12-11-2009, 12:18 | #151 |
Neredeyse yüz yıllık bir memleket meselesinin çözümü için tarihî bir fırsat yakala, ama bu, üç kuruşluk iktidar hırsına kurban edilsin. Açılıma karşı CHP ve MHP'nin sergilediği muhalefet üçüncü sayfa cinayetlerinden farksız; acımasız, vicdansız, akılsız...
Demek ki Kürt sorununun çözümünü istemiyorlar; terörün bitmesi, şehit haberlerinin kesilmesi, faili meçhullerin bir daha dönmemek üzere tarihe gömülmesi, insanların etnik kimliklerini özgürce taşırken kardeşçe bir arada yaşaması rahatsız ediyor bunları. Yazık, önüne geleni ihanetle suçlayanlar ülkenin birliğine, dirliğine, demokrasisine kastetmekte bir beis görmüyorlar. Tam da böyle kaotik bir ortamda, insanların, siyasi liderlerin 'vatanseverlik maskesi'nin düştüğü bugünlerde 'neden demokratik açılım?' sorusuna yeniden dönmekte fayda var. Bu ülkede demokrasinin yerleşmesi için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. 1925 yılından beri demokrasiyi kâh ortadan kaldırmak kâh sadece göstermelik hale getirmek için Kürt sorununu bahane olarak kullandılar. Kürt kimliğini, dilini ve kültürünü bile 'ülkenin varlığını tehdit eden bir sorun' olarak görenler Türkiye'yi sürekli bir 'olağanüstü hâl' rejiminde yönettiler. Halkı korkutarak razı ettiler sistemdeki zulme, haksızlığa, eşitsizliğe... Demokrasi yoluyla sandıkta kazanan halk hiç iktidar olamadı böylece. |
|
12-11-2009, 13:40 | #152 |
Bir partinin yapmayacağı her şeyi yaptı. Parti sözcüleri bir siyasetçinin asla söyleyemeyeceği her şeyi söyledi.Elini tutmadıkları zaman kimse elimi tutmuyor diye şikayet etti, elini tuttukları zaman benim elimi değil, Apo’nun elini tutun diyerek bütün iyi niyetli çabaları berhava etti.
Mecliste veya dışında olduğu süre içerisinde bir defa olsun terörü kınamadı. Her demeçte barış istediğini söyleyene bir parti barışın asgari şartı olan terörle arasına sınır koymaya yanaşmadı. Yayınlarında, eylemlerinde, internet sitelerine sokak eylemlerini kutsayarak teşvik etti. Demokratik açılım tartışmaları başladığında Türkiye bağrına taş basarak kendini terör örgütü ile özdeşleştirmekten imtina etmeyen bu partiyi de muhatap aldı. İki de bir barış istiyoruz söylemlerinin arkasında duracağını zannetti. DTP bu iyi niyetli jesti de anlayamadı. Muhatap alınmamaktan şikayet eden bir parti muhatap alınmaya başlayınca iyice küstahlaştı. Açılımların metezori yapıldığını, bir nevi dokunulmazlık kazandığını sandı. Hiç bir ülkenin tahammül edemeyeceği, hiçbir milletin kabul edemeyeceği noktaya geldi. Sokak eylemcilerinin eline tutuşturulan molotofların İstanbul’da parti binasında yakalanması bile DTP'yi uslandırmadı. Kendisine gösterilen tahammülü, bize her şey mübah gibi anladı. Kürt meselesi dediği ve hiçbir zaman içini dolduramadığı meseleyi Abdullah Öcalan’ın hırsları derekesine indirdi. Ne Kürt’ün ne Türk’ün hayrına olacak hiçbir şey söylemedi, tahrikle, kışkırtmayla, şiddetle, tehditle yani terör örgütünün argümanlarıyla politika yapmaya çalıştı. Bir parti olarak kendi kendisini kapatarak bir şiddet örgütüne dönüştü. AYM ne karar verirse versin aslında DTP'yi kapatan bizzat kendisidir. |
|
12-12-2009, 12:41 | #153 |
' Bilimsellikten uzak olan bu uygulamayı savunmak millete ve ülkeye düşmanlıktır. Bir türlü anlayamadığımız şey; adaletten ve eşitlikten yana olması gereken hukukçuların tam tersine adaletsizlikten ve eşitsizlikten yana tavır koymalarıdır. Meslek Lisesi öğrencilerine üvey evlat muamelesi yapılan bu sistemde Anadolu çocuklarının başarılı olmaları ve istedikleri yerlere gelebilmeleri bu durumda imkânsız gibi görünmektedir. Bu uygulama eğitimde imkân ve fırsat eşitliği ilkesine aykırı düşmektedir. Dolayısıyla anayasaya da aykırı bir uygulamadır. Bu uygulama milli eğitim temel ilkeleri arasında ilk sırada yer alan genellik ve eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir. Eğitimde imkân ve fırsat eşitliği dolayısıyla anayasanın 9. maddesine de aykırı bir uygulamadır. Yine anayasanın 42 maddesinde‘’Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz’’ cümlesiyle de bağdaşmamaktadır. ' ismail okutan |
|
12-12-2009, 12:54 | #154 |
Şiddetin yeni şiddeti beslediği bir ortamdan barışın egemen olacağı farklı bir ortama doğru yol alınırken terörden başka bir yöntem bilmeyenler için iki seçenek söz konusu olabiliyor: Ya halkının iyiliği ve esenliği için fedakârlığı göze almak ve bir kenara çekilmek, ya da yeni ölümler kusarak süreci baltalamak...
FEHMİ KORU YENİ ŞAFAK |
|
12-13-2009, 16:58 | #155 |
İman, insana dünyada çok büyük onur ve âhirette ebedî mutluluk sağlar. Cennet bedava değildir. Kur'an, imanın bir imtihan, ıstırap ve çile işi olduğuna dikkat çeker. "İnsanlar, sandılar mı ki, 'iman ettik' demeleriyle bırakılacak, inceden inceye imtihan ve ıstıraba çekilmeyecekler. Yemin olsun, biz onlardan öncekileri de inceden inceye deneylerden geçirmişizdir." (29/Ankebut, 2) "Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sabredenleri müjdele" (2/Bakara, 155) "(Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet Peygamber ve beraberindeki mü'minler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?!' dediler. Biliniz ki, Allah'ın yardımı yakındır." (2/Bakara, 214)
(Ahmed Kalkan) |
|
12-15-2009, 13:12 | #156 |
“Ümmetimle ilgili olarak korktuklarımın en korkutucusu Allah’a şirk/ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben size ‘onlar aya, güneşe ve puta tapacaklar’ demiyorum. Fakat onlar (hâkimiyet hakkını bazı fertlerde, zümrelerde meclis ve toplumlarda görecekler), Allah’tan başkasının emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır.”
(İbn Mâce, hadis no: 4205) |
|
12-16-2009, 21:56 | #157 |
“Öyle bir fitneden sakının ki, o sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmekle kalmaz (herkese sirâyet ve tüm halkı perişan eder). Bilin ki Allah’ın azâbı şiddetlidir.” (8/Enfâl, 25) Fitne, imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne şekilde olursa olsun, zulüm, hatta zulmün en büyüğü şirk işlemesine hoşgörü ile bakan, zâlimlerin karşısına dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum, zâlimlerin ve bozguncuların cezasını hak eden bir toplumdur. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir şey yapmadan yerlerinde oturmalarını İslâm asla hoş görmez. Zira İslâm, birtakım pratik yükümlülükler gerektiren bir hayat sistemidir. Kaldı ki, Allah’ın dinine uyulmadığını ve Allah’ın ilâhlığının rededilip yerine kulların tanrılığının yerleştirildiğini gördüklerinde müslümanların sessiz kalmaları, bununla beraber Allah’ın, onları belâdan kurtamasını istemeleri, sünnetullaha ters bir arzu ve kabul olmayacak bir tavırdır. “Sakın, zulmedenlere az da olsa meyletmeyin. Yoksa size ateş (Cehennem) dokunur. Sizin Allah'tan başka velîniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (11/Hûd, 113)
(Ahmed Kalkan - Filistin Cihadımızın Önündeki Engeller makalesinden) |
|
12-18-2009, 01:25 | #158 |
“Mecnun olup çöle düşmeyeceksen/ Ne Leylâ’yı çağır, ne çölü incit” dedi bu toprakların bir türküsü.
Çölü incitme! Onun uğruna cefa çekmeyi göze almıyorsan, varlık vadisinde berduşluk etme. Ol ya da öl. Olmak için sefer etmen gerek; kendinden sefer etmekle başla işe, kendi evinden ayrıl ve yola koyul. Belki bir çölü aşman gerekecek, belki yedi vadiden geçeceksin, belki bir dağı delmen istenecek senden. Aşkın bir çabayla sınanacak önce. Ayrılıkla imtihan edileceksin. Ona âyan olan sana, sana âyan olan ona âyan olacak. Aranızdaki sessizlik sır tutmayacak. Eğer aşk ‘sadakatin kapısında köpeklerle birlikte beklemek’se, bundan erinmeyeceksin. Ruhun onu beklemekle dem tutacak. Kendinden ölerek onda olacaksın. Sessizliğin sesiyle. Kuş sürülerini ürkütmeden. Rüzgârla, yağmurla, ırmak ve dağlarla konuşarak yalnızca. “Ben rüzgârım sen ateş/ Seni alevlendiren benim” diye gözyaşında yıkanarak. “Sen uyuduğunda/ Kapanan benim gözlerimdi” diyecek kadar o olacaksın. Aşkın olduracak hem seni, hem onu. Kemal SAYAR |
|
12-18-2009, 14:41 | #159 |
Bir adam vardır ki, hiç bir düşüncesinde, hiç bir hareketinde «kendi kendisi» olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, mensup oldugu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiç bir şey bulmamıştır. Başka birinin siteminden aldığı fikirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İradesi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bilmez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedilmediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini kendinde değil, hep dışarıda aradığı için muayyen bir fikre, bir akideye başkasının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık, ölünceye kadar hiç bir realitenin mili, onun yabancı bir telkinle perdelenmiş gözünü açamayacaktır; hayatın her şeyi her gün değiştiği halde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç ayet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyakları teptiği için, şahsiyetten mahrûm, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onun ipnotize eden sakallının adını öğrenmek yetişir. Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır. |
|
12-18-2009, 15:39 | #160 |
Başbuğ’un, daha önce yaptığı gibi, yine sivillere “doğru yer”i gösterme cüretinde bulunan konuşmasında, şirazesi çıkmış suçlamalarla gayrıhukuki buyrukların yanı sıra kunt ve tehlikeli bir sembolizm de vardı.
General, “şirazesi çıkmış suçlamalar” babında, TSK’nın asli işini yaparkenki ihmallerini ve hiç işi olmayan alanlara müdahalesini eleştirenleri karaladı, “önyargılı” ve “yalancı” ilan etti; bu eleştirileri yapanların “milletini sevmediğini” söyledi. Başbuğ’un “gayrıhukuki buyruklar”ının hedefi ise gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler ve savcılardı. PKK’nın Reşadiye saldırısı ile yeniden gündeme gelen “33 asker olayının” araştırılmasına, soruşturulmasına öfkelendiği anlaşılan General, “Terör olaylarını TSK ile ilişkilendirmeyi, PKK destekçileri yapabilir. Ancak böyle ilişkilendirmeleri, bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz” buyurdu. Yetmedi; “Adli makamların ihbar mektuplarına ve gizli tanıkların ifadelerine karşı daha dikkat etmeleri gerekir, bu gibi durumlarda Türk Silahlı Kuvvetleri ile bilgi teatisi ve işbirliğinde bulunulmalıdır, aksi durumlarda kurumlar arası çatışmalara neden olunur” sözüyle Ergenekon’u, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı, Kafes Planı’nı soruşturan savcılara salvo savurdu. Savcılarla işbirliği yapmakla görevli olan sanki kendisi değildi; sanki “kâğıt parçası” ve “boru” ifadelerini bizzat ondan işitmemiştik; sanki bu toplum Şemdinli’de ne olduğunu bilmiyordu; sanki Ergenekon sanığı komutana yapılan manidar ziyareti unutmuştuk... |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|