04-11-2008, 11:08 | #1 |
'Başbakan balkondan düştü' diyenler...
Can Dündar’ın insanı pes ettiren yazısını hayretle okuyorum. O romantik ses tonu içine kaçmış. Bir vantrilok edasıyla bu sefer karnından değil, tam da yüreğinden konuşuyor. Uzlaşımcı, klimatif, duygusal kalemini çıt diye değil ama, çot diye kökünden kıran bir yargıç edasıyla; “Yargılayamayanı Yargılarlar!” diyor. Aynı cümleyi Erbakan Hoca için de söylemişmiş... 28 Şubat sonrası alelusûl el konulan demokratik sistem, Başsavcı’nın gazete kupürlerinden keserek, basın toplantısı aracılığıyla açtığı kapatma davası sürecini işaret ediyor aklı sıra. Seçimi en çok kaybeden partilerle bir gecede konduruluveren “ara dönem”e alkışlı bir hatırlatma Can Dündar’ınki… üstelik hızını alamayıp Tayyip Erdoğan ve Kabinesi’nin 22 Temmuz seçim sonuçlarından sonraki dönemi için; “sefil ricat” tanımını ileri sürecek kadar dolmuş içi…
Nedir bu “sefil ricat” hep birlikte bakalım? Nedir bu “yargılayamama işleri”? Mesela Şemdinli olaylarını soruşturan Savcı’nın, “iyi çocuklar”ın korunması adına bozuk para gibi harcanması süreci mi? Anında kapatılan dosya, meslekten atılan Savcı ve sümen altı edilen bilgiler… Evet, eğer ülkemizde demokrasi işler konumda olsaydı ve devlet, hesap verilebilirlik ilkesi doğrultusunda işleyen bir hukuk devleti olabilseydi, bu davanın toprağa gömülmesi konusunda Kabine’yi gevşeklikle suçlayabilirdik… Ama Susurluk’ta da yaşadığımız gibi “Hükümetüstü Egemen Güçler”ce dosya kapatıldı. Hatırlayınız; Susurluk Davası’na bakan yargıçların şüpheli ölümü, hatta Susurluk Komisyonu üyesi Bedri İncetahtacı’nın garip bir trafik kazasına kurban gitmesi gibi karartma olaylarını da hatırlayınız… Susurluk’tan Şemdinli’ye, oradan Ergenekon’a çizilecek rotada asıl sorumlular, demokratik seçimlerle hükümet kurmayı hakkedenler değil, temiz ve hukuki yargı kulvarını imha eden güçlerdir. Kim kimi yargılayacaktır? Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst yargı makamı olan Anayasa Mahkemesi, Anayasa’yı çiğneyerek yargılanması Anayasa’ya göre yasak olan Cumhurbaşkanı’nı yargılıyor… Asıl “sefil ricat” hukukun bu şekilde yerle bir edilişidir… Keza Can Dündar yazısındaki “sefil ricat” başlığında hükümetin “balkondan düşme” manzaraları arasında sayılan “üniversitelerle kavgalı olmak” paragrafı da ilginçtir? Hangi üniversitelerle? Dünya bilimler sıralamasında Mozambik’ten bile geri, yüksek üyeleri “intihalci”likle (bilimsel hırsızlıkla) suçlanan, bilimle değil ama, ağzını her açtığında siyasi ve dinsel ayrımcılıktan dem vuran şu rektörlerle mi arası iyi değilmiş Başbakan’ın? İşte Akdeniz üniversitesi rezaletini hep birlikte seyretmedik mi? Türbanlı öğrenciler için kapısına barikat kuran Rektör Efendi, eli silahlı-satırlı adamları okula sokuyor! Kız öğrenci yurdunda PKK baskını yaşanıyor ve siz hâlâ bu rektörle iyi geçinmenin ve uzlaşının kimyasını keşfetme derdindesiniz… Bu mu uzlaşılacak düzen? Adam kayırmaca, hırsızlık, yolsuzluk, başarısızlık hakim Türk üniversiteleri'nde, ama olsun, siz susunuz ve gerilimi artırmayınız… Dündar’ın hükümet adına “sefil ricat” başlığında saydığı Kürt Meselesi de aynı çarpıtmanın kurbanı olmuş. Elinizi vicdanınıza koyunuz; hangi siyasetçi Diyarbakır’dan Siirt’e kadar tüm meydanlarda, halkın içinde ve umudu olmuştur bugüne kadar? Bölge halkının temsil gücü olarak en fazla güvendiği Kabine değil midir; “sefil ricat” başlığını attığınız Kabine? Keza mezkur makaledeki Erdoğan Hükümeti hakkında yapılan “AB” ile ilişkileri ve uyum sürecini rafa kaldırmak şeklindeki yalan-dolanı da aynı hayretle okuyoruz. Bugüne kadar hiç alınmayan bir mesafe kat edilmiştir yazarımızın “sefil ricat” adını verdiği süreçte. Keza yazarın iddialarının tersine, bugün Avrupa Parlamenterleri Erdoğan’ın karşısında değil yazarı yalanlarcasına, Erdoğan’ı ve demokrasi hareketini desteklemekte ve Kapatma Davası’nı hukuk dışı bulduklarını sık sık zikretmektedirler… Ama yazarımız daha fazla dayanamayıp asıl baklayı çıkartıveriyor ağzından. Hrant Dink’in cenazesine gitmemek ve üniversitelerdeki eğitim konusunda kılık-kıyafet serbestisi gibi iki büyük suçu vardır Tayyip Erdoğan’ın… örtülü kızlar üniversiteye sokulmazken, duygusal yazılar döktürmekte üstüne yok oysa aynı Can Bey’in. Ebedi bir konu, arabesk bir sos, postmodern bir tat, kekremsi bir aydın sarhoşluğu imiş demek ki onlar için döktüğü timsah yaşları… Büyükanne kılığına girmiş bir kurt gibi “TüRBAN” diyor dişlerini gıcırdatarak Mr. Türbanist!“öfkelidir” Başbakanımız Can Bey’e göre, eskiden “masa altından ayağına basarak” kendisini frenleyen adamlarını uzaklaştırmıştır. Breh breh breh… Ama elhak; bir açıdan doğru demiş yazarımız… Tayyip Erdoğan’ın “ayağına basmayı” geçin, üzerinden silindir geçirmeye kadar her yol denenmiştir bu ülkede. Kaç kere partisinin kapatıldığını, kaç kere yargılandığını, düşünce suçlusu olduğunu, hapis yattığını falan düşününce “ayağına basılması” meselesi elbette naif kalıyor… Ama onu Tayyip Erdoğan yapan da biraz bu değil mi? üzerine mermer kapatıldıkça her defasında daha güçlü kalkıyor. Başbakanımızın geçen hafta çekilmiş bir fotoğrafı aslında her şeyi özetliyor: Yaşlı bir teyze, arabasından henüz çıkmak üzere olan Başbakan’a kalabalığın arasından sıyrılarak yetişmiş ve yanağını okşuyor, “Evladım Tayyip” diyor… Bugün hiçbir komutanın, hiçbir yargıcın, hiçbir rektörün, hatta hiçbir tapu kadastro müdürünün bile halk tarafından bu kadar benimsendiğini, “el sürecek” kadar yakınlık hissiyle karşılandığını, ön adıyla hitap edilip beline sarılındığını gördünüz mü siz? Çeteciler, arsızlar, hırsızlar, yağmacılar, mantarlar, halk düşmanları, diktatörler, faşistler… Asıl “sefil”; bu adamlardır. “Ricat” kısmına gelince; halkın zaten bir yere gittiği yok, herkes burada. HERKES BURADA! Sibel Eraslan Vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|