02-28-2009, 12:12 | #1 |
Bir ustanın ardından (D.Cündioğlu)
"Bizi anlamıyorlar ama kabullenmek zorunda kalıyorlar" der bir defasında Fransız ressam Eugène Delacroix (öl. 1863). Delacroix... Işığın peşinden damlarda koşan çocuk. Özgürlük ve bağımsızlığı Paris'in kasvetli sokaklarında değil, Mağrib'in tepelerinde tanıyan adam. Renklerin prensi. Kırmızının ve siyahın... ve hem de özenle hareketin... zamanın... ânın... ışığın... Baudelaire'in deyişiyle: 'resmin şairi'. * * * "Bizi anlamıyorlar ama kabullenmek zorunda kalıyorlar." Haklı bir serzeniş. Çünkü her yazar çizer anlaşılmak ister; anlaşılmak için yazar çizer. Anlaşılmak ve kabul görmek. Niçin? Hepsi de bir aks-i sada için. Şimdi veya gelecekte. * * * Türk İrfanı'nın başı sağolsun! Turgut Cansever'i kaybettik. Anlaşılmayan ama kabullenmek zorunda kalınan bir İstanbul çelebisini. Temâşâ ile nazar'ı bir araya getiren adamı. Ancak her şeyden önce bir sanatkârı. Çevresini, çevresinde tecelli eden güzelliği temâşâ eden bir sanatkârı. Sadece temâşâ mı? Hayır, Cansever Hoca, güzelliği temâşâ etmekle yetinen bir sanatkâr değildi, aynı zamanda güzelliğe nazar eden bir düşünürdü de. Üzüntümüz büyük, zira o, bu topraklarda, sanat ile düşünceyi terkib teşebbüsünde bulunan ender zekâlardan biriydi. Sanatı, yani 'temâşâ'yı. Düşünceyi, yani 'nazar'ı. * * * Her iki sözcük de esas itibariyle bakmak/seyretmek anlamına gelir. Lâkin ikisi arasında ince bir fark var: 'Temâşâ', kökeni itibariyle bakılan nesneyle birlikte hareket etmek (karşılıklı yürümek) anlamına gelir. Kişinin seyrettiği nesne veya olguyla arasındaki mesafeyi azaltması, hatta kaldırması temâşâ'nın gereğidir. Gönül aracılığıyla bakmanın adıdır temâşâ. Tecellîeden hakikatle birlikte yürümenin, birlikte olmanın, birlik olmanın adı. Bu yönüyle de amelîdir, fiilîdir. Pratiktir. Pratik olduğu için de sanattır. Kısaca, temâşâ, nazar'ın tam da aksine, "sanatkârâne bakmak" demektir. Akıl aracılığıyla bakmanın adı ise nazar. Nazarî/teorik bakış. Anlamanın değil, açıklamanın yolu, ve gücü. Mimarlık, hem uygulamanın, hem düşüncenin mahsulü. Bu nedenle Mimarlık hem bir sanat dalıdır, hem de bir bilim dalı. Aklın ve gönlün nazar ve temâşâ kabiliyetine ihtiyaç duyan bir alan. Turgut Cansever'i Cumhuriyet mimarları içerisinde farklı kılan yönü de bence budur; mimarî güzelliği hem temâşâ'nın, hem nazar'ın konusu kılması. * * * "İslâm mimarisi, sükûnet içerisindeki harekettir" derdi Turgut Hoca. Bazıları bu tanımı açıklıyorlar ama anlamıyorlar; bazıları da güya anlıyorlar ama bir türlü açıklayamıyorlar. Bu tanımı açıklamak için bir adım öne çıkacak olanların, tabiatıyla, hem hareket ve sükûnu temâşâ etmiş, hem de hareket ve sükûna nazar etmiş olmaları gerekir. Çünkü Cansever'in kendisi, öne sürdüğü yargıyı iki açıdan da temellendirmek için uğraştı bir ömür boyunca. Türkiye'nin 1920 doğumlu Turgut Cansever'in adını 1990'lardan sonra, yani 70 yaşından sonra duymaya başlamasının bir anlamı yok mu? Elbette var! Merhum 70 yaşından sonra konuşmaya ve yazmaya başladı. Sukunetle. Tevazûyla. Vukufiyetle. Bu yüzden geç tanıdık. Bu yüzden hazırlıksız yakalandık. Ressamdı. Neyzendi. Mimardı. Hayret ki hayret, düşünüyordu. Rengin üzerine. Sesin üzerine. Taşın üzerine. O hep düşünüyordu. * * * Bizim neslimiz çokluk kelimeler hakkında düşünürdü, nadiren de mefhumlar hakkında. Ya inançlıydık, ya bilgili. Merhum Cinuçen Tanrıkorur, bizim neslimize sesler üzerinde de düşünülebileceğini öğretti. Seslerin de dili olduğunu farkettik. Ve mu(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)izi kaybettiğimizi. Tınımızı. Merhum Turgut Cansever ise, taşlar üzerine düşünebileceğimizi öğretti bize. Yapıların dili olduğundan söz etti. Taşların ve yapıların kendine özgü bir dili olduğundan. Kendine özgü, yani bu topraklara, bu ülkeye, bu insana, bize özgü... Sadece bilgiyi değil, güzeli de kaybetmiştik. Güya şiirimiz vardı ama tınımız (zaman kavrayışımız) yoktu, sesimiz vardı ama taşımız (mekân kavrayışımız) yoktu. Şimdi var mı? Yine yok! Fakat belki bir daha düş gerçek olabilir. Umud edebiliriz hiç değilse. Görmüyormusunuz, anlamıyorlar ama yine de kabullenmek zorunda kalıyorlar. — Kimler? — Cüceler. — Nasıl? — Suskun kalarak. * * * Turgut Cansever Hocamıza Allah'tan gani gani rahmet, muhterem zevcesi Nilüfer Hanımefendi'ye ve değerli çocuklarına ziyadesiyle sabır ve metanet diliyorum.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|