03-18-2010, 12:19 | #1 |
Başbakanımızın Siyaset Akademisi Açılış Konuşması
SİYASET AKADEMİSİ
Saygıdeğer katılımcılar, Değerli arkadaşlarım, Hanımefendiler, beyefendiler, Sizleri en kalbi duygularla selamlıyor, AK Parti Siyaset Akademisi’nin bu programı vesilesiyle sizlerle bir araya gelmekten büyük memnuniyet duyduğumu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. AK Parti Siyaset Akademisi’nin, siyasete yön veren, siyasete yol açan, bilgiyi ve tecrübeyi siyasete yansıtan bir kurum haline dönüşmüş olmasından dolayı şahsım ve Partim adına büyük gurur duyduğumu da belirtmek isterim. Dikkat ediniz, başka siyasi partilerin de değişik adlar altında benzeri eğitim faaliyetleri var; ancak, hiç biri, bizim Siyaset Akademimiz kadar geniş kapsamlı, sürekli, işlevsel ve en önemlisi de eğitim kalitesi noktasında bu seviyede değil. Biz, parti olarak, eğitimi göstermelik bir faaliyet olarak asla ele almadık. Amacımız reklam yapmak, imaj oluşturmak olmadı. Bu konuya en başından itibaren gayet ciddi bir şekilde eğildik, sağolsun arkadaşlarımız büyük emek verdiler, Türkiye’nin alanındaki en tanınmış uzmanlarıyla, akademisyenleriyle tam bir hassasiyet içinde bu çalışmaları bugüne kadar getirdik. Vatandaşlarımızın, özellikle de kadınlarımızın ve gençlerimizin siyasete aktif ve bilinçli olarak katılmasını arzuladık, nitelikli siyasi kadroların yetişmesini hedefledik. Bu programlara katılan kardeşlerimizin siyaseti aktif olarak yapmasalar bile, siyaseti takip etme alışkanlıklarının, siyaseti değerlendirme kriterlerinin bilimsel bir yapıya kavuşmasını arzuladık. Bakınız, son 1 yıl içerisinde 66 merkezde 81 ilden 17 bin 500 kişi yerel siyaset akademisi programlarımıza katıldı. 29 Mart Yerel Seçimlerinde dört İl Belediye Başkanı, Kilis, Niğde, Ağrı ve Afyon Belediye Başkanlarımız Siyaset Akademisi katılımcıları arasından çıktı. Yine, 129 İlçe Belediye Başkanı, 264 Belde Belediye Başkanı, 1203 Belediye Meclis Üyesi ve 621 İl Genel Meclisi Üyesi de Akademi’nin katılımcılarıydı. Bu ekiplerin, yerel siyasete yeni bir soluk getireceğine, siyasetimizin çatısını daha yukarı taşıyacağına ben bütün kalbimle inanıyorum. Bu programa katılan bütün arkadaşlarıma, kendilerini geliştirme iradeleri ve siyasete verdikleri önemden dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum. Özellikle, AR-GE Başkanlığımıza, hocalarımıza, bu eğitimlere katkı sağlayan herkese şükranlarımı iletiyorum. Değerli arkadaşlarım, Ülke olarak, devlet idaresi ve siyaset noktasında dünyada eşine az rastlanır bir tecrübenin mirasçılarıyız. Sadece bugün yaşadığımız topraklarda ve sadece son bin yılda 3 büyük cihan devleti inşa ettik. Elbette millet olarak bununla gurur duyuyoruz; ancak asıl olan, tarihle gurur duymak değil, tarihten dersler edinmektir. Osmanlı Devleti’nin, onun öncesinde Anadolu Selçuklu Devleti’nin hangi dinamikler üzerine kurulduğunu, nasıl yükseldiğini, nasıl idare edildiğini, bize nasıl bir miras bıraktığını en iyi şekilde öğrenmek ve çıkaracağımız dersleri de bugünlere ve geleceğe taşımak zorundayız. Tarih içinde, bizi bir millet haline getiren, bizi ortak hedefler ve ortak idealler etrafında birleştiren, tek bir bayrak altında bizleri toplayan çok önemli dönüm noktalarımız oldu. 1071’de Alparslan’ın Anadolu kapılarından girmesi, 1299’da Osmanlı Devleti’nin kurulması, 1453’te İstanbul’un fethi, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması gibi önemli süreçlerden geçtik. Tüm bu dönüm noktaları, tüm bu tarihi süreç, aynı zamanda bizim bir millet olarak evrilmemizi, tek bir millet olarak tarih sahnesi içindeki yerimizi almamızı sağladı. Büyük Selçuklu Devleti’nin Meliki Alparslan’ın Malazgirt’teki savaşında bir çok farklı etnik unsur bulunuyordu. Aynı şekilde Osmanlı Devleti farklı unsurları bir potada eriterek, ortak idealler etrafında buluşturarak dünya sahnesinde güçlü bir konuma ulaştı. İstanbul’un fethi aynı şekilde bu topraklarda yaşayan her unsurun ortak gayretiyle başarıya ulaştı. Çanakkale’yi birlikte savunduk, İstiklal Savaşı’nı hep birlikte verdik ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yine hep birlikte kurduk. Esasen, gerek Anadolu ve Trakya topraklarına, gerek bu sınırları da aşarak geniş bir coğrafyaya serpilmiş olan şehitliklerimiz her şeyi çok net olarak anlatıyor. Yemen’de savaşanlara bakınız… Basra’da savaşanlara bakınız… Hicaz Savunmasına, Medine Müdafaasına, Süveyş Kanalı muharebelerine, Balkan Harbine, Sarıkamış’a bakınız… Bitlis’in, Erzurum’un, Gaziantep’in, Kahramanmaraş’ın bağımsızlığı için çarpışan ve şehadet şerbetini içenlerle, Aydın’ın, İzmir’in, Sakarya’nın, Uşak’ın istiklali için savaşanlar aynı ailenin, aynı milletin, aynı devletin çocuklarıdır. Elbette, bizi birbirimize kardeş eyleyen, bizi bir millet haline getiren tarihi süreç sadece vatan savunması ve fetih uğruna verdiğimiz savaşlar değildir. Bugün, bir çok devlet kurumunda, özellikle de adalet kurumlarımızda sıkça karşılaştığımız bir ifade var: “Adalet, Mülkün Temelidir…” Dikkatinizi çekiyorum, bu söz, 1064 yılında Büyük Selçuklu Devleti’ne vezir olan, Siyasetname adlı eseri bugünlere kadar ulaşan Nizamülmülk’e aittir. Yani yaklaşık bin yıl önce söylenmiş bir sözden bahsediyoruz. Adalet, mülkün, yani idarenin, yani devletin, sistemin, nizamın, adına ne derseniz deyin, en temel, en vazgeçilmez unsurudur. Adalet üzerine kurulmayan, adalet üzerine inşa edilmeyen hiçbir idarenin payidar olma, yaşama şansı asla yoktur. İşte bu söz, bu topraklarda yaklaşık bin yıl boyunca yankılanmış, Büyük Selçuklu Devleti’nden sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin, onun ardından Osmanlı Devleti’nin ve şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi olmuştur. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de bu felsefe üzerine inşa edilmiştir… Çok sık tekrar ettiğim, çok sık vurguladığım, Osman Gazi’nin hocası ve kayınpederi merhum Şeyh Edebali’nin sözlerini burada bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum: “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın…” Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyeti yine aynı manaları taşır: Diyor ki Osman Gazi: “Allah'ın hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüste Allah'ın yardımına güven. Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!... Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma!... Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan". Hoca Ahmet Yesevi hazretlerinden Hacı Bektaş’a, Mevlana’dan Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’den Akşemseddin’e, Hacı Bayram Veli’den Mehmet Akif’e kadar tüm gönül mimarlarımız, bu topraklarda adaletin, müsamahanın, birbirine saygının, hak ve hukukun daim olması için mücadele vermişlerdir. Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde de bu tarihi birikimi görürüz. 22 Nisan 1920’de Gazi Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak 23 Nisan Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılacağını ve o günden itibaren bütün sivil ve askeri makamların ve tüm milletin başvuracağı en yüksek merciin Meclis olacağını ifade edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi böylece halkın iradesinin temsil yeri, aynı zamanda da demokrasinin, yani halkın doğrudan doğruya kendisini idaresinin merkezi konumuna yükselmiştir. Dünya ve tarih sahnesine yeni bir devlet doğarken, bu devlet, köklü medeniyetinden aldığı adaletle hükmetme ilkesini de bir kez daha temel ilke olarak benimsemiş ve yaşatmıştır. Bizim devlet geleneğimiz işte tüm bu tecrübelerin, tüm bu gönül erlerinin çabalarının ışığında oluşmuştur. Bugünün siyasetçileri, bugünün siyasetçi adayları, bu tarihi süreci en iyi şekilde okumak, anlamak, içselleştirmek ve samimi şekilde özümsemek durumundadır. Devraldığımız mirasa sırt çevirerek millete hizmet etmekte başarı sağlayamayacağımız açıktır. Bu topraklarda siyaset yapacak olanların bu toprakları bütün damarlarıyla, bütün kökleriyle, geçmişiyle, halkıyla, dağlarıyla, nehirleriyle, gelenekleriyle tanıması gerekiyor… Ankara’dan, İstanbul’dan, büyükşehirlerden başınızı dışarıya uzatmadan bu toprakları anlayamaz ve siyaset yapamazsınız… Üzerinizde Anadolu’nun, Trakya’nın tozu toprağı olacak… Karadeniz’in coşkusunu, Akdeniz’in güneşini, Ege’nin havasını, Güneydoğu’nun bereketli topraklarını, Doğu’nun Diclesi’ni, Fırat’ını, İç Anadolu’nun bozkırlarını, Marmara’nın Ayçiçeği tarlalarını görmeden, hem de gönül gözüyle görmeden bu topraklarda siyaset yapılmaz. Evet, siyaset yapanlar, ya da yaptığını zannedenler var… Sivas’ın ötesine geçmeden, Sivas’ın berisine geçmeden, Türkiye’yi topyekün kucaklamadan siyaset üretmeye çalışanlar var. Ancak bu siyasetin ve bu siyasetçilerin her seçimde nasıl tökezlediğini, her seçimde nasıl ayaklarının dolandığını da sizler çok net olarak görüyorsunuz. Belli illerde, belli bölgelerde, etnik kimliklere dayalı siyaset yaparak, Türkiye’nin belli bölümlerine konuşarak hiçbir meseleye çözüm bulamazlar, Türkiye’nin yararına hiçbir çözüm de üretemezler. Siyaset, küçük hedefleri kabul etmez. “Küçük olsun, ama benim olsun” anlayışıyla siyaset yapanlar, orta ve uzun vadede her zaman kaybetmiştir, bundan sonra da kaybetmeye mahkumdur. Şuraya dikkatinizi çekiyorum: Eğer siyasi partiler, belli şehirleri, belli bölgeleri kendi oy deposu olarak görürse, kışkırtmayla, korkuyla, tehditle buralardan oy toplarsa, üreteceği siyaset de buna göre şekillenecektir. Nitekim, Türkiye’nin genelini ilgilendiren sorunların çözümünde, bu tür siyasi partiler ellerini taşın altına koymayacak, risk almayacak, çözümsüzlüğü bir çözüm olarak benimseyeceklerdir. Türkiye’nin bugün şahit olduğu manzara da tam bu duruma denk düşüyor. Bakınız, muhalefet partilerinin Avrupa Birliği gibi bir meseleleri yok. Kıbrıs diye bir meseleleri yok. Komşularla iyi geçinmek, bölgesel meselelere çözüm üretmek gibi bir meseleleri yok. İtibarlı dış politika, saygın bir Türkiye idealleri yok. Aynı şekilde ekonomide on yıllardır devam eden kronik sorunların çözümü gibi bir dertleri de yok. Tam tersine, tüm bu meseleler, tüm bu hedefler karşısında süreçleri tıkamak, çözümleri kilitlemek, iktidarı engellemek, gerilim üretmek ve bu gerilimden çıkar sağlamayı hedeflemek gibi ne yazık ki son derece ucuz bir siyaset tarzına sarılmış durumdalar. Her fırsatta ifade ediyorum, 29 Mart seçimleri bir kez daha göstermiştir ki, AK Parti bir Türkiye Partisi’dir, Türkiye’nin tamamına hitap eden, 780 bin kilometre karenin tamamında siyaset yapan bir partidir. 7 Haziran’da 30 mahalli birimde tekrarlanan seçimler de AK Parti’nin Türkiye’nin umudu olduğunu, Türkiye’nin Partisi olduğunu bir kez daha teyit etmiştir. Seçimlerin tekrarlandığı 7 ilçenin 4’ünde AK Parti ipi göğüslemiştir. 25 beldenin 8’inde yine AK Parti’li adaylar tercih edilmiştir. AK parti, yüzde 43 oy oranına ulaşarak, en yakın rakibi olan iki partinin aldığı toplam oyun 11 puan üzerinde bir oy oranını elde etmiştir. Burada çok daha önemli olan, AK Parti’nin, birinci olamadığı birimlerde ikinci sırada yer almış olmasıdır. Bu da, AK Parti’nin her bölgede, her birimde en önemli siyasi aktör olduğunun bir kez daha teyit edilmesi olmuştur. Evet, bu bizim için, partimiz için, teşkilatımız için bir gurur vesilesidir… Ama bu, aynı zamanda, bizim omuzlarımıza çok ağır bir yük, çok ağır bir sorumluluk da yüklüyor… Bir Türkiye Partisi olmak, Türkiye’nin tamamına hizmet götürmek, aldığı emanetin hakkını vermek, Türkiye’ye gece gündüz eser üretmek sorumluluğunu üzerimizde taşıyoruz. Dikkat ediniz, Türkiye’de, Rahmetli Menderes ve Rahmetli Özal dönemi dışında iktidarlar uzun soluklu olamadı. Bu dönemler dışında her 2-3 yılda bir iktidarlar değişti, yine ortalama 3 yılda bir seçimlere gidildi. Ama AK Parti olarak biz bu kısırdöngüyü kırdık, bu ezberi bozduk ve Türkiye’yi uzun bir aradan sonra her alanda istikrarla buluşturduk. Zaferle çıktığımız her seçimin ardından tempomuzu artırdık. Her seçimin ardından coşkumuzu, heyecanımızı tazeledik. Her seçim sonrasında daha bir aşkla, daha bir sevdayla Türkiye’nin meselelerine, bu meselelerin çözümüne kilitlendik. Çünkü biz dertli bir partiyiz, derdi olan bir partiyiz, milletin derdini kendisine dert edinmiş, milletin meselesini kendisine mesele edinmiş bir partiyiz. Milletimizin istikametinden başa bir istikamet tanımadık, bundan sonra da Allah’ın izniyle tanımayacağız. Köhnemiş, bayatlamış, tedavülden kalkmış, eskimiş siyaset anlayışları bundan rahatsız olabilir, ama biz, siyasetin de, demokrasinin de kalitesini artırmaya devam edeceğiz. Değişim irade ister, değişim cesaret ister… Nitekim, 6,5 yıldır bunu defalarca test ettik… Bugün de test ediyoruz, inanıyorum ki gelecekte de önümüze engeller çıkacak… Ama biz, Türkiye’yi hak ettiği seviyelere, çoktan hak ettiği hedeflere ulaştırmak konusunda tam bir kararlılık içinde yolumuzda emin adımlarla ilerleyeceğiz. Değerli arkadaşlarım, Geleceğin siyasetçileri olarak burada sizlere bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum: Öncelikle, siyasette elde edeceğiniz makamların gelip geçici olduğunu, fani olduğunu asla aklınızdan çıkarmayınız. Siyasette makamları millet verir ve en önemlisi de emanet olarak verir. Zamanı geldiğinde de millet bizi o makamlardan alır. Milletimizin size yükleyeceği emanetin hassasiyetinin ve kutsallığının her an idrakinde olun. Bu emanet, sizlerin namusunuz, şerefiniz kadar kutsaldır ve o emanete her şart altında sahip çıkın. Özellikle parasal konularda hassasiyetiniz çok daha yüksek olması gerekiyor. Zira, tüyü bitmemiş yetimlerin emanetini taşıyacaksınız. Tek bir kuruşun bile israf edilmesi, amacı dışında kullanılması bizim asla rıza göstermeyeceğimiz, asla müsamaha göstermeyeceğimiz bir davranış tarzıdır. AK Parti olarak bu konuda hiçbir mazereti, hiçbir gerekçeyi bugüne kadar kabul etmedik, bundan sonra da asla etmeyiz. Mütevazi olun, alçak gönüllü olun, halkla aranızda her zaman bir gönül köprüsü, bir iletişim köprüsü olsun. Sizi seçen, sizi belli makamlara getiren, size emanet veren halka karşı tepeden bakma hakkına sahip olamazsınız. Onlardan tebessümü, onlardan cömertliği, vefayı, ali cenaplığı esirgeyemezsiniz, bu hakkı kendinizde göremezsiniz. Yetkinin millette olduğunu, milletin yetkisini sizlere emanet ederek devlet idaresinde söz ve karar sahibi olduğunu unutmayınız. Milletin iradesine, milletin egemenliğine dönük her türlü girişim karşısında eğilmeden, bükülmeden durmak sizin vazifenizdir, mesuliyetinizdir. Elitist tavırların, seçkinci anlayışların milletle devlet arasında, milletle siyaset arasında nasıl bir uçurum hasıl ettiğini geçmişte defalarca gördük. Seçimden seçime milleti hatırlayanların, onun dışında milletin iradesini hiçe sayanların isimleri bugün artık hatırlanmıyor. Adaletten şaşmayınız… Milletin menfaatleri her şeyin üzerindedir, milletimizin hedefleri tüm hedeflerin üzerindedir. Halkımızla aynı yöne bakmadığınız sürece, kaybedenlerden olmaya mahkum olursunuz. Son olarak, Yunus Emre’ye atfedilen kısa bir hikayeyi sizlerle paylaşmak isterim: Yunus Emre’nin söylediklerini anlamayan bir kısım halk, O’nu kadıya şikayet ederler… Molla Kasım adındaki Kadı, halkın dedikleri doğru mudur diyerek önündeki şiirlerden birini çeker alır ve okumaya başlar. Molla Kasım, son dizelere ulaştığında, karşısında nasıl bir halk aşığı, nasıl bir gönül insanı olduğunu görür. Yunus şiirin son dizelerinde şunları söylüyor: Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme Seni de sigaya çeken bir Molla Kasım gelir… Sizler de, her an, her saniye, millet tarafından sigaya çekileceğinizi unutmayın. Kendi öz eleştirinizi, kendi muhasebenizi her an yapın. Değerli arkadaşlarım, Milletimiz için, Türkiye için ekonomiyi büyütmeye, yatırımı, üretimi, istihdamı artırmaya, Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına yükseltme hedefimize devam edeceğiz. İç politikada, dış politikada, güçlü, itibarlı bir Türkiye inşa etmeye devam edeceğiz. Milletimizin gücünü, milletimizin tercihini, teveccühünü, özellikle de milletimizin hayır duasını arkamızda hissettiğimiz sürece bize durmak yok, duraksamak yok. Ben, bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, siyaset akademisine emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Her birinize önünüzdeki uzun ince yolda ülkem ve milletim adına başarılar diliyor, en kalbi muhabbetlerimi sunuyorum.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|