01-24-2010, 05:41 | #1 |
Bu nasıl harp oyunu? ( Sibel ERA[R]SLAN)
Genelkurmay Başkanlığı’ndan “şaka” gibi bir açıklama… Bir “harp oyunu”ymuş, gündeme balyoz gibi düşen darbe planı. İçinde play-station oynayan çocukları bile sollayacak akıl ötesi bir yığın saçmasapanlık var: Camileri bombalamaktan, kendi uçaklarımızı düşürmekten, 200 bin kişinin tutuklanacağından, İstanbul’un cezayı hakettiğinden söz ediliyor. İşin garibi, hangi eylemin hangi kişiler tarafından gerçekleştirileceğine, yönetime el konulduktan sonra, hangi sivil idari birime, hangi rütbelinin getirileceğine kadar detaylı olan bu darbe planı, düşman ilan ettiği kişiler hakkında da ince ince çalışmış... Misal, ortadan kaybolacak 36 (aslında 35) gazeteciden birisi olarak seçtikleri kişi benim. Gazete yazılarımda, edebiyat dünyasında, kitaplarımda, konferans ve televizyonda kullandığım soyadım; “Eraslan”dır. Oysa resmi hüviyetimdeki soyadım, “Erarslan”dır. Dil sürçmesine yol açması sebebiyle resmi soyadımı kullanmam, bunu ailemin dışında kimse bilmez, önemli bir ayrıntı da değildir zaten. Ama bu ince ayrıntıyı birileri daha biliyor ki; günlük yaşantımda kullanmadığım bu resmi soyadımla geçiyorum Balyoz darbesinde. Buradan şu çıkıyor: Balyoz’u çalışan kurmaylar, rastgele bir harp oyunu içinde değiller, epey itinalı dosyalar halinde çalışılmış. Kimlik bilgilerine ve daha kimbilir ne tür bilgilere ulaşılmış... Büyük bir ihtimalle yok edilip susturulması planlanan diğer gazeteciler hakkında da tafsilatlı geniş dosyalar, takip fişleri var... Pervasızca düzenlenmiş bir iş… Milletin ödediği vergilerle maaş alıyorlar, görevleri güvenliği sağlamak. Ellerinde tank var, füze var, top var, kozmik odaları var. Peki hedefteki 36 gazetecinin (aslında 35) neyi var? Kalemden başka neyi var? Düşman yokluğunda düşman var etmek için hedef tahtası olarak milleti seçiyorlar. Sonra da “Oyun Oynuyorduk” diyorlar... OTUZ ALTI DEĞİL, OTUZ BEŞ KALEM... Sürekli “36 gazeteciyi susturacaklarmış” diye geçiyor. Oysa yedi yıllık sürede, aynı listeden otuz beş kişi hayatta kalmıştır. Balyoz, gazeteci Hırant Dink’i vurmuştur. Herkesin birbirine yüksek sesle bağırdığı, zehir zemberek günlerin içinden geçerken “36 kişilik” harp oyunu listesi diye işi geçiştirmeye kalkmayalım. Balyoz’u karikatürize edeceğim derken, karartma oyununa alet olmayalım... Tamam. Balyoz gerçek mi, değil mi diye tartışalım, masaya yatıralım, ölçüp biçelim de... Genelkurmay Başkanlığı’nın “bu bir harp oyunudur” şeklindeki açıklamasını nereye koyacağız? Hangi masaya sığar, hangi konuşmanın, hangi işitmenin içine girer? Balyoz, olanca dehşetiyle gündemin ortasına patladı... Ne masa kaldı artık, ne durun arkadaşlar bir konuşalım şeklindeki naif-kırılgan teklif... Balyoz, apaçık bir kötülüktür… Kötülüğün deşifre olması bir yana, Balyoz’un demokrasi üzerinde yol açtığı kamplaşmaya dair kuvvetli anaforuysa, belki on yıl sonra daha rahat okuyacağız… Şimdi sıkıysa, yahu durun arkadaşlar, konuşalım, birbirimizi işitelim, sakin olalım, düşünelim de… Diyebilirsen… Şimdi özgür kalabilmekten, vicdanı hür olabilmekten, kimseye boyun eğmeden muhalif olarak durabilmekten söz aç. Sıkıysa… Balyoz, ucundan kan damlatan bir kâbus şeklinde üzerine bu kadar abanmışken… Demokrasi; çocuksu bir hayâl, bir tür eğitsel kol çalışması, veya hatıra defterleri arasında kurutulmuş eski menekşe yaprakları kadar acıklı bir işe dönüşür… Henüz darbelerin ahlâk bozucu sonuçlarını konuşmuyoruz. Ama on yıl kadar sonra, hangimizin ahlâkını, vicdanını koruyup koruyamadığı, eğer yaşarsak tabiî, daha iyi seçilecek... ANAYASA MAHKEMESİ NE DEDİ? Askerî Mahkemelerin görev ve yetki alanını savaş ve sıkıyönetim hali ile sınırlayan kanun değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nden geri döndü. Askere sivil yargı yolu açılıyor şekliyle duyurulan yasa içeriği, böylece akim kaldı. Hükümetin ve Meclis’in şayet demokratikleşme konusunda samimi iseler, bunu Anayasa değişikliği üzerinden yapmaları gerekiyor. Yoksa Danıştay, Hükümetin yönetsel icraatlarını, Anayasa Mahkemesi ise Meclis’i by-pass ederek, yargıçlar cuntası gibi hareket etmeye devam edecek... Askerî yargı konusu, Anayasa’daki (145.md) haliyle durmaya devam ettiği sürece, ne ele geçen günlükler, ne ele geçen askerî mühimmat, darbe kalkışmaları, hiçbir şekliyle yargı ve adaletin önüne gelemeyecektir... Kısacası, Anayasa değişmedikçe, EMASYA’sı ile, kozmik odası ile paşa paşa devam edecektir bu tür “harp oyunları”... Bununla birlikte yargıçlar istemese de “Dünya Dönüyor”... Bir yandan yargı, diğer yandan silahlı güçlerce halka rağmen devam ettirilmeye çalışılan baskı döneminin artık sonuna gelip dayandık... Balyoz’un imha listesindeki gazeteciler, -bir eksikle, Hırant Dink yok aramızda-, bakın işte 7 yıldır, tank paletlerine kalem takmaya devam ediyor... Bu listede yer aldığım için, üzülmek şöyle dursun, gurur duyuyorum... Sibel ERA(R)SLAN / VAKİT 24/01/2010
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
01-24-2010, 05:42 | #2 |
Misal, ortadan kaybolacak 36 (aslında 35) gazeteciden birisi olarak seçtikleri kişi benim. Gazete yazılarımda, edebiyat dünyasında, kitaplarımda, konferans ve televizyonda kullandığım soyadım; “Eraslan”dır. Oysa resmi hüviyetimdeki soyadım, “Erarslan”dır. Dil sürçmesine yol açması sebebiyle resmi soyadımı kullanmam, bunu ailemin dışında kimse bilmez, önemli bir ayrıntı da değildir zaten. Ama bu ince ayrıntıyı birileri daha biliyor ki; günlük yaşantımda kullanmadığım bu resmi soyadımla geçiyorum Balyoz darbesinde. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|