10-23-2009, 21:32 | #1 |
Baykal'a Darbe Dalkavuğu Dedi
'Demokratikleşmeyi hiç savunma, darbe anayasalarıyla yönetilen Türkiye seni rahatsız etmesin, muhtıralara destek ver...' Mehmet Altan / Star 27 Nisan'da Baykal neredeydi? Dün... Deniz Baykal'ın parti binasında yaptığı basın açıklamasına rastladım, dinleyince heyecanlandım. Çünkü Baykal “hukuk sisteminden” söz ediyordu... Bir adliyenin sanıkların ayağına taşınması, sanıkların helikopterle uçurularak bunların ayağına götürülmesi açık bir müdahaleyi ortaya koymaktadır. Siyaset hayatımız hukuk hayatımız ağır bir darbe yemiştir...” Baykal “hukuk kurallarını” ne zaman anımsadı? “Demokratik açılım” söz konusu olduğunda... Dün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu açılımın içeriğini şöyle özetliyordu: “Bir sürü acılar çekilirken, bu acılar bitsin ve Türkiye bütün enerjisini ülkesinin kalkınmasına, bölgeleri arasındaki gelir dağılımındaki dengesizlikler gitsin ve enerjisini tüm bunlara harcasın diye uğraşırken ve iyi niyetini gösterirken, sanki bunlar kesilsin dercesine bir davranış içerisinde bulunmayı yakıştıramıyorum”... Deniz Baykal'ın dünkü eleştirileri ne zaman inandırıcı ve anlamlı olurdu? Ya da dünkü çıkışı ne zaman “siyasal bir taktikten” öte “çok haklı hukuksal bir eleştiri” olarak algılanırdı? Sürekli olarak evrensel hukukun savuculuğunu yapsa ve buna yönelik ihlale aynı hiddetle karşı tavır alsa, dünkü eleştirileri de anlam kazanabilirdi. Ama dün “hukuk sistemini” koruyan “Ergenekon avukatı” Baykal'ın, “anayasayı ihlal eden 27 Nisan Bildirisi” karşısında nedense aynı tavrı gösterdiğini görmüyoruz. Tam tersine, bildirinin hemen ertesinde gece yarısı televizyonlarda arz-ı endam eden genel başkan yardımcıları “e-muhtıraya” virgüle bile dokunmadan taraf olduklarını açıkladı. “Barış” söz konusuysa “hukuku”... Anayasal suç olan askeri “e-muhtıra”lı örtülü darbe söz konusu ise “hukuku” hatırlamadığın gibi bir de cansiperane savun... Bu ilkesizlik... Bu sığ ve ucuz siyaset... Bu darbe dalkavukluğu... İnsanın güvenilirliğini de, tutarlılığını da, inandırıcılığını da yok eder. Zaten ediyor da... Baykal, “hukuk sisteminin kırılmasından” söz ediyor. Şayet “hukuk kırılmış” ise neden kırılmıştır? 24 Eylül 1925'te Şeyh Said İsyanı'nı müteakip gizli olarak çıkarılmış “Şark Islahat Planı”na giderek örnekleyelim. Planın amacı ne? Kürtçenin “resmen” yasaklanması... Kızların okula alınarak asimilasyonun hızlandırılması... İsyana katılanların akrabaları ile birlikte başka yere nakledilmeleri... Kürtlerin memur ve jandarma olarak tayin olunmamaları... Bazı yörelerde Ermenilerden kalmış arazilerin sadece Türklere tahsisi. Plan ayrıca, kamuoyuna irtica isyanı olarak sunulan Şeyh Sait İsyanı'na devletin aslında Kürt isyanı olarak baktığını ispatlıyor. Kısacası... “Şark Islahat Planı”, “Kürt Sorunu”nu “çözeyim” derken kalıcı bir hale getiren zihniyetin de adı. Türkiye Cumhuriyet'i vatandaşlarını gizli planlarla zorla asimile etmeye kalkmasalar, yaşanan onca acı tecrübe yaşanmamış olacak, bugün de neredeyse bütün gündemi kaplayan Kürt Sorunu gibi bir meselemiz de olmayacaktı. O zaman hukuku kıran kim, Deniz Baykal'ın ecdadı, Cumhuriyet Halk Fırkası... Baykal, bir devlet kendi vatandaşının ana dilini yasaklayınca “hukuksal kırılma” görmüyor... Hala nasıl öldürüldüğü belli olmayan Ceylan'ın akıbeti konusunda dilsizleşirken “hukuksal kırılma” görmüyor... Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesinin ihlali karşısında “hukuksal kırılma” görmüyor... Dağlarda binlerce çocuğumuz kırılıp, dökülürken de sesi çıkmıyor, parti açıklaması yapmıyor... Kemalizm'e karşı demokrasi arzularını da aynı iştahla desteklemek gibi bir haslet içinde değil... “Hukuksal kırılmayı” ne zaman hatırlıyor? Barış için çok ciddi bir adım atıldığında... Ergenekon'u savun... Güneydoğu'daki ölüm kuyularını görmezden gel... Atalarının bırak “hukuku kırmayı”, “temel hak ve özgürlüklerinin” canına ot tıkadığı askeri bir Cumhuriyet'e sahip çık, bu 29 ayaklanmanın nedeni olsun, buna rağmen Kemalizm'e karşı “demokratikleşmeyi” hiç savunma, darbe anayasalarıyla yönetilen Türkiye seni rahatsız etmesin, muhtıralara destek ver... Ve “barış” ihtimali ortaya çıkınca da “hukuksal kırılmadan” dem vur... Birinci Cumhuriyet rejimi “hukuku” yadsımasa... Kürt Sorunu çıkmaz, yıllardır insanlarımız ölmezdi. Barış tesisi için de “hukuk kırılması” söz konusu olmazdı. Ne var ki 27 Nisan'ı anımsamayan Baykal, 1925'i mi hatırlayacak?
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|