AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yeni Şafak , Akit ve Milat "Yeni Şafak" ve "Vakit" Gazetesi köşe yazıları / Vakit'ten Hafızalardan Silinmeyen Habercilik Başarıları..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 12-10-2009, 02:05   #1
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart O iyi çocuk kimdi?...(Abdurrahman Dilipak)
İddia çarpıcı: Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın “İyi çocuk” dediği Ali Kaya, Abdullah Öcalan’a da korumalık mı yapmıştı?
Şehid analarına ve Cumartesi annelerine sormak istiyorum, bu haberler sizin için ne anlama geliyor?. ASDER, şehid aileleri dernekleri bu konuda ne yapıyorlar?.
HSYK, Ali Kaya’nın da dahil olduğu davanın savcısı konusunda elini niye çabuk tuttu, neden acımasızdı ve Büyükanıt’ın sözlerine verilen tepki neden birilerini telaşlandırdı şimdi daha iyi anlaşılıyor.. Hükümetin bu konudaki sessizliğine, savcının görevden alınmasına sebeb olan gerçek de bu bilgi miydi yoksa!
Haberin devamı şöyle: “Rozerin ona (Ali Kaya’ya) “Sizi daha önce tanıyorum” deyince, “Hayır tanımıyorsun, nerden tanıyorsun” diye karşı çıktı. Rozerin; “Ben senin köylünüm, birlikte az mı karlı yollarda ortaokula gittik ve senin hep hayalin polis olmaktı” dedi. Ali Kaya; “Yanlışınız var, insanlar çift doğmuş. Beni karıştırıyor olmalısınız” dedi. Rozerin de “Peki öyle olsun” dedi, ama Ali Kaya durumun farkına varmış ve tedirgin olmuştu. Öcalan söz konusu dönemde şöyle bir demeç vermişti: “Benim ne yaptığımı, ne yediğimi, günde kaç kere WC’ye gittiğimi dahi biliyorlar, evimin merdivenlerinin kaç adet basamak olduğunu, hepsini biliyorlar ama amaçlarına ulaşamadılar.” Ali Kaya durumun farkına varmıştı, artık kaçması lazımdı, Rozerin de onu oyalamak ve daha fazla bilgi almak amacıyla, Ali Kaya’ya Öcalan’ın güvercinlerinin olduğu yere doğru gidip konuşmak istediğini, hem de güvercinlere bakabileceklerini söyledi. Ali Kaya “tamam” dedi. Rozerin; Ali Kaya’ya, “Neden kaçtınız, suçunuz neydi, gerçek adınız neydi?” diye sordu. Ali Kaya; “Gerçek adım Yusuf Kara, kod imim ise Rüstem, üzerimdeki kimlik ise sahte ve kaçmak için kullandım. Yusuf Kara olarak aranıyorum ve pasaporttaki ismim de Ömer Gençoğlu” diye yanıtlar. Rozerin; “Yurtdışına çıkmak için bunca masraf yapacağına dağa kaçardın, neden dağa çıkmadın” diye sorar. O da; “Benim dağa çıkma gibi bir niyetim önceden yoktu. Sonra Suriye’de çaresiz kalınca anladım ki, benim yerim PKK’nin yanıdır” der. Rozerin üç saat gibi uzun bir süre onu oyalamaya çalışır, fakat o da durumun farkına varır ve acil olarak en yakın olan köye gitmesinin gerekli olduğunu söyler. Rozerin bütün çabalarına rağmen gitmesine engel olamadı ve Ali Kaya kaçıp gitti. Ali Kaya’yı Öcalan’a öneren Pılıng Kamışlo’da kalıyordu. Kamışlo bölgesi PKK milisleriyle doluydu ve hemen orayı terk etmezse her an PKK’nin eline geçebilirdi. Ali Kaya, Kamışlo’daki özel ajanlara haber uçurdu ve “Acil olarak Pılıng için ne gerekiyorsa yapılsın ve Şam’daki TC büyükelçiliğine getirilsin” talimatı verdi. Pılıng kod adlı ajan da böylece sağlama alınır. Öcalan; bu olayı yıllarca kendisini aklamak için farklı anlattı durdu. Ancak; Ali Kaya’yı deşifre eden Rozerin, bu olaydan sekiz ay sonra, Hizil Çayı’nın kenarında PKK tarafından “ajandır” diye vuruldu! Şu anda mezarı Siyah Kaya Dağ Tabur Komutanlığı’na bağlı bir alandadır ve mezarı da topçu ateş pisti olarak kullanılmaktadır. Rozerin’in mezarı Hizil Çayı’nın Kürdistan bölgesindeki Sınaht Deresi’ne 300 metre kala eski bir Saddam karakolunun bulunduğu yerdedir. Ancak; Saddam’dan kalma karakol kullanılamaz halde ve şimdi de PKK tarafından öldürülen Kürd gençlerinin mezarlarına “bekçilik” ediyor. Karakolun ismi de Saddam Karakolu’dur. O karakol civarında hiçbir neden yokken kim bilir kaç tane Kürd fidanı yatmaktadır! Ve ne acıdır ki, Rozerin’in kız kardeşi hâlâ DTP içinde aktif çalışabiliyor.”
Bu haber geçen gün bizim “Arşiv”de çıktı.. Bilmiyorum savcılar bu iddiaları takip ediyor mu? İçişleri, Adalet Bakanlıkları bu konuları soruşturuyorlar mı? TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonu ne yapıyor?
Ben bir kez daha alıntılamak istedim.. DTP’liler, PKK’lılar bu iddialara ne cevap veriyor merak ediyorum. “Kürt Ergenekonu” iddiaları hep geçiştiriliyor.. Kesire olayı, kayınpederi, üniversite yıllarında başlayan istihbarat görevi. Gerçekten Şam’da, Apo’nun kaldığı apartmanda bir zamanlar üstte askeri ataşemiz, altta istihbarat görevlisi mi oturuyordu?
Genelkurmay başkanının ‘iyi çocuk’u, Apo’nun koruması mıydı? Çevik Bir, Mesut Yılmaz filan hep bu oyunu biliyorlar mıydı? Uğur Mumcu bunun için mi öldürüldü, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Cem Ersever bu sırra mı kurban edildi?.
O zaman “bebek katili” söylemleri neyin nesi idi? Kim kimdir? Kimin eli, kimin cebinde?
Birileri Türklerle ve Kürtlerle dalga geçiyor. Bu konuda hükümetin söyleyeceği bir şey yok mu? Büyükanıt susmaya devam edecek mi? Eğer her şey bir kurgu idiyse, bunca zaman, bunca insan ne adına kurban verildi?
Yukarıdaki iddialar Azat Ararat isimli birine ait. Nasname, “Azat Ararat mahlası ile bundan böyle bildiklerini kamuoyu ile paylaşmak isteyen kişi, uzun süre PKK içerisinde çalışmış, Öcalan’a çok yakın olmuş, PKK’deki kirli ilişki ve faili PKK olan cinayetlere de tanıklık etmiştir. Özel nedenlerden dolayı gerçek ismi ile yazması uygun görülmemiştir.” diye bir not düşmüş haberine.. Anlaşılan, bu iddiaların arkası gelecek.. Bizim dışımızda, derinlerde gizli bir hesaplaşma yaşanıyor..
Açılımdan önce bu derin gerçeği çözmemiz gerekiyor. O zaman belki de gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.. Birtakım siyasilerin, liderlerin kodlarını da öğreneceğiz. “Türkiye neden böyle” sorusunun cevabını bulacağız.
Gerçek şu ki, birileri bu ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretiyor.. Bunlar media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK içine gizlenmiş bir çete.. Aralarında şeyh de var, fahişe de.. Her şeyi istismar ediyorlar.. Herkesi, her şeyi kullanıyorlar..
Şimdi Büyükanıt’ın, bu iddialar karşısında yeniden sorgulanması gerekiyor.. Sadece onun değil, artık çoğunun isimlerini bildiğimiz daha birçok kişinin.. Hükümetin de, MİT, Emniyet, MGK, TSK yetkililerini çağırıp, alacağı bilgileri, toplumla paylaşması gerekiyor.. Bu derin gerçek ortaya çıkmadıkça hiçbir açılım hedefine varmayacaktır..
Apo bazı gerçekleri söylemek konusunda neden isteksiz?. Yoksa o da mı bazı şeylerden korkuyor?. Bir korku cumhuriyetinde mi yaşıyoruz? Korku tüneline mi girdik yoksa?.
Sorular cevabını arıyor. Söylenti ve kuşku, en vahim gerçekten daha tehlikelidir. Selam ve dua ile..



 

Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 12-10-2009, 02:07   #2
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart Bingöl’den Tokat’a... Hep aynı provokasyon!....(Hasan Karakaya)
Ya ben çok geri zekalıyım, ya da birileri çok uyanık... Allah’a şükürler olsun ki, zekam yerinde... Gözlerimde de “at gözlüğü” değil, “uzağı gösteren gözlük” var... Dahası; sadece “uzağı” değil, “her tarafı” görebiliyorum... Çünkü ben, her şeye “tek pencere”den değil, “360 derecelik açıyla” bakıyorum... Bakıyor ve görüyorum ki; bu işlerde bir “bit yeniği” var... Bu işlerin altında bir “çapanoğlu” var!.. Bu işlerin altında “uyuşturucu rantını kaybetme” endişesi var... Bu işlerin altında “gözyaşı ve kan”dan elde edilen “siyasi rant” var!.. Bu işlerin altında “zaman ayarlı plânlar” ve “organize işler” var!.. Bu işler “bir tek kişi”nin işi değil, bu işlerin arkasında “örgüt”ler var, “mahfil”ler var, “odak”lar var... Bu işler, bir kişinin çekip-çevirebileceği bir “bakkal dükkanı” değil, bu işler “holding” işleri!.. Bu işler, “sektör” işleri!.. Kim ne derse desin; “terör” bir “sektör” olmuştur Türkiye’de!.. “Gerilim”den, “çatışma”dan, “Mehmetçiğin kanı ve anaların gözyaşı”ndan beslenen bir sektör!..
1993’TEN 2009’A... HEP AYNI SENARYO
Bugünkü Vakit’te bir haber okuyacaksınız... Haberde; Prof. Mahir Kaynak, Bingöl eski Belediye Başkanı Selahattin Aydar ve ASDER Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Altan Tan’ın görüşleri var...
Hemen hepsinin görüşü aynı:
“Senaryo, aynı senaryo!.. Tokat’ın Reşadiye ilçesindeki hain pusu, 1993 yılında Bingöl-Elazığ karayolunda 33 askerimizin kurşuna dizilmesi olayını akıllara getiriyor!”
Peki, 1993’te ne olmuştu?..
“Ne olduğuna” geçmeden önce, “o hain pusunun zamanlaması”na bir bakalım...
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1993 yılında “Kürt sorununun çözümü”ne ilişkin bir “barış havası” oluşturmuştu. PKK’nın da uzun süredir ilan ettiği “ateşkes” devam ediyorken; 33 erin Bingöl’de şehit edilmesi barış havasına darbe vurmuştu.
Ve bugün...
Hükümetin “demokratik açılımı” gündemdeyken ve uzun bir süredir büyük çaplı kanlı bir eylem yaşanmıyorken Reşadiye’de 7 askerimize yönelik hain pusu gerçekleştirildi.
Söyleyin hele;
Oyun, “aynı oyun” değil mi?..
16 yıl önce Özal’ın tesis etmeye çalıştığı “barış havası”nı sabote edenler, bugün de “demokratik açılım süreci”ne “pusu” kurmakla meşgul!..
Bir de hiç utanmadan, zerrece sıkılmadan, büyük bir “arsızlık”la diyorlar ki;
“Başbakan açılımı başlattı, ortalığı birbirine kattı!.. Açılım artık gaflet ve dalalet olmaktan çıkmış, bir hıyanete dönüşmek üzeredir!”
Gerçi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, muhalefetin yaptığı “ihanet” suçlamalarına cevap verip; “Asıl ihanet, açılım sürecine karşı çıkmaktır” dedi ama, yine de sormak lazım bu “terör tacirleri”ne;
“Terör denilen bu belâ, açılım süreciyle birlikte mi başladı?.. Bu ülke 30 bin kınalı kuzusunu bugün mü kaybetti?.. Açılım süreci başlamasaydı, terör duracak mıydı?..”
Ya da şöyle soralım:
“Terör denilen bu belâ, açılım sürecinden sonra başladı ise, düğmeye basıp terörü başlatanlar açılıma karşı olan güçler ve odaklar değil midir?..
Onlar, açılıma niye karşı?.. Terörün siyasi ve parasal rantı kesileceği için mi?”
Kaldı ki, bu “açılım”ın tek amacı vardır:
“Daha fazla insan ölmesin!.. Kan dursun!.. Anaların gözyaşı akmasın!”
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR İÇİN TASARI
Ne ilginç değil mi;
“7 askerimizin şehit olduğu” haberi geldiği gün, Meclis’te hangi konu görüşülüyordu biliyor musunuz?..
O gün, “taş atan çocuklar”la ilgili yeni düzenlemeler görüşülecekti Meclis’te!..
Hazırlanan “tasarı”da özetle deniliyordu ki;
“Polise taş atan çocukların yargılanmalarının çocuk ağır ceza mahkemelerine kaydırılması, terör suçlarında cezaları artıran hükümlerin 18 yaş altındakilere uygulanmaması ve bu çerçevede yargılamaları süren çocuklar için istenen cezaların yarı oranında düşmesi sağlanacaktır!”
Gördüğünüz gibi; amaç, “PKK tarafından kullanılan çocuklar”ın ağır bir bedel ödemesinin önüne geçmekti!..
Ama, o toplantı yapılamadı!..
Görüşmeler iptal edildi!..
Çünkü o gün, “PKK’lıların bir İETT otobüsüne molotoflu saldırısı” sonucu vücudunun büyük kısmı yanan 17 yaşındaki Serap Eser adlı genç kız, “yaşama mücadelesinin 28. günü”nde ölmüş, Tokat Reşadiye’den de “acı haber” gelmişti: “Pusuya düşürülen 7 askerimiz şehit oldu!”
“Zamanlama”ya lütfen dikkat!..
Ve hemen ardından, “açılım ölmüştür” şeklinde verilen demeçlere dikkat!..
BİNGÖL’DEKİ KATLİAM HÂLÂ KARANLIK!
İşte, “16 yıl önce” de böyle olmuştu... Rahmetli Turgut Özal tarafından başlatılan “açılım” süreci, “33 erin şehit olduğu” haberiyle sabote olmuştu...
Peki, “kim”di o hainler?..
Malûm;
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 1993’te Bingöl’de şehit edilen 33 erle ilgili olayın karanlıkta kaldığını belirtip Ergenekon şüphesini dile getirince dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen’den tepki gelmişti. Necati Özgen, Milliyet’in manşetinden “33 eri bana sorsunlar” sözleriyle Hüseyin Çelik’e çıkışmıştı...
Oysa, Hüseyin Çelik’in gündeme getirdiği bu soru, vücuduna 7 kurşun isabet eden ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Gazi Erdal Özdemir tarafından 16 yıl önce sorulmuştu... Hem de, bizzat Necati Özgen’e ve şu sözlerle;
“Değerli komutanım, 33 askerimizin şehit edildiği dönemde siz de Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı’ydınız. Askerlerimizin niçin silahsız, korumasız olarak dağıtımları yapıldı?”
Evet, o askerler niye “silahsız” ve “korumasız” olarak yola çıkarılmıştı?.. Radikal’den Murat Yetkin’in, 1 Şubat’ta yazdığı “33 er olayının Ergenekon’la ilgisi” başlıklı yazıda gündeme getirdiği gibi; erleri taşıyan otobüs, “tam da korumasız kaldığı bir an”da nasıl saldırıya uğramıştı?.. Yoksa, “birileri”(!) orada “boşluk” olduğunu biliyorlar mıydı?.. Bu olayla ilgili “brifing” veren “subay”, Murat Yetkin’in sorusunu niye duymazdan gelmiş, ısrar etmesi üzerine niye “soru yok” demişti?..
Dahasını da aktaralım:
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, Ergenekon’la bağının araştırılacağını söylemesi üzerine emekli paşa Necati Özgen’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklamaya değinen Emre Uslu, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazıda, paşayı yalanlamış ve “Bölgede PKK’nın yol kesme haberi Bingöl’e ulaşınca, Özgen paşanın iddiasının aksine hemen kuşatma diye bir hareketlilik olmamış” diye yazmıştı... Özgen Paşa’nın söylediğinin aksine, teröristlerin kaçırdığı 24 rehinenin asker tarafından değil, Özel Harekat polisleri tarafından kurtarıldığını belirten Uslu, dönemin Bingöl Emniyet Müdürü’nün Ankara’ya “Rehineler polis tarafından kurtarıldı” şeklinde bilgi notu geçtiğini, bunu haber alan tugay komutanının “Niye güvenlik güçleri demedin” diye emniyet müdürüne çıkıştığını yazmıştı...
Dahanın da dahası, olayın perde arkası “köylüler” tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanmıştı.
Köylüler; Özgen Paşa’nın; “21-24 Mayıs tarihlerinde büyük bir operasyon yaptık!.. Biz, teröristleri hemen kuşattık... Şiddetli çatışmalar yaşandı” iddiasının aksine, diyorlardı ki;
“Asker ve sivilleri götüren teröristlerin ardından o gece sabaha kadar hiç asker ve helikopter gelmedi. Sabahın erken saatlerinden itibaren bölgede helikopterler ve askerleri görmeye başladık. Çevrimpınar köyü, sadece teröristlerin o gece kullandığı bir geçiş güzergahıdır.”
Uzatmanın alemi yok... Murat Yetkin’in 1 Şubat’ta sorduğu soruyu tekrar edelim: “33 Er olayının Ergenekon’la ilgisi” var mıdır, yok mudur?..
Aynı soru, bugün de geçerli;
“Tokat Reşadiye’de şehit olan 7 er olayının Ergenekon’la ilgisi var mıdır, yok mudur?..”
“Yok” diyenler parmak kaldırsın!..
Kaldırsın ki;
“Provokatör”leri tanıyalım!..
Tabii, “hain”leri de!..


Truva Atları!
Başbakan Tayyip Erdoğan, Washington’daki bir toplantıda demiş ki;
“Basın, tarihinin en özgür dönemlerinden birini yaşamaktadır. Ancak, bünyesinde bazı gazete ve televizyonların da mevcut olduğu bir holdingin, vergiden dolayı aldığı cezanın çarpıtılarak basın özgürlüğüne darbe gibi yansıtılmaya çalışılması düşündürücüdür. Kesilen vergi cezası, tamamen kanunlarımız çerçevesinde kesilmiştir. Kesen, devletin Maliye Bakanlığı’dır... Vergi cezasının basını kontrol altına alma çabasıyla uzaktan yakından asla ve asla ilgisi yoktur, olamaz.”
Gerçek de budur...
Ama, bu gerçekleri çarpıtmak amacıyla ABD ve Avrupa’da “lobi”ler kuran kartel patronu, kendisine “tetikçi gazeteciler” bulup, “basın özgürlüğüne darbe” soruları sordurmaya devam etmektedir!..
İşin tuhaf tarafı, bu “lobi”ye; “papyon kravatlı bir monşer”in de dahil olmasıdır!.. Öğrendik ki; Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy da, “kartel lehine lobi” yapanlar arasındaymış!..
“Görevden alınmak”tansa, “merkeze alınmayı” tercih etmiş!..
Dışişleri de kabul etmiş!..
Doğrusu, bana ilginç geldi...
Bu “Truva Atları” ile Hükümet’in işi gerçekten zor!..



Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi