|
05-23-2009, 10:05 | #1 |
D.Mehmet Doğan "Bayramlık cehaletler! "
Bugünkü öğretim sisteminin belkemiği olan ideolojikleştirme, cahilleştirmeyi sistemli hâle getirmektedir. Türkiye'de ilk öğretimden yüksek öğretimin sonuna kadar okutulan inkılâp tarihi dersleri, kapsadığı dönemin gerçek anlamda bilinmesi yerine, hurafevî şekilde öğretilerek bilinmemesini sağlıyor. Bu yüzden, çok yüksek bürokratik ve hatta "ilmî" mevkilere yükselmiş kişiler dahi böylesine cahilane görüşler ortaya atılabiliyor.
Bu cehalet örnekleri, son defa 19 mayıs kutlamalarında görüldüğü gibi milli bayram addedilen günlerde çok yaygın şekilde sergilenmektedir. Bugünkü Türkiye'nin oluşumu, en az 150 yıllık bir süreçtir. Bu süreç, belirli merhaleleri işaretlediği gibi, olağanüstü şartların belirlediği sonuçları da bize gösteriyor. Cumhuriyet hem olağan, hem olağanüstü bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti'ni tamamen yeni bir devlet olarak kabul ve ilân etmek şekil yönünden mümkünken, sosyoloji ve tarih bilgisi bizi bu konuda -en azından- ihtiyatlı davranmaya sevkediyor. Cumhuriyet, bir imparatorluğun tasfiyesi sonucu kurulmuş bir rejim olmakla beraber, imparatorluğun merkez topraklarında kurulan devletin aynı zamanda bir sürekliliği ortaya koyduğunu kabullenmek gerekiyor. Devletin unsurları dikkate alınırsa, halk, vatan, dil ve aidiyet sembolleri (bayrak, millî marş) cumhuriyet öncesinin ihmal edilemeyecek bir ağırlık taşıdığı kolaylıkla kavranabilir. Hatta, Cumhuriyet'in yönetici elitinin Osmanlı kurumlarının yetiştirdiği, sınadığı, önemli görevler verdiği seçkinler arasından geldiğini görmemek mümkün değildir. Son padişahla ilk cumhurbaşkanının ilişkileri bilhassa M. Kemal Paşa’nın Anadolu’da görevlendirildikten sonra yola çıkmadan önce padişahla görüşmesi, her şeye rağmen, bir devamın sembolik göstergesi sayılabilir. Yıldız Sarayı’nın onca büyük ve tantanalı salonları dururken küçücük bir odasında gerçekleştirilen bu görüşme sırasında son padişahın, elinin altındaki bir tarih kitabını işaret ederek söyledikleri bu sembolizmi daha da kuvvetlendirmektedir. Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa Kemal Paşa'nın son defa 2. Abdühamid tarafından şekillendirilen askerî rüşdiye (ortaokul) ve idadî (lise), Harbiye ve askerî akademide öğretim gördüğü, bu kurumlardan iyi derecelerle mezun olduğu bilinmektedir. 1902'de Harbiye'den 8. olarak mezun olduktan sonra 1905'te 5. olarak Erkân-ı Harb Mektebi (Harb Akademisi)nden mezun olan Mustafa Kemal, Cumhuriyet’ten sonraki hayatı kadar Osmanlı ordusunda hizmet etmiş, Çanakkale cephesine kaymakam (yarbay) olarak girmiş, önce miralay (albay) sonra da mirliva (tuğgeneral) olmuştur. Mustafa Kemal Paşa ile aynı yaşta olan Enver Paşa, hem ihtilalci bir cemiyetin (İttihat ve Terakki) önde gelen isimlerinden biri olması yüzünden hem de bu sıfatla saraya damat olması sebebiyle, çok süratle yükselmiş, buna karşılık aynı Cemiyet'te daha etkisiz bir konumda bulunan Mustafa Kemal terfi etmekte ona göre, geç almıştır. Kaymakam Mustafa Kemal'in yükselmesi için, Çanakakkale cephesinde kendini ısbat etmesi gerekmiştir. Millî Mücadele'ye kadar, Mustafa Kemal, bu cephede aldığı rütbelerle gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın son padişah Vahidetdin'le ilişkileri de sanıldığı gibi, kötü değil; son kritik ana kadar iyi, hatta çok iyi seyretmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Vahidetdin'in veliahd iken Alman İmparatoru’nun dâvetlisi olarak Almanya'ya gitmesi gerektiğinde, resmî heyete dâhil olmayı bilhassa istemiş, bazı kaynaklara göre de bunu emrivaki ile gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Mütareke'den sonra İstanbul'da bulunduğu süre içinde Vahidetdin'le en çok görüşen Osmanlı paşasıdır. 1918 yılı 13 kasımında İstanbul'a gelen Mustafa Kemal Paşa, bir gün sonra 14 kasımda, Cuma Selâmlığı'ndan sonra Padişah tarafından kabul edilmiştir. 19 kasımda M. Kemal Paşa Padişah'la görüşme talebinde bulunmuştur. 22 kasımda Cuma selâmlığından sonra tekrar görüşme vukubulmuştur. 29 kasımda yine Padişah Mustafa Kemâl'i kabul etmiştir. Bu durumda, İstanbul'da bulunduğu süre içinde Paşa'nın Padişah'la neredeyse her hafta görüştükleri anlaşılmaktadır. Vahidetdin'le Almanya seyahati dolayısıyla veliahd iken kurulan ilişkilerin derecesi, Mustafa Kemal Paşa'nın, Karlsbad'da kaplıca tedavisi görürken Sultan Reşad'ın ölümünü duyduğunda yazdıklarından anlaşılmaktadır. Sultanın ölüm haberine çok üzülmüştür. Bu üzüntünün sebebini şöyle açıklar: "Ne ölen padişaha acıdığımdan ve ne de yeni padişahın ömrünün uzun veya kısa olacağından müteessir değildim. Teessüf ettiğim cihet İstanbul'da bulunmayışımdandı… Ben veliahd hazretlerini Almanya seyahati münasebetiyle pek iyi tanımıştım. Aramızda bir dereceye kadar hususiyet ve samimiyet hâsıl olmuştu… Kendisi ile başlamış olan münasebeti azami derecede ilerletmek fırsatı elimde iken, müstağni davrandım. Bir defadan maada (başka) ziyaretine gitmedim. Hatta bu defa istanbul'dan ayrılırken veda dahi etmedim. İşte teessürüm bundan ileri geliyordu… Doktor geldi, yatak odasına girdi. Ona Padişah'ın vefatını ve yeni padişahın bana muhabbetini söyledim." Paşa acele olarak Karlsbad'dan Başmabeynci Lütfi Simavî vasıtasıyla Padişah'a tebrik mektubu gönderir (19 temmuz 1918), kaplıca tedavisini tamamlamadan İstanbul'a döner (2 ağustos). Vahidetdin'le görüşür, Padişah onu 7. Ordu kumandanlığına tayin eder. Bir ay sonra da “fahrî yaver”i yapar. Bu, bugünkü tabirle "onursal" bir görevdir. Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan sonra, bütün unvanlarının önünde bu unvanı kullanır: Fahrî Yaver-i Hazreti şehriyari… Yüce padişahın Fahri Yaveri! Mustafa Kemal Paşa'nın Vahidetdin'le ilişkileri, askerlikten istifa edip "sine-i millet"e döndükten sonra da kesilmez. İstifasının ardından "Kulları Mustafa Kemal" imzası ile bağlılıklarını bildirir. "Yüksek saltanat ve hilafet makamıyla, asil milletlerinin hayatımın son noktasına kadar daima koruyucusu ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz eder, bu hususta teminat veririm." Daha sonraları da, Padişah'a aynı minval üzere yazıları, telgrafları vardır. Mesela, Ankara'dan gönderdiği 19 ocak 1920 tarihli mektup bunlardan biridir. Mektup şöyle bitmektedir: "Âcizleri de bizzat atebe-i felek-mertebe-i hilafet penahilerine yüz sürmek şerefinden mahrumiyetimin daha fazla imtidad etmeyeceğinden ümidvar ve her zaman teyid ettiğimiz hiss-i sadakat ve merbutiyetin lâyezal olduğunu huzur-ı humayunlarına bir defa daha tekrara muvaffakiyet fikriyle bahtiyar olarak tazimat ve tevkirat-ı müeyyedemi takdim..." (Âcizleri de yüce hilafet makamının yüksek eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrumiyetimin daha fazla uzamayacağından ümitli ve her zaman teyid ettiğim sadakat hissi ve bağlılığın sonsuz olduğunu huzur-ı humayunlarına bir defa daha tekrara muvaffakiyet fikriyle bahtiyar olarak ululamalar ve pekiştirilmiş saygılarımı sunarım…) Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş son padişah Vahidetdin'le M. Kemal Paşa ilişkileri dikkate alınmadan doğru anlaşılamaz ve anlatılamaz. Cumhuriyet'ten sonra, Vahidetdin ve Osmanlı padişahları aleyhine, yeni rejimi pekiştirmek için kampanyalar yapılmıştır. Bunu dönemle sınırlı (konjonktürel) saymak gerekir. Mustafa Kemal Paşa Vahidetdin'in ölümünden Adana seyahati sırasında haberdar edilir (17 mayıs 1926). Reisicumhur Mustafa Kemal, bulundukları sofrada aleyhinde konuşanlara karşı son padişah Vahidetdin için şunları söyler: "Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı'nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki…" vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|