10-30-2012, 13:17 | #1 |
Cumhuriyeti sevenler ve sevemeyenler!
ÖZLEM ALBAYRAK
En son söyleyeceğimizi baştan koyalım; Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamak isteyenlere izin verilmeliydi. Hükümetin 'ileri demokrasi' hedefiyle dalga geçen zevat, kağnılarla Anıtkabir'e gidecekti, keşke polis engeline takılmadan yürütebilselerdi? 90. yıla yaklaştık ama, kalpaklı amcalar-emekli öğretmen teyzeler, gönüllerince 10. Yıl Marşı'yla o eski güzel günleri yadetmek istiyorlardı, keşke söyleyebilselerdi? Nitekim, valiliğin 'provokasyon istihbaratı' nedeniyle yürüyüşe izin vermemesi, zaten endişe ve güvensizlik içindeki cumhuriyet elitlerini 'Geçen yıl da şehit haberleri nedeniyle iptal etmişlerdi kutlamaları, bunlar cumhuriyeti sevmiyor' paranoyasına savrulmasına sebep oldu? Keşke yürüselerdi, polisin Türk bayrağı taşıyanlara su-biber gazı sıkması gibi hakikaten anlamsız ve gereksiz görüntüler ortaya çıktı. O kalabalık biber gazıyla karşılaşmadan yürüyebilseydi, Kılıçdaroğlu'nun cumhuriyet üzerinden mağduriyet pozlarına durmasına sebebiyet verilmiş olmayacaktı. Valiliğin kararı kesinlikle yanlıştı. Öte yandan hazır cumhuriyet konusu açılmışken, Türkiye toplumunun cumhuriyetin gösterenleriyle gel-gitli ilişkisini anlatmaya ve anlamaya çalışmanın da yeridir. Bu ülkede, cumhuriyet elitlerinin hiçbir sorgulama, güncelleme, gözden geçirme ihtiyacı duymadan 80 yıl boyunca tekrarladığı bir postulatı vardı. Bunlar kendi içinde, 19 Mayıs'larda öğrencilerden kule yapmaktan tutun, görünürde ekabiri bir araya getiren ve aslında 'sosyetik' bir davetten öteye gitmeyen resepsiyonlara kadar; Cumhuriyet Bayramları'ndaki resmi geçitlerden tutun, Anıtkabir'e çelenk konulmasına kadar çeşitlenen bir bütünlüktü? Ancak devlet tarafından belirlenmiş olan bu postulata; bu toplumun 'dindar' tabir edilen çok geniş bir kesimi hiçbir zaman dahil olamadı. Katılanlar 'zorunlu' olduğu için katıldı. Çünkü bu törenlerin tamamı; elitist, militarist ve cumhurun (halkın) sadece 'ideal model'e uygun olan bir kısmını temel alan kafalarca oluşturulmuş, nizamat verilmiş göstergeler bütünüydü. Anlayacağınız cumhuriyeti kutlama biçimleriyle, cumhurun geniş bir kısmının arasında hep bir sınıfsallık oldu. Çünkü, Elif'in Kağnısı'ndaki başörtüsü o kağnıda bırakıldı, Kur'an-ı Kerim ve dua okunması geleneği sadece İlk Meclis'te kaldı. Kürt olmak, Çanakkale'de Türklerle birlikte vatan savunmasında ölündüğünde değerli oldu, ondan sonra kıymetini yitirdi. Azınlıklar zaten düşmandı... Aslında cumhuriyetle kimsenin bir sorunu yoktu. Nitekim cumhuriyet, kabaca halkın yönetimi anlamına gelmekteydi. Sorun cumhuriyetin Türkiye'de, cumhuru ayrıştıran, bölen, tasnifleyen, ötekileştiren ve düşmanlaştıran bir manada telaffuz edilmesi ve kutlamaların da tam bu telakkiye uygun bir anlayışı andırır biçimde dizayn edilmesiydi. Dün İlk Meclis önünde toplananları gördünüz. 'Seferberlik günleri yakındır' diyebilen ve güya cumhuriyeti savunan o insanların Türkiye'nin ortalamasını temsil ettiğini, cumhurun sesi olduğunu iddia edebilir misiniz? Türkiye'de iki kişiden birinin oyunu almış bir siyasi partiye karşı öne sürülebilen tek siyasi materyal 'kağnılar'sa, oradan bir ciddiyet devşirebilir misiniz? Ben yapamadım, geçtiğimiz 19 Mayıs'ta İstanbul'daki törenlerde İstiklal Marşı ve Atatürk büstüne çelenk konulmasını yeterli bulmayıp 'Saygı duruşu istiyoruz' diye kendinden geçen cumhuriyet teyzelerini hatırladım? Adorno, ussallaşmayı (araçsal akıl) tek-tipleşmeye ve uygun adım yürüyen bir topluma yol açan bir etken olarak anlatır. Habermas ise, aklın sadece baskı yaratan boyutunu vurgulamayı gerçeğin sadece bir yanına dikkat çekmek olarak görür. Ona göre, rasyonalitenin değersizleşmesine yol açmaksızın da aklın totaliter tarafına, hesaplaşmacı ve yoz biçimine karşı çıkılabilir. Habermas, otoriterliğe ve dışlayıcılığa yol açan 'araçsal' akla karşı 'iletişimsel' aklı önerir. Nedir iletişimsel akıl: Evrensel bir takım ahlak ilkeleridir ve bu ilkelerin ihlali demokrasinin temellendiği dayanışmayı bile tehlikeye atabilir. İletişimsel akıl, bireylerin ya da toplumsal grupların edimlerinin sadece mantık kurallarıyla değil, aynı zamanda ahlaki ilkelerle de açıklanabilmesine bağlıdır. Dolayısıyla, Cumhuriyet Bayramı'nda seferberlik ilan ederek güya cumhuriyet değerlerini savunuyormuş gibi yapan ama aslında o gösteriyi, sokaktaki iki kişiden birinin oyunu almış bir iktidara yönelik nefret/düşmanlık eylemine çevirenler, üzerinde oturdukları 'ahlaki zemin'i bir kez daha gözden geçirmek zorunda. Keza, sudan sebeplerle cumhuriyet yürüyüşünü yasaklayanlar da yaptıklarının 'evrensel ahlaki değerler'in hangisine tekabül ettiğini, en azından kendilerine açıklayabilmeli? Çünkü bu ülkede, kendisi gibi olmayanı anlama konusunda ciddi bir sıkıntı yaşanıyor. Çatışma da dozunda yürütüldüğü müddetçe çözümdür elbette. Ama o doz aşıldıktan, o eşik geçildikten sonraki merhale, kaostur, yıkımdır, ayrılıktır? Göze alınabilir bir bedel midir? Bence değildir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|