AK Gençliğin Buluşma Noktası
Makale & Deneme Makale ve deneme içerikleri.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-17-2009, 18:48   #1
Kullanıcı Adı
MiRa
Arrow BİR LEYLA MASALI
BİR LEYLA MASALI


“Aşktan bahsediyorum; çok fazla acının izi bulunan yüreğime esen rüzgardan söz ediyorum. Bir yaşanmışlıktan sonra gelip içime konan şeyden… Yakınında olmak, seninle ilgili olmak, gözlerinin dolaştığı yerlerde bulunmak, seni duymak, seni hissetmek istiyordum oysa… Kökünden ayrılmış dallar gibi, dallarından kopmuş yapraklar gibi uçuşup duruyordum. Naif duygular sarmıştı beni. Onun için o kadar çocuktum; onun için o kadar saf’tım; onun için sıra dışı bir örnektim!”


Leyla’ydı; sevdasının adı… Buğulu gözlerinin baktığı her noktada görmek istediği bir Mecnun’u vardı. Yüreği kavuşamadığı sevdasının hasretinden çatlamış, kurumuş bir çöle dönmüştü. Bir yudum sevgi bir damla su olup gönlünün sevda toprağına ekilen aşk tohumlarını yeşertmeye yetecekti.

Mecnun’du; adı, sevdası Leyla olanın gönlünde… Gözleri bakmaya kıyamıyor, yüreği sevmeye doyamıyordu. Elini uzatsa tutabileceği kadar yakınındaki Leyla’sından, bakışlarının incitebileceği endişesi ile gözlerini kaçırıyordu.

Denizin kıyısında oturmuş enginlere dalan genç kadın için kıyıya vuran dalgalar Mecnun olup ona gelen ve sonra yeniden uzaklaşan sevdası oluyordu. Sevdasının silüeti suyun aksinde bir görünüp bir kayboluyordu.
- “Yanıma gel!” dedi, sevdası Leyla olan genç kadın…

- Uzat ellerini ellerime dokunsun. Bakışların bakışlarımda buluşsun. Kendimden geçerek, kendimi sana katarak sevdim seni ben… Gel ben ol ki; sende kaybettiğim beni bulayım. Yalnızım, üşüyorum. Sevdan örtü olup sarsa bedenimi, korkuyorum, var olmasını çok istediğim, inatla yok olanım… Sensiz her şey anlamsız, her yanım boş, yüreğim yarım… İzin versen, sevdam yüreğinin göğünde özgürce kanat çırpsa… Aradığı karşılığını bulsa… Elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın ve bir o kadar uzak olanım… Gözlerinin ışığından yansıyacak sevgi için, güzel bir söz, tatlı bir gülümseyiş için, benim olduğuna inandıklarımın tamamından vazgeçerim ben…

Suyun aksine yansıyan silüet dalgaların şiddetini arttırmasıyla iyice bulanıklaşıp gözden kayboluyorken genç kadının gözlerinden birkaç damla yaş sessizce, suçlu bir çocuk gibi çekinerek yanaklarından süzülüyordu. Bir çift yeşil gözün uzaklardan kendisini izlediğinden habersiz iç dünyasında yaşadığı fırtınalarla boğuşuyordu.

Sevdasının adı Leyla olan genç kadının oturup sessiz gözyaşları ile denizi izlediği kıyının, birkaç metre uzağındaki bir kayanın ardında duran Mecnun; içinde kopan fırtınaları bastırarak Leyla’sını uzaktan izlemeye devam ediyordu. İzlediğini belli etse sevgisi incinirmiş gibi, yara alırmış gibi, korkarak gizlice takip ettiği, uzaktan izlemekle mutlu olduğu sevdasının yürüdüğü sokakları adımlamaya kendisini adamış gibiydi.

- Koşup karşına geçmek isterdim. Sevgimin büyüklüğünü yüzüne haykırmak, ellerimi ellerine uzatmak, seni alıp götürmek isterdim. Yerinde tutmakta zorlandığım bu kalp sana koşmak için atıyorken, ağırlığı altında ezildiğim bu sevda ile seni incitmekten korktuğumu nasıl anlatırım sana? Şu bakışlarım gözlerine değdiği anda gözlerinde bir damla hüzün görürse gözlerim, gördüğü son görüntü olur. Ellerim ellerine değdiğinde incinirse ellerin, ellerim bu bedene fazla gelir. Tüm sıcaklığımı versem de ısıtamazsam üşüyen bedenini buz keser tenim… Hak ettiğin tüm ilgiyi veremezsem sana, içindeki yalnızlığı söküp atamazsam, beklentilerini gerçekleştiremezsem eğer, atmayı bırakır bu kalbim… Senle dopdolu olan bu kalbimin incinmesinden dahi korkuyorum. Kırılsa bu kalbim, içini dolduran sende kırılacakmışsın gibi… Kendimden geçerek sevdiğim; ben sen oldum, senle yaşıyor ve senle nefes alıyorum. İncitmekten, kırmaktan korktuğum, korkularım önümde engel sana adım atamıyorum.

Suyun aksindeki sevdasını yitiren genç kadın gözlerindeki yaşı elinin tersi ile silip yerinden doğruldu. Adımları yorgun ve titrekti. Henüz birkaç adım atmıştı ki, karşısında duran kayanın ardındaki Mecnun’u gördü. Hayal sandı önce, zira baktığı her noktada onu görmeye alışmıştı gözleri… Elleri ile gözlerini buğulandıran yaşları bir kez daha silip hayal sandığı görüntünün üzerinde yoğunlaştırdı bakışlarını… Hayal değildi gördüğü… Bakışlarını bakışlarından kaçıran, ilgisiz, sevgisiz ve soğuk bir görünüm sunan Mecnun’un ta kendisiydi karşısındaki… Kalbi bir kez daha kırılıyordu. Birkaç adım daha yaklaştı Mecnun’una… Bakışları bakışlarına değsin diye çırpınıyordu. Mecnun’un gözlerinde sevda pırıltıları görmek en büyük tutkusuydu. Titrek adımları durmuş, olduğu yerde donmuş bir halde yaralı bir ümidin ümitçisiydi. Yüreği engel olamadığı isyanlardaydı.

- Neden bakışlarını ısrarla kaçırıyorsun? Yüzüne bakılamayacak kadar çirkin miyim? Bir yudum sevgiyi hak etmeyecek biri miyim? Sevmiyorsan, yüreğine sahip başka bir sevda taşıyorsan içinde, açıkça söyle, şu yaralı kalbim duracaksa acıtmadan dursun. Bir seferde atmayı bıraksın. Her gün yavaş yavaş ölmeye dayanamadığımı göremiyorsun? Derken yüreği; gözyaşları hislerine tercüman olup akıyordu.

Mecnun bakamadığı gözlerdeki ıstırap dolu yaşlardan habersizdi. Ancak Leyla’sının yüreğindeki isyanı duyuyormuş gibi derin bir acı hissetti. Bakışlarını kaldırıp gözlerinin içine bakmayı ve sevdasının büyüklüğünü anlatmayı ne çok istiyordu. Bu sevdanın karşılığı olup olmadığından habersiz olması tüm cesaretini elinden alıyordu.

- Canımın canı, yüreğimin hiç sönmeyen yangını, bakışlarım belki kızdırır, belki incitir, sevdam yaralar diye korkum. Dokunuversem yaprakları dört bir yana savrulacak gibi duran gül goncası sevdam… Kıyamam sana ben… Bütün sevgileri hak ettiğine inandığım, diğer tüm güzellikleri kıskandıran güzelliğe sahip Leylam… Bir bilsen ne çok sevdiğimi, bu yaralı kalbimin hak etmediğini düşündüğü senin için neleri feda edebileceğini bir anlatabilsem, seni yaralamaktansa, narin kalbini kırmaktansa uzaktan sevmenin öldüren acısına teslim olduğumu gösterebilsem sana… İçimi dolduran yaralar senide yaralar diye suskunluğum diyebilsem…

Beklediğini alamamanın kırgınlığı ile titrek adımlarını sıklaştırdı genç kadın… Gözyaşları sessiz akmayı bırakmıştı artık. Kırılan kalbinin acısını dillendirircesine akıyorlardı.

Adı Mecnun olan genç adam hiç bakamadığı gözlerin, açıklayamadığı sevdası yüzünden akıttığı gözyaşlarından habersizdi. Yaralamaktan korktuğu kalbi, öldürücü bir azaba mahkum ettiğini göremiyordu. Kendinden geçerek, kendisini sevdasına katarak seven bir kendisidir sanıyordu. Bakamadığı gözlerdeki sevgiyi nereden bilecekti ki? Sevdası gönlüne ilk düştüğü günden bu yana peşinden ayrılmayan gölgesi olmak, soluduğu havayı solumak, yürüdüğü yolları adımlamak tek tutkusu olmuştu. Uzaktan sevmek acıtsa da yakınlaşmaya korktuğuydu.


Bir türlü yüzüne bakamadığı Leyla’sının ardından, hızla uzaklaşışını seyretti. Gözden kayboluncaya kadar hareketsiz bir şekilde izledi. Belli etmekten sakındığı bakışları ile uzaktan korur gibiydi.
Bu şekilde ayları değil yılları geride bırakmışlardı. Adı Mecnun olan genç adam uzaktan sevmiş, sevdası Leyla olan genç kadın bu sevgiden habersiz her geçen gün erimişti.


Yaralı sevda; sevdası Leyla olan genç kadın Mecnun’u değil Mecnun sandığını sevdiğini düşünmeye başlamıştı. Bu düşünce acıtsa da yanılgıyı yenilgiden iyi görüyordu. Mecnun’un gerçek, ona sevdasının ise karşılıksız olduğunu düşünmektense; Mecnun’un bir hayal ve ona sevdasının yalnızca düş olduğunu düşünmesi daha az acıtırdı.

Bir gün bir adam çıkıp karşısına:

- “ Gönlündeki sevdanın sahibi Mecnun benim” dedi.
- “ Uzaklarda arama! O içini yakıp yıkan aşk karşında” dedi.

Sözler, yeminler ve vaatler… Kişi daima inanmak istediğine inanırdı. Genç kadın bir yalana inanmak için kendisini zorladı. Yalan olan bir Mecnun’un yalan sevdasını gerçek sayıp peşinden sürüklenmeyi seçti. Tercihi kalbini derinden yaralıyordu. Serinliğinde kaybolamadığı o yemyeşil gözleri geride bırakıp bilinmeyen bir yola sürükleniyordu.

Mecnun Leyla’sından daha derin yara almıştı. Demek içini bunca acıtan aşk, bakmaya, dokunmaya ve hatta sevmeye kıyamadığı, ellerin yari olacaktı. Canından çok seven bu yaralı kalbi buna nasıl dayanacaktı? Uzaktan sevmekle yetindiğini uzaktan bile görememeye nasıl tahammül edecekti? Acı içinde kıvranıyordu. Leyla’sına koşmak “ yapma!” demek istiyordu.

- Seni gerçekten seven benim… Uğruna canını verebilecek olan benim… Dilime suskunluk vurduysa sevdamın büyüklüğünden, yüreğim haykıramadıysa aşkımı seni incitebileceğimden… Seni sensiz sevdim ben; çünkü sen hep bendeydin… İçimde kalbimin her bir köşesinde… Şimdi kalbin başka kalplerin olursa buna nasıl dayanırım? Diyebilseydi…

Bir gece sessizce Leyla’sının ana caddeye bakan odasının penceresine yanaştı. Açık duran pencerenin kenarına ince dallı, kadife dokulu, kırmızı bir gonca gül bıraktı. Tek bir gül onun yapamadığını yapsın, dile gelip sevdasını anlatsın istiyordu. Bu gülle;

- Sen benim için bu narin gül gibisin, dokunsam incinir, koklasam gül kokunu yitirirsin korkusundandı suskunluğum. Sevdam Mecnun’un Leyla’sına sevdasından da büyük. Bilsem ki sonu beni sana kavuşturacak, ömrümün geri kalanını çöllerde geçiririm. Bilsem ki bir içten “ seni seviyorum” demeni sağlayacak, Ferhat gibi dağları delip gitmeyi seçtiğin yollarda beklerim, bu kalp senle dolu, senin için atıyor, sen başka sevdaları gönlüne aldığın gün bil ki bu kalp duracak… desin istiyordu.

Genç kadın penceresinin kenarına bırakılan gülün dillendirdiklerini duyamadı ama uzaklaşan Mecnun’u gördü. Gülün getireni onun gözünde bir düş’tü. Ömür boyu saklayacağı gül elinde, gözden kaybolan hayalin seyrindeydi.

Genç kadının “Senin Mecnunun benim” diyenin peşinden gittiği gün, düş sanılan Mecnun için hayat durmuştu sanki… Ardından acı dolu gözlerle baktığı Leyla’sı için kalbi en güzel duaları hediye ediyordu. Bir damla yaş, durur sandığı kalbinin durmasının önüne geçmişti. Leyla’sının yanaklarından süzüldüğünü gördüğü bir damla yaş başka bir sevdaya teslim olmadığını düşündüren bu yaş, kalbini durmaktan korumuştu. Ardından mutlu olmasını diliyordu. “ hiç incinmesin, o hassas kalbi hiç kırılmasın, gül yüzünde daima güller açsın” diyordu. Leyla’sının mutluluğu içinde yanan yangına su serpecekti. Sevda zaten bu değil miydi? Kendinden geçip mutluluğu sevdiğinin mutluluğuna bağlamak değil miydi? Kendine teselli veriyordu:

- En değerlim! En sevdiğim! Sen mutlu ol! Bu tek dileğim. Yanımda olmasan da olur, benim olmasan da olur. Her nerede olursan ol, mutlu ol! Bu bana yeter. Acın beni öldürür, mutluluğun ise güldürür” diyordu; bir yalanın ardından giden Leyla’sına sessiz gözyaşları ile veda ederken…

Sevdasının adı Leyla olan genç kadın; “ ben senin Mecnun’unum” diyen yalana inanmasının pişmanlığı ile çok erken tanıştı. Kendisini her geçen gün çepeçevre saran bu pişmanlık yüzünden günden güne soluyordu. Peşine takıldığı yalan, içinde kanatlanan tüm sevda kelebeklerinin kanatlarını tek tek kopartıyordu. Kolu kanadı kırık yaralı kelebek, acı içinde kıvranırken düş olduğuna inandığı Mecnun aklına düşüyordu. Yaşadığı her acı olayın ve her yıkıcı günün ardından, bir zamanlar uğrunda canını vermekten çekinmeyeceği Mecnun’a sevdası öfkeye dönüşüyordu.

- Bir düş’te olsan sebebi sensin bu yıkımın… Bu kahroluşun… Acı dolu geçen bu günlerin tek sebebi sensin! Diyordu.

, Kalbi kırıldıkça aşka inancını da kaybediyordu. Güvenebileceği bir dağ, sığınabileceği bir limandan yoksun, gözyaşını kendisine yoldaş etmiş, sevgisizliğe mahkum günleri tüketiyordu. Tükenen yalnız günler değildi. Yaşama sevinci, insanlara, sevgiye inancı ve sabrı da günlere eşlik ediyordu. Mutluluğun anlamını da unutmaya başlamıştı.

Bir teselli arıyordu. Kendisini yalnız bırakmayacak bir gücün, bunca anlamsızlığın ortasında sığınabileceği, tutunabileceği anlamın peşine düştü. Her şeyin bittiği ve artık tamamen tükendiğini hissettiği bir anda tek ve gerçek sevgiye yöneldi. Huzurunda, mutluluğunda, ilahi aşkta olduğunu anlayıp yaratıcının koruyuculuğuna sığındı. Gün geçtikçe daha iyi anladığı; aşkını karşılıksız bırakmayacak, kendisini yarı yolda terk etmeyecek, tek ve gerçek aşkın, içine doldurduğu huzur tükenmişliğini gideriyordu. İçinde dünyevi aşklara dair ne kaldıysa söküp attı. Damarlarında yalnız ilahi aşk dolaşsın, kalbi aşk ile “ Allah!” diyerek atsın istiyordu.

Peşinden gittiği yalanın yalan olduğunu acı çekerek öğrendiği ve bu yalandan kurtulması gerektiğine karar verip, tüm yaşanmışlıkları geride bıraktığı gün; bir yangının küllerinden yeniden doğrulmaya çalışan biri kadar yaralı, ürkek, çaresiz ve yorgundu. Kaybettikleri ve yaşadığı acılar gözlerine hüzün olup oturmuştu.

Ve Mecnun… Leyla’sını mutlu hayal edip ardından bu hayale inanan, bu inançla nefes alan Mecnun… “ Benim veremediğim mutluluğu eşi veriyordur” diyerek kendisini teselli eden Mecnun… Bir aldatmacayla yıllar boyu içini yakan yangının onu küle çevirmesinin önüne geçen Mecnun…

Yıllar sonra biricik sevdasını, sevmeye kıyamadığını, karşısında görünce yıkımların en büyüğünü yaşadı. Su yeşili gözleri ilk kez Leyla’sının gözleri ile buluşmuştu. O bakmaktan kaçındığı gözlerdeki acı dolu hüzün bir kurşun olmuş, kalbini delip geçiyordu. O an zaman, mekan ve can dondu. Su yeşili gözler acı dolu hüzün kokan bakışlara kilitlenmiş gibiydi. Yeşil gözlere yaş dolmuştu. Dudaklar yüreğin haykırdıklarını seslendirmek istedi.

- Aşk! İçimde her geçen gün hızla büyüyüp beni sıkıca saran aşk! Bakmaya kıyamadığım, sevmeye doyamadığım, gözlerindeki acı içimi yakıp yıktı. Mutlu olduğun hayaliydi beni ayakta tutan, nefes aldıran… Şimdi bu kalp nasıl atsın? Çekip almak istesem verir misin tüm acılarını? Gül yüzüne gül kokulu tebessümler serer misin? Suskunluğum ise acılarının nedeni şimdi konuşsam affeder misin beni? İzin ver hüznünü alayım senden, acılarını acım kılayım, gül yüzünde güller açtırmak için yaşayayım… Bu can aşkının tutsağı, sevdanın bir çare mahkumu… İzin ver esaretim bakışlarında son bulsun… Gözlerindeki hüzün öfke kokuyor, sevdan nefretin esiri olmuş gibi… İşte bak ellerimi uzattım ellerine… Yüreğimin sevda bahçelerinde benimle dolaş ister yüreğim… Gözlerim gözlerinde kaybolsun, sevdam sevdanla buluşsun… İzin ver canım canına can olsun…

Su yeşili gözlere derin bir acı oturmuştu. Kan rengi bir damla yaş yanaklardan süzülürken bakışlarda yalnızca aşk vardı. Aşkının acısını söküp almak isteyen bir aşk… Sevdası Leyla olan genç kadının görmek için yıllar boyunca çırpındığı aşk… Nihayetinde “ gerçek değil düş bu!” diyerek bir yalanın peşinden sürüklenmesine neden olan aşk…

Genç kadın için kırgınlık, artık inanmayı bıraktığı aşkın önüne geçiyordu. Genç adamın gözlerinden gözlerini çekmeden, dile vurmaya hazırlanan ilk kelimenin önüne geçti.

- Sus! Yıllar önce sustuğun gibi sus!…

Çantasını açtı. Yanından hiç ayırmadığı bir defterin arasından kurumuş bir gülün olduğu sayfayı araladı. Yıllar önce penceresinin kenarına, kalbin anlatamadığı aşkı, dilinin söylemek isteyip söyleyemediklerini anlatsın diye bırakılan gül… Mecnun’un aşkını dillendirmekle vazifeli gül; şimdi genç kadın için konuşacaktı. Sevdasının adı Leyla olan genç kadın gülü eline aldı. İnce uzun sapını küçük parçalara ayırdı. Yapraklarını tek tek koparttı. Kadife dokulu kuru gülü avucunda ufaladı. Sonra iki avucunu da dolduran parçaları, yaş dolu gözlerini gözlerinden ayırmayan Mecnun’un avuçlarına bıraktı. Gülün işi zordu. Genç kadın bu gül parçaları ile:

- Sen bende buna sebep oldun! Demek istiyordu.

- Her zerreme dolan aşkı avuçlarına bıraktığım bu gül parçalarına döndürdün. Sevdamın adına yıllarca Leyla dedim. Leyla’nın Mecnun’u sevdiği gibi seni sevdim. Kaçırdığın gözlerinin tutsağı, karşılığını esirgediğin sevdamın esiriydim. Tutsağı olduğum sevdan ıstırap dolu bir sürgünün mahkumu kıldı beni… Aşk acı, sevda suçmuş, senle bunu öğrendim. Bin kanatlı sevda kelebeklerim vardı. Suskunluğun her gün bir kanadımı aldı. Artık kanatları kırık, kalbi kırgın, yaralı bir kelebeğim… Kalbimi sana vermiş, kendimi sende kaybetmiştim. Kaybolduğum yer karanlıklarmış, ışığa giden yolu ben acıyla öğrendim. Aşkımdan geriye avuçlarındaki kaldı. Şimdi bakışların değse de bakışlarıma, gözlerin aşkını dillendirse de anlamı yok!... Avucundaki bu parçalar bir araya gelip penceremin kenarına bıraktığın günkü halini alırsa bir gün bu gül; o vakit bu kalp yeniden aşka inanmaya başlar belki... Işığa giden yolda birlikte yürümek için çok geç kaldığının farkında değil misin? Suskunluğun sabırla büyüttüğüm, göz yaşlarımla suladığım sevdamın katilidir. “Artık susmayacağım!” desende anlamı yok! Bundan sonra senin suskunluğun benim suskunluğumdur artık… Gidiyorum… Yıllar önce birlikte yürümeyi çok istediğim yolları yalnız yürümeye….


Sen ve sevdan hiç gerçek olmayan bir düşsünüz… Gerçek hayata yakışmayan bir düş… Tek gerçek avuçlarındakidir artık… Ve yalnızlığın…



Adı Mecnun olan genç adam bir avucundaki gül parçalarına baktı. Bir giden Leyla’sına… Kan rengindeki gözyaşları avucundaki gül parçalarının üstüne damlarken kalbi taşımakta zorlandığı acının altında eziliyordu. Olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü. Ne kadar zaman bu halde kaldığını hiç bilemedi. Ancak bir rüzgar esip avucundaki parçaları göklere savururken o hala hareketsiz bir haldeydi…


Hilal ACAR

 

MiRa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi