AK Gençliğin Buluşma Noktası
Haberler Dünyadan ve Ülkemizden son dakika haberler burada.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 04-13-2017, 11:23   #1
Kullanıcı Adı
akses
Lightbulb Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin İç-Dış Boyutları Ve Arka Planı
Türkiye, “yönetim sistemi”nde değişiklik yapacak kısmi bir anayasa değişikliğini gündemine aldı. 18 maddelik değişikliğe ne ihtiyaç vardı da referanduma götürülüyor? Gündem bu.. Sanki “Gül gibi bir Anayasamız vardı. Ama iktidar partisi MHP ile birlikte durduk yerde icat çıkarıyor..!” CHP ve bileşenleri böyle bir görüntü veriyorlar.

Peki, gerçekte durum ne?
Şimdilerde “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne karşı çıkan CHP, 2007’deki referandumda da Cumhurbaşkanını “halkın seçmesine” karşı çıkmıştı. Öte yandan, 2007’de Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karşı çıkan CHP ve bileşenleri aynı sene TBMM’nin Cumhurbaşkanını seçmesini de engellemişti. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 367 hurafesini peydahlamış, Özal, Demirel ve Sezer Cumhurbaşkanı seçilirken hiç hatırlanmayan bir zorlama kural ileri sürülmüş ve Abdullah Gül’ün TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesi önlenmişti. TBMM’de Cumhurbaşkanı seçiminin ilk oturumunun yapıldığı günün gecesi, 27 Nisan 2007’de dönemin vesayetçi generalleri internet bildirisi ile iktidara karşı tavır alarak siyasete müdahale edip CHP, ANAP ve DYP ile siyasi ittifaka girişmişlerdi.

SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİNE CHP VE MÜTTEFİKLERİ ZORLADI

Eğer CHP ve müttefikleri 2007’de bu zorbalıkları yapmamış olsalardı, bugün belki de bu Cumhurbaşkanlığı sistemini bu şekilde tartışmıyor olabilirdik. Türkiye’deki yeni sistem arayışlarının, CHP’nin dayatmacı, inkarcı, redci ve asimilasyoncu zorbalığından kurtulmak için gerekli olduğunu hatırlatmak gerekir.

CHP ve müttefikleri, zorba siyasetleriyle hem mevcut sistemi tıkayıp çalışmaz hale getirdiler hem de tıkanan sistemin açılması için çalışanları “despotik” olarak göstermeye yelteniyorlar.

Çift başlı yönetimler her zaman için istikrarsızlığa mahkum ve daima “dış müdahalelere” açıktır. Türkiye’nin geçmişinde de hep böyle olmuştur. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasındaki “Anayasa kitapçığı fırlatma” krizi yakın tarihin en çarpıcı örneğidir. Saçma-sapan bir didişmeyle koca memleket, siyasi ve ekonomik buhrana sürüklenmiş, 22 banka batmış faiz bir gecede % 7 bin 500’e fırlamış, vatandaş bir günde dımdızlak hale gelmişti.

Bütün örnekler bundan ibaret değil.

BU SİSTEMDE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İLE İSMET İNÖNÜ DE KARŞI KARŞIYA GELDİ

Mevcut sistemi savunmakta olan CHP ve bileşenleri değişikliğin önemini gerçekten anlamak istiyorlarsa kendi tarihlerine yani CHP’nin tarihine baksınlar yine yeter..
Cumhuriyetin kurucuları, iki silah ve dava arkadaşı olan Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü.. Biri Cumhurbaşkanı diğeri Başbakan olduklarında karşı karşıya geldiler. Mustafa Kemal, 1938’de İsmet İnönü’ye küskün olarak öldü. İnönü, Mustafa Kemal hayattayken onun kuyusunu kazmaya çalışıyordu. Atatürk’ün ölümünden sonra onun ismini ve resmini bile kağıt paralardan silen İsmet İnönü, kendi resimlerini bastırtmıştı. Yani bu ülkede Atatürk’ü ilk silen adam, İsmet İnönü’nün ta kendisidir.
Celal Bayar’la Adnan Menderes, aynı partinin liderleriydiler. Ama daha sonra ters düştüler ve Menderes idam edildiğinde Bayar’a kırgın ve küskündü.

Kenan Evren, 1982 Anayasasıyla kendine göre bir yönetim sistemi kurgulamıştı. Ama Turgut Özal Başbakan olduğunda geçinemediler, ters düştüler.

Sonra Özal Cumhurbaşkanı oldu ve yerine “mutemet” adamı Yıldırım Akbulut’u Başbakan yaptı. Akbulut vefa göstermedi. Özal’a kafa tuttu. Özal, Akbulut’a kırgın olarak ruhunu teslim etti. Partisinin diğer başbakanlarından Mesut Yılmaz’a da küskün gitti.

Özal’ın vefatıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Süleyman Demirel de “mutemet” birini, Tansu Çiller’i Başbakan koltuğuna oturttu. Ne oldu? 28 Şubat 1997’de “Darbelerin Babası” Demirel, Tansu Çiller’in Başbakan olmaması için darbeci generallerle işbirliği yaptı. Demirel de Çiller’e küskün öldü.

Demirel’den sonraki örnek ise hepsinden daha vahim. Milletle uzaktan yakından ilgisi olmayan asosyal bir tip olan, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer sözüm ona “tarafsız” olduğu varsayımıyla TBMM’deki 5 partinin ortak adayı olarak Cumhurbaşkanı seçildi.

“Tarafsız” Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hiçbir tarafı olmadığı için kısa zaman sonra ne o kendini seçen partileri tanıdı ne de halkı tanıdı! Millet karşıtı küçük azınlık bir güruhun dolduruşlarıyla kendisini de memleketi de heba etti gitti. Şimdilerde adı söylendiğinde ise sadece çıkardığı 2001 krizi, kırmızı ışıkta durması, Emin Çölaşan’ın hatırını sorması ve marketten sepetle birşeyler alması dışında hatırlamıyoruz. O hala bütün partilere ve

millete küskün.. Belki biraz Doğu Perinçek’i seviyordur..
Öncekiler kadar olmasa bile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakan Tayyip Erdoğan arasında da yer yer ciddi sıkıntılar oldu. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca Başbakan Ahmet Davutoğlu ile pürüzler yaşandı.

BU ÇİFT BAŞLI SİSTEM DAHA FAZLA SÜRDÜRÜLEMEZ

Bütün bu örnekler gösteriyor ki problem, yer yer şahıslarda da olsa esas sorun iki başlı kurgulanmış yönetim sisteminde. Bu çift başlı sistem daha fazla sürdürülemez. Hele hele 2007’deki halkoylaması ile Cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmeye başlamasından sonra asla sürdürülemez.
Kaldı ki içinde olduğumuz süreç itibariyle büyük bir küresel savaşın ortasındayız. Bu savaş ortamında bürokrasiye fazla boğulmadan ama istişareden de taviz vermeden hızlı kararlar almak ve hemen uygulamaya koymak zorundayız. Güçlü ve dirayetli ve aynı zamanda halka hesap veren iktidarlara ihtiyacımız var. Kırılgan ve dış müdahaleye açık bir yönetim sistemi işe yaramaz.

Bütün bu sebeplerle bu yönetim sisteminin değişmesi gerekiyordu.

İSLAMİ KİMLİK BATI'YI ÜRKÜTÜYOR

Hadisenin başka bir boyutuna gelince.. Geriye dönüp son on yıla baktığımızda Avrupa ülkeleri ve ABD’nin Türkiye’de yapılan her seçimde açık bir “taraf” olduklarını görüyoruz. Tarafgirliklerini de her defasında Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığı üzerine yaptıkları aşikar.

2007’de Ak Partili birinin Cumhurbaşkanı seçilecek olmasına karşı çıktılar. 2009’da belediye seçimlerinde muhalefet partilerine destek attılar. 2010 anayasa referandumu, 2011 genel seçimleri, 2014 belediye seçimi, 2014 Cumhurbaşkanı seçimi, 2015’te yapılan iki genel seçim.. Batı, bunların hepsinde Ak Parti’nin karşısında yer aldı..

Batılı siyasetçiler, Ak Parti’nin liderini sistematik olarak karaladılar, uluslararası medya ve yurt içindeki uzantıları üzerinden algı çalışmaları yürüttüler. Kaderin tecellisine bakın ki Batılı ülkelerle birlikte yürütülen bu seçim kampanyalarının hepsini muhalefet açık ara kaybetti. Kaybettikçe daha da azdılar, kendilerini daha çok deşifre ettiler.

Avrupa ve ABD, önceleri tarafgirliklerini daha örtülü ve daha diplomatik yürütür, arkamızdan kuyu kazar ama yüzümüze güler ve dostmuş gibi görünürlerdi. Haçlı ülkeleri artık maskeleri çıkardılar. Gizlenme gereği duymuyorlar veya kendilerini artık gizleyemiyorlar.

“Serbest siyaset,” “fikir ve ifade özgürlüğü,” “seçme ve seçilme hürriyeti,” “insan hakları” ve“demokrasi” konularında yıllardır bizlere akıl veren, Batılı hükümetler, sıraladığımız bu hakların hepsini, tuttukları taraf lehine engellemeye başladılar.

Teröre destek verdikleri için dokunulmazlıkları kaldırılan HDP’li vekillerin yargılanmasına bile tahammül edemeyerek Türk liderleri diktatörlükle suçlayan “çağdaş” Batı, seçimle gelmiş, meşru iktidar partisinin Avrupa ülkelerinde EVET kampanyası yapmasına kıldan tüyden gerekçelerle engel çıkarttı. Ak Parti'ye engel çıkartılan aynı salonlarda HAYIR kampanyası yürüten muhalefet partileriyle onbinlerce masumu katletmiş olan terör örgütleri, Avrupa polisinin koruması altında toplantı ve yürüyüş yapabiliyorlar.

Üstelik Türkiye’ye karşı terör yapan örgütler sadece sivil salonlarda değil, Avrupa Parlamentosu’nda, AB üyesi ülkelerin ulusal parlamentolarında, Fransa cumhurbaşkanının sarayında, Alman cumhurbaşkanının sarayında el üstünde, baş üstünde tutuluyorlar.

Kendileri her gün Türkiye cumhurbaşkanına DİKTATÖR yaftasını kullanıp bunu İFADE HÜRRİYETİ olarak gösterirlerken, hatta daha ileri gidip İslam Peygamberine saldıran köpeklerine BASIN HÜRRİYETİ gerekçesiyle sahip çıkarlarken Türk gazetecilerin ve siyasetçilerin Batılılara NAZİ benzetmesi yapmasından tuhaf şekilde rahatsızlık duyuyorlar.

Avrupa’nın genel durumu İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasi ve sosyal atmosferi yansıtıyor. Almanya ise tam manasıyla Hitler faşizminin başlangıç dönemlerinin reflekslerini gösteriyor.

Avrupa’da, ılımlı veya merkez partiler, Türk ve İslam düşmanı, yabancı düşmanı faşist partilerle yarışıyorlar. Bu yarışta faşist partilerin siyasi söylemlerini geride bırakmaya başladılar.

Batı'nın Türkiye karşıtlığı, zahiren Tayyip Erdoğan veya Ak Parti karşıtlığı olarak görünse de arka planındaki motivasyon göründüğünden daha derin. Batılılar, Ak Parti veya Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiğini düşündükleri “İslami kimliğe” saldırıyorlar. Türkiye’de Ak Parti veya Erdoğan’ın İslami bir siyaset izlemediğini savunanlar olabilir. Ancak Batılılar öyle düşünmüyorlar. Ak Parti ve Tayyip Erdoğan’ın “demokratik” mücadelesinin, sadece Türkler üzerinde değil 1.8 milyar nüfusa erişen İslam coğrafyasında hızlı bir ümmet uyanışına sebep olduğunu görüyorlar.

Bu durum, Hristiyan ve Siyonist dünyayı ciddi biçimde ürkütüyor. Çünkü Müslümanlar, dayanışma içine girdikçe sömürgeci vahşi Batı'nın İslam ülkelerindeki menfaatleri zayıflıyor. Müslümanlar, safları sıklaştırdıkça Batılı ülkeler de ortak-senkronize tepki vermeye başladılar.

HAÇLI DÜNYASI ÇILDIRIYOR

Madalyonun diğer tarafında ise onları korkutan başka bir gerçek var. Batı toplumlarının geleceğini görmek için yapılan bilimsel ve sosyolojik projeksiyonlar, raporlar, analizler, Hristiyan toplulukların alarm durumunda olduklarını gösteriyor. Şu anda İslam, nüfusu yaklaşık 7.5 milyarı bulan dünyanın, ikinci büyük dini. ABD merkezli araştırma kuruluşu PEW’in raporlarına göre 2070 yılında İslam’ın, bütün dinleri geride bırakarak birinciliğe ulaşacağını gösteriyor.

Türkiye en başta olmak üzere İslam ülkelerinin yaklaşık 2 asırlık uykudan uyanarak, hızlı bir şekilde siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel açıdan yeniden özgüvene kavuşmaya başlaması daha da önemlisi Müslümanların tarihte olduğu gibi tek çatı altında ortak hareket edebileceği çeşitli mekanizmaların vücut bulmaya başlaması Haçlı dünyasını çıldırtıyor.

Batı'nın çılgınlıklarını sadece bir anayasa değişikliği tepkisi olarak görmeyelim. Esas mesele o değil. İşin bu tarafına daha çok odaklanalım..

Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkanların fikri arka planında neler var?

Cumhuriyetle birlikte “Osmanlı hanedanı” kaldırıldı. Osmanlı hanedanını kaldıranlar, bunun yerine önce İngiliz, sonra Amerikan “gizli” saltanatını getirdiler. Ancak o kesim bu sistem değişikliği ile Osmanlı hanedanının değil ama Osmanlı ruhunun tekrar dönmesinden korkuyorlar.

Cumhuriyet döneminde “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” diyerek Türkleri Batı'nın takipçisi ve taklitçisi bekçisi yaptılar. Türklerin uyanıp gerçek dostlarıyla, İslam ümmetiyle buluşmasından korkuyorlar.

Türkleri, sistematik biçimde dinden uzaklaştırıp, dillerini bozdular, tarihlerine düşman ettiler. Onların yeniden uyanıp da gerçek düşmanlarına hesap sormasını önlemek istiyorlar
“Türkiye Türklerindir” “Ne mutlu Türküm diyene” sloganlarıyla bugüne kadar gerçek niyetlerini gizleyip, koca bir milleti uyuttular. Türklerin uyanmasını istemiyorlar.

6-7 senede bir ekonomik kriz çıkartarak parayla oynuyor, değeri düşen kurumları kelepir fiyata alıp değeri yükselenleri fahiş fiyata satarak köşeyi dönüyorlardı. Sömürü düzeninin devamı için sistem değişikliğine karşı çıkıyorlar.

Her ekonomik krizde Türkleri, IMF ve Dünya Bankası’na onyıllarca borçlandırıp siyasi olarak her dediklerini kabul ettiriyorlardı. Rantiye ve faiz vurgunlarının devamı için sistem değişikliğine karşılar.

NATO çatısı altında özenle yetiştirdikleri “oğlanların (our boys)” ortalama her 10 yılda bir darbe yapmasını sağlayarak Anadolu’yu onlardan alan, Doğu Roma’yı yıkan, Avrupa ortalarına kadar fetheden Selçuklu ve Osmanlı’nın intikamını alıyorlardı. Bu yolun kapanmaması veya daralmaması için yeni sisteme karşılar.

“Türkiye Türklerindir. Kürt yoktur, kart-kurt vardır” diyerek Türkleri “mutlu” ediyor, “Kürdistan Kürtlerin hakkıdır” diyerek de Kürtleri, Türklere karşı kışkırtıp, kardeşi kardeşe kırdırtıyorlardı. Hasımlarımız bu imkanın ellerinden çıkmasından endişe ediyorlar.

Önce terör örgütlerini kuruyor ve kullanıyor sonra da terör örgütlerinden “kurtarmak” için ülkeleri rahatça “işgal” ediyorlardı. Yeni sistemle güçlenecek Yeni Türkiye’nin İslam ümmetini domine etmesinden korkuyorlar.

Meclisinin duvarına “Hakimiyet kayıtsız şartsız
milletindir” yazıp milletin seçtiği iktidar partilerini, kurdukları “vesayet sistemi”nin sigortası olan Anayasa Mahkemesi’ne kapattırıyorlardı. Yeni sistemde partisi kapansa bile iktidarı-başkanı fazla etkilemeyecek. Vesayet sisteminin işlevsiz hale gelmemesi için sistem değişikliğine karşılar.

TBMM’de birbirlerinden farklı bir sürü parti olsa da hepsini bir şekilde ikna ederek Ahmet Necdet Sezer gibi millet karşıtı birini millete rağmen o partilere Cumhurbaşkanı seçtirip ülkenin ve milletin kaderi ile rahat rahat oynuyorlardı. Bu imkan büyük ölçüde ellerinden alındı. Düzenin tamamen değişmesine yine karşılar.

“Parçalı” ve “zayıf” siyaseti “toplumsal renklerin temsili” diye yutturuyor, planladıkları muhtelif koalisyon formülleriyle ülkenin kaderiyle kolayca oynuyorlardı. Artık bunları yapamayacaklar. “Koalisyonların” devamı için HAYIR’ı savundular.

TÜRKİYE ŞİMDİ AVRUPA'YA KAFA TUTUYOR

Eskiden, Dünyanın herhangi bir yerinde bir şeyler olsa ABD ve Avrupa ülkeleri hemencecik müdahale ediyor, Türkiye’yi yönetenler de buna alkış tutuyorlardı. AK Parti hükümeti ve Tayyip Erdoğan, ABD ve Avrupa’nın Suriye’ye müdahale etmesine karşı çıkıyor. Ayrıca Suriye’deki terör örgütlerini kısa sürede kendisi tek başına temizliyor. ABD ve diğer Haçlı-Siyonist müttefiklerinin dünyada rahat rahat “işlerini” yapmaları artık imkansızlaşıyor. Buna razı değiller.
Tayyip Erdoğan İsrail’e “one minute” ABD ve çetenin diğer 4 üyesine ise BM genel kurulunda gözlerinin içine bakarak “Dünya 5’ten büyüktür” deme cüretini gösteriyor.

Dünyadaki Haçlı düzeninin devamı için “Yeni Türkiye” “tehdit” olarak görülüyor.

Yeni Türkiye, Müslümanları Batı'ya karşı birleştirmeye uğraşıyor. Üstelik bir de “İslam Ordusu” kuruldu. Bunu, NATO’nun sonu olarak algılıyorlar.

Ankara, İsrail’e, ABD’ye kafa tutmakla yetinmedi, şimdi Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya’ya hatta tüm Avrupa’ya meydan okuyor. “Küresel sistemi” sorguluyor. Hasımlarımız, bunu hazmedemiyorlar.

Türklerin, “gerici” ve “barbar” olduklarına Batınınsa “demokrat, medeni, özgürlükçü ve güçlü” olduklarına neredeyse herkesi inandırmışlardı. Şimdi Türkler, Batının, sığınmacılara karşı duvar örmelerine, faşist politikalarına, camileri yakmalarına, soykırımlara, asimilasyon ve işgal girişimlerine cesur bir tavırla meydan okuyarak karşı çıkıyor.

Batılılar ise bütün bu yeni durumlar karşısında ikna edici bir cevap veremiyorlar..

Adı konmamış küresel savaşın kodları!
Türkiye ile açıktan savaşmaya cesaret edemeyen ne kadar devlet ve ne kadar illegal örgüt varsa, PKK/PYD, Hizbullah, Devrim muhafızları, ABD ve diğer düşman güçlerin silahlı unsurları, DAİŞ kılığıyla karşımıza çıktı ve bizimle savaştı. Eş zamanlı olarak içerideki unsurları da medya, sosyal medya ve siyasetçiler üzerinden Türkiye’nin El-Bab'dan çekilmesi için algı çalışması ve psikolojik harp yaptılar..

Yeni Türkiye, mevcut küresel düzeni açıktan hedef almış durumda.. Bu sömürü düzeninin yıkılması ve adil bir küresel düzen inşası için mücadele ediyor. İslam dünyasını arkasından sürüklüyor ve Müslümanların birlik beraberliği için uğraşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017 Şubat ayında gerçekleştirdiği Körfez ve Pakistan ziyaretlerindeki detaylara 2017 Martında yapılan Moskova ziyaretine biraz bu noktadan bakmak gerekir.. Türkiye, Batı'ya ve Batı'nın yerel işbirlikçilerine rağmen Irak ve Suriye’ye girdi. Batı'nın planlarını ve projelerini alt-üst etti..

Batı'nın, NATO’nun karizması çizildi. FETÖ, PKK gibi Batı'nın hizmetinde olan örgütler, ağır darbe almaya ve yok edilmeye başlandı.. Batı’nın Türkiye’yi bu örgütlerle sıkıştırabileceği algısı hızla çöküyor. Batılı devletlerin, Suriye’de PYD’ye kurdurmak istedikleri “PKK devleti” kursaklarında bırakıldı, ellerinde patlayacak.

İyice köşeye sıkışmışlığın acısıyla ülkeyi, devleti, halkı rahatsız ve çaresiz bırakmak için çok çılgın terör eylemleri de yaptılar. Bunlara rağmen Türkiye’ye diz çöktüremiyorlar.

ERDOĞAN TÜRKİYE'NİN KİMLERLE SAVAŞTIĞINI 2016'DA İLAN ETTİ

Önceleri daha diplomatik konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin aslında kimlerle savaştığını Aralık 2016’da yaptığı bir konuşmada açıkça ilan etti. Erdoğan net bir şekilde şunları söyledi. "Dünyanın ve bölgemizin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı şu kritik dönemde, eğer durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer, Sevr şartlarıdır. Açık konuşmak lazım; Türkiye, İstiklal Harbi'nden sonraki en büyük mücadelesini veriyor. Terör örgütleri, bu kavganın sadece piyonlarıdır. Bizim asıl mücadelemiz arkalarındaki güçlerdir.”

“Terör örgütleri, bu kavganın sadece piyonlarıdır. Bizim asıl mücadelemiz arkalarındaki güçlerdir” mesajı çok önemlidir. Bu mesaj bizimle paravan örgütler üzerinden dolaylı şekilde savaşan devletlere çok açık bir mesajdır. “Bizim esas savaşımız sizlerle” ve “Bunların hesabını size soracağız” demektir.

Batılı ülkeler ve yerel uşakları korku ve panik içindeler. Dünyada kontrolü kaybettiklerini artık net görüyorlar.. Yine o günlerde, Çuvalcı komutan olarak bilinen ABD'li Orgeneral Raymond Odierno,"Obama'nın terörle mücadele stratejisi ABD’yi Ortadoğu’da pasifleştirdi bölgede liderliği Rusya’ya bıraktık” diyordu.

Avrupa Merkez Bankası'nın ilk baş ekonomisti ve Euro’nun mimarlarından Profesör Otmar Issing,"Sonunda Euro Bölgesi dayanamayacak ve dağılacak" demişti. Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble de “Euro Bölgesi'nin dağılacağını” söylemişti.

2016’nın son günlerine girerken açıklanan, Sentix'in Euro Bölgesi Dağılma Endeksi anketinin sonuçlarına göre, Avrupalıların yüzde 16.3’ü, Euro bölgesinin 12 ay içinde dağılmasının mümkün olabileceğini düşünüyordu. Reuters'in anketinde ise en az bir veya daha fazla üyenin 2017'de Euro’dan çıkacağını düşünenlerin oranı yüzde 70-75 düzeyindeydi. Bu günlerde korku ve dağılma endişesi, endişe olmaktan çıkıyor, bizzat yaşanıyor.

AB dağılırsa uzmanlara göre AB’nin küçük kıyameti yaşanacak. Sade vatandaştan şirketlere kadar krediye erişim kalmayacak. Nakit sıkıntısı da hemen baş gösterecek. Devletler, bankaları desteklemek zorunda kalacağı için yeni devlet iflasları gelecek.

Yeni para birimi çıkarmak zorunda kalan ülkelerde % 30-50 arasında bir devalüasyon olacak. Enflasyon ithal edileceği için Avrupa ülkeleri hiper enflasyon sarmalına girecek. Özellikle Güney Avrupa'daki bankaların batışı ile birlikte kuzeyle bağı olan bankalar ve şirketlerde de zincirleme iflaslar görülecek.

BATI'DA DAİŞ KORKUSU YÜKSELİYOR

Bu arada ABD ve Avrupa’da DAİŞ korkusu hızla yayılıyor. New York Times yazarı Robert Worth, “DAİŞ'in bölgedeki kayıpları, örgütü daha fazla sansasyonel eylemlere yöneltecek. Her gün bombardıman altındayken bile, DAİŞ 4 kıtada 16'dan fazla saldırı gerçekleştirdi. Berlin'deki son saldırılarda silah kullanmaya bile ihtiyaç duymadı. El-Kaide bu eylem türünü 7 yıl önce internetten yayınlamıştı" diye yazmıştı. İsrail’den Jerusalem Post yazarı Efraim Inbar ise “DAİŞ, Ortadoğu'da zayıfladıkça, Avrupa'daki eylemleri artacak” demişti..

Yaklaşık 70 devletin ordularından müteşekkil Haçlı koalisyonu üç yıldır bir DAİŞ’le başa çıkamadı. Türkiye ise tek başına 24 Ağustos 2016’da başlayarak ilk 6 ayda yaklaşık 2300 kilometrekare alanı terör örgütlerinden temizledi. Suriye’den kaçmak zorunda kalan militanlar, muhtemelen Avrupa ve ABD’ye yönelecekler. O sebeple müflis Batı, Türkiye’ye karşı mantıksız tepkiler veriyor.
AB dağılmaya başladı. Süreç daha da hızlanacak. Fransa'da aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri ve cumhurbaşkanı adayı Marine Le Pen, 2017’nin ikinci ayındaki bir konuşmasında AB’nin biteceğini ilan etti. Avro para biriminin Fransa, İtalya ve İspanya'nın sanayisini olumsuz etkilediğini savunan Le Pen, "Artık dostça ayrılmanın zamanı geldi. Avrupa Sözleşmesinin tamamına ilişkin müzakereler öngörüyoruz. Sonrasında ise Frexit referandumu" dedi.

Suriye’deki son gelişmelerden ve topyekun Haçlı-Siyonist ittifakının saldırılarına rağmen Türkiye’nin elde ettiği zaferlerden rahatsız olanlar çıldırıyor. Milletin beklediği gibi, hükümetle uyum içinde çalışmakta olan TSK’nın başarılarına gölge düşürmek isteyenler, ülke içinde “Karargah rahatsız” algısı oluşturarak çalım atmaya çalışırlarken aynı konuda dışarıda da başka şeyler oluyor.

“Karargah rahatsız” diyenlerin Avrupa’daki stratejik ortakları asimetrik tepkiler veriyorlar. “Kopenhag kriterlerini,” “demokrasiyi,” bize dayatılan Avrupai “fikir ve ifade özgürlüğünü” görüyorsunuz değil mi?
Türkiye-Avrupa ilişkileri çetin bir sınavdan geçiyor. Ankara, Almanya’ya ağzının payını verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Bizimle ilişkilerimizi sürdürmek istiyorsanız bize nasıl davranacağınızı öğrenmek zorundasınız. Bu Alman derin devletinin sistematik uygulaması haline geldi" dedi. Batı'nın makyajı dökülüyor, maskesi düşüyor. Herkesin gerçek yüzünü daha iyi görmeye başladık.
Bütün bunlara ilaveten, içerde de dışarda daha göz açıcı yeni gelişmeler bekleniyor.

Türkiye’deki 18 maddelik anayasa değişikliği konusunu değerlendirirken bu gelişmenin içerideki ve dışarıdaki etkileri ve boyutlarıyla bütün halinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

http://www.kanalahaber.com/haber/analiz/cumhurbaskanligi-hukumet-sisteminin-ic-dis-boyutlari-ve-arka-plani-354242/

 

akses isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi