11-08-2009, 21:54 | #1 |
Bamteli...
"Gönlünüzde herkesin oturabileceği bir sandalye olmalı." buyuruyorsunuz. Dine ve dindarlara karşı mesafeli duranlar için de aynı mülahaza geçerli midir? Bu sözün çerçevesi adına neler söylenebilir?
--Adamın biri, Mevlânâ Celaleddîn Rûmî hazretlerine, "Sen Hristiyanlara bile kucak açıyorsun, Yahudilerle biraraya geliyorsun; günah işleyenlere dahi "gel" diyorsun, sarhoşa el uzatıyorsun... Böyle yapmakla İslam'ın onurunu iki paralık ediyor, dinin izzetine dokunuyorsun. Sen zındıkın tekisin, seni Cehennem bile kabul etmez!.." diyerek bir düzine hakarette bulunur. Hazreti Mevlânâ ona sadece "Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!" demekle iktifa eder.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
11-11-2009, 12:22 | #2 |
Izdırabın en makbul bir dua olduğuna ve mü’min için ehemmiyetine inanıyoruz; fakat, muzdarip ruhların hayat çizgisini bir türlü tutturamıyoruz. Izdırap insanı olmanın yolları ve vesileleri nelerdir?
Izdırap insanı olmanın ilk şartı "kalb" taşımaktır; kalbini nefsine yedirmiş ya da onu cesedinin altında bırakmış bir kimsenin muzdarip olması çok zordur. (00.55) Kalbî ve ruhî hayat, iradeye ve çok ciddi bir cehde vâbestedir. (03.03) Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler: Karın büyüklüğü (kendini gaflete salıp oburca yiyip içmek), çok uyku ve yakîn azlığıdır!" buyurmaktadır. (04.20) Hak ehline göre; nefsi, bedenî arzulara karşı gemlemek ve ruhu, kemâlât-ı insaniye semalarına doğru şahlandırmak için "kıllet-i kelâm", "kıllet-i taâm", "kıllet-i menâm" ve "uzlet ani'l-enâm" esasları üzerine bina edilen yolu takip etmek gerekmektedir. (07.04) Bugün biz, "Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir." diyerek hakiki insanlık ufkunu gösteren Hazreti Pîr'in bir haftada yediğini neredeyse bir öğünde tüketiyoruz. (10.38) "Vicdan genişliği"; iman, ilim, marifet, muhabbet, mehâfet ve diğergâmlık hisleriyle mamur bir gönlün, engin bir himmetle bütün insanlığı kucaklaması, kalb kapılarını herkese açması, hep affedici, bağışlayıcı, mürüvvetkâr olması ve özellikle de bütün insanların hidayetini dileyip herkesin ebedî mutluluğunu istemesi şeklinde tarif edebileceğimiz bir ruh yüceliğidir. (12.13) Bir kimse Cehennem'in dehşetine inanmamışsa, insanlığı o mevzuda bekleyen tehlike karşısında ürpermez; Cennet'e karşı hahiş (arzu, istek) duymuyorsa, başkalarının oraya girmesi mevzuunda da ciddi bir tehalükte bulunmaz. (15.50) Izdırap insanı olabilmek için imanda derinleşmek gerekmektedir; bilhassa haşr ü neşre gönülden inanmak lazımdır. Bundan dolayıdır ki, Hazreti Pîr, "Haşir Risalesi"ni yüz küsur defa okumuştur; okumuş ve her defasında adeta yeni bir bahar yaşayarak kendini sürekli yenilemiştir. (16.55) Hazreti Ömer (radıyallahu anh) efendimizin ızdırabı... (19.17) http://tr.fgulen.com/content/view/16267/26/ |
|
03-14-2010, 18:06 | #3 |
Fedakârlık Ya Hû! Soru: Geçenlerde "Fedakârlık ya Hû!.." buyurdunuz; sonra kendi hattınızla da yazdığınız bu cümle levha yapılıp asıldı. Size bu sözü söylettiren mülahazalar nelerdir; fedakârlık ifadesiyle hangi hususları kastediyorsunuz? İman hizmeti yolunda yapılanları fedakârlık olarak mı yoksa mesuliyet şeklinde mi değerlendirmek gerekir?
|
|
07-28-2010, 19:04 | #4 |
Ruhun Zaferi
Soru: 1) Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz çokça zikrettikleri bir duada, اَللّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ صِحَّةً فِي إِيمَانٍ وَإِيمَاناً فِي حُسْنِ خُلُقٍ وَنَجَاحاً يَتْبَعُهُ فَلاَحٌ وَرَحْمَةً مِنْكَ وَعَافِيَةً وَمَغْفِرَةً مِنْكَ وَرِضْوَاناً buyuruyor. Necâh ve felâh ne demektir? Necâh’tan sonra felâh’ın zikredilmesini ve necâh ile felâh münasebetini nasıl anlamalıyız? -İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ), “Allahım, Senden, imanda sıhhat, güzel ahlakla bezenmiş bir iman, neticede dünyevî ve uhrevî felaha erdirecek bir başarı, katından rahmet ve afiyet, nezdinden mağfiret ve rıza istiyorum.” mealindeki duaya, imanda sıhhat talebiyle başlamıştır. Bundan maksat; imandan marifete, marifetten muhabbete yürüme, derinleştikçe derinleşme, yakîn mertebelerini birbir geçme ve sonra da bu keyfiyeti beşerî arzularla, hata ve günahlarla deldirmeme; nihayet rıza burcuna ulaşma olsa gerektir. (01:10) -Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, mezkur duada ikinci olarak; güzel ahlakla bezenmiş bir iman talep ediyor. Bu istek, güzel ahlakın bütün özelliklerini içeriyor ve adeta imanın güzel ahlakla tam olacağını işaretliyor. (04:39) -İmanı güzel ahlakla donatma ve tamamlama meselesi bir yönüyle “temsil” vazifesine bakmaktadır. İslâm’ın ve müslümanların tesirinde kalanlar, daha çok hale ve gidişata bakmışlar ve temsil dilinden etkilenmişlerdir. Bugün, dünyanın dört bir yanında sevgi ve şefkat elçileri olarak hizmet eden insanların, gittikleri hemen her yerde hüsn-ü kabul görmelerinin arkasında temsil keyfiyetleri ve imanlarını güzel ahlakla bezemiş olmaları vardır. (07:47) -Necâh; başarıya ulaşmak, zafer bulmak, murâda ermek ve ihtiyaçlarını te’mine muvaffak olmak demektir. Felâh ise; selâmet, saadet, ni’metler içinde devamlı kalmak, kurtuluşa ve bekaya nâil olmak manalarına gelmektedir. (09:46) -Necâh, maddi manevi başarı; felâh ise, Allah nezdinde kurtuluşa erme ve o muvaffakiyeti Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle taçlandırma demektir. (13:10) -Bir başarıdan sonra sadece onunla yetinmemek, her şeyi tamam olmuş gibi düşünmemek ve hele onu kendinden bilmemek, o muvaffakiyetin ahirette de meyve vermesi için şarttır. Bu itibarla da, muvaffakiyetin akabinde Allah’tan rahmet ve afiyet istemek, onu da mağfiret ve rızaya ulaşma talebiyle perçinlemek lazımdır. (14:18) Soru: 2) Bir makalede, “Geleceğin tâcdârları, ruhun zaferleriyle saadete ermiş talihliler olacaktır.” buyuruluyor. Bu sahanın tarihi şahsiyetleri olarak da Tarık bin Ziyad, Yavuz Cennet-mekan ve Romalı Kumandan Katon misal olarak veriliyor. Günümüzün hizmet erleri “ruhun zaferi” sözünden neler anlamalıdırlar? Necâh ve felâh mevzuunu bu açıdan değerlendirir misiniz? (15:20) -Berberî bir köle olan Tarık bin Ziyad, Herkül burcunu aşmış ve Endülüs’e ulaşmıştı. Birkaç bin kişilik bir keşif birliğiyle İspanya ordusuyla yaka-paça olmayı göze almış ve kendilerinden kat kat fazla olan düşman karşısında, askerlerine şöyle seslenmişti: “Askerlerim! Önünüzde derya gibi bir düşman, arkanızda düşman gibi bir derya var. Ya kaçacak, arkadan vurulacak ve alçakça öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah’a kavuşacaksınız.” (15:52) -Ukbe bin Nâfi, Atlas okyanusuna kadar bütün Afrika’yı zabt u rabt altına alır.. ve atını Arab’ın “Karanlık Deniz” dediği okyanusa sürer; sonra da, “Allahım, bu deniz önüme çıktı, çıkmasa idi, Senin ism-i şerifini denizler aşırı ta ötelere götürecektim!” der. (16:58) -Cihanı, iki hükümdar için az gören Yavuz, dünyanın dört bir bucağını velveleye veren fatih ordusuyla, krallara taç verip taç aldığı günlerde değil; Ridâniye zaferini müteakip İslâm dünyasının biricik hükümdarı unvanıyla, İstanbul kapılarına kadar gelip de teb’anın alkış ve alâyişini görmemek için halkın uykuda olduğu bir saati kollayıp payitahta sessizce girdiği zaman gerçek fatih ve muzafferdi. (17:30) -Tarık bin Ziyad, Herkül sütunlarını geçip bir avuç fedaisiyle, 90.000 kişilik İspanya ordusuna galebe çaldığı zaman değil; Toleytola’da kralın servet ve hazineleri karşısında, “Tarık dikkat et! Dün bir köleydin, bugün muzaffer bir kumandansın; yarın da toprak altında olacaksın!” dediği ve coştuğu an ruhuyla kanatlanmıştı. (19:17) -Romalı kumandan Katon, Kartacalıları yendiği zaman değil; ordusu zafer naralarıyla başkente girerken, kumandanlık at ve formalarını krala teslim edip, “Ben milletime hizmet için savaşmıştım, şimdi vazifem bitti, köyüme dönüyorum.” dediği zaman muzafferdi ve milletinin gönlüne taht kurmuştu. (19:35) -Sinesini en yüksek mefkûre ve adanmışlık ruhuyla donatanlardır ki, kalbin enerji balansını düzeltmiş, duyguları en ulvî hedeflere doğru kamçılamış ve kendi içlerinde ölümsüzlüğe ermişlerdir. Bir hamlede hayvanî yaşayıştan kurtulup bedenî hazlarını aşan bu talihliler, ruhlarını coşturmuş, kalblerini kanatlandırmış ve nefislerinin rağmına insanî yanlarını zaferlere ulaştırmışlardır. Nitekim, ruhun zaferi, böyle kimselerin başarılarının adıdır. (20:52) -“Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum; ömrüm hep, harp meydanlarında, esaret zindanlarında ve çeşitli çilehanelerde geçti. Çekmediğim eza, görmediğim cefa kalmadı... Gözümde ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu var; milletimin imanını selâmette görürsem Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur...” İşte ruhun zaferlerini terennüm eden kudsî gülbank!.. (22:11) -Nasr Suresi’nin baş tarafı necâh, son kısmı da felâh ile alâkalıdır. Bu kısa sûrede mealen şöyle denmektedir: “Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit, Rabbine hamdederek O’nu tesbih eyle ve O’ndan mağfiret dile; çünkü O, tevvâb’dır (samimi bütün tevbeleri kabul edendir.” (26:12) -Allah’ın yardımı ve fethi gelip de insanlar fevc fevc İslâm’a girince, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in şahsında müminlere “Rabbini tesbih ve takdis et.” buyurulmuştur. Çünkü, debdebe ve ihtişam içinde kazanılan muzafferiyetlerin yanı sıra, inananlar kendi iç dünyalarında da nefislerine karşı bir zafer kazanmalıdırlar ki felâha ulaşabilsinler. (30:45) -Kendisini hakka adamış bir insan, yaptığı işlerin ve elde ettiği başarıların hepsini Allah’tan bilmeli ve O’na olan hamdini dile getirme adına da her zaman dolu dolu hislerle “Her şey Sen’den, Sen ganîsin / Rabb’im Sana döndüm yüzüm! / Hem evvelsin hem âhirsin / Rabb’im Sana döndüm yüzüm!” diyerek Hakk’a yürümelidir. Tevhid ufkunu yakalamaya çalışan bir insan için haddini bilmenin ifadesi sayılan bu hisler, aynı zamanda gerçek bir arınma vesilesi de olabilir. (31:48) |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|