Geçtiğimiz günlerde bir hanım geldi, dedi ki: "Sorumlu olduğum kişilere sözüm tesir etmiyor. Beni dinlemiyorlar. Vazifemi hakkıyla yapamıyor muyum?" Ona dedim ki: "Bu din, sahipsiz değildir. İslamiyet'e hizmet etmek vazifesini size kim verdi? Siz kendinizi kurtarmaya çalışın. Bir Müslüman'ın kendini yetiştirmesi, milletinin kurtulması derecesinde mühimdir. Siz susabildiğiniz kadar susun, İslamiyet'i yaşayabildiğiniz kadar yaşayın."
Kendi hayatımdan bir misal vereceğim. İslamî çalışmalara başladığımda milleti kurtarmak için işe başlamıştık. Anlattıklarımızı tamamen doğru ve kabule değer şeyler görüyorduk. Bizleri dinleyenlerin bunları kabul etmemesine kızıp, üzülüp ümitsizliğe düşüyorduk. Hatta hasta olduğumuz devirler bile oldu. Bir doktor, "Sen bu beyninden ne istiyorsun?!" diye kızmıştı bana. Bütün meselemiz milletin kurtulmasıydı.
İslamiyet'i zamanla öğrendikçe bizim vazifemizin sadece ve sadece İslamiyet'i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktan ibaret olduğunu anladık, çok rahatladık. Nefis şöhret ister. O zaman adam istiyor ki etrafında insanlar toplansın, sözü dinlensin. Halbuki hubbu cahtan, hubbu riyasetten şiddetle kaçınmak lazım. Yani reis olmak, baş olmak sevdası... Ben şöyle yüksek yerlere geleyim, şöyle yüksek makamlar edineyim diyerek hizmet etmek... Bu kişide ihlas yoktur. Bana göre yaptığı bütün ammeler havaya gidiyor.
|