06-10-2018, 03:17 | #11 |
Kaynak türküdostlari.net
HALİL IBRAHİM TÜRKÜSÜ * *Halil İbrahim, Fatsa'da 1931 yılında doğmuştur gramofon atölyesi olan Halil İbrahim, çok aydın, temiz ve titizdir. Takım elbisesi, kravatı ve boyalı ayakkabıları bakımlıdır. Akşam evine, giden Halil İbrahim Çolak Ahmet'in kızı ile evlenir bir kız çocuğu olur Evlendikten sonra 1951de askere gidince art niyetli kişiler Halil İbrahim'e mektup yazmışlar. babasının karısını başkasına sattığını ve Ağa da tarlanı alıyor demişler. Halil İbrahim askerden firar etmiş Fatsada ağaya kurşun atmış, ve yakalanmış. Yakalandıktan sonra askerler direğe bağlayarak dövmüşler. asker kaçağı büyük suçmuş.Halil kafasına darbe aldığı için o delirmiş. askerliğini bitirince memlekette atölyesini kapatmış. *hayatı evi ile orman arasında geçen Halil silahsız gezmiyormuş. askeri görmemek için gündüz çıkmaz ve kimseye görünmemek için Sadece dostu üç kişinin yanına gidermiş. hanımını, babası, para kazanamıyor evine bakamıyor diye çocukları ile beraber satmış. Halil İbrahim yalnız kalmış. Gelincik sigarası içer, boş paketlerini Yıllar, 1954-55 yıllarıymış. Toplumdan kopan Halil İbrahim 1980 e kadar kendi halinde yaşamış. 12 Eylül'den önce köye operasyonu yapılmış. Can güvenliği yokmuş. Operasyonda Halil İbrahim'in evini yakmışlar Evi yanınca ormanda yaşamış yangından kurtardığı masasından başka bir şeyi kalmamış. Bir gece yağmur yağmış gök yarılmış orman onun mekanı olmuş.*Yağmur yağdığı gecede anlayınca, ahbabının evine evine gelmiş. Onu rahatsız etmemek için samanlıkta yatmış. Tabancası belinde imiş.teröristler bir öğretmeni öldürünce askerler Halil'i samanlıkta yakalamışlar. Evin sahibi Dursun amcanın zararsız birisi olduğunu anlatmış Ama Halil İbrahim 30 sene önce yediği dayaktan korkuyormuş. kendini tepeden, aşağı atmış, dereye inmiş. Askerler havaya ateş etmişler. Ormana girse kurtulacak ama askerler diğerleri vuramadı kaçırdı sanarak Halil İbrahim'i vurmuşlar ve kayanın üstüne cesedi düşmüş.Kumandan çok üzülmüş eşyalarını Terme'deki oğluna vermiş. Karısı önceden ölmüş, oğlu eşyalarını almak istememiş, çünkü babasını sevmiyormuş. Cenazeyi üç dört kişi kaldırmış ve defnetmişler.Dursun Ali Akınet, türkünün şiirini yazdıktan sonra ailesi onu kabullenmiş ama ne fayda.Dağda Kızıl Ot Biter. Kaynak türkiyegazetesi.com vehbi tülek yazıları Estergon Kalesi Sultan Süleyman 1543 te Estergon Kalesini fetheder Sancakbeyliği haline getirip Budin Beylerbeyliği'ne bağlar kale, yaklaşık elli yıl sonra 80 bin kişilik Alman, Leh, Çek ve İtalyan Haçlı ordusu tarafından kuşatılır. Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri vardır. "Kelle verir kale vermeyiz!" Derler teslim olma teklifini kabul etmezler . Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı. Bu erlerin savunduğu kaleyi düşürmek kolay olamazdı. kuşatma düşmanı çılgına çevirdi kendi askerlerini kırbaçladılar. Kara Ali yüksek bir sesle bağırdı: - Şu mel'un kumandan düşürülürse, düşman geri dönecektir. Kim onu vurursa, dilediği verilecektir! Bunun üzerine Osman adlı bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşmanı yere serdi. kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. kumandayı, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. kalede kıtlık ve susuzluk başladı Durum vahimdi!.. Kaledeki tarihçi Peçevi İbrahim durumu şöyle özetliyordu: 'Sarnıçda hararetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için çırpınan elsiz ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu...' Yeniçeri ayaklanması her şeyi alt üst etti.teslimden başka çare yoktu. Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tunada gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldü Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı nesilden nesile söylenegelen Estergon Kalesi subaşı durak Kemirir içimi bir sinsi firak Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak Akma Tuna akma ben bir dertliyim Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım...diye başlayan "Estergon Türküsü" o günleri canlı tutuyor... |
|
06-10-2018, 03:18 | #12 |
Kaynak avşarelleri.com
ALA GÖMLEK KANLI YAKAN *Ali Kemal Yiğit Kozan’ın Bucak Köyü’nden sazı ve sözü güçlü bir âşıktır. İçe kapanık, zarif nükteli bir âşıktır. Birçok eserinden biri de “Kanlı Göynek” tir. Ali Kemal bir gün hanımını ilçeye gönderir, hanımı geç döner Ali Kemal ile hanımı arasında kırgınlık yaşanır. Ali Kemal oğluna gider. Oğlu hanımı ile münakaşaya başlar münakaşada Ali Kemal’in oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası Ali Kemal’in üzerine yürürler ve onu döverler. Hanımı ayırmaya çalışsa da oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası Ali Kemal’in dişini kırarlar, kaşını yararlar ve onu kanlar içerisinde bırakırlar. Ali Kemal elinde paketlenmiş bir çerçeve ile Adana’ya Âşık İmami’nin evine gelir. Paketin içindeki Âşık İmami Ali Kemal’i oğlu, gelini ve oğlunun kayınbabası ile barıştırmayı teklif eder ancak olay Ali Kemal’in çok ağırına gitmiştir, *gurur yapar kabul etmez. Âşık İmami’nin evinde kalır kimseye haber vermeden şiirli bir not yazarak evden ayrılır. Ali Kemal’in not şöyledir: Dostlar vasiyetim ihmal etmeyin Ölürsem gurbette varın getirin Mateme bürünüp yasım dutmayın Davula zurnaya vurun getirin Beni muhannete boyun eydirmen Evlat kazancından kefen giydirmen Yırtıp ceketime sarın getirin Der Kemal’im beni kuldan seçmeyin Kabrim derin olsun yufka açmayın Ağu ağacından kırın getirin Ali Kemal şiirle evlatlarına olan kırgınlığını dile getirirken vasiyetini de yazmıştır. Ali Kemal şiiri yazar ve gider.*paketlenmiş çerçevenin içerisinde ne olduğu merak edilir ve paket açılır, çerçeveden Ali Kemal’in kavgada üzerinde al kanlara bulunan gömleği vardır. Ali Kemal ibret-i âlem için üzerinde bulunan gömleği çerçeveletmiş ve şiir yazmıştır şiir dostlarına, arkadaşlarına ve akrabalarına vasiyetdir ve şöyledir: Ala gömlek kanlı yakan Giymem gayri taman seni Kefene bulaşır leken Tabutuma komam seni Gel danışalım obaya Evlat kıyar mı babaya Şikâyet ettim Mevla’ya Karakola demem seni Buda yazılmış alnıma Bu günüme yarınıma oy Miras kalsın torunuma Telkin etsin imam seni Ağlayarak sırtın soydun Besledim gözümü oydun Davayı mahşere koydum Mahkemeye demem seni Ali Kemal çeker yasın Camlatın duvara asın oy Öz oğlundan hatırasın Ömür boyu yumam seni Gel danışalım obaya Evlat kıyar mı babaya Şikâyet ettim Allaha Karakola demem seni *kaynak on5yirmi5.com 'Ah Bir Ataş Ver Türküsü'nün hikayesi Her türkünün hikayesi var. Kimi kara sevdayı, kimi gurbeti, kimi de özlemi anlatır. "Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım" türküsü için şöyle bir hikaye anlatılır: Tarih 4 Nisan 1953, Saat 02:15; yer Çanakkale Boğazı Nağra Burnu uzun ve yorucu seferinden dönen Dumlupınar Denizaltısı,*Nağra Burnunda isveçli Nabuland şilebi ile çarpışır hava soğuk ve kapalıdır. Göz gözü görmez Dumlupınar Denizaltısı sulara gömülmüştür. Gemide 81 kişilik mürettebattan 59 mürettebat hayatını kaybetmiş yalnızca 22 kişi sağ kalmıştır 22 kişi geminin torpido bölümünde mahsurdur. kurtarılmak için yol düşünmektedir. telefon şamandırasını suya fırlatırlar. gemi ile irtibat da sağlanır Gemidekiler 22 kişiyi kurtarmak için seferber olurlar. Ve onları şöyle uyarırlar Oksijeni idareli kullanın şarkı-türkü söylemeyin ve sigara kullanmayın saatler geçmiştir ve kurtarma çalışmaları devam etmekte Mahsur 22 kişinin ise umutları tükenmektedir. anons gelir: "Türkü söyleyebilir ve sigara içebilirsiniz." O 22 kişi hep bir ağızdan şu*türküyü söyler: Ah bir ataş ver cigaramı yakayım Sen sallan gel ben boyuna bakayım Uzun olur gemilerin direği çatal olur efelerin yüreği Yanık olur anaların yüreği Vur ataşı gavur sinem yansın Arkadaşlar uykulardan uyansın Uzun olur gemilerin direği Ah çatal olur efelerin yüreği Yanık olur anaların yüreği |
|
06-10-2018, 03:18 | #13 |
Kaynak listelist.com
Öykülerinin Hüznüyle Tanınan 11 Türkümüz Bülbülüm Altın Kafeste Bülbülüm altın kafeste Öter aheste aheste Ötme bülbül yarim haste Ah neyleyim şu gönlüme Hasret kaldım sevdiğime Ben sana dayanamam yarim Ben sana aldanamam Ben sana dayanamam yarim Ben sana katlanamam Bülbülleri har ağlatır Aşıkları yar ağlatır Ben feleğe neylemişim Beni her bahar ağlatır Melike, teyzesi ile köy çeşmesinden geçerken su ister. çiçeklerden yapılmış bir tacı görür. Tacı taktığında Yusuf’la karşı karşıya kalır ve utanır. Yusuf ondan etkilenmiştir tacı Melike’ye vermek ister. bakışmalarda Melike’nin sözlüsü Hüseyin geçmektedir Yusuf’a yumruk atar Hüseyin vakitsizce evlenmek ister Melike’nin gözü çiçek tacından başkasını görmez Melike Yusuf’la derede konuşurken Hüseyin’in arkadaşları Hüseyin’e söyler. Hüseyin çılgınca Şevket Bey’den hesap sorar. Melike yıllardır gördüğü rüyadaki delikanlının Hüseyin değil Yusuf olduğunu anlamıştır. Hüseyin ise Melike’nin kalbini kazanmak için onu hediyelere boğar. altın kafeste bir bülbül getirir Melike’nin yine de umurunda olmaz. Kendini bülbül gibi kafese kapatacaklarını bilir. Hüseyin Melike’yi kendi evlerine götürür. Melike hastalanır. eriyen genç kızın haline Hüseyin’in babası dur demek ister ama oğluyla başa çıkamaz. Yüksek Yüksek Tepelere Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse Malkara köylerinde Zeynep adında çok güzel bir kız vardr. Onun dillere destandır. Zeynep’in köyünde büyük bir düğün olur. oyunlar eğlenceler yapılır.Gösterilerin en önemlisi at yarışlarıdır. düğüne gelen Ali adında bir genç iyi bir at yarışçısıdır. gözü bir Zeynep’e ilişir. Yüreğinde sıcak nehirler dolaşır Ali durumu babasına açar, aile büyükleri ile Zeynep’i ister. Kızın anası kızlarını uzağa vermek istemeseler de düğün olur… Zeynep gelin olunca yedi sene ailesini kardeşlerini göremez. yalvarmaları boşa gider Zeynep’in hasreti günden güne büyür teselliyi türkülerde bulur. Ezgiler yakar. Kına ve düğün türküleriyle gelinleri büyüler. Zeynep’in evi köyün en yüksek tepesidir, türkü söyler. Kocası Zeynep’in hasretine aldırış etmez sevgisi bitmiş, itip kakmalar başlamıştır. *Zeynep kocasının tutumundan yatağa düşer. köy Zeynep’in anne ve babasının gelmesine karar verir, kocasının çaresi kalmamıştır. Zeynep’in anne ve babası köye gelir ama Zeynep son nefesindedir “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsünü ana babasına mırıldanırken tüm insanlar göz yaşı döker Hasretini gideren Zeynep için çok geçtir O bir daha yataktan kalkamaz, türküsü günden güne söylenir Selanik Türküsü Çalın davulları çaydan aşağıya Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya Suyumu kaynatın kazan doluncaya… Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver Rüstem Ağa Selanikte kumaş satan sevilen bir esnaftır. Bir gün dükkanına Mehmet adında bir genç gelir Mehmet Selanik’e iş için gelmiştir Rüstem Ağa’nın dükkanında çalışır güvenini kazanır. Mehmet Rüstem Ağa’nın kızı Fitnat’a gönlünü kaptırır, düğün hazırlıkları başlar. Selanik’te kolera başlar ve hastalık halkı kırıp geçirir. Düğünde Fitnat yataklara düşer, sararıp solar Fitnat öleceğini bildiğinden içindeki acıyı türküye döker ve düğününe üç gün kala ölür… Mehmet Fitnat’ın mezarını kendi kazar türküyü haykırarak tamamlar. Selanik içinde salâ okunur, Salânın sedâsı cana dokunur. Gelin olan kıza kına yakılır. Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver. Selanik Selanik… Issız kalasın. Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın Sen de benim gibi yarsız kalasın. Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver Aman Bre Deryalar Kırcaliyle Ardanın Arası Saat sekiz sırası Yusufum Ardalılar ağlıyor Yusufum Yoktur çaresi Aman bre deryalar Kanlıca deryalar Biz nışanlıyız İkimiz de bir boydayız Biz delikanlıyız Çıkar abe poturunu Dalgalar artacak Demedim mi ben sana Kayığımız batacak Kırcaliyle Arda boylarında Kimler gidecek Garip Yusuf’un annesine Kim haber verecek Yusuf ile Feride birbirlerini çok sever ancak aileleri razı gelmez. Yusuf kafasında bir plan yapar Arda Nehri’ni sevdiğiyle geçerek izlerini kaybettirip yeni bir hayat kurmayı düşler. Feride, bizim kayıklar dayanmaz gitmeyelim, der ama nafiledir. Arda’yı aşmayı kabul eder. şans gülmez dalgalar kayığı devirir. Yusuf boğularak ölür. Feride kurtulur Yusuf’un ölümü O’nu çok yaralar ve ağıt yakar… Bitlis’te Beş Minare Rus işgalinde Bitlis, harabeye döner Düşman zulmüyle Bitlis’ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis’e dönmek üzere Dideban Dağına varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu gönderir. oğul geri döner ve şöyle seslenir: “Şehirde yaşama dair hiz yok; sadece beş minare ayakta kalmış.” Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakar Bitlis’te beş minare Beri gel oğlan beri gel Yüreğim dolu yâre İsterem yanen gelem Cebimde yok on pare Beri gel oğlan beri gel Tüfengim dolu saçma Vururum benden kaçma Beri gel oğlan beri gel Doksan dokuz yârem var Beri gel oğlan beri gel Bir yare de sen açma Beri gel oğlan beri gel Yârim istanbul’u Mesken mi Tuttun Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun, Gördün güzelleri beni unuttun, Sılaya dönmeye yemin mi ettin; Gâyrı dayanacak özüm kalmadı, Mektuba yazacak sözüm kalmadı… Yârim sen gideli yedi yıl oldu, Diktiğin fidanlar meyveyle doldu, Seninle gidenler sılaya döndü; Gâyrı dayanacak özüm kalmadı, Mektuba yazacak sözüm kalmadı… Yârimin giydiği ketenden gömlek, Yoğumuş dünyada öksüze gülmek, Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek; Gâyrı dayanacak özüm kalmadı, Mektuba yazacak sözüm kalmadı… Kayseriden İstanbul’a giden yeni evli bir gencin, tek başına köyde bıraktığı karısı ondan hiçbir haber alamaz yaşadığı acı feryada dönüşür türkü. Kayseri ve köylerinden büyük şehirlere çalışmak için giden erkekler, köylerine dönerler. Kayserili güzel gelinin, yakışıklı kocası çalışmak üzere İstanbul’a gitmiş ama bir türlü geri dönmemiştir. Güzel gelin bir başına kalmıştır hasretlik içini kavurmaktadır. yedi yıl geçmiş, gidenler dönmüş ama bizim gelinin eşi dönmemiştir köyde kocan İstanbul’da başkasını buldu” diye dedikodular başlamıştır. güzel gelinin içine ateş daha düşmüştür rüyada kocasının güzeller arasında keyifli olduğunu görür ve kan ter içinde uyanır, gözünde yaşlarla ve feryad ederek türkü söylemeye başlar… Urfa’nın Etrafı Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar Ciğerim yanıyor aney gözlerim ağlar Benim zalim derdim cihanı yakar Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar Anandan babandan yardan ayrı koyarlar Urfa dağlarında gezer bir ceylan Yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman Yarimin derdine bulmadım derman Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar Anandan babandan yardan ayrı koyarlar Ceylan senin gibi yüreğim yara Cihanda derdime aney bulmadım çare Bir yavru kaybettim gözleri kara Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar Anandan babandan yardan ayrı koyarlar Avcıların, ceylanları, bulmak için köpekleri ile dağda ceylan peşine düşmelerini anlatır ama türkünün asıl anlattığı Çocuğunu kaybeden bir annenin, çocuğunu ceylana benzetip duygularını dile getirmesidir. türküde anne, Urfa’nın vahşi ve güzel dağlarının tehlikesini Çocuğunu kaybetmeden yaptığı uyarıların işe yaramadığını belirtir. Anne çocuğunu kaybetmenin korku ve acısını, ona her baktığında daha iyi anlar. Fırat Türküsü Şu Fırat’ın suyu akar serindir Yârimi götürdü kanlı zâlimdir Daha gün görmemiş taze gelindir Söyletmeyin beni yaram derindir Kömürhan köprüsü Harput’a bakar Körolası fırat ocaklar yıkar Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar Söyletmeyin beni yaram derindir Hamo Dayı, Fırat Nehri’ni geçerek Urfa’da askerliğini yapan oğlunu ziyaret etmek ister. Fırat, insan ve hayvanların bindirileceği ilkel bir sal ile geçilecektir. Sala binilir nehrin tam ortasında gelindiğinde, sal devrilir ve içindekilerle birlikte Hamo Dayı boğulur. Ailesi, olaydan habersiz, günlerce yol gözler. kara haber köye ulaşır. ağıtlar başlar. Fırat, Hamo Dayı gibi çok canlar yakmıştır. İki Keklik Bir Kayada Ötüyor İki keklik bir kayada ötüyor Ötme de keklik derdim bana yetiyor Aman aman yetiyor Annesine kara da haber gidiyor Yazması oyalı kundurası boyalı Yar benim aman aman yar benim Uzunda geceler yar boynuma Sar benim aman aman sar benim İki keklik bir dereden su içer Dertli de keklik dertsizlere dert açar Aman aman dert açar Buna yanık sevda derler tez geçer Balıkesir Edremit eşrafından kahveci Mehmet Şevket Efendi’nin karısı Şöhret Hanım tarafından oğluna yakılmıştır Şöhret hanım zengindir zeytine giderken çok süslü giyinirmiş, elbiseleri köylülerden farklı yazmaları oyalı, kunduraları boyalı olurmuş. Oğulları Zekeriya Sarıkamış’a Enver Paşa komutasında askerliğe gitmiştir. her yer karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş. Zekeriya kar teperken kar kuyusuna düşüp şehit olmuş, Şöhret Hanım yıkılmıştır, kekliklerle söyleşirken acısını haykırır dağlara taşlara… Hey Onbeşli Onbeşli Hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı Onbeşliler gidiyor Kızların gözü yaşlı Aslan yârim kız senin adın Hediye Ben dolandım sen de dolan gel beriye Fistan aldım endazesi on yediye Gidiyom gidemiyom Az doldur içemiyom Sevdiğim pek gönüllü Koyup da gidemiyom Üzerinde düşünülmediği için oyun havası muamelesi gören bu türkünün acı öyküsü vardır. 20. yüzyılda arka arkaya verdiği kayıplarla askere alacak yetişkin bulamayan Osmanlı Çanakkaleye 13 15 yaş erkek ‘çocuk’ların alınmasına karar verir. bey oğlu Hüseyin de onbeşli’ler arasındadır ardında sözlüsü güzeller güzeli Hediyeyi bırakmıştır. Savaş tüm hızıyla sürmekte gidenler geri gelmemektedir. Boynunu büküp asker bekleyen bir sürü genç kızdan birdir Hediye Salavatlarla uğurlanan delikanlıların toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, yavuklular, maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla ıslattılar… Bu ağıtla acılarını dile döktüler… |
|
06-10-2018, 03:19 | #14 |
Kaynak dergizan.com
Drama Köprüsü (Debreli Hasan) Hikayesi *Debreli Hasan, Selanik Debre köyündendir askerlikte haksızlığa dayanamayarak hakaret eden komutanı vurur dağlarda eşkiya olur. iyileri kollar Gayri müslimi soyar. Fakir Türklere dağıtır. Bekarları evlendirir. Bacısı Erdemuş ta İbrahim Beylerdedir. kaçak olarak Drama’dan Kayılara bacısı Esmaya ziyarete gelir. Yaptıklarına pişmandır Geri dönülmez yola girilmiştir. Debreli Hasan, Drama’da yetişmiştir. Debreli namıyla mübadelede Drama-Serezde faaliyet göstermiş halk kahramanı eşkiyadır. Drama köprüsünü, o zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Debreli Hasan Çakırcalı Efe ile çağdaştır 1870-1920 yıllarında Makedonyada egemendir. *menkibeye göre; Selanikli Yahudi bir tüccar İzmir’e gidecektir. dağlarda Debreli’den geçsen, Ege Çakırcalı’dan geçemezsin denir, Debreli’nin çetesinde çok kişi yoktur. Karakedi namıyla bir tek kızanı vardır. Büyük baskınlarda köyden silah tutan yürekli gençlerde katılır Halka onu sevdiren en üstün tarafı ise fakirlere yardım etmesi, gençleri evlendirmesidir. Eşkiyalığından dolayı sevdiğinden vazgeçmek zorunda kalır rivayet şudur Evlenmek niyetinde bir genç, tek danasıyla pazara iner Yolu, Debreli Hasan keser Delikanlının düğün parası olmadığını anlayınca Debreli düğün için para verir danasını satmamasını söyler Makedon dağlarının Debreli’si padişah affına uğrar ve Türkiye’ye göç eder. efsaneleşmiş hikayesiyle Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiştir Debreli Hasan. Delikanlı bir eşkıyadır …Ve “Drama Köprüsü”, şanlı tarihimizin delikanlı hikayelerindendir adını Türk insanının gönlüne yazdırır. Drama Köprüsü Bre Hasan Gecemi Geçtin Ecel Şerbetini Bre Hasan Ölmeden İçtin Anadan Babadan Bre Hasan Nasıl Vazgeçtin At Martini Debreli Hasan Dağlar İnlesin Drama Mahpusunda Bre Hasan Namın Yürüsün Drama Köprüsü Bre Hasan Dardır Geçilmez Soğuktur Suları Bre Hasan Bir Tas İçilmez Anadan Geçilir Bre Hasan Yardan Geçilmez At Martini Debreli Hasan Dağlar İnlesin Drama Mahpusunda Bre Hasan Namın Yürüsün Mezar Taşlarını Bre Hasan Koyun Mu Sansın Adam Öldürmeyi Bre Hasan Oyun Mu Sandın Drama Mahpusunu Bre Hasan Evin Mi Sandın At Martini Debreli Hasan Dağlar İnlesin Drama Mahpusunda Bre Hasan Namın Yürüsün Kaynak türkçeedebiyatı.org Misket Türküsü ve Hikayesi Güvercin uçuverdi Kanadın açıverdi Elin oğlu değil mi Sevdi de kaçıverdi A benim aslan yarim Duvara yaslan yarim Duvar cefa götürmez Sineme yaslan yarim Güvercinim uyur mu Çağırsam uyanır mı Yar orada ben burda Buna can dayanır mı A benim hacı yarim Başımın tacı yarim Eller bana acımaz Sen bari acı yarim Caminin müezzini yok İçinin düzeni yok Çok memleketler gezdim Misget'ten güzeli yok Daracık daracık sokaklar Misget şeker topaklar Pul pul olsun dökülsün Seni öpen dudaklar Caminin ezan vakti İçinin düzen vakti Ben Misget'i yitirdim Sonbahar gazel vakti Gökte yıldız sayılmaz Çiğ yumurta soyulmaz Üçer avrat almayan Hiç erkekten sayılmaz yıllar önce zamanın birinde bir delikanlı ile bir kız severler birbirlerini. Delice bir sevdadir ağa genç kıza göz koyar, benimsin der, ağaya kelam olmaz, lakin delikanlı sevmektedir kızı ve dikilir ağanın karşısına, ağa, yaretmem onu sana der, meydan okur. inerler köy meydanına, Ağa ile delikanlı karşı karşıya çekerler kınlarından bıçaklarını, dururlar cenge, ağa delikanlıya Sen bu kıza olan sevdan için karşıma çıkacak yurekliliği gösterdin, tez gidin yapın düğününüzü sen oğlumsun o da kızımdır bundan sonra" der babacanlık gösterir ve kızın evine çıkar Fakat kızın gözüne ilk gözüken ağadır.Sevdiği gencin ağa tarafından katledildiğini sanan kız intihar eder tüm köy ağıt olur tufan olur, delikanlı bitap ağa helak olur. Böyle buruk bir hikayedir misketin hikayesi.Misket oyunu delikanlı ile Ağa'nın dövüş öncesi ortada dönmelerinden öykünmüştür. Misket uğruna dövüştükleri güzel kızın ismidir. Kaynak yeniakit.com.tr Çırpınırdın Karadeniz şiirinin öyküsü *şiir 1914 de Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesini büyük bir heyecanla izleyen Azerbaycan şairi Ahmet Cevat Hacıbeyli tarafından yazılmıştır.Nuri Paşa’nın kumandasında*Osmanlı askerlerinin Azerbaycan Türklerini Ermeni ve Rus soykırımından kurtarmak için yaptığı fedakârlığa bestelenmiş Gence de yazılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Ahmet Cevat, Türkiyede Çanakkale ve çeşitli cephelerde Türk düşmanlarıyla savaşmıştır. Ermeni mezalimine uğrayan Kars, Ardahan ve Oltu’ya*gelmiş yetimleri ve açları doyurmuş, giydirmiştir.Ahmet Cevat şöyle diyor: Kars ve Ardahan’a gittiğimize sevindiler gözlerimiz yaşardı. Hepsinden tebessümle şu sözleri işitiyorduk: “Hamdolsun Allah’a bizim de cana yananlık edenlerimiz varmış. İnsan ölürken kardeşinin kucağında ölmelidir. Yaşasın kardeşlerimiz:”Bu sözler kardeş yardımına koşan Azerbaycan halkına minnettarlık cevabıydı,” *büyük şair, 1937 de Stalin tarafından*“Türk casusluğu ve Türklere yardım”*suçlamasıyla, kurşuna dizilmiştir. Hikaye Miralay Mürsel ve yeğeni Emrah’ın Ahmet Cevat’la yaşamış oldukları hatırattır.Bakü’de geçer hikâye. yürüdükten sonra, çınarlı meydana geldiler. tarihi konakda.insanlar bekliyordu Emrah’la dayısı Mürsel, konağa gelince kapı vurulmadan açıldı. Ev sahibi, Emrah’ı öz kardeşi gibi öptü. Konuklar sedirlere oturdular. Mürsel, sizi tanıyorum” dedi. “Kars’ta, Sarıkamış’ta, Ardahan’da yüzbaşıydım. Yüzbaşı Mürsel vefalı adam eski dostunu görünce üzülmüştü. “Hey gidi seneler hey” dedi. “İnsanları nasılda değiştiriyor.”*İki koca adam hasret kalmış küçük çocuklar gibi sarıldılar. *Emrahın . İçi mutlulukla dolmuştu.hepsi topraklarını, geride bırakmış, yürekleri sızılı ve yorgundu. eski dostlar birbirlerini bulmanın heyecanı içinde sohbet ettiler, ev sahibi Üzeyir Bey, kitaba uzandı. Arap harfleriyle basılmış sayfalardan birini Okudu şiir, Azerbaycan’ın İstiklal Şairi Ahmet Cevat’ındı.Kıtayı bir daha okudu.*Kâğıda çizdiği resim Hamidiye’nin resmiydi. Türklerin gururu gemi, Sivastopul’u bombalayan, Yunan gemilerini bombalayan gemi… Üzeyir Bey, büyülenmiş gibiydi Üzeyir Bey “Bugün 8 Eylül” dedi.*“Türk Ordusu bir aydır harp ediyor. Ordularımız İzmir’e yaklaştı diye yazıyor gazeteler. Tanrım sen kötü gün gösterme, ordumuzu muzaffer eyle, kalemizi koru” diye dua etti.*Hep bir ağızdan amin dediler.*Üzeyir Bey piyano tuşlarına bastı. Gözünü Hamidiye’den ayırmadı yüreğinden gelen coşkuyla Ahmet Cevat’ın mısralarını söylüyordu. Misafirler büyülenmişti Gelen Can dostuydu. güfteyi görünce çok endişelendi. “Üstat böyle şeyler yazılır mı? Adamı sürerler, hapislerde çürütürler, belki de asarlar” dedi. “Evet! Dostum deliyim. Burada bulunanların hepsi delidir. Vatanının, milletinin, namusunun delisi,” dedi. misafir, odadakilere baktı. kırmızı boncuk üzerine ay yıldız işlemeli tespihini öptü.“Eh öyleyse ben de deliyim! Çal” Üzeyir Bey, bu şiiri bestelediğinden beri hiçbir dönem böyle çalmamıştı hep bir ağızdan söylediler.Türk Ordusu Yunan’ı kovalıyordu. İzmir’in kurtuluşu an meselesiydi.sabah konakda hareketlenme oldu Üz-ze-yir Beyyy! Gözümüz aydııınnnn!” Telgraf geldi, ordumuz galabe geldi! Türk Süvarileri, İzmir’e girmiş, Yunan askeri kaçıyor! *sevinç ve coşkuyla kutladılar, gözler dolmuş, göz yaşlarını koyuvermişti.Üzeyir Bey piyanoya geçti, Yükselen notalar yüreklere dokunuyordu. Mürsel, daha önce hiçbir şeyden bu kadar etkilenmemişti. dökülen yaşları bastırdı Üzeyir Beyin ellerine sarıldı ve öptü. Onları etkileyen eser şuydu: *Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına Ah diyerdim heç ölmezdim düşebilsem ayağına Ayrı düşmüş dost elinden yıllar var ki çarpar sinem Vefalıdır geldi giden yol ver Türk’ün bayrağına İnciler dök gel yoluna sırmalar diz sağ soluna Fırtınalar dursun yana selam Türk’ün bayrağına Hamidiye ve Türk kanı hiç birinin bitmez şanı Kazbek olsun ilk kurbanı selam Türk’ün bayrağına Dost elinden esen yeller bana şiir selam söyler Olsun bizim bütün eller kurban Türk’ün bayrağına |
|
07-13-2018, 22:29 | #15 |
Kaynak bekirhoca.com Türkü Hikayeleri*
Yozgat Sürmelisi Yozgat şehri 1760 yılında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde bin bir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kuruludur ve Yozgat halkı göçebe ve sürü besleyen hayvancılıkla uğraşır, bir toplumdu Bozok yaylasında Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü vardı Halkça sevilen bu yanık sesli halk ozanı Sazını konuşturur kaval çalar, aşıkını düşünürdü. O sevgilinin güzelliği Bozok yayla´sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli ay yüzlü bir dilberdi. Babası Türkmen beyi idi ve çok sertti Sürmeli Beye sevdiğini vermedi çobanlık peygamber mesleğiydi o kızını bir çobana vermedi iki sevgili birleşemedi Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey sazıyla dergah kurdu Aşkını, yanık türkülerle dağlara ağaçlara anlattı onu bir daha gören olmadı. Dertli kavalı ve nameler kaldı O gün bu gündür dillerde yankılanır yozgatlı Sürmeli Bey´in türküleri. Bozok yaylasında Sürmeli Bey Türkmen Yörüğüdür Halkça sevilir yanık seslidir kaval çalar, peygamber mesleği çobanlık yapar Onun sevgilisi Bozok yaylasının ahu dilberidir. Kızın Babası Türkmen beyidir serttir kızını bir çobana vermez iki sevgili birleşemez O gün bu gündür yankılanır yozgat Sürmelisinin türküleri Dersini almış da ediyor ezber Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler Bu dert beni iflah etmez del eyler Benim dert çekmeye dermanım mı var Sürmeli Yozgat´ta yaşanmış Halk Edebiyatının en güzel örneğidir İkinci Cihan Harbinin sonunda ortaya çıkmıştır Sürmeli güzel gözlü sevgiliye hitap ve kara sevda türküleridir. Yozgat seni delik delik delerim Kalbur olur toprağını elerim Eskiden genç kızlar dışarıya çıkarken gözlerine sürme çeker ve gözler alımlı olurdu. feracenin içinde sadece gözler görünürdü bir anlık bakış, yüreklerde aşklara kara sevdalara dönüşür kor düşerdi yüreklere ve ağızlardan yozgat sürmelisi dökülürdü. sözlerde acı hasret ve gurbet vardı Sürmeliyi dinlerken duygulanırdık aşklarımızı, hasretimizi bulurduk Yozgat Sürmelilerinde. Dersini almış da ediyor ezber Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler Çökertme Çökertme türküsünün kahramanı Halil Van Ercişlidir Ailesi Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşir Halil’in babası, Demirci Ali usta bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Çökertmenin Halili namusu uğruna kız kardeşini öldürüp dağa çıkar eşkıya Halil sevdiği kız Çakır Gülsümü Yalıkavakdaki Çökertmeye kaçırır bodrumun çerkes kaymakamıda gülsümü sever Ve halili Bodrum kaymakamlığında astırır Eşkiya Halil ve Bodrumun Çerkes kaymakamı çakır gülsüme sevdalıdır çerkes kaymakamı eşkiya halile oyun oynar onu bodrumun mahsenine attırır ve. boğazına çökerek öldürür Haliliere destan aşkına Bodrumun ünlü türküsü ‘Çökertme’ yazılır Bodrumun Çerkes Kaymakamı Ömer Bey bodrumun çakır kızı gülsüme sevdalıdır çakır kız halili sever kaymakam rumlarla anlaşarak onu zehirletir bodrumda mahzene attırır ve eşkıya kara halilin adına bodrumun dillere destan çökertme türküsü yazılır Çökertmeden çıktım da Halil’ im aman başım selamet aman koptu kıyamet Halil’im çökertmeye varalım Teslim olmayalım Halil’im kurşun saçalım Allahıma emanet Çakır gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası Kesik Çayır Biçilir Mi? Meram bağları Meram çayırları böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına merttir inadına yiğittir Meram en saygıdeğer yeridir Konya’nın valisi Mevlevi dedeleri çelebiler Meram’da oturur Konya Valisinin yaverini Konya iyi tanırdı o fesini sola devirir ve Korkmazdı. Konya severdi onu o ise bir Mevlevî kızını. Allah etmesin dile düşerlerse Musalla mezarlığıydı sonları o gece Meram tanıktı en sevdiğine gidiyordu Yâver bıyıklarını burdu. Çelebi kızı apvaydınlıktı, Yâver kızın elini tutunca, Konya dirildi sekiz iklimden rüzgar esti. Kız konuşuyordu.bülbülü vurdular, yâver öldü ve dirildi. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne Meram, ne çayırlar ne de konya Konyanın yaveri mevlevi kızına aşıktır Konya uşakları yâvere ölüm kustu hoşçakal diyemedi. sevdiği kıza sekiz kurşun kustular yâvere Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Konyaya yürüdüler. Çelebi kızı ölü sevgilisinin üstünde Öylece kaldı.yâverin ve çelebi kızının ölüsünü incecik” çayırda buldular.yâverin anasına yanık haberi gönderdiler anneden şu dörtlük döküldü İnce çayır biçilir mi Sular ayaz içilir mi İnce çayırı Biçtiler bile. yandım, paşam Ellerin köyünde vuruldum kaldım.” Dün gece har hanesinde Erzurum’da bir aşk hikayesidir Genç sevdaladır bir kıza. kız yüz vermez. O yanar tutuşur kızın evinde davet vardır Sevdalı genç da koşar davete. kız dışlar delikanlıyı Aşığa sevdiği kızı izlemek bile yeter yemekler yenir el varmaz kaşığa, döşekler serilir yanaşılmaz döşeğe ..yağmur bastırır aşık aldırmaz yağmura.. gözleri sevdiceğindedir konuklar dağılır..Aşık genç bir türkü tutturur Dün gece har hanesinde yar bana yoldaş idi Altım tiken üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi Aşığa sevdiği kızı izlemek bile yeter yemekler yenir el varmaz kaşığa, döşekler serilir yanaşılmaz döşeğe ..yağmur bastırır aşık aldırmaz yağmura.. gözleri sevdiceğinin penceresindedir.. Anakara’da Yedim Taze Meyvayı Ankara keskinde 1924 te Sefer adlı bir çocuk doğar. Güçlüdür kuvvetlidir herkesçe sevilir. 20 yaşında köyünden Hatice yi ister evlenirler. üç ay sonra ince hastalık vereme tutulur. 20 Haziran 1944 te garip Sefer ölür. Aşağıdaki türkü Sefer için yakılmıştır. Ankara’da Yedik Taze Meyvayı Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı Keskin’den De Sildirmeyin Künyeyi Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın Garip sefer Ankara keskinlidir köyünden haticeyi sever ve evlenir sefer gariptir yazgısı karadır evlendikten üç ay sonra veremden ölür adına türkü yakılır Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi Annem Ağlasın Çalsın Nennimi Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor Annesinin Ciğerini Deliyor Gelin Hatice’yi Eller Alıyor Söyleyin Anama Anam Ağlasın Mezarım Dar Olsun Edrafı Sümbül Bağ Olsun Ölüyom Ahbaplarım Sağ Olsun Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı Mevlam Yazmış Yazımı Sevdiğime Varamadım (Abum Abum Gız Abum) Tokat Niksarda genç kız bir öğretmene sevdalanır sevdalarını açarlar birbirlerine.. öğretmenin tayini Niksara çıkar kız anasına yani abusuna konuşup gidecem seviyorum der anası izin vermez “O koskoca öğretmen bey, sen bir köylüsün, denk değilsiniz der Öğretmense ne aramıştır ne sormuştur, sevdalı kızı bir çobana verirler Kız reşadiyenin “kız başı yıkama” geleneğinde ağlayarak, mani yakar abum abum kız abum sensin sebebim abum”beni yaktın sen abum” Kütahyanın pınarları bir asır önce , ihtişamlı bir güzel yaşardı herkes aşıktı onda gözü olanlar güzel geline kocandan ayrıl yoksa kör ederiz” diyerek tehdit edti Genç adam koştu sevdiceğinin yardımına Onu bıçakla öldürdüler genç kızı kaçırdılar oğullarını kanlar içinde gören ana ve baba ağıtlar yaktılar ağıtlar türkü oldu Kütahya’nın pınarları akışır Zaptiyeler bakışır Mor cepkenim al kanlara boyandı Seni vuran zalim musallaya nasıl dayandı sen ölürsen Dünya bana kalır mı |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|