![]() |
#1 |
![]() O şiire başlayınca hayat duruyor. İnsanlar mısraların içine dalıyor. Kah Necip Fazıl'ın dizelerinde buluyor bizi kah Nazım Hikmet'in hasretinde... Kendi deyimiyle tankın paletleri gibi geçiyor insanların üzerinden. Ama yakmıyor canımızı, incitmiyor kimseyi. 'Samimiyim ben, içimi dağlamayan hiçbir şeyi okumam' diyor şiir dünyasının 'Güzin Ablası'! - Son şehit haberlerinin ardından bütün yurtta bir toplumsal refleks uyandı. Katıldığınız bir televizyon programında artık bu havanın dağılması gerektiğini söylediniz. Amacınız neydi? Neden böyle bir uyarı ihtiyacı hissettiniz? Şimdi en başta mesela çok önemli bir olay, dinimiz taziyelerimizi üç gün içinde yapılmasını doğru buluyor, üç günden sonra cenaze evine ölüm hakkında konuşmak hoş olmaz. Öyle bir hal aldık ki neredeyse adamlara 'oh' dedirtecek, memleketi yasa boğacak, acımızı yaşmamızdan ziyade birilerini sevindirmeye dönüşecek. Televizyonlar bu konuda çok güzel hassasiyet gösterdiler. Magazin programlarından kadın programlarına hepsi… ancak bunun bir süresi bir ölçüsü olmalıydı. Bir süre sonra insanlar bunalıma düşmeye başladılar. Çünkü bir şeyi kanıksamaya başladığınız andan itibaren içi boşalmaya başlıyor. Trafik canavarı lafını ilk duymaya başladığımız anda evet bir canavar olmama hissi başlıyor. Ancak bir süre sonra o kadar içselleştirirsiniz ki içi boşalır anlamın ve anlamı kalmaz. Yada çok sevdiğiniz birine her gün 'seni seviyorum' demek bir müddet sonra anlamını yitirecektir. Ama belli bir zamanla seni seviyorum demek onu tazeleyecektir. Burada da evet bu acı yaşanmalıydı, bu gözyaşı dökülmeliydi, ülke kenetlenmeliydi… kenetlendi ama bunun artık bir bunalım seviyesine sürüklememizin bize bir faydası yok. Başkalarını mutlu eder. Bundan dolayı katıldığım programların 3. gününde dedim 'artık yeter'. Yani buna bir son verilmesi gerekir. Halk iyice bunalmaya başladı. Şehit ailesi sıradanlaşmaya başladı, şehit acısı sıradanlaşmaya başladı. Bir süre sonra 'benim şehidimin acısı senin şehidinin acısından daha fazla' noktasına geldi. 'Benim gazim senin gazinden daha fazla sakat'a dönüşmeye başladı iş. İşte bu sıkıntıya sürükler insanı. Öyle bir hal aldı ki PKK’nın sıktığı kurşundan başkasını şehit görmemeye başladık. O diyor işte Bosna’da, öbürü diyor bilmem nerede öldü… Fark etmez ki!.. bu vatan, bu bayrak altında kim nerede düştüyse şehittir. Tepkim biraz da onaydı. Ha keza RTÜK, Bakanlar Kurulu kararıyla buna yakın tepkiyle ortaya çıktı. Aklın yolu birdir. Yani ben bunu bir siyasi baskı olmadan daha önce söylemiştim. Ben bunu söylediğim zaman saat 14.30’du, RTÜK’ün bu kararı çıkarmış olduğu saat 15.10’du. Biz çok duygusal bir toplum olduğumuz için, mesela bir deprem meydana geliyor ve her şeyimiz deprem oluyor. Yani aile içi sohbetlerimiz, işyeri sohbetlerimiz, gerek televizyonlar… tüm Türkiye bir anda onu konuşuyor. Sonra o bitiyor başka bir olay başlıyor. Ermeni meselesi çıkıyor, Kürt meselesi… konunun içine bir anda o kadar giriyoruz ki; bir terör yaşıyoruz terörün idisini-didisini çıkarmaya çalışıyoruz. Ağzı olan konuşuyor diye bir deyim var, gerçekten ağzı olan konuşuyor. Bunun ilk tepkisini ben Türkiye’de bombalı eylemlerin yaşandığı dönemde verdim. Dedim ki ‘bakın 11 Eylül’de iki tane uçak, sadece iki tane binaya değil ABD’nin kalbine girdi. Bir tane ceset gördünüz mi? Bir tane et parçası gördünüz mü?’. Görmediniz. İngiltere’de metroya bomba konuldu bir tane parçalanmış insan cesedi görmedik. Bir yerde kan görmedik. Anında kapattılar ayıplarını ve o dışarıdan seyreden insanlara o parçalanmış cesetlerini göstermediler. Ülke bilinci budur. Bizde ise bombalı eylemler olduğu zaman yerde et parçaları, parçalamış insanlar, kan içerisindeki insanlar, kan revan olmuş insanlar… yani benim insanım Avrupa yada Amerika’da olan insanlardan daha az değerli değil. Benim ülkem o ülkelerden daha az hassas değil. Bunlar çok akıllıca düşünülmesi gerekilen şeyler. Medyanın rayting kaygısı gözetmeksizin yapması gereken milli vazifesi milli şuuru olmalı. ‘Evet sen bana bombalı eylem yaptın ama bizim acımızı görmeyeceksin’ denilmeli. Gösterdiğin sürece hem halk infiale kapılıyor hem de orada bu eylemi yapan emeline nail olmuş oluyor. Bu hassasiyetin onun için gösterilmesi gerekir. -Sanatçının bu konuda duruşu nasıl olmalı? Şimdi benim söylediğim sözü söyleyebilmeniz için önce sizin bir duruşunuz olmalı. Duruşunuzun bu halkta kabul görmüş olması gerekir. Bunu herhangi bir kişi söylemiş olsaydı şu tepkiyi verirdi halk: ‘Tabi canım senin ne mal olduğun belli zaten, neşelen eğlen sen…’ bunu söyleyen Bedirhan Gökçe olduğu zaman, Bedirhan Gökçe’nin de bunca yıllık söz birikimi ve bir duruşu olduğu için, ‘Ha lan bu adam doğru bir şeyler söylüyor’ deniliyor. Bizim ülkemizde ne söylenildiği kadar kimin söylediği daha önemli. Aynı sözü Deniz Baykal söyleyince farklı algılanır, Tayyip Erdoğan kullanınca farklı algılanır. Orada şahsi duruşumuzun da bir etkisi olmuştur. Buna rağmen sanatçının rahmetli Barış Manço’nun dediği gibi ‘özendirici bir özelliği vardır’. Sanatçı ne yapmalı? Öncelikle halk gibi olduğunu, halk gibi düşündüğünü göstermeli. Televizyon, gazete programlarında, şehit cenazelerinde şurada burada bulunarak hatta bu dönem geçtikten sonra o şehit ailelerinin evlerine giderek, gazileri ziyaret ederek, o kurumları ziyaret ederek ve belki de en önemlisi bugün artık yaşı 35-36-37’ye gelmiş sanatçıların da bir an önce askere giderek artık kendisi legal olarak mevcut mazeretinin dışında şeyler üreterek askerlikten kaçmaya çalışıyorsa ondan kurtulmalı, örnek olmalı. Demeli ki bu yaşanan olaylardan dolayı içimde çok büyük sıkıntı hissediyorum, normalde benim hukuki sürecim olmasına rağmen ben askere gidiyorum. Ben askere gidiyorum. Özellikle de pop müziği yapan starlarımız var askerliğini yapmamış olan. O arkadaşlardan özellikle rica ediyorum. Bu hassasiyet bugün çok önemli. Prim kazandıracaktır bir kere onlara. Milli olarak da yapıp yapabilecekleri en güzel görevdir. Çünkü öyle sanatçılarımızı var ki dünya çapında bizleri tanıtmış ama askerliğini yapmamış. Çünkü PKK’ya sadece devletle, sadece askerle mücadele veremeyiz. Biz bunu her platformda anlatmalıyız. Bunu dünyanın en iyi gazeteleri de yazmalılar. Türkiye bugün askere gitmemiş sanatçılar askerlik için kayıt yaptırıyorlar diye bütün gazeteler yazmalı, dünyaya bunu duyurmalı. - Bedirhan Gökçe’nin farkı nedir? Herkes şiir okuyor ama Bedirhan Gökçe okuyunca dinleyenin yüreğine iniyor. İnanılmaz bir hayran kitleniz var. Yüreğimde hissetmediğim hiçbir şey yok orada. Bu çok önemli. Okuduğum şey benim yüreğimi dağlarsa, yüzde yüz karşımdakini de dağlar. Benim söylediğim şey sadece dilimden dökülüyorsa karşımdakinin de kulaklarından dökülür. Samimiyim ve farkım samimiyetimden kaynaklanıyor. Ben bunu düşünüyorum. Yoksa Türkiye’de benim sesimden çok daha etkileyici sesi olan tiyatrocular var. Tiyatronun belli bölümleri var ki sadece güzel sesli olunması gerekir oyunculun yanında. O tiyatrocuların o zaman hepsinin şiir okuması lazım. Allah’ın verdiği şükür olsun bir ses tonumuz var. O sese o duyguyu bindirmek, o kelimelerin, o satırların, o mısraların üzerinde adeta bir tankın paletleri gibi dinleyenin üzerinden geçmek ancak o sesin ruhu hissetmesiyle ilgilidir. Ben böyle yorumluyorum. Yani okuduğum şiirlerimde evet alıyorum ben. - Hep böyle mi devam edecek? Sadece şiir mi dinleyeceğiz Bedirhan Gökçe'den?.. Benim asıl işim şiir. Bir insan bir işi iyi yapar. Ben bir çok gazetede, dergide yazıyorum, televizyonlarda, radyoda program yapıyorum, sahne alıyorum şiir okuyorum. Ama hepsinin temelinde şiir var. Televizyonda şiir okuyorum, radyoda şiir programı yapıyorum, yazdığım yazılar şiirsel yazılar. Bunun haricinde Show TV’de ve TGRT’de iki dizide oynadım ve dizilerin çok da bana göre olmadığına kanaat getirdim. Çünkü oyunculuk başka bir şey. O ruh yapısını aynı anda doğaçlama vermek başka bir şey. Mesela tiyatroda daha başarılı olabilirdim, inanıyorum. Bundan sonra bir dizi film olacaksa o günkü gibi olmaz. O zaman oynadığımda bugünkü kadar isim değildim. O günkü sorumluluğum bugünkü kadar yüksek değildi. Şimdi oynayacağım dizi filmin toplumun üzerindeki etkisini çok iyi bilmem lazım. Senin orada olmanın getirdiği bir kazanım vardır karşı tarafa. Bedirhan Gökçe oynamışsa, Bedirhan Gökçe’nin sevenlerinin de tepkisini alır. Ha bu Bedirhan Gökçe’nin sevenlerini sevindirebilir de üzebilir de… işte bugüne kadar ki ismimizin getirdiği birikimi de bir dizi filme yada üç-beş kuruşluk projeye yedirmeyiz. Bundan sonra da yapılabilir ama dediğim gibi o projeyi o diziyi çok iyi bilmem, görmem lazım. -Albüm nasıl gidiyor? Ramazanda çıkmıştı ve hemen ardından da malum içimizin yandığı hadiseler meydana geldi. Korsan satış çılgınlığına sığınmak istemiyorum ama albüm 15 binde çıktı. Albümün çıktığı günden sonra ‘Ciğerin yansın’ adlı parça ilk sekiz günde internetten tam 204 bin kez indirilmiş. Bir yanda 204 bin diğer yanda 15 binlik albüm. Bir de albümün tanıtım, promosyon çalışmalarının ramazan ayına ve şehit haberlerine denk gelmesi olumsuz etkiledi. Bugün 8 ayrı televizyonda canlı yayına çıktım ama milletin acısı varken albüm tanıtımı düşünemiyorsunuz. Sadece Kral FM’de albümümün tanıtımını yapıyorum. Ama bu korsan olduğu sürece (sokaktakileri kastetmiyorum, internetteki korsanlıktan bahsediyorum) artık o eski rakamların konuşulması imkansız. Eğer bu albümde 50 bin rakamına ulaşırsam ben başarılı bir iş yapmış sayacağım kendimi. Ama inanın şu an öyle isimler var ki her gün televizyonlarda, basında gördüğünüz isimlerin albümleri 3-5 bin satıyor. Benimki neden bu kadar çok satıyor derseniz; şiir sever kitle daha duyarlı. Mesela Unkapanı’nda şöyle bir laf vardır. “Bedirhan Gökçe’nin korsanı alınmıyor”. Şiir sever gidip korsanı almıyor. Ben dedim ki; yaptığınız iş eğer dini inançlarınız varsa haramdır, yok dini inaçlarınız yoksa da emeğe saygısızlıktır. Ama her iki halde de hırsızlıktır. Dün hırsız sokaktaydı, bugün internetin başına oturmuş liseli-üniversiteli çocuklar. Bizim çocuklarımız. Ve hatta halk da bu konuda o kadar bilinçsiz ki, “Ya abi ben internetten indirdim senin ‘Sol yanım ağrıyor anne’ şiirini, çevirip çevirip dinliyorum” diyor. Bunun bir yanlış, hata olduğunu, bana nasıl bir kazık attığının fakında değil vatandaş. Devletin bu konuya el atması lazım. Avrupa’da, Amerika’da nasıl çözülmüşse burada da çözülmesi lazım. Bellidir ki artık internetin önüne geçilemeyecektir. O zaman aynen Avrupa’daki gibi yapacaksın. Adam diyecek ki, “Ben Bedirhan Gökçe’nin şu, şu, şu şiirleini alıyorum”. Kaç tane: 5. beş lira verecek. İste bir eser alsın ister tümden albümü alsın. Avrupada, ABD’de böyle. Şarkılar 99 sent, 1 dolar, 1 dolar 1 sent gibi rakamlarla internetten indirilebiliyor. Türkiye’de de bunun yapılabilmesi çok büyük zorluk değil ki. İnsanlar da böyle bir kolaylığın olduğunu bilse onlar da harama yeltenmeyecek, o da oradan alacak. Ama buna devletin, Kültür Bakanlığı’nın çok özel özen göstermesi lazım. Yoksa sanat bitecek. Kimse albüm yapamayacak. Firma bana neden albüm yapsın. Bundan beş sene önceye kadar her kasette bir dolar yapımcıya kalırdı. Firma da bu meblağın üzerinden sanatçıya anlaşmasına göre ödeme yapardı. Artık firma sanatçısına kaset yapıyorsa, onun extra sahnesinden para kazanmaya başladı. Yani kasetten para kazanma devri bitmiştir. Eğer sanatçının iyi bir sahnesi, orkestrası varsa yatırım ve kaset yapılıyor. - Magazin dünyasının geldiği son noktayı ve gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok güçlü bir ülkeyiz. Çok güçlü dinamiklerimiz var. Bizi biz yapan değerler var. Eğer bizi biz yapan değerleri biz ayakta tutmazsak yarın bir gün eleştirdiğimiz ABD’nin arka sokaklarında bir farkımız kalmaz. Türkiye’de ne yazık ki gençlik üçlü sacayağının üzerine kurulu. Cinsellik, futbol ve müzik… Şu an gençlik bu üçlü sacayağının üzerinde dönüyor. Düşünme, konuşma, fikir üretme, git müziğini dinle, git futbolunu seyret, git arkadaşlarınla eğlen ama fikir yürütme. Şimdi buraya doğru gelirken bunun idol alacağı, örnek alacağı insanlara bakıyorsun; sanatçılar. Sanatçıların da hayatın bu şekle düşmüş. Magazin programlarımıza baktığınız zaman ya müzik üzerine görürsün ya da futbol üzerine görürsün. Kim kimi seviyor, kim kiminle nerede, kim kimi öpüyor bunu görürsün. Şimdi sen hayatını buna indirgersen 15-17 yaşındaki gence bunun yanlış olduğunu söyleyemezsin, anlatamazsın. Bunu, yani oradakinin yaşadığını kendi hayatına yansıtmaya çalışırsan o da olmaz. Anadolu’da kabul görmez bu. Biz hala Anadolu toplumuyuz. Ne kadar şehirli olursak olalım iki nesil, üş nesil geriye gittiğinizde köye dayanırsınız. Köyden bu kadar sıcak çımışken bu kadar çabuk şehirli olmaya çalışmak insanı sıkıntıya sokar. Türkiye şu an öyle bir hale gelmiş ki gençliği ile; ne çıktığı yerde köylü kalabilmiş ne da şehirli olabilmiş. Arada bir yerde kendine kimlik arayan bir yerde duruyor. Avrupalının kıyafetini giydiğinde sana olmuyor, komik oluyorsun, iki beden büyük geliyor. O zaman bizim bizi biz yapan değerler ölçüsünde eğlenebilmeliyiz, öğrenebilmeliyiz ve bunun üzerinde hareket edebilmeliyiz. Bu arada bağışlasınlar beni ama bu halk da riyakar. Bu halk riyakar olmasa bu kadar eleştirilen programlar bu kadar seyredilmez. Eğer sen, “Duydun mu Hatçe’nin gızı Musta’ya gaçmış”ı sokak arasında konuşuyorsan magazin programı dediğin şey de bunun ekrana yansımasıdır. Biz dedikoduyu sevmeseydik bu programlar bizde rağbet görmezdi. Rayting cihazları var, orada neyin ne olduğu meydana çıkıyor. Açıp tepki verirsin “Kardeşim ben bu programı izlemek istemiyorum”. Reklamcı da ona göre veriyor. Bu tabanın tepkisi. Yukarıdakinin tepkisi de; diyecekler ki “Yarın bunun bir ucu da çocuğuma gelip dayanacak”. Bütün televizyonlar, reklam ajansları bir araya gelecek toplu olarak buna bir tepki verilecek. Biz buna toplu olarak bir karar alırsak toplumu da bu yönde yürütürüz. Öyle sanatçılar var ki normalde kasedini almayacağınız ama basın dayatmasıyla artık size zorla kabul ettirilenler… önce taban kendi bildiğini yapacak, doğru bildiğini yapacak. Biz Müslüman bir Türk toplumuyuz. Bunun şanını şerefini biliriz, utancını bilmeyiz. Ama bunun kompleksini yaşadığımız zaman sıkıntıya düşeriz. Geçmişine top atanın geleceğine gülle atarlar. Bizim ABD gibi bir geçmişimiz yok. İnsan katletmemişiz, insanları öldürmemişiz. Sanatı en iyi biz bilmişiz. Örneğin vals ilk defa çıktığında Abdülhamid çağırmış Hacı Arif Bey’i ve emretmiş git bak bakalım bu neyin nesidir diye. Hacı Arif Bey, “Efendim müsaade bıyurursabuz ben yarın zatıalinize bir örnek getireyim” demiş ve ‘Yine bir gül nihal’ eserini koymuş padişahın önüne. Tamamen valsdir bu. Bu kadar basittir. Bizimkiler bir gecede yazdılar valsi. Müzik kültürü bu. Kullandığımız enstrümanlara bakın bir de Batı’nın kullandığı enstrümanlara… Müzik bir duyguyla beslenir. Bizde duygu çoktur; şehit vermişiz, gazi vermişiz, yıkım görmüşüz, harp görmüşüz, deprem görmüşüz… O kadar çok toprağın altına insan vermişiz ki her birinin bir yası var yukarıda. Bu kadar birikimli olan bir toplum nasıl komplekse girebilir? Dünyada hangi enstrüman vardır ki bağlamanın müzik zenginliğini versin. Mümkün değil. Gitarda bulamazsınız. Bir bağlamayı elinize aldığınızda istediğiniz şeyi çalarsınız; sanat müziği çalarsınız, Batı müziği çalarsınız, halk müziği çalarsınız… bu kadar birikim varken insan niye komplekse girer ben bunu anlayamıyorum. O da öz kültür verilemediğinden. Öz bilinç verilmediği için, tarih adam gibi çocuklarımıza öğretilemediği için. Biz hala kendi tarihimiz, kendi geçmişimizi yobaz, hayattan bir şey anlamaz, gerici, bilmem ne şeklinde ele alırsak… bir araşırsınlar bakalım Fransa parfüm sektöründe neden bu kadar ileriye gitti. Çünkü adamlar pisliğin içinde yüzüyordu. Banyo yapmadıkları için her tarafına pudra sürerlerdi. Ama adamlar bundan ders aldı. Tuvaleti bizden aldı oradan parfüm sektörünü ortaya çıkardı ve en iyisini yaptı. Bizim ise ürettiğimiz bir şey yok, laf üretiyoruz. Çünkü biz hep devlet merkezli çalışmışız. Her şeyi devlete yüklemişiz, biz çekilmişiz. Sağcı sağcı gazeteyi, solcu solcu gazeteyi okuyor. Bir ayrışma var. Karşı karşıya geldiğimizde de hiç konuşmadan birbirimize giriyoruz. Onun için şu andaki magazin bizim bir yansımamız olarak değerlendiriyorum. - Bedirhan Gökçe’nin mayası nereden geliyor? Ben çok kitap okuyan, kitaplarla arası iyi olan birisiyim. Ama bir şeyi okurken onu sınıflandırmadım hiçbir zaman. Necip Fazıl’ı nasıl okuyorsam Ahmet Arif’i de aynı şekilde okudum. Aynı şekilde Nazım Hikmet’ten ne katmışsam kendime Yahya Kemal’den de aynı şekilde kattım. Doğuluyum ve bunun da yansıması oldu bana. Ben insanlara “Hah! Bak ben de aynısını söyleyecektim” dedirtebiliyorum. İnsanlar bende bunu görüyor. Eşine kızan, evinde mutsuz olan, sevdiğinden ayrılanların sesiyim ben. Bir nevi Güzin Abla oldum. Çünkü onların çektiği çilelerin, onların yaşadığı mutlulukların harmanladığı şiirlerle yoğruldum. Yasin Duvan-Haberkuşağı
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|