|
04-11-2023, 11:11 | #1 |
Balıklıgöl Efsanesi
BALIKLIGÖL EFSANESİ Güneydoğu Anadolu Bölgesinin efsaneleriyle ünlü kenti kesinlikle Urfadır. Balıklı Göl efsanesi ise bölgenin en bilenen efsanelerinden biridir. Bir zamanlar bu şehirde Nemrut adında zalim bir hükümdar yaşarmış. Yaptığı bu zalimliklerle kendinden geçen Nemrut gün gelmiş kendisini Tanrı zannetmeye başlamış ve büyük tapınaklar yaptırıp içine de kendi heykellerini koydurmuş. Halkına da baskı yaparak kendisine Tanrı diye tapmalarını istemiş. Bir gece zalim Nemrut uykusunda korkunç bir kabus görmüş. Kan ter içinde fırlamış yatağından. Hemen sarayın bütün kahinlerini ve büyücülerini çağırtmış ve rüyasını anlatmış onlara. Nemrutun rüyasını dinleyen kahinlerin ileri gelenleri şöyle yorumlamış Nemrutun rüyasını: Efendim, krallığınızda dünyaya gelecek bir çocuk sizin tahtınızı ve saltanatınızı yıkacak, ülkeniz üzerindeki hakimiyetinize son verecek. Nemrut, kahinlerin önerisiyle doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesi emrini vermiş. Tüm bu zulme rağmen Hz. İbrahim doğmuş. Annesi çocuğunun öldürüleceği korkusuyla onu iyice sarıp sarmalayıp mağaranın en dibine gizlemiş. Mağarayı kendilerine korunak olarak kullanan ceylanlar bu küçük çocuğu kendi sütleriyle besliyorlarmış. İbrahim sarayda yaşamaya başlamış ve burada Nemrutun bir diğer evlatlığı genç Zeliha ile tanışıp dost olmuş. İbrahim sarayda geçirdiği günlerde kendisini evlatlık alan Nemrutun halka yaptığı zulümlerden ve putlara tapınmasından dolayı kızmaya başlamış. İbrahim bir gün tapınağın boş olduğu bir saatte eline bir balta almış ve tapınaktaki bütün putları tek tek kırmaya başlamış. Hepsini kırdıktan sonra elindeki baltayı da tapınağın baş köşesine yerleştirmiş ve Nemruta benzeyen en büyük heykelin omzuna asmış. Nemrut olanları duyunca sinirden çılgına dönmüş ve derhal bunu yapanın bulunmasını emretmiş. Kısa bir araştırmanın ardından İbrahim, Nemrutun huzuruna çıkarılmış. Nemrut Sen mi yaptın†diye sorunca, son derece sakin bir şekilde cevap vermiş Hepinizin gördüğü gibi balta en büyük heykelin omzunda duruyor. Yapsa yapsa o yapmıştır. demiş. Nemrut, Hz.İbrahimin bu cevabı üzerine daha da sinirlenmiş, Olur mu böyle saçmalık. O cansız bir taş parçası. Nasıl eline bir balta alıp da böyle bir şey yapabilir ki? Hz. İbrahim de gülümseyerek cevap vermiş Nemruta: İşte benim de anlatmak istediğim buydu. Siz kendi elinizle yaptığınız bu taş parçalarına nasıl olur da taparsınız ve onlardan adalet, huzur, bereket beklersiniz? Bu taşlar gerçekten Tanrı olsalardı kendilerini koruyabilirlerdi†Bu cevaba çok sinirlenen Nemrut hemen İbrahimin yakalanıp ateşe atılmasını emretmiş. Nemrut, kalenin kuzeyinde kalan dağın tepesindeki iki büyük sütunu mancınık olarak kullanıp, Hz.İbrahimi buradan ateşe atmaya karar vermiş. Tam bu esnada Allah: Ey ateş, serinlik ve esenlik diye buyurmuş. Hz. İbrahim ateşin üzerine düşer düşmez ateşin yerinde berrak küçük bir göl oluşuvermiş. Allahın emri ile hazırlanan o devasa ateş bir göle; ateş için toplanan odunlar da balıklara dönüşmüşler. Odunlar biraz yanmış oldukları için balıkların sırtında kara lekeler oluşmuş. Varlığına inandığı ve sürekli onu aradığı için Allah, Hz.İbrahime "Halilim" yani dostum demiş. Bu göle de bu yüzden Halilurrahman Gölü denmiş. Zelihanın döktüğü gözyaşlarından oluşan göle ise Zelihanın gözyaşları anlamına gelen Ayn-ı Zeliha Gölü ismi verilmiş. Şahmeran Efsanesi (Mardin) Şahmeran, daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikâyelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklindeki Maran adı verilen, doğaüstü yaratıkların başında bulunan ve hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlıktır. Mardinde Şahmeran bir resimle tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süsler. Şahmeran, özünde iyilik olan bir canlıdır. Yer altında yılanları ile birlikte yaşar. Tüm yılanlar ona itaat eder. Cemşab adlı bir genç, arkadaşlarının açgözlülüğü yüzünden buldukları balı paylaşmamak adına, kuyunun dibinde bırakılır. Burada yalnız kalan ve yukarıya çıkamayan Cemşab, kuyunun yan tarafındaki bir delikten Şahmeranı görür. Şahmeran Cemşabı çok sever. Cemşab, Şahmeranın yanında kaldığı süre içinde Şahmeran ona tıp bilimiyle ilgili hiçbir insanın sahip olamadığı bilgileri verir. Cemşab da bu bilgileri öğrenmek için elinden geleni yapar. Bir söylentiye göre Cemşab, aslında bilinen Lokman Hekimdir. Aradan geçen uzun bir süreden sonra Cemşab sıkılır ve evine dönmek ister. Şahmeran gitmemesini ister, ama Cemşab bu konuda kararlı olduğu için gitmesine izin verir. Giderken Şahmeran kendisini gördüğünü kimseye söylememesi gerektiği konusunda Cemşabdan söz alır. Cemşab, evine döndükten sonra Şahmeranı gördüğünü kimseye söylemez. Ama zamanın hükümdarı hastalanır ve hastalığının tek çaresi de Şahmeranın vücudundadır. Şahmeranı kesip etini hükümdara yedirerek iyileştirmeyi düşünen vezir, her yerde Şahmeranı arar. Cemşab Şahmeranın yerini söylememekte kararlı olsa da, vezir Cemşabı da hamama çağırır. Bir köşeye gizlenerek Cemşabı izler. Orada yıkanmak için soyunan Cemşabın vücudunun pullarla kaplı olduğunu gören vezir birden ortaya çıkar. Şahmeranı gören insanın vücudunun pullarla kaplı olacağını bilen vezir Cemşabı zorla konuşturur. Bunun üzerine Cemşab istemeyerek de olsa Şahmeranın yerini söylemek zorunda kalır. Yakalanan Şahmeran, Cemşabın ne kadar üzgün olduğunun farkına varır. Bunu isteyerek yapmadığını anlar. Çaresiz ölecektir Şahmeran, ama ölmeden önce Cemşab ile görüşmek ister. Cemşaba kendisini öldürdükleri zaman etini kaynatıp suyunu vezire içirmesini, etleri de hükümdara yedirmesini söyler. Cemşab Şahmeranın söylediklerini aynen uygular. Suyunu vezire içirir. Vezir oracıkta ölür. Etini hükümdara yedirir, hükümdar hastalığından kurtulup iyileşir. Şahmeran efsanesi iyilik yapma ve kötülük bulma konusunda insanlara bir ders niteliği taşır ve kuşaklar boyu anlatılagelir. Efsaneye göre Şahmerannın yılanları, hâlâ Şahmerannın öldüğünü bilmez. Eğer yılanlar Şahmeranın öldüğünü öğrenirlerse tüm şehri basacak ve Şahmeranın intikamını alacaktırlar. Ama efsanede Şahmeran barışçı ve iyilikseverdir. Yılanları insanlara zarar vermesin, öldüğünü anlamasın diye bir takım hilelere başvurduğu söylenir. Defnenin Gözyaşları Efsanesi (Antakya) Apollon ve Dafni, Antik Yunan mitolojisinde anlatılan bir efsanedir. Efsaneye göre, Yunan Deniz Tanrısı Peneurun kızı Dafniaye, Apollon aşık olmuştur. Apollon aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Bir gün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afroditân oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollonun kalbine saplanır ve Dafniye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Dafninin kalbine saplanmıştır. Dafni, Apollondan sürekli kaçar ve aşkını reddeder. Bir gün Dafni yine kaçarken Apollonâa yakalanır ve babası Yunan Deniz Tanrısı Peneusdan yardım ister. Peneus, Dafniyi Defne ağacına dönüştürür ve Dafni sonsuza dek Defne ağacı olarak kalır. Apollon ise, Defne ağacından aldığı yapraklarla kendine bir taç yapar ve bu tacı başından hiç çıkartmaz. Bu olay Antakyanın Harbiye Beldesinde geçmiştir. Bu efsanenin kanıtlarından en önemlilerinden biri Antakya Arkeoloji Müzesininde bulunan Apollon ve Dafni mozaiğidir. Ayrıca burada yaşayan halk, Harbiyeâ€â•nin meşhur şelalelerine Dafninin Gözyaşları adını vermiştir. Üstelik bu şelaleler defne ağaçları arasından akmaktadır. Yedi Kardeşler Burcu Efsanesi (Diyarbakır) Diyarbakır surları üzerinde 78 burç vardır. Bunlardan biri de Yedi Kardeşler Burcudur. Burcun bu adı alışı şu efsaneyle açıklanır: Bu dönemde düşman Diyarbakır surlarını kuşatır. Günlerce süren kanlı çarpışmalardan sonra kale düşer. Ancak, yedi kardeşin savunduğu, şimdiki Yedi Kardeşler Burcu bir türlü teslim olmamaktadır. Düşman tüm gücüyle yüklenir, sonuç alamaz. Uzlaşmak üzere elçi gönderir. Yedi Kardeşlerin elçiye cevabı şöyle olur: Biz bir şartla teslim oluruz. O da canımızın bağışlanması. Burayı yalnız kralınıza ve komutanlarınıza teslim ederiz. Gelip burca girsinler ve kaleyi teslim alsınlar, sonra da canımızı bağışlasınlar. Kral bu şartı kabul eder. Komutanlarıyla birlikte burca girer. Girer girmez büyük bir patlama olur. Yedi Kardeşler barut mahzenini ateşlemiştir. Kale havaya uçar. Kral, komutanlar ve yedi kardeş ölür. Düşman ordusu dağılır. Bu olaydan sonra bu burcun adı Yedi Kardeşler Burcu olur.
Konu Tayyip20 tarafından (04-11-2023 Saat 11:26 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |