![]() |
#1 |
![]() Geçen 24 Temmuz, Yusuf Azma Paşa komutasındaki Suriye ordusu ile General Gouraud komutasındaki Fransız ordusu arasında geçen Maysalun Savaşı'nın 88. yıldönümüydü. Konuyla ilgili bir hikâyem var; "Yusuf Azma'yla Bir Yaz Günü". Bu vesile ile Yeni Şafak okurlarının dikkatine sunuyorum. * * * Sürpriz: Sykes ve Picot diye iki adam haritanın başına geçip topraklarımızı İngiltere ve Fransa arasında bir güzel pay etmişler. Öyle bir boru çalındı ki, İsrafil'in sûra üflediğini sandık: "Duyduk duymadık demeyin, Fransız ordusu Şam'a doğru yola çıktı, geldiklerinde sessiz olun, yapılacak bir şey yok." Kral Faysal'ın hanımlarından birinin hizmetkârı olan baldızımın anlattığına göre sarayda herkes postanenin çalışmamasından şikâyet ediyormuş; İttihatçılarla iş tuttu diye yerin dibine batıra geldikleri Emir Şekip Aslan'a özür telgrafı çekemedikleri için. Malum, adamcağız "Üç kuruşa beş köfte bile yok, istiklal nasıl olacak? Lavrens'in, Şerif Hüseyn'in ipiyle kuyuya inilmez. Bunlar bizi İngiltere ve Fransa'nın kucağına itiyor. En kötü Osmanlı idaresi gâvur idaresinden iyidir, onun için Cemal Paşa'ya bile tahammül etmemiz lazım" deyip durmuştu. Aslına bakarsan, zaten tahammül etmiştik Cemal Paşa'ya. Hatta onu omzumuzda taşımıştık. Ne yaptıysa bizim elimizle yaptı. Kanal Seferi'nde askerlerin ekserisi Arap'tı. Sina Çölü'ndeki imar faaliyetlerinde de ekseri biz Araplar çalıştık. Ermeni tehcirinin telafisine de hizmetimiz geçti. Halep'te bir Ermeni'nin saatini çaldı diye aleme ibret ve Avrupa'ya jest olsun diye asılan bedbaht, Arap oğlu Arap değil miydi? Cemal Paşa "yürü" dedi, yürüdük. "Sürün" dedi, süründük. "Vur" dedi, vurduk. "Vurul" dedi, vurulduk. "İdam sehpasına çık" dedi, çıktık. "Kanal sularına atıl, yüzerek Mısır'a geç, İngilizlere esir düş, seni Kahire sokaklarında çırılçıplak teşhir etsinler" dedi, onu da yaptık. Daha ne yapacaktık? Osmanlı Suriye'den çekildiyse, çekileceği varmış. Bunun faturasını bize çıkaramazlar. Hicaz'dan gelen birkaç atlı yüzünden kaybedilecek bir savaş da değildi bu. Kaybedileceği varmış ki kaybedilmiş. Balık baştan kokmuş. Ha, "Cemal Paşa'ya kin duymuyor muydunuz? Ona karşı Arap devriminden medet ummuyor muydunuz?" diye soracak olursan; doğrudur, öyle bir temayülümüz vardı. Ama o sabah Fransız ordusunun Şam'a doğru yola çıktığı ve Kral Faysal'ın Fransız ültimatomuna boyun eğerek orduyu dağıttığı haberi duyulunca, sarayda "Tüküreyim böyle Arap devrimine! Cemal Paşa'nın ipiyle asılaydık da Şerif Hüseyin'in ipiyle kuyuya inmeyeydik" gibi homurtular yükselmiş. Doğrusu benim de biraz kafam karışıktı. Bir yandan "Bizim ne suçumuz var?" diyordum, ama öbür yandan da şöyle düşünüyordum: "Belki de Cemal Paşa'nın mezalimi bizim imtihanımızdı ve biz Şerif Hüseyn'in Osmanlı'ya ilan-ı harbini bir kurtuluş müjdesi gibi görerek imtihanı kaybettik. Belki de sabretmeli ve sabrımızı içimize de yedirmeliydik. İçimizdekini bilen Allah Subhanehu ve Teala bizi içimizdekinin –kuvveden fiile çıkmamış olsa bile- bedelini ödemeye çağırıyor belki de." Bir yandan böyle düşünüyordum, ama öbür yandan da şöyle diyordum: "Ulan Cemal Paşa! Ulan İttihad-Terakki! Ulan Jön Türkler! Biz İstanbul'u Arapça okuyorduk, İstanbul bizi Türkçe okuyordu, ne güzel anlıyorduk birbirimizi. Dertsiz başımıza dert açtınız. Durduk yerde dilimize musallat oldunuz. Levhalardaki Arapça yazıları Türkçe yazılarla değiştirerek Osmanlı'nın burada yabancı bir güç, Asya ve Afrika diyarlarını istila eden İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci bir devlet haline geldiği intibaını uyandırdınız. Şerif Hüseyin'in eline 'Biz halifeye karşı değil bozkurda tapacak derecede Türk ırkçısı İttihat ve Terakki hükümetine karşı savaşıyoruz' gibi müthiş bir propaganda silahı verdiniz. 400 yıllık âhengi bozdunuz. 'Türk' diye diye 'Arap' dedirttiniz. Kendinizi de yaktınız bizi de yaktınız. Kışkırttığınız Arap isyanı marjinal kaldı, savaşın seyri üzerinde tayin edici bir rol oynamadı, sonuca etki etmedi, ama ufkumuzu karartan bir Arap-Türk düşmanlığı hikayesi uydurmaya yetti de arttı bile. Ufkumuzu kararttınız, evet!" Kaotik duygular deryasında boğulmak üzereydim. Birden bir adam geldi. "Yusuf Azma Fransızlarla savaşmaya gidiyor" dedi… (Hikâyenin devamı yarın) Hakan ALBAYRAK yeni şafak
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|