![]() |
#1 |
![]() Dersim Katliamı ile ilgili Tüm bilgilerin burada toplanması amacıyla böyle bir konu açtım.
NTV'DEN DERSİM KATLİAMI BELGESELİ NTV'den Dersim Katliamı Belgeseli Dersim News/Özel Haber NTV, Dersim 38 Katliamı ile ilgili özel bir belgesel çalışması hazırladı. Belgesel video çalışması yazar Hüseyin Aygün'ün "Dersim 1938 ve Zorunlu Göç" kitabının kısa özeti şeklinde. Video özel fotoğraf ve müziklerle yapılmış. İşte o belgesel
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Konu El Emin tarafından (07-31-2010 Saat 13:32 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() 1938 harekâtında ailesini kaybeden Ali Akgün'e sürgün sonrası Tunceli Valiliği'nce verilen 'Aile üyelerinin imha edildiği...' yazılı zabıt, bugün ilk Dersim davasının resmi dayanağı oldu
“...Hüseyin Altıntaş’ın nüfus hane kayıtlarında adı yazan Hüseyin karısı Humar ve Hüseyin evlatları Humar’dan doğma Elif, Mehmet, Hadice, Ahmedi, Suzan, Alicemal, Hetip, Emine’nin 1938 harekâtında imha edildiği ve aile reisi Hüseyin Altıntaş’ın da 952 yılında öldüğü, haneden yalnız Ali Akgün’ün sağ kaldığı...” Tunceli Valiliği, 27 Ağustos 1955’te toplandığında, ‘haneden sağ kalan’ Ali Akgün’ün, sürgün olduğu Kütahya’dan Tunceli’ye dönüşünü bu zabıtla karara bağlamıştı. Ancak o gün geri dönüş için yazılan bu ifadeler, bugün ‘Dersim Katliamı’nın ilk resmi itiraflarından biri oldu. Ali Akgün, bu zaptı kanıt gösterip 10 yakınını yitirdiği kıyımı 72 yıl sonra yargıya taşıdı. Dönemin jandarma erleri ve yetkilileri hakkında ‘insanlık karşı suç işlendiği’ iddiasıyla suç duyurusu yaptı. Tunceli’de yaşayan emekli memur Hüseyin Aygün, geçen 22 Nisan’da avukatı Hüseyin Aygün aracılığıyla Nazimiye Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Bu dilekçenin şüpheliler hanesinde, ‘Dersim Harekâtı’na katılan jandarma birlikleri ve yetkilileri’ yazıyor. ‘Suç’ hanesinde ise ‘Plan dahilinde siyasi, felsefi veya dini saiklerle bir toplumsal grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi amacıyla 10 kadın ve çocuğun öldürülmesi’ ifadesi bulunuyor. Hüseyin Akgün, kendi iddiasıyla, ‘Dersim 38’de yitirdiği 10 akrabasının hesabını tam 72 yıl sonra soruyor. Zeynel Çavuş’un hikâyesi 72 yıl önce ne mi oldu? Nazımiyeli Nahiye Müdürü Zeynel Çavuş’un ailesi, iddiaya göre, jandarma birliklerince Çamurek Köyü Avlosen Deresi’nde kurşuna dizildi. Zeynel Çavuş ile birlikte öldürülenler arasında 36 yaşındaki gelini Humar ve Humar’ın çocukları olan; 20 yaşındaki Elif, 14 yaşındaki Mehmet, 11 yaşındaki Hadice, altı yaşındaki Ahmedi, beş yaşındaki ikizler Suzan ile Alicemal, üç yaşındaki Hetip ve iki yaşındaki Emine vardı. Zeynel Çavuş’un oğlu ve Humar’ın eşi olan Hüseyin ile kardeşi Ali ise dağlara kaçtı. Kıyımdan sonra Kütahya’nın Altuntaş köyünde zorunlu iskâna tabi tutuldular. Bu karar 1947’de kalktı. Bakanlar Kurulu kararıyla memleketlerine döndüler. Ağabey Hüseyin 1952 yılında öldü. Geriye sadece Ali Akgün kaldı. Akgün’le ilgili kesin karar, 27 Ağustos 1955’te, Tunceli Valiliği’ndeki o toplantıda çıktı. Toplantıya vali yardımcısı, defterdar vekili, ziraat müdürü, tapu sicil muhafızı, toprak ve iskan müdürü katılmıştı. Alınan karar, kıyımın belgesi niteliğindeydi: “...Hüseyin Altıntaş’ın nüfus hane kayıtlarında adı yazan Hüseyin karısı Humar ve Hüseyin evlatları Humar’dan doğma Elif, Mehmet, Hadice, Ahmedi, Suzan, Alicemal, Hetip, Emine’nin 1938 harekatında imha edildiği ve aile reisi Hüseyin Altıntaş’ın da 952 yılında öldüğü, haneden yalnız Ali Akgün’ün sağ kaldığı...” İddia: İnsanlığa karşı suç Ali Akgün’ün oğlu Hüseyin Akgün, şimdi bu zabıt tutanağını suç duyurusuna ekleyip geçen 22 Nisan’da Nazımiye Savcılığı’nda şikâyetçi oldu. Bu aynı zamanda ‘Dersim 38’ ile ilgili açılan ilk dava anlamına geliyor. Avukatı Hüseyin Aygün, ‘Dersim 38’in ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ kategorisine girdiğini, dolayısıyla zamanaşımının bu davada işlemeyeceğini söylüyor. Avukat Hüseyin Aygün, davanın ‘Dersim 38’ ile yüzleşebilmek için iyi bir fırsat olduğunu da düşünüyor: “Dersim dosyası hukukçularca yürütülebilir. Buna uluslararası hukuk ve soykırımla ilgili sözleşme fırsat veriyor. Türkiye’de geçmişteki acı olayları hatırlama dalgası var. Dilerim, bu dosya bu yüzleşmeye hizmet eder.” Ölüm tarihi: 0/0/1938 ‘Dersim Katliamı’yla ilgili ikinci suç duyurusu dilekçesi de yine avukat Hüseyin Aygün tarafından 86 yaşındaki müvekkili Efo Bozkurt adına bugün Hozat Cumhuriyet Savcılığı’na veriliyor. Dilekçede yer verilen iddiaya göre Bozkurt Ailesi, ‘Dersim 38’i Hozat’ın Çaytaşı köyünde karşılamıştı. Kıyımda Efo Bozkurt’un Kurtuluş Savaşı gazisi olan 43 yaşındaki babası Keko, annesi Kuhari, ablaları 16 yaşındaki Havi, 12 yaşındaki Eyti, altı yaşındaki Besi, erkek kardeşleri dört yaşındaki Mehmet, iki yaşındaki Niyazi jandarmalarca kurşuna dizildi. Efo Bozkurt, kıyımdan kaçarak ve yaralı halde kurtuldu. Bozkurt’un üç kardeşinin ve Altıntaş Ailesi’nin altı çocuğunun ölüm tarihi olarak, nüfus kütüklerinde, ‘0/0/1938’ yazıyor.(radikal) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Köylüler kimi Hem Kor( gözleriri çok küçük olduğu için), kimi Hemi Şexe, kimi Hec Hemo... Türkçeleştirilmiş şekli ise Mehmet Güneş.
Bazen bir İncir ağacın kökünde, bazen Fıstık ağacın gölgesinde kendi kendine, iki göz görmediği anlarda ağlardı. Bu ağlamalar hep sır olarak kaldı. Kimseye açmazdı veya açamazdı.Cemaatlerde ölüm veya öldürme lafı açıldığı zaman irkilirdi. Öyle bir irkilirdi ki, elektiriğe çarpılmış gibi yada hiç beklemediği bir anda birisi anasına küfür edercesine. Hemi Şexe, Hem Kor, Hec hemo ya da Türkçeleştirilmiş şekliyle Mehmet Güneş. Dersim katliamın bilfiil tanığı. İçinde yer almış birisi yani. Katliama maşa olmak... Kürt olup bilmediği, tanımadığı Kürd'ü katletmek. Abdullah Alpdoğan'nın askeri! Cemaatlerde dinledikten sonra rahmetli Kemal Kılıç'a; gel bu adamla bir röportaj yap dedim. Fakat bir türlü zaman bulamadı Kemal Kılıç. Ben ise ne etti isem, bir türlü ikna edemedim. Korkuyordu gazetelerde çıkar diye. En son Fıstıkların bekçiliğini yaparken, yine gizli gizli ağlarken yanına gittim.Gazetelere vermeyeceğimi sözü vererek konuşmaya ikna ettim. Belge olsun diye. Yazı hafızalardan daha daimi ve kalıcıdır. Hafıza ihanet edebiliyor. Yazıya dökülen söz daha güçlüdür. Neyse, sözü uzatmadan Dersim katliamın tanığına verelim. Ape Heci( Hacı Amca) anlatırmısın Dersim harbini? "Üç yıldır nişanlıydım. Beni askerliğe çağırdılar. Gittim..." Dersim'e gelsek... "Önce bizi bir talime tabi tutular. Uzun boylu, esmer, tay gibi yürüyen bir komutandı. Dersim'e gideceğimizi, oradaki Ermeniler namusumuza el uzatmışlar. Toprağımızın bir kısmını elimizde alacaklarını söyledi. Bunlar din, ırz düşmanıdırlar. Böyle deyince insan yerinde duramıyordu. Hemen gitmek istiyordu doğrusu. Trenle birkaç yerden sonra Dersim'e vardık. Dağa götürdüler. Hep orman ve lıkır lıkır sular akıyor. Çoğu köylerini bırakıp kaçmışlar. Koyunlarını bırakıp kaçmışlar korkudan. Abdullah Alpdoğan koyunlara el koyuyordu. Kamyonlara doldurup gönderirdi. Acayip zengindi. Seyit Rıza'dan bahsedince eli- kolu titrerdi.. Seyit Rıza'dan herkes korkardı. Bir gün bizi bir köye saldırtılar. Bu köyü yerle bir ettiler. Güzel evleri vardı. Köyü yaktılar. Köy gözümün önünde cayır cayır yanıyordu vala. Hayvanlar alevlerin arasında bağırarak kaçıyorlardı. Bir günde, akşam uyutmadılar bizi. Sabahleyin uyuduk yani. Akşama doğru Seyit Rıza'nın adamları geliyor dediler. Herkes korkuyla bir şeyler mırıldandı. Bize yakın bir vadiye yaklaştık. Bizi bırakmadılar. Kapkara bir duman yükseliyordu. Rüzgar dumanı bize doğru getirdiği zaman dayanılmaz bir koku geliyordu. Meğer insan cesetlerini üst üste atmışlar ve yakmışlar. Yeğenim, yakılan insan kokusunu da yaşadım.Kokusu daha genzimdedir. Bir ikindi vaktiydi. Çok yorulmuştuk. Ben ile bir Erzurumlu arkadaş büyük bir taşın eteğinde Kurmanci konuşuyorduk. O hep öldürülenlerin de Kurmanc olduklarını söylerdi. Ben inanmazdım. Müslüman müslümana bunu yapmaz derdim. Meğer komutan da taşın tepesinde bizi dinliyor. Birden taştan aşağıya atladı. "Nedir bu sizden çektiklerimiz dedi?" İki-üç gün çadır hapsine koydular. Bazen gelip keyflerine göre dayak çekerlerdi. En son tokatı da; "aha bu da Seyit Rıza için" derlerdi. Her öğlen ıstırhatında birkaç koyunu değneklere geçirip ateşler üzerinde çevirirlerdi. Tam yirmi günüm dolmuştu Dersim'de. Abdullah paşa geldi. "Asker! Kemal paşadan haber var. Kemal paşa demişki, eğer bu savaşı başarıyla bitirirseniniz Halebe gideceğiz." Peki Ape Heci, Halebe gider miydiniz? Kaçmayı hiç düşünmedin mi? Vala Bıraze( yeğen), Kemal paşa rahatsız olmasaydı bizi gönderirdi.. Halebi de yerle bir ederdik. Kaçamazdık ki. Şimdiki gibi tomafil(otomobil) yoktu ki. Neyle? Peki Ape Heci, köylere giderken köylüleri görmüyor muydunuz? Konuşmalarını... Bıraze, hangi köye asker girse köylüler ya kaçmışlar, yada kaçıp evlerine sığınıyorlar. Korkuyorlardı. Hiç askere tepki gösteren köy oldu mu? Oldu tabii. Bir köye gittik. Köylüleri köy meydanına topladılar. Önce ıslatılar sonra sopa dayağında geçirdiler. Komutan herkese küfür etti. Ana- bacı düz gitti. Köylüler de küfür ettiler. Erkekler ile kadınları ayırtılar. İki kişi vardı ayrılmıyorlardı. Nişanlıymışlar. Yeğenim, kızı aldılar yerlerde sürüklüyerek götürdüler. Tumanını çekip yırtılar. Tüm milletin gözlerin önünde tecavüz ettiler. Genç nişanlısı gitti kendini kayalıklardan aşağıya attı. Bu gözlerimle gördüm, kulaklarımla işitim kızın acı çığlıklarını. Huso Huso diye bağırıyordu cığerlerini yırtarcasına. Herşeyi talan ettiler. Yeğenim bir ormanları var. Kıyamasın bakmaya. Yaktılar. Alevler iki insan boyu kadardı. Domuzlar öyle kaçıyorlardı ki. Bir köy vardı. Ovacık tarafındaydı. Seyit Rıza'yı destekliyorlarmış. Bizi götürdüler o köye. Köyü insanlarla birlikte yakın dediler. Her tarafı alevlere verdiler. O esnada yangında kaçan bir kadının peşinde bir kız çocuğu ağlıyordu. Üç-dört yaşında ya vardı ya yoktu. Kız çocuk cigerlerini yırtarcasına ağlıyordu. Fakat bizim dilimizle ağlıyordu. Kadın biraz bekledi. Kız çocuğu anesine yatişecekti ki, kurşunla yere yığıldı. Komutan kahkaha atıyordu. Dinime imanıma! Kız bizim dil ile ağlamaya başladı." Ape Heci de ağladı burada. Bundan sonra ne olmuş, ne olmamış hiç konuşmazdı, konuşmadı. Sadece küçücük gözlerinde gözyaşları dökülürdü salça rengindeki toprağa. Artık ne yapsan boş, anlatmazdı. Belki de anlatamıyordu. Osman Acar 69 yıl sonra konuştu 1938’de Dersim’de askerlik yapan 112 yaşındaki Abdullah Çiftçi, isyanda yaşananları tam 69 yıl sonra anlattı. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Abdullah Çiftçi, Dersim İsyanı’nda görevli askerdi. Tam 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde suskunluğunu bozdu ve yaşadıklarını anlattı. Bir hafta sonra da yaşamını yitirdi. Çiftçi, Atatürk’ün isyan çıkmaması için çaba gösterdiğini, ‘katliam emrini İnönü’nün verdiğini’ açıkladı. Dersim isyan önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ’a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde sonradan Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil’e döndü. Sehpaları görünce durumu anlamıştı. Çağlayangil’e ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ diye sordu. Sorusu yanıtsız kaldı. Son sözü soruldu. ‘Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz’ dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama O, meydan insanla doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti: ‘Evladı Kerbela’yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.’ Sözleri meydanda yankılandı. Söyleyeceklerini bitirdikten sonra dimdik yürüdü, kendisini asacak celladı itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu... Yalnız mağdurlar konuşmuştu Dersim Katliamı’nı yazan tüm tarih kitapları yukardaki bu anekdota apayrı bir yer ayırır. Bu öyle bir anekdottur ki, okuyan herkesi etkilemiş ve düşündürmüştür. Çünkü Dersim’de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar, hala okuyanı etkilemeye, hala dinleyeni gözyaşlarına boğmaya devam etmektedir. Ancak bu hikaye ve anlatımlarda eksik bir bölüm vardı. Ne yazık ki bugüne kadar sadece hep mağdurlar konuştu. Sadece mağdurlar hikayelerini anlattı. Soykırımın yürek burkan hikayeleri hep onların ağzından dinlenildi. Peki ya soykırımda yer alanlar? Soykırımı gerçekleştirenler? Onlara ya ulaşılamadı, ya da konuşmak istemediler. Böyle olunca da hikayenin bir tarafı hep muğlak ve belirsiz kaldı. Konuştu ve öldü Ancak bu muğlaklığa ve belirsizliğe 112 yaşındaki Urfa Birecik’li Abdullah Çiftçi son verdi. Çiftçi, 1938-1939 yılları arasında Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur’da erdi. İsyanın en acımasız bastırıldığı dönemde, isyana kaynaklık eden en stratejik bölgede emir kulu olarak görev yaptı. İsyanda yaşadıklarını ölümünden sadece bir hafta önce 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde anlattı ve anlatımlarının kameraya kaydedilmesini istedi. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Çiftçi, kamera kaydında Hozat’taki ilk günlerini şöyle anlatıyor: ‘Dersim’e gittiğimizde Hozat’ta cepheye verdiler. Görev yaptığım birimin ismi Hozat Piyade Birliği’ydi. Bölüğümüzün çoğunluğu Urfalı’ydı. Askerler hep Kürttü. Sarp bir coğrafyası vardı. Dağlar çok yüksekti, tıpkı Ağrı Dağı gibi. Erkekleri hayvan derisinden çarık giyerlerdi. Ne kar bilirlerdi, ne soğuğu. Çok dayanıklı ve güçlülerdi.’ ‘Üzerimize taş atarlardı’ Abdullah Çiftçi’yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: ‘Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.’ ‘Hayvanları kesip yerdik’ Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: ‘Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.’ Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi’nin anlattıkları: ‘Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.’ ‘Çocuklar birbirine sarılırdı’ Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: ‘Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman’ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.’ Çiftçi’nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: ‘Hozat’ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.’ ‘İnönü vurun dedi’ Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk’ün değil İnönü’nün verdiğini söylüyor: ‘Niçin katlettiğimiz bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38’de isyan tamamen bastırıldı.’ Peki, İbrahim Çiftçi olaylardan sonra vicdan azabı duymuş muydu? İşte Çiftçi’nin soruya verdiği yanıt: ‘Gördüklerim söylenmez... Söyleyemem. Ama ben gördüm, yaşadım. Geçen yıllarda hocaya gittim. Hocaya olayları anlattım. Yalnız dedim ki namlumu kimseye çevirmedim. Onları vururken zorlanıyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdik ki? Ben rahatsız olsam ne yapabilirdim ki? Askerim ben. Köyleri hep yaktık yıktık. Bir kişi dahi sağ bırakmadık. Yaktığımız köy sayısı 10 kadardı. Hatırladığım köy isimleri Karaoğlan, Ayvacık, Qazi köyleriydi. Hala Dersim’e giden askerlere soruyorum oraları. Hala o köyler yıkıkmış...’ Çığlık çığlığa uyanırdı, Abdullah Çiftçi’yi tanıyan herkes, Çiftçi’nin Dersim’de askerlikten döndükten sonra uzun süre içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını belirtiyor. Oğlu Yusuf Çiftçi, babasının bazı geceler uykusunda konuştuğunu, bazen de çığlık çığlığa uyandığını söylüyor. Çiftçi, babasına ilişkin şunları anlatıyor: ‘Öleceğine yakın herkese Dersim’de yaşadıklarını anlatmaya başladı. Sık sık Allah kimseye göstermesin, gördüklerimi, yaşadıklarımı derdi. Dersim insanına çok yakınlık duyardı. Dersim’e askerliğe giden köy gençleri ile konuşur, oraları sorar, bilgi almak isterdi. Son olarak konuşacağım, kameraya alın dedi. Zaten konuştuktan bir hafta sonra da merdivenden düştü ayağını kırdı. Doktorlar ayağı düzelmiş dediler, ama kısa süre sonra yaşamını yitirdi.’ Çiftçi’yi tanıyanlardan biri de Aşağı Karkutlu Köyü Muhtarı Ethem Polat’tı. Polat, Çiftçi’yi şöyle anlatıyor: ‘Anlatınca dalar giderdi. ‘Komutanlarımız Türktü ama asker ağırlık olarak Kürttü’ derdi. Anlatırken sürekli duygulanıp ağlardı. ‘Nasıl böyle bir şey oldu’ deyip duruyordu. Sürekli ‘anlatılmaz’ diyordu. ‘Allah kimsenin başına vermesin’ derdi. Dersim Katliamı Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi başladı. İsyan kısa sürede genişledi. İsyanın genişlemesi üzerine devlet isyanı bir dizi harekat ile denetim altına almaya ve bastırmaya çalıştı. Özellikle Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürüldü. İsyan sırasında 9 adet savaş uçağı kullanıldı. Köyleri bombalayan, sivil katliamlar gerçekleştiren uçakları kullananlardan biri de Türkiye’nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen’di. İsyan sürerken 1937’de isyan lideri Seyit Rıza idam edildi. 1938’de bastırılan isyanda 90 bin Kürt katledildi. İsyandan sonra da Dersim ismi Tunceli olarak değiştirildi. Binlerce Dersimli de yerinden yurdundan edilerek sürgüne gönderildi. Dersim’de yaşananlar çok çevre tarafından katliam olarak değil soykırım olarak tanımlanmaktadır. kaynak: Dersimhaber |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() CHP'li Onur Öymen konuştu arşivlerde kalan tarihi belgeler yeniden gündeme gelmeye başladı, Dersim'le ilgili Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna göre olaylarda 13 bin 160 kişi öldü, 11 bin 818 kişi sürgün edildi
Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık'ın, Dersim araştırmasında ulaştığı yüzlerce belge ve fotoğraf kitap oluyor. Belgelerde ölenlerin ve sürgüne gönderilenlerin gerçek sayısının yer aldığı bir raporla, olaylar sırasındaki fotoğraflar da bulunuyor CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in TBMM'deki konuşmasıyla gündeme gelen 'Dersim İsyanı' ve devletin düzenlediği harekâtla ilgili 71 yıldır gizli kalmış belge ve fotoğraflar gün ışığına çıktı. 1937-1938 yıllarında harekâta katılan asker ve subayların, dönemin emniyet müdürlerinin, vali ve kaymakamların kişisel arşivlerinden isyanla ilgili hiç bilinmeyen yüzlerce fotoğraf ve yazılı belgeye ulaşıldı. Belgeler arasında, ölenlerin ve sürgüne gönderilenlerin gerçek sayısının bulunduğu bir raporla, isyanın liderlerinden olduğu öne sürülen Seyit Rıza'nın idam kararının alındığı mahkeme çıkışında oğluyla kol kola görüldüğü fotoğraf da bulunuyor. Bölgenin önemli aşiret reislerinden Şahin Ağa ve amcasının cansız bedenini, askerlerin mağaralara düzenlediği baskınları ve halkın çaresizliğini gösteren fotoğraflar da dikkat çekiyor. Bir başka karede ise askerlerin gözetimindeki kadın aynı anda iki çocuğunu birden emziriyor. Fotoğrafların birinde ise harekât emrini veren dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Hozat ziyaretinde görülüyor. 4. UMUM MÜFETTİŞLİK RAPORU Dersim olaylarıyla ilgili 9 yıl boyunca araştırma yapan Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık, arşivindeki bu önemli belgeleri ilk kez SABAH'la paylaştı. Harekâta katılmış, hayatta kalan asker ve bürokratlara, ölenlerin akrabalarına ulaşan Saltık; sahaflar, müzayedeler, özel koleksiyoncular ve İngiliz Ulusal Arşivleri'nden de yararlanarak, kendi tabiriyle 'çuvallar dolusu belge ve yüzlerce fotoğrafa' ulaştı. 'Katliam' olarak nitelendirdiği Dersim olaylarında ölen ve sürgüne gönderilenlerin sayısının yanlış bilindiğini söyleyen Saltık, "Harekâtın başında olan bir subayın Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna ulaştım. Bu rapora göre, 13 bin 160 sivil ölü var. Sürgüne gönderilen hane sayısı 2 bin 258. Kişi sayısı ise 11 bin 818" diye konuştu. "KAN İÇER İNSAN ETİ YERLER" Dönemin Ovacık Kaymakamı'nın Ankara'ya yazdığı bir rapora da ise Tunceliler'in kan içip, insan eti yediği, güneşe taptığının yazıldığını anlatan Saltık, "Harekât için daha ne bekliyorsunuz demeye getirmiş. Bir müzayedede o dönemin Tunceli Emniyet Müdürü'nün fotoğraf albümünü de ulaştık. Harekat sırasında çekilmiş fotoğraflardı. Bir vali muavinin arşivini de bulduk, ölenlerin tek tek fotoğrafları var" dedi. Belge toplarken zorlandığını da ifade eden Saltık, nedenini şöyle anlatıyor; "Bazıları hiç konuşmazken bazıları anlattıklarının kayıt altına alınmasını tercih etmedi. Konuştuklarının öldükten sonra yayımlanmasını isteyenler oldu. Kimi '12 Eylül'de solcular bizi öldürür' korkusuyla elindeki tüm fotoğrafları imha etmiş. Araştırmalarım sonucu şunu gördüm ki, Dersim hareketine katılan askerlerin, subayların çoğu bir daha eski haline dönememiş. Çoğunun söylediği aynı: 'Çok kötü şeyler yaptık'." BU DA JANDARMANIN DERSİM ANDICI Jandarmanın 1931'de tuttuğu Dersim raporunda, "Kızılbaş, Sünni'yi sevmez, kin besler ona ezelden beri düşmandır" deniyor. Türklüğü telkin için 2 okul açılması öneriliyor Jandarma Umum Kumandanlığı'nın (Jandarma) 1931 yılında Dersim'le ilgili tuttuğu raporu ortaya çıkardı. Tutulan raporlar, bir kitap haline getirildi ve sadece 100 adet basıldı. Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'nin raflarında bulunan "Dersim" kitabında; aşiret, aşiretlerin yapısı, hükümete yakın olanlar olmayanlar, devlet karşıtı aşiretlerin içlerine sızma yöntemleri ile Batı'ya göç ettirilen aşiretlerin listesine yer veriliyor. KILIÇDAROĞLU'NUN AŞİRETİNE Cumhuriyet döneminde, Dersim'de devlete karşı ayaklanan, kendi içlerinde işbirliği yapan aşiretlerin tümü sürgün ediliyor. Sürgünde Trakya ilk adres oluyor. CHP'li Onur Öymen için 'gereğini yapsın" diyen partisinden Kemal Kılıçdaroğlu'nun isyancı dedesinin Kureyşanlı Aşireti, Tekirdağ'ın Saray kazasına gönderiliyor. Trakya'ya sürgüne gönderilen 347 aileden 3 bin 470 kişinin ulaşım masrafları devletin kasasından çıkıyor. Botanlı Aşireti Edirne (Uzunköprü), Koç Uşağı Aşireti ve Hozat Reisleri Balıkesir (Balya), Şadilli Aşireti Balıkesir ( Bandırma), İksor Aşiret Reisleri (Kırklareli), Balabanlı Aşiret Reisleri Çorlu'ya gönderiliyor. KİM BU DERSİMLİLER Rapordaki en dikkat çekici bölüm ise devletin bakış açısını ortaya koyması açısından Dersimliler'le ilgili tespitler: Konuştukları dil Zazacadır. Dersim kalabalık ve çok silahlıdır. Dersim'de silah toplamak gün ve ay işi değildir. İki sene işidir. Türk ve Türklüğü telkin etmek için iki mektep açılmalı. Hükümete karşı tamamıyla anarşiktir. Dersim hükümeti cumhuriyet için bir çıbandır. Dersimliler askerlik yapmazlar. Zaza kadını, Türkmen ve Yörük kadınları gibi cinsi temasa pek düşkündür. Türkmen kadını gibi evinin işlerini çevirir. Yavuz Sultan Selim'in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemiz'de tek bir Sünni'ye tesadüf etmek imkanı belki de mümkün olmayacaktı. Aleviliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklük'le aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum Kızılbaşlık itikadıdır. Kızılbaş, Sünni Müslümanı sevmez. Kin besler, onun ezelden düşmanıdır. Kızılbaşları, yuvarlak kafası, geniş alnı basık yüzü ile gözlerinin daima akın yollarını, uzakları araştıran cevvaliyeti ile Türk neslinden ayrı bir nesle bağlamak güç bir iş olur. Dersim; Türk, Faris, Asur, Ermeni, Arap gibi milletlerin tortularını almış bir mıntıkadır. Ermenilik Dersim içinde şimale gittikçe kesafetini kaybetmiş ve ancak kasabalar ve onların yakınında barınıp taşamamış ve hiçbir zaman Dersim umum nüfusunun yüzde 20'sini aşamamıştır. Harbi umumiden sonra izlerini bırakarak ölmüştür. (Sabah) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Dersim Katliamı tanıklarından 82 yaşındaki Hüseyin Gül konuştu: Herkesi otomotik silah-larla kurşuna dizip uçurumdan aşağı attılar.
"Çocuk, kadın, yaşlı deme-den herkesi kollarından bağ-layarak, Harçik Suyu Kıyı-sı”nda bulunan bir kayalığın üzerine çıkardılar. Ağır ma-kineli tüfeklerle kurşuna dizdiler. Çenemden, sağ elimden ve sırtımdan yara-landım. Ölü numarası yap-tım. Askerler öldürdüklerini bacaklarından tutup suya attılar..." Elimi cesede uzattım... Elimi sıktı... Kuzenimdi 1937-38 yılında yaşanan Dersim isyanında uygulanan devlet şiddetini yaşayan veya tanıklık edenler CHP Genel Başkan Yar-dımcısı Onur Öymen”in Meclis”te yaptığı konuşma ile yaşadıkları acıyı yeniden ve derinden hissetti. Resmi açıklamalara göre 16 bin, halk anlatımlarına ve tanıklara göre 70 bin kişinin öldürüldüğü katliamın tanıkları konuştu. Irmaklarının, derelerinin kan aktığı, sağların ölülerin altında kalarak kurtulduğu ve sürgün yollarına düştüğü şiddetin ta-nıklardan biri de 82 yaşındaki Hüseyin Gül. Anlatırken adeta o günleri tekrar tekrar yaşayan Gül o dehşet anlarını şöyle an-latmaya başladı: "Askerler köylere gelip herkesi öldürüyorlardı. Askerler bizim köy olan Demenan”ı yakıp yıktıktan sonra biz Kavun Köyü”ne kaçtık. Askerler Kavun Köyüne gelip köylüle-re “Aranızda Demenanlılar var mı?” diye soru sordu. O gün köye gelen askerler Demenan Aşiretinden olan yaklaşık 40 kişiyi çocuk, ka-dın, yaşlı demeden kolların-dan bağlayarak topladı. Bizi karanlık çöktüğü bir vakit Harçik Suyu Kıyısın da bulu-nan bir kayalığın üzerine çı-kardılar ve o gün topladıkla-rı insanları ağır makineli tü-feklerle kurşuna dizdiler." Çenesi, sağ el ve sırtından ya-ralanan Gül, ölü numarası ya-parak kurtulduğunu söyledi. Gül o anları şöyle anlattı: "Askerler beni ve öldürdükleri kişileri bacaklarımızdan tutup kayalıktan suyun içine attı-lar. Suya düştüğümde bo-ğulmamak için çok çırpındım su beni 200 metre sürükledi. Suyun ortasında bulunan bir kayaya takıldım. Kayanın üzerine çıktım ve belli bir süre bekledim. Çenemden akan kan nedeniyle üzerim kıp kırmızı olmuştu. O sırada hâlâ silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Suda sü-rekli cesetler akıyordu." “Dağlara sığındık” O sırada yanından bir cesedin geçtiğini ve elini o cesede doğru uzattığını kaydeden Gül, o kişi-nin ölü olduğunu düşündüğünü, fakat kendisi de elini tutunca sağ olduğunu anladığını ifade ederek, onu da kayalığın üzerine yanına çektiğini söyledi. Gül, "Sonra baktım ki bu yaralı kişi benim teyzemin oğlu. Çok kötü yaralanmıştı. Kur-şun kafasından, göğsünden ve omzundan geçmişti. Belli bir süre ikimizde kayalığın üzerinde bekledikten sonra kıyıya ulaşmak için tekrar suya girdik. Su bizi belli bir yere kadar sürükledikten sonra kıyıya vurduk. Bir sö-ğüt ağacının dibine geçip sabahladık. 4 gün boyunca hep su içtik, yemek bulama-dık. 4. gün kuzenim öldü" şeklinde konuştu. Gül, Kendisinin çevredeki köylere sığındığını ve aşiretinden birileriyle karşı-laştığını, kendisini de alıp dağ-ara sığındıklarını söyledi. Dağ-ara sığınarak kurtulduklarını vurgulayan Gül, çok insanın öl-dürüldüğünü ve hiç unutama-yacağına dile getirdi. “Babamı astılar” 87 yaşındaki Beser Gül ise, "Ben o zaman 14 yaşınday-dım. Gome Derweşte yaşı-yorduk yani şuan ki Esen Tepe Mahallesi”nde. Asker-ler babamı karakola çağırdı-lar. Babam karakola gitti ve bir daha haber alamadık. Kardeşlerim babamdan ha-ber alabilmek için karakola gittiler, o sırada askerler kardeşlerime “Babanızı astı-lar karakola gitmeyin sizi de asarlar” demişler. Ben de yakınlarımı katliamda kaybettim" şeklinde konuştu. “Tüm ailemi öldürdüler” 82 yaşındaki Bego Polat da , "O gün askerler köye gelip 30, 40 kişiyi kişiyi götürdüler. Askerler bize “Sizi sürgüne göndereceğiz” dediler. Bizi sürgüne götürüyorlar zan-nedip önlerine alıp, Harçik Suyu kenarında bulunan Taxtıkal Mıntıkası”na götür-düler. Karanlık çökmek üze-reydi, karşımıza dört tane ağır makineli tüfek kurdular. Sonra hepimizi taramaya başladılar. Bu tarama sıra-sında yanımda annem, ba-bam, iki kız kardeşim ve er-kek kardeşim vardı. Ben o sırada elimi kız kardeşimin başına koymuş tutuyordum. Kurşun kız kardeşimin ba-şından geçti ve kafatası par-çalandı, benimde sağ elimin orta iki parmağı koptu ben de bayılmıştım" dedi. Polat, ailesinden kimsenin yaşamadı-ğını ve o gün tüm ailesinin öl-dürüldüğünü söyledi. “Devlet şimdi inkar ediyor” Askerlerin insanları taradıktan sonra yaşayıp yaşamadıklarını cesetleri süngülerle tekrar kont-rol ettiklerini kaydeden Polat, bütün cesetleri suya döktükleri-ni, kendisini de ölü sandıklarını ve suya attıklarını ifade etti. Po-lat şöyle konuştu: "O gün ben ve Hüseyin Gül dışında kim-se sağ kalmamıştı. Ondan sonra sudan kurtulup dağa çıktık. Dağda direnenlerin yanına gittik. O şekilde kur-tulduk, zaten sonra af çıkın-ca kente geri geldik. Herkesi öldürdüler devlet şimdide inkar ediyor. Devlet yetkili-lerden biri gelse insanları nerde nasıl katlettiklerini tek tek gösteririm." |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Karanlık ve saklı tarihimizden acı bir vakayı sizinle paylaşmak istedim..
Rejimin İslam ve Kürt düşmanlığının dışa vurumunu gelin hep beraber okuyup, lanetliyelim.. DERSİM 1938 (BELGELERLE) Aşağıdaki resmi belge Dersim (Tunceli) harekatının ve katliamının amacını anlatmaktadır.. İSMET İNÖNÜ’ NÜN ŞARK İSLAHAT RAPORU (21 AĞUSTOS 1935) Kürtlerin şehirlere yerleşmesi engellenmelidir. Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadenizden buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır. Türk ve Kürt şehirleri olarak ayırdığı mıntıkalar ayrı şekillerde hizmet almalıdır. Kürtlerin bulunduğu yerlerde henüz okul açılmamalı, açılacaksa Türkler için okul açılmalıdır, ikinci planda Kürtleşmiş fakat Türkçe’yi çok daha çabuk öğrenebilecek yerlerde açılmalıdır. Fransız ve diğer ülkelere karşı Mardin, Urfa ve Hakkari gibi sınır bölgelerinde iyi bir idare kurulmalıdır. Boşaltılmış olan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleşmesi engellenmelidir. Kürt bölgesi, nüfusu bakımından kalabalık olmasına rağmen, ülkeye kalabalığı oranında katkı sunmamaktadır. Bundan dolayı yeraltı zenginliklerinin (petrol, linyit) daha çok nasıl kullanılabileceği araştırılmalıdır. Bölgede trahom ve cüzzam (sadece Kars’ta bin dolayında cüzzamlı var) hastalıkları çok yaygındır. Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır. Kürdistan coğrafyası şimendifer (tren) hattı ile kontrol altında tutulmalı. Dersim’e müdahale edilmeli. Kaçakçılığın önüne geçilmeli. Kürtlerin ekonomik güç elde etmeleri engellenmeli. Gerekirse bunun için vergiler indirilmeli. http://www.nasname.com/Yazarlar/cdemircan/2950.html "işlerimizin en önemlisi Dersim meselesidir. Bu yarayı, bu korkunç çıbanı temizleyip ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için, hükümete tam ve geniş yetkiler verilmelidir." (M.K.ATATÜRK - TBMM) HAREKAT GEREKÇESİ YA DA ‘’İSYAN’’.. Başında genç bir subayın bulunduğu müfrezenin ısınmak ve karnını doyurmak için sığındıkları evde Fatıma adlı kadına tecavüz girişimi ve Fatımanın kocası mehmet ali (menteş) in subayın tüfeğini alıp subayı öldürmesiyle başlar.. Bu olay Ankaranın katliam senaryosu için bulunmaz bir fırsat olacaktır.. Öldürülme korkusuyla köyü terk eden köylüler Pah köprüsünü askerlerin geçip, kendilerini takip etmemeleri için birkaç tahtasını sökerler.. Olay Ankaraya ‘’Dersimliler İsyan edip köprü yaktılar’’ şeklinde duyrulur.. ‘’İsyanın’’ önderi 75 yaşındaki Seyyid Rıza olarak gösterilir ve senaryo uygulanmaya başlanır.. SEYYİD RIZA: Savaş İstemiyoruz Seyyid RızaGenelal Alpdoğana şu pesajı gönderir.. ‘’Size dersimlilerin isyan etmek niyetinde olduğu iletiliyor. bu söylentiler doğru değildir. savaştan yana değiliz. biz, bir çul, bir ekmek peşinde koşan yoksul insanlarız. savaş istemiyoruz. barış ve devletin dersim'e elini uzatıp yatırım yapmasını bekliyoruz. söylentilere kanmayın. yazıktır, insanlara kıymayın..." ‘’Komutan, ırza tecavüz girişimine tepki gösterilmiştir.. Bu devlete isyan değildir’’ dese de katliam yürütücüleri onu dinlemez.. Artık çok geçtir.. Ulaşım yolları, askerlerin barınakları tatamlanmış, yığınaklar bitirilmiş, harekete geçme zamanı gelmişti.. 21 mart 1937 de sabahı Seyyid Rızanın evi bombalanarak ‘’dersim ıslahat’’ programı uygulanmaya konuyordu.. ![]() ![]() O dönem 10 yaşında olan Bir Tanık.. Bir sabah aniden dağlar gümbürdemeye başlamıştı.. Dağ taş yanıyordu.. Gören mahşer günü koptu sanıyordu.. Çocuklar bağırıyor, kadınlar ‘’vay başımıza gelenler’’ diye inleyip, saçlarını yoluyor, insanlar sağa sola koşuyor sığınacak delik arıyorlardı.. ![]() Şimşekleri’’Kemal’in’’ demir kuşları dediğimiz uçaklar çakıyordu..Çok ürperticiydi.. Köye evlere düşen bombalar, kulakları sağır eden bir gümbürtü çıkarıyor, evler toz bulutu arasında kayboluyordu.. Bulutlar dağılınca evlerin yerinde olmadığını görüyorduk..Bizim köyüateşe verdiler.. Evimizi ateşe verdikleri zaman beni ağlama tuttu..Köydekilerin hepsini öldürdüler.. İnsanlar öldürüldükten sonra köyde kimse kalmadı.. ![]() "CUMHURİYETİN KAHREDİCİ ORDULARI TARAFINDAN MAHVEDİLECEKSİNİZ" Henüz asıl karadan harekat başlamadan önce köyleri bombalamaya başlayan uçaklar, aynı zamanda psikolojik savaş için de kullanılıyordu. Hazırlıklar sürerken, Genelkurmay Başkanlığı'nın emri ile 4. Genel Müfettişlik'ten 4 Mayıs 1937 tarihinde Türkçe, Osmanlıc ve "mahalli lisana göre" bildiriler hazırlanır. Uçaklarla ilçelere, köylere, dağlara atılan bildirilerin birinde şöyle yazar: "CUMHURİYETİN KAHREDİCİ ORDULARI TARAFINDAN MAHVEDİLECEKSİNİZ" BOMBACI AMAZON SABİHA Türk kara ordusu dağları, dereleri, orman ve köyleriyle Dersimi sarmıştı, insanlar tutuklanıp, toplanıyor, sürgün edilmek üzere ayrılıyor, direnenler öldürülüyor, köyler yakılıyor, hava gücü ise ‘’asi’’ denilen köylere bomba yağdırıyordu.. Havadan bombalamaya katılanlardan biri de atatürkün manevi kızı aslen Ermeni olan Sabiha Gökçendi.. ![]() Akşam gazetesi 18 haziran 1937 tarihinde, ‘’sabiha gökçen’in kahramanlığı’’ başlığıyla ‘’düşman’’ karşısında kazandığı zaferleri, ‘’sabiha gökçen başarılı bombalıyor.. Harekat başarılı.. Asiler kuşatıldı’’ başlıklarıyla’’ veriyordu.. Ama ne yazık ki benzer haberleri yapıp Gökçeni amazonlaştıran gazeteler bombardımana hedef olanların niteliği hakkında bilgi vermiyordu.. ![]() ‘’Türk amazonu Sabiha Gökçen, tuncelide başarılı atışlar yapmaktadır.. Yaklaşık 25 bin askerle başlatılan dersim harekatı, kanlı boğuşmalara meydan verilmeden tamamlanacak’’(Cumhuriyet 18 haziran 1937) ![]() Genel Kurmay Başkanlığı da ‘’50 kiloluk bombalarla düşmana nefes aldırmıyordu’’ diyerek tarihe not düşüyordu.. 1937 de anadoluda zuhur eden Kürt isyanında askeri bir teyyare ile fiilen harekata katılan Sabiha gökçen, burada büyük kahramanlıklar göstermiş ve en büyük madalyanın sahibi olmuştur’’ (Ayın Tarihi dergisi-1937) ![]() Sabiha Gökçenin göğsüne madalya takılması nedeniyle düzenlenen devlet töreninde, Atatürk te hazır bulunuyordu.. Sabiha Gökçen, yıllar sonra 1992 de devlet televizyonundaki bir programı hayatı sanatı ve eserleri hakkındaki soruları yanıtlarken dersimde kaç köyü yerle bir ettiği, kaç kişi öldürüldüğü yolundaki soruyu yanıtsız bırakıyor, ‘’memleket ve miilet için çalıştık’’ diyerek tevazü gösteriyordu.. 1987 Nokta dergisinde yaptığı roportajda katliamda savunmasız, siahsız kadın, çocuk ve ihtiyarların bombalanmasını, köylerin haritadan silinmesini ‘’insanlık dışı’’ olarak kabul ediyordu.. http://www.dersim.biz/html/nokta_dergisi_1987.html |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() Devamı...
DERSİM YANIYOR Türk ordusunun Dersime girerken askeri mühimmat durumu: 310 subay, 8 bin 313 muharip ve gayri muharip er, bin 422 hayvan, 16 at arabası, 63 kamyon, 14 zırhlı keşif aracı, 6 bin 705 piyade tüfeği. 9 Mayıs tarihinde beraberinde 2. Başkan ve Jandarma Genel Komutanı olduğu halde Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Elazığa'a gelerek Pertek'e geçer. 4. Genel Müfettişlik Karargahı'nda yapılacak harekatın esasları kararlaştırıldıktan sonra, Genel Müfettişlik kıtalara 1 numararalı harekat emrini yayınlar. 12 Mayıs tarihinde uçakların da destek verdiği kara harekatının ardından, ağırlıklı olarak Pertek, Munzur, Hozat, Mazgirt, Nazimiye, Ovacık, Çemişgezek, Mameki, Havikpah, Külünk, Zeranik, Xurtmuri, Kansark, Leşkan, Balikan, Bilgeç, Vasil, Ximkös, Kırmızıdağ, Cindo, Sin, Sansark, Şogayik, Beyazdağ, Türüşmek, Kandilbaba, Xaçik, Pokir, Kirenko, Kanisor, Laç, bölgelerinde katliamlara girişilir. ![]() Karadan ulaşılabilen köyler yakılırken, Diyarbakır'dan Elazığ'a getirilen uçaklarla köyler bombalanır. Ele geçirilen köyler askerlerce bir daha yerleşime açılmasın diye yakılır. Hayvanlara el konulur. Kurtulmak için yüksek tepe ve dağlarda mağaralara saklanan ve aralarında kadın-çocukların bulunduğu yüzlerce kişi, mağaralarda ateşe verilir, yada girilemeyen mağaraların önü betonla kapatılır. Yakalanan ve aralarında kadın ve çocukların olduğu binlerce kişi önce Dersim merkezde toplanır. Daha sonra sürgüne gönderilir. Bu arada teslim olanlar hükümete bağlılıklarını sunarlar. ![]() ![]() Dağlarda ise tek silahları tüfek olan küçük gruplar üzerlerine gelen askerlere karşılık verir. Çatışmalar haftalarca sürer. Genelkurmay belgelerinde, 24 Haziran 1937 sabahından itibaren tüm birliklerin bölgelerinde arama ve tarama faaliyetlerine başladığı belirtilerek şunlara yer veriliyor: ![]() "Devam eden tarama faaliyetinde birçok asi köyleri yakılıyor, sıkıştırılan eşkiya grupları ile yapılan müsademelerde oldukça ağır zayiat verdiriliyor ve çok sayıda büyükbaş hayvan, koyun ve keçileri toplanarak mahalli kaymakamlıklara teslim ediliyordu.’’ ![]() Tuncelide eşkiyalık can çekişiyor..Uçaklarımız, eşkiyanın son barınaklarını da bombaladı.. Seyyid Rızanın küçük oğlu yaralı olarak ele geçti.. Seyyid Rıza mağaraya sığındı..’’(Cumhuriyet 26 haziran 1937) BESE’ NİN ÖLÜMÜ Seyyid Rıza ve yakınları, hava ile kara taaruzlarını rağmen çemberden kurtulmuşlardı.. Ama ovacık ın senkan bölgesinin Uzunmeşe yöresinde çatışma yeniden başlıyordu.. Bu Seyyid Rızanın katıldığı en büyük kavgaydı.. Seyid Rıza eşi Bese, oğlu Şeyh Hasan ile torununu bu çatışmada kaybediyordu.. Bese ve ölümü Türk basınında da uzun süre işlendi.. Gazeteci Barbaros Baykara ya göre Bese, Keçisekmez kayalıklarında bir avuç insanla bir ordu ve ölüm yağdıran uçaklara karşı kurşunu bitene kadar çarpısıyor, kurşunu bitince taşlar fırlatıyor, yakalanacağı an,’’beni sağ yakalayamassınız, namusuma dokunamayacaksınız benim.. Bu zevki tattıramayacağım size.. Ölümü bile bulamayacaksınız..’’ diye bağırarak uçuruma atlıyordu.. SEYİD RIZA YAKALANIYOR Dersimde insanlığın bu denli çürüyüp kokmaya başladığı bir anda Erzincan valisinden Seyyid Rızaya görüşme ve barış yapma önerisi geliyordu.. Kimsenin kılına dokunulmayacağı ve opersayonların durdurulması vaadi Seyyid Rızayı ikna etmesi için yeterliydi.. Ama yaşananlar bir tuzaktan öteye gitmeyecekti.. ![]() Cumhuriyet gazetesi 13 Eylül 1937 tarihinde ‘’eşkıya Seyyid Rızanın Erzincan hükümet binasına gelip teslim olduğunu yazıyordu.. Seyyid Rıza Erzincana giderken tanınmamak için yüzünü gözünü kapatmıştı.. Yıllar önce Erzincanı kurtarmak için üzere Kırk merdivenler geçidinden geçip Erzincanla ocavık arasındaki Alibey köprüsüne vardıpında nöbetçi askerlerle durdurulup ‘’dur kimsin?’’ sorusuna şu karşılık veriyordu.. -Bir yolcuyum oğlum.. -Adın ne? -Rızo… Rızo meraklı askerlerin bakışları arasında vali makamının olduğu üst kata değil, bodruma, nezaharetlerin bulunduğu alt kata götürülüyordu.. O artık ele geçmiş bir tutsaktır.. Bu sırada batıda tüm şehirlerde sevinç kutlamaları yapılır.. ![]() Seyyid Rıza aceleyle yargılandıktan sonra idam cezasına çarptırılır.. Kendisine soru soran mahkeme başkanına ‘’bizi asacaksınız..Bu belli..emir yukarıdan geldi.. Formalite için neden yoruluyorsunuz?'' diyordu.. DAR AĞACINDA BİR SEYYİD Mahkeme kararını açılklamış Seyyid Rızayla beraber 6 kişi idam cezası almıştı.. Yetmis sene önce seksen yasindaki adam öglu yasindaki birinin tanikligiyla yasi kücültülür idam edilmek icin.Seyit Riza gülerek;"Oglum yasindaki biri benim yasima karar veriyorsa benim diyecek bir seyim yoktur" der. Temyize gitmez bile dava. Cünkü hersey hukuk ihlalidir. Avukat derseniz o nedir denir. Sanik olarak getirilenlerin büyük cogunlugu Türkce anlamaz ve konusmaz ama bir tek tercüman bile bulunurulmaz düzmece mahkemede.Bir cevap alamaz. Sehpalarda Babalar ve Oğullar.. Kefen giydirilir, Son sözleri sorulur. -"40 liram ve saaatim var.Ogluma verirsiniz". Ama Oglunun da asilanlar arasinda oldugunu bilmez. 17 yaşındaki oğlu gözlerinin önünde asıldıktan sonra sıra kendisine gelmiştir.. Ve yürür meydana dogru. Karanligin icinde cellatini iter ve ipe yönelir, tabureye cikar ipi kendi geçirir boynuna... -"Ewlade Kerbelayme. Bexetayme. Ayibi, zulmo, cinayeto". ![]() (Evladı kerbelayız, suçsusuz.. Ayıptır, günahtır, cinayettir) Gözleri gecenin karanliginda dogdugu yerlere deger,daglarina cevrilir. Daglarindaki kari farketmistir. Munzurun doruklarina kar yagmistir... Cellat geri cekilir sarhos adimlarla... DERSİMLİLER KURTULDUK DİYE SEVİNİRKEN Dersimliler İnönünün Dersim meselesi bitti’’ dediğini, bunun bir taktik olduğunu akıllarına bile getirmemişlerdi.. İsmet Paşa tek başına devletti..Devlet sözü inanılır , güvenilirdi.. Oysa Ankara ‘’Sel Seferleri’’nin yeni aşamasına , bahar taaruzuna hazırlanıyordu.. İsmet Paşaya göre ‘’Dersim sonuna kadar susturulacaktı’’ VE DERSİM KATLİAMI Artık Dersimde cahennem içinde cehhenem yaşanacaktı..1938 yazıyla Desrsim baştan başa yangınlar içindeydi.. Tedip ve tenkilharekatlarıyla ''canlı ne varsa yok edilecek''ti Dersimde.. İnsanlar doğa bir ara yanıyor, hayvanlar dahi süngüleniyordu.. Türk basını tarafından batıya ‘’haydutlar ölü olarak ele geçiriliyor’’ diye veriliyordu.. Ancak haydutların, niteliği, cinsiyeti ve yaşları genelin içinde gereksiz bir ayrıntı olduğu için açıklanmıyordu.. ''DİRİ DİRİ YAKTILAR'' "Dersim İsyanı'nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey'e de verilen emir gibi, geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk, kadın ihtiyar, bigünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm..(Abdulkadir Badıllı – Nur Talebelerinden) BEBEKLERİ DE YAKARLAR http://zaman.com.tr/haber.do?haberno...-yeni-taniklar NECİP FAZIL KISAKÜREK SOYKIRIMI ANLATIYOR.. (Son Devrin Din Mazlumları’ ndan alıntı) En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez. Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... Ve buna benzer daha neler, dalıa neler!.. Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir? Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor: "- Sizi de onun yanına götüreceğiz!" Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarnin yanına gönderilmişlerdir. Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor: "Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!" Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlari gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak'a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.) HAMİLE KADINLARI SÜNGÜLEDİLER Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla berabır, kurşunlanıyor. Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor.Oldurulen kadinlar arasinda biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar,emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır. 69 YIL SONRA KONUŞTU (Dersim Katliamında Bulunan Asker Konuşuyor) Abdullah Çiftçi'yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: 'Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.' Hayvanları kesip yerdik Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: 'Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.' Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi'nin anlattıkları: 'Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.' Çocuklar birbirine sarılırdı Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: 'Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.' Türk köyüne dokunmadılar Çiftçi'nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: 'Hozat'ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.' İnönü vurun dedi Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk'ün değil İnönü'nün verdiğini söylüyor: 'Niçin katlettiğimiz bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38'de isyan tamamen bastırıldı.' http://www.gundem-online.com/haber.asp?HaberId=27649 ÇAĞLAYANGİL'İN KORKUNÇ İDDİASI: "ORDU GAZ KULLANDI" Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim'e girdi Dersim 38 Katliamı nda Kimyasal Bombalar Kullanıldı ! (Belgeler) http://www.sosyalistforum.org/politi...ullanildi.html http://dersimnews.com/Dersim-38/Ders...geleri-234.htm http://www.taraf.com.tr/makale/2768.htm http://taraf.com.tr/makale/2797.htm |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() Dersimli bir grup..(1937)
![]() 1937 de bir Dersimli.. ![]() 1937 Dersimli bir kadın.. ![]() ![]() Dersimli bir anne çocuğuyla.. ![]() ![]() Seyyid Rıza 1937.. ![]() ![]() Mustafa Kemal: ''mesuliyeti üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i ''. Türk ordusu Dersimde.. ![]() Bir grup Türk askeri Dersimde – 1937 ![]() General Alpdoğan Katliamdan önce Dersimde.. ![]() Dersimlilere ders.. ![]() Daha sonra kesik başları generallere götürülecek esirler.. ![]() ![]() Zincire vurulmuş bir esir. ![]() Bombacı Sebiha.. ![]() Katliam karikatürü (Cumhuriyet).. ![]() Ölüme yürüyüş.. ![]() ![]() ![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
![]() Katliamın amacını özetleyen döneme ait bir yazı..
![]() Trenlere doldurulup batıya sürülen sürgünler..(Uşak kafilesi).. ![]() Ve katliamın mimarları.. Kemal Atatürk ![]() İsmet İnönü.. ![]() ''Dersim'i her türlü askeri hareketlerle temizledik’’ . Celal Bayar.. ![]() "Dersimi Vurduk" İhsan Sabri Çağlayangil.. ![]() ''Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti''. Sabiha Gökçen.. ![]() ''Bombamın hedefleri benim gözümde insan değildir. Müteharrik bir takım hedeflerdir. Amirlerim bombayı atmakta vatani bir lüzum gördükten sonra bende askerce itaatten ve verilen vazifeyi tesirli ve iyi bir surette yapmaktan başka bir düşünce olmaz.“ Ve ‘’zafer’’… ![]() Ve Rızo… ![]() Senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu Senin önünde diz çökmedim ya bu da sana dert olsun… (Seyid Rıza) Kaynaklar Ahmet Kahraman - Kürt İsyanları İhsan Nuri Paşa - Hatıralarım Hıdır Göktaş – Kürtler, İsyan, Tenkil İhsan Sabri Çağlayangil – Anılarım Dr. Şivan –Dersim Faik Bulut - Dersim Raporları Barbaros Baykara – Dersim 1938 Necip Fazıl Kısakürek – Din Mazlumları Genel Kurmay Arşivi TBMM Gizli Tutanaklar Nokta Dergisi (1987) Ayın Tarihi Radikal Cumhuriyet Tan Hürriyet Vatan Zaman Taraf Özgür Gündem |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|