|
12-05-2009, 23:16 | #1 |
Bir Maskeli Balo Devresi: Flört
İki cinsin evlenmeden önce, birbirlerini daha yakından tanımak için buluşması, gezip tozması safhasına “flört” dendiğini duymuşuzdur.
Bu tarif üzerinde düşünmeye “tanımak” kelimesinden başlarsak… Bir insanın kendisini tanıması bile neredeyse imkânsızdır. Biz bize olduğumuz, bütün eksiğimizi, kusurumuzu, sırrımızı bildiğimiz hâlde, bazen bir hareket yaparız veya bir söz söyleriz de kendimizi yeterince tanıyamadığımızı fark ederiz: - “Ya, bunu ben mi yaptım?!” deriz. Gerçekten insan, bir sırlar yumağıdır. Kendi kendimizi çözmek bile bu kadar zor, hatta imkânsızken nasıl olur da “karşı cins”ten birini, hem de “kısa bir zamanda” ve “lâyıkıyla” tanıyabiliriz?! Bu, neredeyse imkânsızdır. Çünkü “kadın” da, “erkek” de bambaşka özelliklerle yaratılmıştır. İkisinin ortak yönleri olduğu gibi, birbirinden farklı yönleri de çoktur. Hatta nice evli çiftler vardır ki, yıllarca birbirlerini anlamaya, çözmeye çalışmaktadırlar. Bu kadar kısa zaman içinde tarafların birbirini tanımasını engelleyen en mühim faktörlerden birisi de, iki tarafın da kendilerini “olduğundan farklı” göstermeye azamî gayret sarf etmesidir. Psikolojik bir gerçektir ki, herkes kendisindeki eksiklik ve hatanın başka insanlar tarafından fark edilmemesine çalışır. Bu yüzden çeşitli maskeleme yolları ile savunma mekanizmaları geliştirir. İşte flört döneminde gençler de, kendilerini “olduğundan daha zengin, daha güzel, daha başarılı, daha sempatik…” göstermek için ellerinden geleni yaparlar. Ama “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” hesâbı, gerçek er veya geç ortaya çıkar. Kendisini ve âilesini, olduğundan daha zengin göstermeye çalışan genç, ölçüsüz, hatta hovardaca para savurarak gerektiğinden fazla açılır. Nihayet maddî sınırlarına gelir dayanır. Bu da onun da, ilişkinin sonunu hazırlar. Yine bunun gibi başka eksik ve hatalarını gizlerken de bir vesileyle gerçek yüzü ortaya çıkar. Ve yalanlar üzerine kurulmuş, sahte saadet çatırdamaya başlar. Bu sebepledir ki, “flört” veya “sevgililik” dönemlerinden sonra birbiriyle evlenen çiftler, nikâhın ertesinde birbirini tanıyamazlar. O nâzik, anlayışlı, olgun, kibar erkek; yerini kaba-saba ve kırıcı bir tipe bırakmıştır. Aynı şekilde güzel, bakımlı, alımlı kız gitmiş, çirkin, geçimsiz, huysuz bir kız gelmiştir. İnsanlar, flört dönemlerinde ne kadar çok maske ve yalanın ardına saklanmışlarsa, hayal kırıklıkları da o kadar yıkıcı ve derin olur. Son zamanlarda evliliğin hemen ilk yıllarındaki boşanmaların artışında bu faktörlerin önemli bir yeri vardır. Çünkü evlilik, yalanlar üzerine yürüyemeyecek kadar ciddî bir müessesedir. Evliliğin devamını temin eden en mühim hususlar, güven ve doğruluktur. Fakat maalesef flört dönemi ve devamında gelen nikâhla bu ikisinin de büyük oranda zedelendiği görülmektedir. Flört döneminin, gençler üzerindeki en büyük yıkımlarından birisi de ruh dünyalarında bıraktığı “acı tecrübeler”dir. Okuması, hayatını sağlam temeller üzerine kurması gereken bir devirde “karşı cinsten arkadaş bulma” kaygısına düşen gençler, çoğu “uzun süreli olmayan” ilişkilerle avunurlar. Erkekler, bir çiçekten diğerine konan arı misâli, yaptıklarıyla “övünürken”, bu ilişkilerden mağdur duruma düşen kız ve âilesi “dövünmekle” meşguldür. Doğrusu, ne erkeğin övünmeye, ne de kızın dövünmeye hakkı yoktur. Çünkü erkek övünülecek bir şey yapmamış, kendi yakın akrabalarına yapılmasından kesinlikle hoşlanmayacağı söz, hareket ve tavırları, hiç tanımadığı bir kıza revâ görmüştür. Onun ruhunda ve hayatında meydana getirdiği yıkım ve bunun ileride oluşturacağı sıkıntılar, öyle pek “övünülecek” işler değildir. Daha ötesinde kızın ağabey, baba ve benzeri yakınlarının olaya müdahalesi de işi çığırından çıkarmaktadır. Kızların da “dövünme” hakları yoktur. Çünkü bu duruma düşmeyi, bilerek veya bilmeyerek kendileri istemişlerdir. Aslında toplum, arkadaş çevresi ve medya eliyle gerçekleştirilen “baskın kültür”, genç kızı, bu buhranın içine acımasızca sürüklemiştir. Genç kızın önünde, artık iki yol vardır. Olan biteni “sîneye çekerek” kabuğuna çekilmek veya bunu bir yol hâline getirerek “erkeklerden intikam almak”!.. Her iki şekil de tasvib edilir şeyler değildir. O yüzden gençleri bu konuda, daha yolun başındayken ikaz etmeli, “geçici sevdâların kalıcı zararları”na dikkat çekmelidir. Büyüklere, anne-babaya, ağabey ve ablalara düşen bu görev, ihmal edilemez ve ertelenemez. En sağlıklı evlilik yolu ise, âcizâne kanaatimizce, iki tarafı yakînen bilip tanıyan, eksik, hata, noksan ve faziletlerini bilen kimselerin aracı olmasıdır. Elbette bu vasıtalı nikâhta da eşler birbiriyle görüşüp konuşma fırsatı bulacak ve bu görüşmelerde meydana gelen kanaatle bu işe “tamam” veya “devam” diyeceklerdir. Ancak şüphesiz bu görüşmenin öncesinde, kişilerin fizikî güzelliklerinden çok, evlilik hayatı boyunca gerekli olan bilgi, kültür, ahlâk, kabiliyet gibi meziyetleri değerlendirmeye tâbî tutulacak ve çiftin birbirine “küfüv: denk” olması gözetilecektir. Şunu da belirtmekte fayda vardır: Bu tür evliliklerde de her zaman yüzde yüz isâbet mümkün değildir. Ahlâkı, üstün vasıfları ve rûhî meziyetleriyle üstün olan “iki iyi insan” birbiriyle her zaman “âhenkli bir evlilik” hayatı yürütemeyebilir. Her iki tarafın şahsen “iyi” olması, birbirleriyle de “iyi” geçinecekleri mânâsına gelmez. Bu durumda da çiftlere düşen, “Allah rızâsını gözeterek”, birbiriyle “Allah için iyi olmaları” veya yine “Allah için” birbirinden vakitlice ayrılmalarıdır. Son söz olarak, evlilik bir baht işidir. Ancak evlilikte insan, biraz da bahtını kendisi hazırlar. Gözünü kapatarak rastgele manavdan meyve almayan bir insanın, hayatı birlikte geçireceği kimseyi de her yönü ile incelemesi şarttır. Bu incelemede bir sivilcenin yok edebileceği güzellik ile bir kibritin mahvedebileceği servetin dışında, bir hayat boyu devam edecek şahsiyet, karakter ve ahlâkî faziletler ile dindarlığın ehemmiyetini ifadeye gerek yok, herhâlde… Fatma Nur Cihan
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
12-09-2009, 13:55 | #2 |
Bu iş biraz karışık. Bir yanım diyor ki yazıda da dendiği gibi kişileri tanıyıp bilen kişiler birbirine "uygun" olanlara aracılık etmeli. Bir yanımda diyor ki:
Saçmalama! Neden kendi çevremizle ya da birilerinin tanıyacağı o küçük çevreyle sınırlandıralım hayatımızı birleştireceğimiz insanı? |
|
12-09-2009, 17:17 | #3 |
Ailelerin tanimadigi biriyle tanisikligimiz varsa ille de "flört" diye bir dönemden geçmemiz gerekli degildir. Aileleri devreye sokup iki tarafin birbirini daha iyi tanimasi saglanabilir.
Ille de çevrendeki 5 km² alanda biriyle evleneceksin diye bir kural oldugunu sanmiyorum |
|
12-11-2009, 15:14 | #4 |
Aileler araya grdiğinde geriye dönüş biraz "güç" olmaz mı sizce de?
"Kişiler kendilerini ve hadlerini bilirlerse" diye cümleye başlayacağım ama.. Biraz ütopik kalacak biliyorum |
|
12-11-2009, 18:48 | #5 | |
Alıntı:
Bizlerin çok sık giristigi bir yanlis dinî nikahi resmî nikahtan aylar önce kiymaktir. Bu durumda gençler genellikle "kendilerini ve hadlerini" bilmiyorlar. Geri dönüs bu durumlarda ve anlasilabilir bir sekilde güç oluyor... |
||
12-11-2009, 15:32 | #6 |
Evlendikden sonra tanımayı tercih ederim : )
İstediğin kadar tanı evlendikden sonra değişecek madem |
|
12-11-2009, 15:34 | #7 |
|
|
12-12-2009, 16:20 | #8 |
Bu tercihin zararı büyük olur , iyi tahlil etmek gerek keşfetmek gerek bir ömür geçireceğiniz insanın dünyasını , fikirlerini yoğuracaksınız kişiliği hakkında bilgi sahibi olacaksınız yok öyle tanımadan etmeden gitmek karakteri oturmuş aklı başında insan elde ettikten sonrada değişmez ,kaypak kültürüne dinine bağlı biri değilse tabi kayar değişir dikkat etmek gerek.
|
|
12-12-2009, 18:36 | #9 | |
Alıntı:
|
||
12-14-2009, 12:34 | #10 | |
Alıntı:
Yok yok ben kararlıyım ... İnsanları tanıyamayız sadece tanıdığımızı sanırız.. Elbette belli başlı konularda fikri sabit olmalı o ayrı : ) |
||
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|