02-28-2012, 22:08 | #1 |
BÜYÜK PATLAMA VE DİRİLİŞ
BÜYÜK PATLAMA VE DİRİLİŞ ALPEREN GÜRBÜZER 19. yüzyılda doğmaya başlayan materyalist akım evrenin sonsuz yıl öncesinden var olduğunu, dolayısıyla yaratılmadığı tezini ortaya atmıştır. Hatta Nobel kimya ödülü alan İsveçli fizik-kimya bilim adamı Svante August Arrhenius canlı varlıkların zerre tanecikler şeklinde yıldızlar arası uzayda ezelden beri var olduklarını, zaman içerisinde evrimleşerek yaşayan varlıklara dönüştüğünden dem vurmuştur. Fakat birçok bilim adamı tarafından uzayda çok sayıda mor ötesi (ultraviyole) ışınların varlığı bu tür oluşumların yaşamasına geçit vermeyeceğini fark etmesi üzerine bu fikir daha doğmadan çökmüş. Dahası bu ve buna benzer materyalist fikir akımlar fazla itibar görmeden 20. yüzyılda birçok ilmi çalışmalar ve özellikle kâinatın bir başlangıcının olduğunu dile getiren Big-bang teorisi sayesinde tarihin çöplerine bir çırpıda atılmasına yetti bile. Big-bangla ortaya mükemmel bir nizamın ortaya çıkmasının anlaşılması üzerine bu sefer evrenin tesadüfen kendi kendine meydana geldiği fikri işlenmeye başlandı. Oysa kâinatın kendi kendine meydana geldiği varsayımı asla sebep olamaz. Yoktan var etme gücü ancak Yaratıcıya has bir sebeptir. Dolayısıyla kâinatın yaratılışı ile ilgili kozmoloji (evren bilimi) ilmin verilerine baktığımızda her şey atomun yaratılışında gizlidir. Tüm kâinat aşağı yukarı en iyimser rakamla 15–20 milyar önce nötron, proton ve elektron plazmasından ibaret tek bir dev atom kütlesinin (1079 atom sayısı büyüklüğünde) ilahi kudretin ol emri doğrultusunda (planlamasıyla) patlayıp parçalanarak açığa çıkan gaz bulutlarından(atom ve elektron tozları) yaratılmıştır. O halde ilk patlayan parçacıkların ol emri dışında kendi kendine rasgele nizam oluşturması mümkün değildir. Zira Allah-ü Teala; “Bir şeyin olmasını isteyince ona ‘ol’ deriz, o da oluverir”(Al-i İmran, 47) beyan buyurmakta. Dahası yaratılan canlı cansız her şey Allah’ın ol emriyle planladığı hudutların dışına çıkamamaktadır. Zaten kâinatta cereyan eden hadislere tefekkür gözüyle bakıldığında külli iradeyi hissetmek her an mümkün. Şöyle ki; başlangıçta buna dünyamızda dâhil olmak üzere güneş ve tüm gezegenler dondurulmuş hamur şeklinde yekpare gaz ve toz bulutu halinde (nebula) tek bir atom halindeydik. Daha sonra bu atom “Kün” emri yüklenir yüklenmez büyük bir patlama sonucunda trilyon rakamlarla ifade edilebilecek türden enerjinin açığa çıkmasıyla birlikte tüm uzay atom parçacıkları seline dönüşmüştür. Akabinde atom parçacıkların soğumaya yüz tutup kartopu misali toplanıp gruplaştığı, böylece çekim kuvvetinin etkisiyle hızlı bir şekilde dönen atom ve elektron tozlarından oluşmuş uzay cisimciklerine dönüşmüştür. Özellikle bu uzay cisimcikleri arasında seçilmiş gözde bir misafir var ki, o hepimizin yakından tanıdığı milyarlarca sene sürebilecek hazırlıkların neticesinde ağır metallerin birleşmesinden doğan, aynı zamanda gezegenler arasında bir eşi ve benzeri olmayan dünyadan başkası değildir. Anlaşılan o ki dünyamıza apayrı muamele yapılıp eşrefi mahlûkat insanın hizmetine sunulmuş. Bütün bunlardan öte Big-bangla dağılan her bir atom parçacığı çekirdekleri bir yandan ileride galaksileri oluşturacak gaz kütlesine dönüşürken, diğer yandan her bir atom parçacığının önceden hangi galaksiyi ne şekilde (spiral mi, elips mi, küre şeklinde mi) biçimlendireceği kodlanarak o galaksinin programı bile tasarlanmış. Bu tasarım nihayet ilahi kudret tarafından gerçekleşir de. Düşünsenize bir incir çekirdeğinden ağacı çıkartan Allah, elbet bir atom çekirdeğinden sınırsız bir kâinat ağacı yaratması mümkün. İşte o ilk patlayışla big-bang misyonunu tamamlamış oluyor. Bu arada güneşte boş durmayıp 4,6 milyar yıl öncesinden beri hem ışık ve ısı saçıyor hem de bağrından solar wind denen proton ve elektron yüklü partiküller içeren güneş rüzgârlarını (parçacık akımları) uzaya fırlatıp big-bang hadisesinin küçük taslağı diyebileceğimiz iyonizasyon olayına katkıda bulunuyor. Böylece atom üretilmesine kaynak rolü oynamış oluyorlar. Yukarıda belirtilen veriler ışığında meğer güneş sadece ışık üretmiyor, elektron yüklü partikül de üretiyormuş. Üstelik teşekkül eden atomlardan üst atmosferde kimyasal gaz ve alevli toz bulutları bile oluşabiliyor. Nitekim galaksileri meydana getiren yoğunluk bakımdan düşük hidrojen bulutlarıdır. Belli ki hidrojen burada ekmek aş gibi fonksiyon üstlenmiş konumdadır. Böylece bu bulutun belli noktasında başlayan vorteksi andırır spiral bir dalgalanmayla galaksinin ilk nüvesi niteliğinde çekirdeğin yoğunluğu artmaya başlar. Derken yoğunluk arttıkça vorteks dalgalanmaların hızı da o oranda artarak sedimant halde maddenin çekirdekte toplanmasına neden olup, yıldız kümelerinin temeli atılmış oluyor. Anlaşılan küçücük bir çekirdekte koca bir galaksi âlem gizli. Zaten Kuran-ı Kerim bu durumu bilim adamları keşfetmeden asırlar öncesinden “Sonra göğe yöneldi. Gök duman halinde idi” (Fussilet–11) tarzında bildirmişte. Dahası gaz bulutları merkez kaç kuvvet çekim gücüyle katılaştıktan sonra basınç altında sıkışıp adeta top yumaklarına dönüşüyor. Hatta bir küreye benzeyen gaz yumakları yoğunlaştıkça iç bünyelerinde ısı artıyor, derken ışık yaymaya başlıyorlar. Böylece galaksiler, yıldızlar ve güneş sanki bir senfoni orkestra eşliğinde yeni bir hayata merhaba diyor. Bu yüzden dünya sathında bulunan tüm elementlerin yıldız ve daha uzakta bulunan nebulalar üzerinde var olması Big-bang olayını doğrular niteliktedir. Hatta bilim adamları dünya kabuğunun başlangıçta yekpare, yani bitişik olduğunu, sonradan konveksiyon akımları ile arz kabuğu üzerinde kırılma ya da çatlakların oluşmasıyla birlikte birbirinden ayrıldığını belirtiyorlar. İşte yapışık olan yeryüzü böyle bir olayın ardından kıtalara ayrılmıştır. Yani karalar arasındaki boşluklar denizlerle dolmuş oluyor. Bilindiği üzere Atlantik önceden deniz değildi. Zira Atlantik’in ‘S’ harfi şeklinde spiral olması Avrupa ve Afrika'nın batı kıyı şeridi ile kuzey ve güney Amerika’nın doğu kıyı şeritlerinin önceden bitişikliğinin bir göstergesi olup sonradan birbirlerinden ayrıldığına işarettir. İşte dünya haritamız bu gerçekler ışığında son şeklini böyle almıştır. Hele analitik bir yaklaşımla bu esrarengiz yapılanma iyi incelendiğinde çatlakların izlerini görmek imkânı olduğu gibi dünyanın çeşitli yerlerinde birbirine benzer özelliklere sahip bitki florasına rastlamak her an mümkün. Rabbül âlemin; “Bundan sonra arzı yaydı. O arzdan suyunu ve otlağını çıkardı” (Naziat, 30–31) beyan buyurarak önceden kıtaların bitişikken sonradan nasıl yayılarak ayrıldığına işaret eder. Ayrıca jeoloji ilmi sayesinde bulunan taşların eskiden hangi alana ait olduğu tespit edilebiliyor. Dolayısıyla Hindistan’da bulunan bir kısım taşların milyonlarca yıl öncesinde ekvatorun güneyinde bulunduğu tespit edilmiştir. Nitekim Rabbül âlemin: ”Görmezler mi ki, gökler ve yer birbirlerine bitişikken onları birbirinden ayırdığımızı… bilmezler mi? Hala inanmıyorlar mı?” diye beyan buyurmakta (Enam suresi–30). Yine Kuran’da geçen dünya haritamızın oluşumu şu ayetle: “O çatlayışlı arza kasem olsun ki, o keskin bir hükümdür”(Tarık suresi ayet:12) diye işaret ediliyor. Kayaların dili dünyamızın 4,5 milyon seneden beri var olduğunu göstermektedir. Anlaşılan dünyamız gaz yığınından son şekline gelinceye kadar bir sürü değişim yaşamış, derken ilk evvela denizler canlılarla şenlendirilmiş ve akabinde eşrefi mahlûkat ilan edilen insan misafir edilerek bu süreç tamamlanmıştır. Galaksilerin oluşumu dünyamızın oluşumu kadar uzun sürmüyor. Üstelik dünyamızı teşkil eden kıtalar milyonlarca yılda tamamlanmasına rağmen, galaksiler altı saniye gibi kısa bir zaman diliminde var oluyorlar. Fizik bilginleri bu olayın Big-bang, yani büyük bir patlama sonucu gerçekleştiğini açıklamaya çalışıyorlar. Hatta zaman dediğimiz olguda patlamayla vücuda gelen bir varlık boyutu. Öyle anlaşılıyor ki her şey kün (ol) emriyle kodlanmış. Allah (c.c); “O’nun işi bir şeyi istedi mi ona sadece ol demektir, hemen oluverir” (Yasin suresi, 82) buyurarak kıyamet gününde ‘kün’ emriyle dirilişe geçeceğimizi haber veriyor. Nasıl ki Big-bangla bir atomun çekirdeğinden galaksiler yaratılıp 'zaman' tayin ediliyorsa, aynen öyle de toprağa karışan insan vakti saati geldiğinde İsrafil (a.s)'ın sura üflemesiyle start alan büyük patlama (kıyametin kopmasıyla) sonucu ilahi program gereği dirilecektir elbet. Nitekim ol emriyle hayat bulan kâinat nizamını oluşturan elementlerin gün be gün entropisinin (enerjinin değersizleşme hali) artmasıyla birlikte merkezden uzağa genişleyip geri döndürülemeyecek bir şekilde nizamsızlığa doğru gittiği gözlemlenmekte. Bunun anlamı bir gün bu sınırsız kâinat kitabının sayfalarının kapanıp her fani gibi evrenin de bir gün ecelinin dolacağı gerçeğidir. Yani büyük Tufan’dan sonrası nükseden dağ oluşumları, buzullaşma, yağmur, volkanik oluşumlar ve kıtaların kayması gibi olağan üstü gerçekleşen benzer hadiseler kıyamet koptuğunda daha büyük çapta yaşanacağı muhakkak. Er veya geç bütün kâinat ve içerisindeki canlılar kıyametin kopuşuyla birlikte mahvolacaklardır. Yeryüzü sathı bütünü ile aşınacak, ağaç ve bitkiler kökleriyle birlikte savrulacak, dağlar parçalanarak çamurlu sel haline dönüşüp tüm canlıları birlikte sürükleyecek, okyanuslar kabarıp gök kubbe çökecektir elbet. Dolayısıyla bu durumda “Ya baki entel baki” demekten başka ne diyebiliriz ki. Velhasıl; Allahü Teala;“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için ibret verici deliller vardır”(A’li İmran 190) beyan buyurmaktadır. Böylece ayeti kerime yaratılış kanunlarına tabii olan yer çekimi, termodinamik, elektrik yükünün korunumu, momentumun korunumu ve hareket gibi bir dizi tüm tabiat kanunların evrimleşmeye uğramadan yaratılıştan beri üzerilerine yüklenmiş bir program dâhilinde fonksiyon icra ettiklerini yarattığı kulunun dikkat kesilmesini dilemektedir. O halde “Her şey Zat-ı Vacib-ül Vücud Yaratıcının ol emriyle vücut bulmaktadır” demek düşer bize. Vesselam. http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|