitabın sayfalarını karıştırışını. bir parmağın kavislerini unutmak o kadar da kolay değil!ve yine şimdi anlıyorum ki, geride dokunulabilir bir temsilini bırakmadan gidenler daha kurnazdır. gülüşler, yarım bırakılan arzular, öfke ve naz zamanın görünmez duvarına öylesine sağlam yapışır ki, isteseniz de onları oradan söküp indiremezsiniz. belki de aşkın en sağlamı, ortada dokunulabilir hiçbir temsiliyetini bırakmayanıdır. mesafeler, temsiller, ayrılıklar üzerine konuşurken, kendimi, tecrübelerini ardılına aktaran hadrianus gibi hissettim birden. oysa ne parçalanmasından korktuğum bir krallığım, ne de doğruluğuna güvenebileceğim tek bir deneyimim var. seni tanımlamaya çalışırken, aslında tanımlamaya çalıştığım kişinin kendim olduğunu pekâlâ biliyorum. bu sonu gelmez uğraşın zihnimi nasıl yorgun düşürdüğünü anlatamam. yine de kendimle hesaplaşmanın beni daima canlı tuttuğunu, dünyaya teslim olmamı engellediğini, beklenmedik tepkiler vermemi kolaylaştırdığını söylemeliyim. bütün bunlar, şu öldürücü merakımı teselli etmeye yetmiyor ama: benden kalan boşlukta hangi can yakıcı temsillerim duruyor? eğer araya bir mesafe koyup, kendi boşluğumda bıraktığım temsilleri resmedebilseydim, muhtemelen sana hiçbir zaman ihtiyaç duymayacaktım. herkes için böyledir bu. bir aşk, sürekli olarak temsillerimizi görmek istediğimiz muğlak bir aynadan başka nedir ki? giderken talihsizliklerin yakanı bırakmadığını söylemiştin. talih yoktur... "
![]() Konu dilemma tarafından (06-12-2009 Saat 16:53 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Konu için Teşekkür ederim dilemma...
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Asıl ben teşekkür ederim efendim..
Okuduğunuz için.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|