![]() |
#1 |
![]() Günümüz insanının problemlerine kabaca bir göz attığımızda bugün problem olarak görünen şeylerin aslında gerçek problemler olmadığı, asıl problemin çağdaş insanın kafa yapısı olduğu ortaya çıkacaktır. Bugün –maalesef- Müslümanlar da dahil olmak üzere insanlık putperest bir dünyanın düşünce sistemi üzerinden fikirlerini inşa etmekte ve bu sistemin öngördüğü hayat tarzını benimsemektedir. İnsanoğlunun daha önceki putperestlik tecrübelerine temelde paralel olan bu çağın pagan inancının putları, eski çağlardakinin aksine müşahhas değil mücerred bir yapıya sahiptir. Aslında bu noktada sorulması gereken asıl soru, bu tanrıların insanoğluna ne emrettiği ve insanı nasıl bir varlık kategorisi içine sokmak istediği olmalıdır. Bu soruya verilecek cevap bizim yüzyılın putları karşısında sağlam bir duruş sergilememize imkan verecektir çünkü. Ve tabiidir ki tanrıların ne söylediği sorusunun cevabı, bu tanrıları yaratan zihniyetin insanoğluna ne gözle baktığının bilinmesiyle mümkün olacaktır ancak. 21. yüzyılın tanrı imalatçıları 18. yüzyılın sonlarında olduğu gibi yine batılılardır. Batı insanının ürettiği sonra da İslam coğrafyasında yaşayan halklara – ki bu halkların içerisine gayrimüslimleri de dahil etmek gerekir- ithal ettiği bu tanrılar imparatorluğumuzun dağılmasını emrediyordu. Nitekim bugün İslam coğrafyası üzerinde birbirine düşman ve birbirinden tamamen farklı düşünce ve hareket tarzına sahip millet ve devlet/devletçiklerin oluşması ve Türkiye’deki bir Müslüman’ın İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde yaşayan kardeşlerinin acısını hissedememesi işte bu tanrıların kudretlerinin eseridir. İnsanı özünde bir meta ve kullanılması gereken bir “şey” olarak gören Batı, ona kağıt üzeride bazı özgürlük alanları yaratarak onu daha fazla bağımlı kılmaktadır. Örneğin bugün oldukça yaygın olan Feminizm akımı, kadına -sözde- özgürlükler getirmek amacıyla ortaya çıkan bir akımdır. Kadına daha fazla özgürlük getirmesi ve onun varlık değerini yükseltmesi beklenen bu akım, ‘kadının çalışma hakkı’ söylemini zihinlerde tabulaştırmış ve bu hakkı bir zorunluluk haline getirerek, kadının çalışmama özürlüğünü hiçe saymıştır. Ve bu da tabiidir ki; en çok sermayenin işine yaramıştır. Modern kadın, vahşi kapitalizmin para babalarının elinde ucuz işgücüdür artık.Yine bir başka handikap da teknoloji çılgınlığında ortaya çıkar çağın insanının. Hayatını kolaylaştırmak ve daha az bağımlı olmak için ürettiği teknoloji, insanoğlunu kendisine bağımlı kılmış ve hayatın olmazsa olmazı haline gelmiştir. Şüphesiz burada teknolojinin neye hizmet ettiği önemlidir. Bugün batı insanının elinde teknoloji, Allah’ın en şerefli diye nitelendirdiği varlığın, varlık değerini düşürmeye hizmet etmektedir. İnsanoğlunu aşağılayıcı bir gururla ilerleyen teknoloji, onun yerini alıyor. Tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar kendi yerini bir başkasına devretme yarışı içinde olan insan, kendi yarattığı tanrısına çılgınlar gibi tapınmakta, ona yeni güçler atfetmeye çalışmakta ve bu yaptığından gurur duymaktadır.Modern çağın çıkmazlarından biri de bilimsellik kaygısı ve bilimin olmazsa olmaz kabul edilmesidir. Bugün insanlık bilimden başka hiçbir gerçekliğin olmadığı kanısında birleşmektedir. Vahiy gerçeğinin kesin olarak kabul edilemeyeceği bu bakış açısına, insanlık kendisini o kadar şartlandırmıştır ki günümüzde bazı Müslüman aydınlar dahi bu kaygıyla, İslam’ı bilimle bağdaştırmak adına her türlü zorlama te’vil’i meşru görmüşler ve din ile bilimi uzlaştırma çabasına girmişlerdir. Bilimin İslamîliğini sorgulamadan İslam’ın bilimselliğini sorgulamaya çalışan bu yaklaşım, temelde rasyonalist düşüncenin tahakkümüyle açıklanabilir bir olgudur. Oysa ki İslam’da kesin olarak öncelenmesi gereken ve akılla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir gerçek vardır: vahiy. Bu gerçekliğin, Tanrı’ya kafa tutan bilimle alakasını kurmaya çalışmak, saçmalamaktır. Evet, bilim Tanrı’ya kafa tutmaktadır ve bununla kendi tanrılığını iddia etmektedir. Evet, bilim dogmaları yıkmaya çalışır ama bununla kendini dogmalaştırır. Bugünün en büyük dogması ve muasır putçuğun en büyük tanrısı bilimdir. Ne yazık ki bugün birçok Müslüman durumun farkında değildir. Bunun nedeni, sistemin bilinçaltımıza yerleşmiş olması ve İslam’ı anlayamadığımız için Müslümanca bir düşünce sistemine sahip olmayışımızdır. Demokrasinin İslamîliğini sorgulamaya bile gerek duymayan Müslümanların, İslam’ın demokratik olduğunu ispatlama çabaları, Müslümanların, batının zihin kalıplarıyla düşündüğünün basit bir göstergesidir. Batılı gözüyle İslam’a bakan birinin ise İslam’dan anlayacağı ancak bir müsteşrikinki kadardır. Kuru ilmin ötesine geçmez ve irfan derecesine ulaşması beklenemez. Üstelik İslam’ı anlamak, batılılaşma derdindeki insan için batılıdan daha zordur. Zira, batılı neyi reddettiğini bilmekte, batıcı ise ‘niye’ sorusuna ‘batılı yaptığı için’ cevabını vermektedir. Batıcının İslam’ı anlamasının önündeki bir diğer engel ise, batının ‘din’ kelimesiyle anlattığı şeyi yanlış anlamasıdır. Bu anlayış, Hıristiyan mantığıyla üretilen terimlerin, İslam için kullanılması ve bu terimler üzerinden İslam hakkında yorum yapılması yanlışını da beraberinde getirmiştir. Örneğin din adamı ve dini görev tamlamaları İslam için kullanılamaz. Her Müslüman bir din adamıdır ve Müslüman’ın yaşantısı bütün olarak bir dinî görevdir. Batı sosyolojisinde olduğu gibi, siyaset, eğitim ve benzeri kurumların yanında bir de din kurumunun varlığından söz edilemez. Bilakis, bütün bu kurumların, dinin içinde belirli birer fonksiyonları vardır ve bunları icra ederler. Yine İslam, ferdî yaşanabilir bir din değildir. O, bir toplum düzeni sunar. Nitekim bazı ibadetlerin ancak toplumla yapılabilir oluşu ve Fatiha Suresi’nde geçen bütün zamirlerin en az üç kişi için kullanılan zamirler oluşu gibi örnekler, bu durumu gözler önüne serer. Oysa Müslümanlar, sadece ferdî yaşantıları için gerekli olan özgürlükleri kazanmayı yeterli görmekte ve adeta batılı/batıcı sistemlerden hak dilenmekte lakin kendi sistemlerini kurmayı akıllarının ucundan bile geçirememektedirler. Bugün, İslam’dan kaynaklanıyormuş gibi lanse edilen birçok sorun, esasen, İslam’ın gayr-i İslamî sistemler içinde ferdî olarak yaşanmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. İslamî bir düşünce sistemine sahip olmayışımız, bizi, imanımızın ‘çünkü’sünü araştırma yoluna iter. Örneğin biz, orucun gerekli oluşunu ispat etmek için sağlık açısından faydasını ortaya koymaya çalışırız. Oysa akla ve mantığa uygun olduğu için ya da bilimsel olduğu için değil, sadece Allah’ın emri olduğu için uyulur dinin hükümlerine. Zira, bilim ve felsefe zaman içinde yalanlanabilir, geçici doğrular ortaya koyarken, İslam evrensel oluşuna vurgu yapar. Aslında bu sorunun temelinde, Müslümanların çağın gözüyle İslam’a bakması yatmaktadır. Bugün Müslüman’ın arayışlarında İslamîlik değil, asrîlik merkez teşkil etmektedir. Yenilmiş olmanın verdiği aşağılık psikolojisinin esiri olan İslam alemi, batı düşüncesinin öngördüğü hayat tarzına sahip olmayı kendisine ideal edilmiştir. Kendi sistemlerini kurmaya cüret edemeyen Müslümanlar, batılı sistemler içerisinde daha fazla yer alarak bazı haklarını kazanabilecekleri düşüncesi içerisindedir. Hazreti Peygamberin reddettiği Mekke reisliği için olağanüstü çaba sarfeden Müslümanlar, Mekke’nin fethini düşünememektedir bile. İslam düşünce sisteminde aslolan, fikirlerin hayata geçirilmesi ve yaşanabilir olmasıdır. İdeal devlet ve toplum kuramlarının en ütopik olanları bile, bir gün gerçekleşeceği peşin kabulü ile öne sürülür. Farabî, Medine’tül – Fazıla’sının o gün için kurulamayacağının farkında değil miydi sizce? Mürciî iman anlayışının izlerinin en çok görüldüğü Sünnî düşünce geleneğinde dahi, amellerin, mü’minin imanının bir göstergesi olarak kabul edilmesi, eylem planına aktarılmayan fikirlerin anlamsızlığını ortaya koymaktadır. İslam, sosyalizm ya da kapitalizm gibi beşerî ekonomik sistemlerin alternatifi değildir. Olmaz ve olamaz. İslam yalnızca sosyo-ekonomik önermelerle kaim değildir çünkü. Ve o, sadece dünya hayatı için gerekli olan hükümleri vazetmez. İslam, dünya-ahiret, tanrı-insan ve vahiy-akıl gibi değerler arasındaki ilişkiler bütünüdür. ve bu ilişkilerin sağlıklı yürümesi ancak İslam sitesinde mümkün olacaktır. Bu toplumun oluşumun önündeki en büyük engel, Müslümanların kafa yapılarıdır. Şüphesiz İslam, bugünkü sosyo-ekonomik sistemlerin üzerinde bir refah ortamı sunmaktadır ama bu, Müslüman oluşumuzun nedeni olamaz. Nitekim, ilk Müslümanlar, belki de İslam sitesi fikrinden bile habersizdiler. En azından, bu sitenin avantajları için bu dine girmemişlerdi. Hz. Peygamber’in onlara bu dünya için vaat ettiği tek bir şey vardı: sıkıntı. Nitekim, bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre, bir adam Allah rasulü’nün önüne gelir ve onu sevdiğini söyler. Hz. Peygamber, adamı ne dediğine dikkat etmesi konusunda uyarır. Adam aynı şeyi iki defa daha tekrar edince, Hz. peygamber, yoksulluğa karşı hazırlıklı olmasını öğütleyerek, kendisini sevene yoksulluk imtihanın çok çabuk geldiğini ifade eder. Günümüz Müslümanları ise, refaha talibtir ve en ufak bir sıkıntıya dahi göğüs gerecek dirence sahip değildir. İslam alemi, geçmişteki yüksek başarıları yeniden yaşamak ve geçmişteki rahatlığa kavuşmayı hedeflemekte fakat o günlere ulaşma yolunda çekilmesi gereken acıları göze alamamaktadır. Geçmiş kavimlerin başına gelenlerin bize de geleceği ve bunlara katlanmadan cennete ulaşamayacağımız gerçeğini göz ardı etmemiz, bize bu sıkıntıları katlanılmaz kılmaktadır. Gariplerin dinine rağbet kalmamıştır. Müslüman gerekirse yaşadığı toplumun gerçeklerini görmezden gelerek dini yaşamaya çalışmalıdır. İslam zatı ile kaimdir çünkü. Herhangi bir toplumun yaşayış şekli onu çok fazla alakadar etmez. Zira İslam başlı başına bağımsız bir hayat tarzı sunar. Tabiidir ki Müslüman, çevresinde ve hatta dünyada olanlarla alakadar olmak zorundadır. Görmezden gelmek ifadesiyle kastettiğimiz şey, bu değildir. İslam; sosyalizm, kapitalizm ve faşizm gibi bir dünya görüşü/ dünyaya ait görüş olmamasına rağmen, insana dünya hakkında bir görüşler silsilesi sunar. Müslüman için dünya, Allah’ın yarattığı bir varlıktır. O, batı insanının yaptığı gibi dünyayı hoyratça kullanamaz. Müslüman’ın amacı kainata hakim olmak değil, onunla birlikte yaşamaktır. Bir hadiste de belirtildiği gibi, dünyanın mamur olması ancak İslamî bir hayat tarzıyla mümkün olacaktır. Müslüman için bu dünyanın taşıdığı değer, yaratılmış oluşuyla ilgilidir. Yani değeri yaradıcıdan kaynaklanmaktadır. Bundan mücerred bir değere haiz değildir. Dünya hayatı onun için, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Fakat bu bakış açısı, onu miskinliğe itmemelidir. Burada kasıt, onun peşinden gidip, ahlakî değerleri unutmamaktır. İslam, gerek maddî gerekse manevi açıdan bir orta yoldur. İslam’ın orta yol oluşu, onun hak oluşundan kaynaklanmaktadır. Kesinlikle bir sentez oluşturduğu anlaşılmamalıdır. İslam, batıl düzenlerin sentezi değildir. Belki batıl düzenler onun belirli konulardaki ifrat ve tefritleridir. Aslında İslam’ı batıl sistemlerle karşılaştırmak da yanlış olur. Bu açıdan bakıldığında yukarıdaki karşılaştırmanın da yersizliği ortaya çıkar. İslam, eksi ve artı uçları olmayan bir koordinat sisteminin orijinidir. İslam’ın ortaya koyduğu hüküm ve yasaklar, belirli toplumsal gereksinimlerin neticesinde vazedilmiş değildir ve zaman içerisinde egemen sınıfın inisiyatifi ve çıkarları doğrultusunda ortaya konulan beşerî sistemlere de benzemez. Müslüman, aslında bir hukuk sistemini peşinen kabul etmiş demektir ve bu sistemin önermelerini keyfine göre yeniden düzenleme hakkına sahip değildir. İslam, herhangi bir beşerî sisteme tepki olarak ortaya çıkmamıştır ve Müslüman’ın eylemlerinde gayr-i Müslim’e benzememek gibi bir kaygıdan söz edilemez. İslam bir karşı duruş olarak algılanmamalıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslam zıddıyla değil; zatıyla kaimdir. İslam bir duruştur. Batıl sistemler belki bir karşı duruş olarak nitelendirilebilir, İslam’ın karşısında. İslam belli başlı bazı kültürlerin etkisiyle oluşan bir yaşama biçimi değildir. Müslüman’ca yaşama tarzına sahip kişiler bir kültür ortamı oluşturur ve topluma yeni katılan fertlerden bu kültürel ortama uyum sağlaması beklenir. Yıllar önce, Marx’ın doğru söylediğini iddia ettiğimde dinsizlikle suçlanmıştım. Yine aynı fikirdeyim. Evet, Marx dinin bir afyon olduğunu söylerken doğru söylemiştir. Çünkü onun kastettiği din, Hıristiyanlık’tır. Hıristiyanlık, bugün pratik hayattan soyutlandırılarak bir felsefe haline getirilmiştir. İslam içinse bu tanımın kullanılamayacağı aşikardır. İslam; sadece tanrı, insan, nübüvvet ve benzeri konularda bir takım düşüncelerden mürekkeb bir din değildir. Hayatın her alanına müdahale eder. İmanın temel esaslarını kabul eden birinden artık bu kabulün gereklerini yerine getirmesi beklenir. Bu gereklilikler ise hayatın her anına yayılmıştır. Müslüman’a inanmak yeterli görülmez. İnanan bir insan için artık mücadele başlamıştır. En başta bir iç savaşa girer Müslüman. Bu, nefis ile mücadeledir ve savaşın en çetin olanıdır. Bir yandan nefsiyle mücadele içine giren Müslüman, diğer taraftan inandığı değerleri yaşayabilme ve yayabilme mücadelesi içine girer. Yer yüzünde düzeni sağlamak ile sorumlu tutulan Müslüman, bunu gerçekleştirmek için sürekli hareket halindedir. İslam, dinamik ve mücadeleci hayat tarzına sahip olmamızı istemektedir bizden. Marx doğru söyledi. Yanlış anlayanlar olmasa bir de… İslam, bugün bazılarınca erdem olarak kabul edilen, batı düşüncesi merkezli sıfatlarla tavsif edilemez. O, batılın kullandığı anlamda ne akılcıdır, ne bilimseldir, ne de demokratiktir. İslam’ın yüceliğini ispat etmek kaygısıyla ortaya atılan bu ve benzeri sözler, batılın üstünlüğünü peşinen kabul etmektir. İslam’ın çağdaş bir din olduğunu söyleyen kişi ya İslam hakkındaki cehaletinden böyle konuşmaktadır ya da kasten iftira atmaktadır. İslam kesinlikle çağdaş bir din değildir. Bilakis o, çağlar üstüdür. İslam demokratik olma kaygısı gütmez. Bilimin dar kalıpları içine sığmayacak kadar engindir o. İslam, akla önem verir ve birçok yerde düşünmenin önemine vurgu yapar, doğrudur. Aklın ve vahyin çatışması düşünülemez bile. Ama o, aşkın gerçekler sunar. Aklın anlayamayacağı bir bilgi kaynağından… Ömer Faruk çevik
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|