![]() |
#1 |
![]() Cennet Kapıları Soru: Hadis-i şeriflerde, Cennet’in sekiz kapısından bahsedilmekte ve mü’minlerin farklı farklı kapılardan Cennet’e girecekleri belirtilmektedir. Bu türlü nebevî beyanlarda nazara verilmek istenen hususlar nelerdir? Cevap: Ayet-i kerimelerde Cennet’in kapılarına temas edilmiş; hadis-i şeriflerde ise onların sekiz tane olduğuna, bazılarının isimlerine ve kimlerin hangi kapıdan gireceklerine dair bilgiler verilmiştir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “ikâme” keyfiyeti içerisinde namazlarını eda edenlerin Salât kapısından; Hak yolunda mücahedede bulunanların Cihad kapısından; Allah için açlığa, susuzluğa katlanan oruç ehlinin Reyyan kapısından ve sürekli hayr ü hasenât peşinde koşan infak kahramanlarının da Sadaka kapısından çağrılıp oradan Cennet’e giriş yapacaklarını beyan etmiştir. Ayrıca, Hazreti Ebu Bekir’in (radıyallahu anh) bu kapıların hepsinden birden davet alacağını ve onun dilediğinden ebedî saadet yurduna dahil olacağını müjdelemiştir. Cennet’in Tabakaları Değişik vesilelerle ifade edildiği gibi; insanların burada yaptıkları ibadetler, sırtlarına aldıkları mükellefiyetler ve çektikleri sıkıntılar öbür âlemde çok farklı manalara bürünecek ve farklı mahiyetler şeklinde sahibinin karşısına çıkacaktır. Nasıl ki, küçücük bir tohum kocaman bir ağacın programını taşımakta ve toprağın bağrına atılınca neşv ü nema bularak o ağacın şeklini almaktadır; aynen öyle de, bu dünyada eda edilen ibadetler, katlanılan musibetler ve kulluk hesabına ortaya konulan fiiller, öbür tarafta büyüyüp boy atacak ve meyveye duracak birer çekirdek mahiyetindedir. Buradaki her bir tekbir, tehlil ve tesbih, tıpkı toprağıyla buluşmuş bir tohum gibi, ahirette değişik Cennet nimetlerini netice verecektir. Hatta denebilir ki; Cennet’te çeşit çeşit nimetlerin inkişafı, -bir şart-ı âdî olarak- mü’minin dünyadaki ameline bağlıdır. Binaenaleyh, Ehl-i Sünnet’e göre, şu anda Cennet bir nüve halinde mevcuttur. Cennet’i inkâr etmek Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat daire-i kudsiyesinden dışarıya çıkmak demektir. Ancak, Cennet’in, bir çekirdeğin bir ağaç haline gelmesi misillü gelişip olgunlaşması ve tamamiyet kazanması mü’minlerin amellerine vâbestedir. Ameller devam ettikçe onun inkişafı da sürüp gidecektir. Bu itibarla, her mü’min, hayatı boyunca kendi Cennet’ini inşa, ikmal ve itmam etmeye çalışacaktır. O, yaşadığı sürece namazıyla, orucuyla, haccıyla, zekâtıyla ve sadâkatiyle kendi Cennet’ine yeni yeni buudlar kazandıracak, renkler katacak, onun revnaktarlığını arttıracak; nihayet, haşr u neşr olup ahirete gittiği zaman onu tam inkişaf etmiş olarak bulacaktır. İşte o zaman, insanın amelleri de semereler verecek ve mü’min onlardan istifade edecektir; mesela, dünyadayken bir “Elhamdülillah” diyen, orada bir meyve-i Cennet yiyecektir. Bundan dolayıdır ki, Cennet’in de tabakaları vardır; Firdevs, Adn, Naim, Daru’l-Huld, Me’va, Daru’s-Selâm ve İlliyyûn gibi isimlerle anılan bu tabakalardan her birinde, mü’minlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri mertebeler bulunmaktadır. Nur Müellifi’nin yaklaşımıyla; dâr-ı saadet ve ebediyet olan Cennet’te, dost dostu ile beraber iken, sofra-i Rahmânirrahîm’den, herbirisi kendi istidadına göre hisse alır. Girdikleri Cennet tabakaları ayrı ayrı da olsa, bu, beraber bulunmalarına engel teşkil etmez. Çünkü, Cennet’in tabakaları birbirinden yüksek oldukları halde, umumunun damı Arş-ı âzamdır. Nasıl ki mahrûtî bir dağın etrafında, kaidesinden zirvesine kadar birbiri içinde, birbirinden yüksek, surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fakat birbirinin güneşi görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de, cennetlerin buna yakın bir tarz ile olduğu çeşitli hadis-i şeriflerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca, Cennet’in her tabakasının da pek çok seviyesi vardır; nitekim, ayet-i kerimelerde “Naim Cennetleri” veya “Firdevs Cennetleri” şeklinde çoğul ifade kullanılması bu farklı mertebelere işaret etmektedir. Şu kadar var ki, herkes kendi marifet ufkunun enginliğine göre ve istidadlarının inkişaf edişi ölçüsünde Cennet nimetlerini duyacak ve tadacak olsa da, Cennet’in hangi tabakasında yer alırsa alsın, orada her mü’min, kendi halinden memnun kalacak, hususî mertebesini zirve gibi algılayacak ve hep itminan içinde bulunacaktır. Burada Amel Çekirdeği, Ötede Cennet Meyvesi Evet, ahiretteki her nimet, bir yönüyle bir amelin sevabı ve o sevabın temessülünden ibarettir; oradaki sermedî lütuflar, amel tohum ve çekirdeklerinin başakları ve sümbülleri olarak zuhur edecektir. Bu itibarla da, dünyadaki amel ile oradaki nimet birbirine bir iç benzeyişle müteşâbihtir. Öbür tarafta, oruç ve namaz gibi ibadetler öyle bir mahiyet alacaklardır ki, mü’minler onları birer nimet olarak önlerinde bulduklarında “Allahım, bu ne nefis bir lütuf; namazıma benziyor ama namaz değil, üzerinde orucumun şebnemi var ama oruç değil!..” diyeceklerdir. Belli bir rasat ve temaşa noktasından baktıkları zaman, hangi nimetin hangi sâlih amele terettüp ettiğini anlayabilecek; fakat, onları çok farklılaşmış, güzelleşmiş ve bambaşka birer ihsan halini almış olarak bulacaklardır. Dolayısıyla da, Cennet nimetlerinden her rızıklanışlarında, “Bu, dünyada veya az önce Cennet’te lutfedilen şeylerdendir!” diyecek, hem o benzerliğin hem de nimetlerdeki televvün ve tazeliğin farkına varacaklardır. Nitekim, bu hakikati ifade sadedinde Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki ne zaman, meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse, ‘Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!’ diyeceklerdir. Oysa bu, onların aynısı değil benzeri olarak kendilerine sunulacaktır.” (Bakara, 2/25) Şu kadar var ki, bugün biz bu iki şey arasındaki münasebeti tam anlayamayabiliriz. Çünkü, her şeyi sebepler dairesi içinde mütâlaa ettiğimizden, tahlil ve terkiplerimizde belli ölçüde sebeplerin tesirinde kalmaktan kurtulamıyoruz. İmam-ı Gazali’nin deyimiyle, sahip olduğumuz “akl-ı meâş”tan dolayı ukbaya ait meseleleri dünyada çok iyi anlayamıyoruz. Fakat, ahirette “aklı meâd” ile donatılacağımız ve orada her şeyin metafizik kanunlar çerçevesinde cereyan ettiğini göreceğimiz için, o zaman “Elhamdülillah” deme ile Cennet meyvesi yeme arasındaki münasebeti kavrayacak ve oradaki mükâfatlarla buradaki amellerin nasıl bir sebep-sonuç alâkasıyla irtibatlı olduğunu apaçık müşahede edeceğiz. İşte, amel tohumlarının sermedî lütuflara dönüşmesi ve çeşit çeşit meyveler vermesi daha Cennet’e giriş esnasında kendisini hissettirecektir; çünkü, her amelin kendine mahsus bir kapısı olacaktır ve o amel ile bütünleşen kimse o kapıdan çağrılacaktır. Aslında, sâlih ameller sekizden çok daha fazladır; fakat, ihtimal, Cennet’in sekiz kapısı bu amellerin en önemlilerinin isimlerini almıştır. Bir yönüyle, Salât, Cihad, Reyyan, Sadaka, Hac, (insanları çokça bağışlayanların gireceği) Afv, (öteye görülmemiş hesaplar bırakmayan mübareklere ayrılmış) Eymen ve Zikir-İlim adındaki ebvâb, Cennet’in ilk giriş kapılarıdır; Allahu a’lem, kabul salonundan sonra, büyüklü küçüklü her güzel iş ve güzel ahlak sahipleri için ayrılmış başka bablar da vardır. Meleklerin İstikbal Edişi Nasıl ki, burada herkes seviye, makam ve mansıbına göre istikbal edilmektedir; misafirin konumuna göre bazen müsteşarlar, bazen bakanlar ve bazen de başbakan karşılama heyetinde hazır bulunmaktadır. Hatta, kimi zaman bizzat cumhurbaşkanı, misafirini tören kıtasıyla karşılamakta ve ona daha uçaktan iner inmez “hoşgeldiniz” demektedir. Bir manada, misafire bu ülkede göreceği i’zaz u ikram daha giriş kapısında hissettirilmektedir. Aynen öyle de, Mevlâ-yı Müteâl, saadet yurdunda ebedî misafir edeceği kullarına orada lütuf buyuracağı nimetleri daha kapıdan içeriye girerken hatırlatmakta ve melekleri onlara teşrifatçı yapmaktadır. Bu kutlu istikbali haber veren ayetlerin birinde meâlen şöyle denilmektedir: “Rabb-i Rahim’e karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük Cennet’e sevkolunurlar. Nihayet oraya varıp da kapıları açılınca Cennet bekçileri şöyle derler: Selam olsun sizlere, ne mutlu size! Haydi, giriniz buraya, ebediyyen kalmak üzere!” (Zümer, 39/73) Bu karşılamanın kendisi başlı başına bir lütuftur; onda insanın iliklerine kadar duyabileceği zevkler mevcuttur.. ve bu zevkler gelip geçici de değildir; onlar, üzerinize sürüldükten sonra güzel kokusu hiç kaybolmayan ve senelerce kendisini hissettiren bir misk gibi mütemadî lezzetlerdir. Evet, Cennet kapılarının herbirinde, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği sürprizler vardır; her mü’min, derecesine göre, onları duyacak, sezecek ve zevk edecektir. Ayrıca, Cennet’in belli bir kapısından giren insan, öbür kapıların ardındaki nimetlerden de mahrum kalmayacaktır. Farklı hususiyeti, oturmuş karakteri, gelişmiş cibilliyeti ve bir yönüyle kemalâtının istihkakı zaviyesinden onun için bir kapı takdir edilmiş olsa da, o kapıdan geçip o şekildeki istikbale has ihsanlara erdikten sonra, diğer kapıların anahtarları olan amellerin mükafatını da alacaktır. Mesela; bir insan namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlerin hepsini bihakkın eda etmiş olabilir; fakat, şayet onu asıl zirveye çıkaran vesile i’lâ-yı kelimetullah yolundaki gayretleri ise, o, Cihad kapısından Cennet’e dahil olacaktır; öncelikle bu kapının hususi lütuflarından yararlanacaktır ama diğer kapıların herkese açık nimetlerinden de pay alacaktır. Bir kapıdan girerken oranın güzelliklerinden asliyet planında istifade edecek, diğerlerini ise zılliyet planında duyup tadacaktır. Bu itibarla da, bir kapıdan geçiyor olma diğerlerinden mahrumiyet manasına gelmemektedir. Kırık Testi' den
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|