![]() |
#1 |
![]() Ellerindeki "malzeme"ler tükendikçe ve "uyanan" millet, "yalancı dolma"ları yutmayı reddettikçe şaşkına dönen "odak" ve "mahfil"ler ile onlara "gönüllü sözcülük" yapmayı "vazgeçilmez görev" olarak gören "kartel medyası"nın kalemşörleri, sık sık "yapay gündem" oluşturuyor... Kabul ve itiraf etmek gerekir ki; "yapay gündem" oluşturmakta ve bunun "tartışılmasını" sağlamakta son derece başarılılar!.. En azından "kendilerinin gündeme gelmesini" sağlayıp, uzun süre "tartışma gündemi"nde kalıyorlar... Bir gazetecinin, "tartışmaların odağında" olması, elbette bir avantaj... Ancak, aynı gazetecinin; her defasında "ayağı yere basmayan iddialar" ileri sürmesi, onu "yalancı çoban" durumuna düşürür ki; bir süre sonra "sözlerine itibar eden" hiç kimse kalmaz... Koyunların bulunduğu "otlak"tan koşa koşa "köy"e gelen ve "sürüye kurt saldırdığını" iddia edip, köylüleri otlağa kadar koşturan ancak ortada kurt-murt olmadığı görülünce de, "şaka yaptım" diyen çobanın, "sürüye gerçekten kurt saldırdığını" söylediğinde ise köylülerin kılını kıpırdatmadığını bilirsiniz... "Yalancı çoban"ın düştüğü bu durum, "yalancı gazeteciler" için de geçerlidir... Bir gün gelecek, onların "yalan"larına da itibar eden olmayacak!.. Ve tabiî, "yalancı çoban"ın boynunu bükerek, süklüm-püklüm köyü terketmesi gibi, "yalancı gazeteciler" de, "sahneden inmek" zorunda kalacaklar!.. çünkü, "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" sözü, boşuna söylenmemiştir!.. "Yalancı" gazeteciler için, artık "akşam" geçmiş, "yatsı" yaklaşmaktadır!.. HAFIZALARIMIZ TAZELENDİ! Biliyorsunuz; önceki haftaları "mahalle baskısı" tartışmalarıyla geçirdik... Geçen haftanın tartışma gündeminde ise, "dindara baskı" vardı... Prof.Dr. Nur Vergin'in, "Türkiye'de dindar insanların baskıya maruz kaldığını" söylemesinin ardından, "laikçi odak ve mahfil"ler ile onların "gönüllü sözcüsü" durumundaki gazeteciler, adeta "Bremen Mızıkacıları" gibi, hep birlikte karşı saldırıya geçtiler!.. "Hayır" dediler, "Türkiye'de dindar insanlara baskı yoktur... Böyle bir iddiada bulunanlar Cumhuriyet rejimine iftira atıyorlar... Kaldı ki; iddia edilen baskı, laikçi yöneticiler tarafından değil, dindar ve muhafazakâr yöneticiler tarafından yapılmıştır!" İşte bu ifadeler, hafta boyu tartışıldı... "Dindarlara yapılan baskı"lardan örnekler verildi, belgeler sunuldu... Bu örnekler, aynı zamanda "hafızalarımızın tazelenmesine" de vesile oldu... İskilipli Atıf Hoca'yı, Said Nursi Hazretleri'ni, Menderes, Zorlu, Polatkan'ı, "Türkçeleştirilen Ezan"ı ve "28 Şubat süreci"ni... bir kere daha hatırladık... O dönemlerde yaşayan insanların maruz kaldıkları "baskı" ve "zulüm"leri bir kere daha gözlerimizin önüne getirdik... Gerçekten "zor" bir dönemdi... Türkiye'de "dindar" olmak, "avuçta kor ateş" tutmak gibi bir şeydi!.. DİNDAR VALİYE, MARKSİST YAFTASI Hemen her gün yeni baskı örnekleri çıkıyor karşımıza... İşte, bugünkü manşetimizde yer alan Mehmet Bozdemir'in açıklamaları... Bir dönemin Başbakanlık ve Personel Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Bozdemir, şahit olduğu bir "baskı örneği"ni şöyle anlatıyor: "Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordum. İsmini söylesem, bütün vatandaşlarımızın anında tanıyacak olduğu büyük illerimizde görev yapmış ünlü bir valimizin göreve atanması söz konusuydu. Vali adayımız dindar bir insan, o şekilde yaşıyor. MİT, hakkında rapor ulaştırdı, dönem merhum özal'ın dönemi. Dindar olduğunu bildirseler, amaçlarına ulaşamayacaklar. Gidiyorlar, hırsızlıktan dolayı görevden atılmış olan bir bekçinin beyanlarına dayanarak kendisinin aşırı solcu Marksist örgütlerle işbirliği içinde olduğuna dair bir rapor sunuyorlar. Tabii raporun, vali adayının sırf dindar olduğu için dizayn edildiği böylece ortaya çıktı. Yeni bir rapor hazırlandı. MİT tarafından tekrar incelendi, vali adayının sol örgütlerle işbirliği içinde olduğunu iddia eden aynı MİT, bu kez aynı şahsın, 'temiz' olduğunu bildiriyordu. Görev sürem boyunca dindarların ayağının kaydırılmak ya da belli göreve gelmesini engellemek için sahnelenen pek çok uygulamaya şahit oldum." YA BAŞöRTüSü, YA ZABIT! Ve yine, "açık ilköğretim sınavı"na alınmayıp, "ya başını açacaksın, ya da hakkında zabıt tutacağız" tehdidine maruz kalan Büşra Sevgili'nin şu anlattıkları: * "Ben bu ülkenin vatandaşıyım. Vatanseverliğime kimse laf söyleyemez. Bu yaşıma kadar kimseye bir zararım dokunmadı. Okumayı çok seven biri olmama rağmen, başörtüsü yasağı nedeniyle öğrenimimi dışarıdan tamamlamak istedim. İki yıldır açıköğretim sınavlarına giriyorum. Hiçbir sıkıntı yaşamamıştım. Sınav günü öğleden önce de yaşamadım, ancak öğleden sonraki sınavıma girerken gözetmen tarafından uyarıldım. Bana 'Ya başörtüsünü çıkaracaksın ya da tutanak imzalayacaksın' dediler. Okulda okutmadılar, mağdur oldum. Dışarıdan okumak istedim, yine mağdur oldum. Ne yaparsam yapayım mağdur oluyorum." * "Bir taraftan okumak, bir taraftan çalışmak istiyorum. Ancak çalışamıyorsunuz, diploma istiyorlar. Diploma almak istiyorsunuz 'başını aç' diyorlar. Motosiklete kasksız binmenin suç olduğu İngiltere'de, inançları gereği başlarını örten Sihler'e kask zorunluluğu yok. Şimdi, kadının sosyal hayattan silinmeye, eve kapatılmaya çalışıldığını söyleyenlere sesleniyorum: Kadını tüm bu dünyadan silmeye, eve kapatmaya çalışan kim?" Evet, kim onlar?.. Kadınları, "tüm bu dünyadan silmeye" ve "eve kapatmaya" çalışanlar kimler?.. "Dindara baskı yok" deyip de, "başlarını kuma sokan laikçi devekuşları" mı?.. "TOPYEKûN SAVAŞ" AçILANLAR KİMLERDİ? Bir an için, söylediklerini/yazdıklarını "doğru" kabul edelim ve bunca baskıyı "yok" farzedelim... Peki, kendilerine şöyle bir "soru" sorsak, nasıl cevap verirler acaba?.. Madem "dindarlara baskı yok"tur, o halde kendilerine karşı "topyekûn savaş" açılanlar kimlerdir?.. Bu insanlar; sırf "dindar" oldukları için, sırf "namaz" kıldıkları, "gümüş yüzük" taktıkları için maruz kalmadılar mı bunca baskıya?.. "Kur'an kursları" niye kapatıldı?.. "Kur'an öğrenme yaşı" niye 12'ye çıkarıldı?.. "İmam Hatip Liseleri'nin orta kısımları" niye kapatıldı?.. Gelelim, şu "katsayı zulmü"ne... Katsayı engeli; sırf "İHL mezunlarının önlerini kesmek" ve onların üniversitelere girebilmesini engellemek için konulmadı mı?.. "İrticai sermaye!.. Yeşil sermaye" denilerek, "Anadolu sermayesi"ne yönelik "baskı"ları, "geceyarısı baskınları"nı yapan kimdi?.. BU HAKARETLERİ KİM YAPTI? Yazar arkadaşımız M. Emin Kazcı'nın da geçenlerde ifade ettiği gibi, bu ülkenin "dindar" insanlarına; "- Bidon kafalılar... Güneşten rahatsız olan yarasalar... Gericiler... Yobazlar... Kuş beyinliler... Karafatmalar... Başındaki örtüden kafasının içi örümceklenmişler... Sıkmabaşlar... Kan içen vampirler... Habis urlar... Lumpen dinciler... Büfeci İslâm... Göbeğini kaşıyan adamlar... Kıllı bacaklarıyla mangal yapanlar... çağı anlamaktan aciz mahluklar... Geri zekâlı, ahmak, züppe, snop..." Diyerek, ağızlarına gelen her türlü "hakaret"i savuranlar kimlerdi?.. Bunlar "küfür" değilse, bunlar "hakaret" değilse, bunlar "baskı" değilse; küfürden, hakaretten ve baskıdan kastedilen nedir?.. ZULMüN ŞAHİDİ DEĞİL, YAŞAYANIYIZ! Bugünkü 1. sayfamızda, Mehmet Bozdemir, "şahit olduğu", daha doğrusu "yaşadığı" bir olayı anlatıyor... Biz, Mehmet Bozdemir'in anlattıklarını kısaca ifade edebilmek için, "İşte zulmün canlı şahidi" başlığını kullandık!.. Aslında, "zulmün canlı şahidi" olan veya onu "yaşayan" tek insan Mehmet Bozdemir değildir!.. Bu ülkenin "en az yüzde 70" çoğunluğu zulmün "şahidi" ve hatta "yaşayanı"dır!.. Evet; "biz hepimiz, zulmün canlı şahitleri"yiz!.. Hayır, şahit değil, yaşayanlarıyız!.. Küçük veya büyük, az veya çok, hepimiz "baskı"lara, "zulüm"lere, "yasadışı zorbalık"lara "ceberrutluk"lara maruz kaldık!.. Bu ülkede; incecik bileklerine "kelepçe" geçirilen öğrenciler de, yerlere yatırılıp "tekmelenenler" de, sırtlarına "cop" vurulanlar da, üzerlerine "tazyikli su" sıkılanlar da, "ağızları kapatılanlar" da, "başlarından örtüsü çekilenler" de oldu... Bu zulümlere, bütün Türkiye şahit!.. Vakit olarak, biz şahidiz!.. Vakit'in maruz kaldığı "baskı"lar, "yargısız infaz"lar ve "linç"ler hiç unutulur mu?.. Hiç unutulur mu, merkez binamızın hemen 3 metre ötesine konulan "el bombası?" Hiç unutulur mu; "500 civarında polis, 2 panzer ve çatılara yerleştirilen keskin nişancılar" eşliğinde, gazetemize yapılan baskın?.. Hiç unutulur mu; "Mafya bozuntuları"nın aslı astarı olmayan uydurmaları üzerine maruz kaldığımız "gözaltı"lar?.. Hiç unutulur mu; Merkez binamıza yönelik "kaleşnikoflu saldırı"lar?.. Ve hiç unutulur mu; "Ekonomik linç"e yönelik tazminat dâvâları?.. Bu dâvâların ardından, "ev"lerimize yönelik "baskın"lar?!?. Evet, bunlar hiç unutulur mu?.. Dedik ya; Biz, hepimiz, "baskı ve zulüm"lerin sadece "şahitleri" değil, aynı zamanda "yaşayanları"yız!.. Halen de, yaşıyoruz!.. Ancak "yalı"larda oturanlar, "villa"larda ve "köşk"lerde debdebeli bir hayat sürenler bunları görmezler, bunları bilmezler!.. Görseler ve bilseler de "yok" sayarlar!.. Ne var ki; ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, "mızrak, çuvala sığmaz!" Hele de; "çığlık"ların "çığ" halini aldığı bir Türkiye'de!.. Hele de; "Halkın gören gözü, işiten kulağı ve haykıran sesi" olan Vakit gibi bir gazetenin bulunduğu Türkiye'de!.. Hayır beyler!.. Değil bir "devekuşu" gibi başınızı kuma gömmek, "köstebek" olup toprağın altına da girseniz, "dindara baskı"yı örtemez, gizleyemezsiniz!.. çünkü biz, "zulmü canlı yaşayanlar"ız!.. Selam, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle!.. Hasan KARAKAYA / VAKİT 14/01/2008
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Bugünkü 1. sayfamızda, Mehmet Bozdemir, "şahit olduğu", daha doğrusu "yaşadığı" bir olayı anlatıyor... Biz, Mehmet Bozdemir'in anlattıklarını kısaca ifade edebilmek için, "İşte zulmün canlı şahidi" başlığını kullandık!.. Eğer konunun ne olduğunu merak ediyorsanız, verdiğim linkten takip edebilirsiniz... http://www.habervaktim.com/haber1.php?id=5480 |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Bu zulmün sona ermesi dileğiyle inşaAllah.
Teşekkürler Nusret + |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Amin, İnşallah. Ben teşekkür ederim Eda...
|
|
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Beni de şahit yazın..
|
|
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|