01-05-2010, 20:07 | #171 |
Sözlükte olmasa da gerçek hayatta varmış...
Genelkurmay'ın o odada günlerdir yapılan aramanın durdurulmasına ilişkin talebi, mahkeme tarafından reddedildi. Daha önce de aramayla ilgili haberlere yayın yasağı getirilmesi istenmiş, o talepler de kabul edilmemişti. Bir başka talep ise orada bulunan ve devlet sırrı niteliği taşıyan belgelerin imha edilmesiydi. * İnsanın kafası karışıyor. Belgelerin imha edilmesi gerekiyor ise, niye vaktiyle imha edilmedi? Gerekmiyorsa, niçin imha edilmesi isteniyor? Yargıdan bile saklanması istenen belgelerin mahiyeti nedir, ne olabilir? Yoksa elinde silah olan kuvvetlerin konumu, hukukun üstünde mi? Bu sorulara verilecek cevaplar ne olursa olsun, o odadan neler çıkacağını ve bulunanların ne zaman açıklanacağını merak ediyoruz ister istemez |
|
01-05-2010, 20:16 | #172 |
Şeytanın gücü yoktur. Onun gücü insandan aldığı güç transferidir. İnsanın şeytana verdiği güç iradesinden eksikliklerdir...
(Mustafa İslamoğlu) |
|
01-05-2010, 20:24 | #173 |
Ya CHP'nin tutumuna ne demeli?
CHP Lideri Bülent Ecevit 'kontrgerilla" iddialarını dillendirirken Deniz Baykal da aynı partinin yöneticilerinden idi. Aynı Baykal bir takım saldırılara maruz bırakılan ve köşeye sıkıştırılmak istenen CHP Hükümetlerinde iki kez de bakanlık yapmıştı. Gönül isterdi ki o günlerde yaşanan karanlık olayların tanığı ve mağduru olarak Baykal ve Partisi CHP, karanlık her noktaya hukukun ışığının tutulmasını hükümetten daha fazla desteklemeliydi. Ne ki CHP tarihsel sorumluluğunu yerine getirmek yerine kurumlar arasında bir gerilim meydana getirme siyaseti yürütüyor. Kemal Kılıçdaroğlu'na bir faks gelmiş, Emekli Sandığı'na ait bir binanın Başbakanlığa devredilmesinde bit yeniği varmış. Sözkonusu bina Başbakanlığa devredilince hemen karşısındaki Genelkurmay Başkanlığı izlemeye alınacakmış! Memleket kafası komplo teorileriyle karışmış ve muhakeme yeteneğini kaybetmiş insanlarla dolu. CHP'liler akla ziyan getiren bu iddiayı ciddiye alarak bir soru önergesi haline getirmişler. Bir fakstan yola çıkarak "Siz Emekli Sandığı binasından Genelkurmayı mı izleyeceksiniz?" şeklinde bir soru sorulabilir mi? İlgili bakanlık(Maliye) böyle bir soruya cevap verebilir mi? Elleri mahkum, mevzuat gereği cevap vermişler. Aklıselime hitap etmek yerine paranoyayı besleyen bir siyasetin bu ülkeye ne zaman yararı oldu ki bundan sonra olsun? Koskoca Anamuhalefet Partisi'ne yakışıyor mu böyle muhalefet yapmak? |
|
01-05-2010, 22:13 | #174 |
"Kurumlararası çatışma" veya "kaos endişesi" gibi deyimler, yaşadığımız bu derin travmayı ifade etmek için yetersiz. Gerçeklik duygumuzu kaybedecek ölçüde derin bir güven bunalımı bu. Her şeyin anlamını yitirdiği, değersizleştiği ve ters-yüz olduğu bir psikolojik deformasyon süreci, tek tek bireyler olarak yaşadığımız.
En zor kazanılan şey güvendir; aynı zamanda çok kolay harcanan ve tüketilen. Toplum olarak bizi, bu ülkeyi bir arada tutan bu çok değerli sermayemizi hızla tüketiyoruz. Bu güven bunalımının arkasında ise tek sebep var: TSK içinde arka arkaya patlak veren skandallar. Türkiye'nin başka herhangi bir kurumuyla ilgili değil, askerle ilgili bir güven bunalımı söz konusu olan. Adı üzerinde, güvenliğimizden sorumlu kurum. Şimdi bu kurum bireysel dünyamızı alt-üst eden güvensizliğin yegâne kaynağı. Daha büyük endişe olabilir mi? Güvenliğimizi sağlamakla görevli kurumun güvenliğimizi tehdit ettiği kuşkusunu taşıyoruz. Her akşam televizyon ekranlarında, Kirazlıdere'deki Özel Harp Karargâhı'nın kapısını seyrederken, bu kapıdan cinayet işlemek üzere birilerinin vaktiyle çıkmış oldukları ve aynı kapıdan işlerini görüp dönmüş oldukları kuşkusunu taşımak, insanı nereye götürür? Küçük çocukların hayatına kasteden caniler, katliam planları yapan muvazzaf askerler kovuşturulurken, bu işler için kullanılmak üzere toprak altına gömülen silah ve mühimmatın dökümü çıkartılırken ne düşünmemiz bekleniyor? Askerin itibarı mı? Ordunun güvenilirliği mi? Ülkeyi korumak üzere eline silah teslim ettiğimiz görevlilerin namluyu bize çevirdikleri endişesi yaşarken neyin itibarı, neyin güvenilirliği? |
|
01-06-2010, 02:06 | #175 |
“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişan eder). Bilin ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir.” (8/Enfâl, 25)
Rabbim bizleri her türlü fitneden muhâfaza buyursun. Âmin. |
|
01-06-2010, 04:16 | #176 |
Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
EN'AM 116 |
|
01-06-2010, 04:17 | #177 |
Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.
NİSA 4/85 |
|
01-06-2010, 17:19 | #178 |
Bu ülkede daha yakın zamanlara kadar "memleket yönetimi" yüksek siyasetin işi olarak görülür, halka da takdir edildiği ölçüde bilgi verilirdi. Hatta demokrasimiz bile bir tür yüksek siyaset demokrasisiydi. Güncel tartışmaların diliyle söyleyecek olursak geçmişte bütünüyle siyaset kozmik bir alandı, devlet demek her aşamada gizlilik demekti, şimdi kozmik alan anladığımız kadarıyla bir odaya kadar inmiş, oraya da hukuk girmiş durumda. Devletin sırları olmaz denilmiyor, elbette olur. Ama bu sırrın, içerdiği amaca matuf olup olmamasını nasıl denetleyeceksin? Yoksa üstü örtülü her alanda potansiyel olarak farklı işler yapmak mümkün. Denetimi ancak "başka bir akıl" marifetiyle yaparsın. Denetimsiz güç olmaz. Cumhurbaşkanının bile denetimden muaf olmadığı bir devlet düzeninde özerk, hesap vermesi düşünülemeyecek iktidar alanları olamaz. Bir ülkede hem insanlar tarihi, toplumsal, siyasi gelişmelerle reşit bireyler olacaklar, böylelikle kendi hayatlarının ve geleceklerinin faili haline gelecekler, hem de iktidar ilişkileri gizli kapaklı sürecek. Bu mümkün değil. Haberlerdeki "kozmik oda"ya giren, hukukla birlikte Türkiye'nin değişen sosyal ve siyasi yapısıdır.
|
|
01-06-2010, 18:40 | #179 |
Türküm gayet doğruyum, çalışkanım veya değilim. İnandığım din sahip olduğum ırktan öndedir. Üstünlüğümü belirleyecek olan kudret Allah’ın elindedir. Önce İslam milleti olduğumuzu savunur ve toprağın İslam medeniyeti üzerine inşasını bilirim aksini iddia etmek adına Türkçülük perdesinden elitist martavallar okuyan kutsal şairlerin şiirini bir Müslüman genç olarak yüce kılmak zorunda olmadığım gibi bugün neredeyse mütefekkir tanrı kabul edilmiş adamlara ve yalakalarına karşı zil zurna el pençe perest duruşunu alacak insan hiç değilim.
"İslam Birliği" kavramına alternatif oluşturmaya çalışan ırkçı cambaz etiğine dayalı Türkçü söylemin çığırtkanı olan paçavradan vatanseverlik kusan ve bunu Türk millet çatısına dayandırarak sömürmeye çalışanların müridi olan İslamcıların şiirsel ilah kabul ettikleri bu tarz adamların cümle atraksiyonlarından ziyade cümlemizi birbirine düşürecek ayrıksı manifestolarını acıyarak dinlerim. "Bu ülkede Türkçülük sorunu çözülmeden Kürtçülük sorunu çözülemez" diyenlerin en dürüst alkışçısı olduğumu da, bayrağın altına helalinden not olarak düşerek belirtmek isterim. Aksi takdirde bu tarz gavur testinden geçmeye çalışan Müslümanların yerleşik alanı olan Türk toprakları üzerinde ne dalgalanan bayrak gözlerimi yaşartır ne de yeşil bere göğsümü kabartır. Ağızda pipo eskiterek Türk olmayan Müslüman’ı aşağılamak, şairliğin konforuna sığınarak entel tekkeler oluşturmaya benzemez. Oldu olacak bütün kutsal liderleri peygamberleri de Allahuekber birliğinden çıkartıp Türkçü söylemlerinize ortak edin. Olmadı andımızı "ihlas" bilelim üfürelim. İsrail’in kafa kopardığı cesetlerinde kan çizdiği Müslüman dayanışmayı da Türklük normlarına uymadıkları için içimizde bir kez daha gebertelim. Paket putçuluğa, fason milliyetçiliğe, ırk tekelciliğine boyun büken pek kıymetli müritlerin bu duruma toprak yemiş cengaver gibi ses çıkarmamalarının tek sebebini "ooo kutsal şair ne derse doğrudur o bizim tanrıdan en küçük tapınağımız" gözüyle bakmalarına yoralım |
|
01-07-2010, 01:50 | #180 |
Düştüğün yer burası ve yükselişin yine buradan olacak. Bunun için önce gözündeki perdeleri aralayıp ‘hayret’e uyanmak gerek. Hayret’e uyanmak için önce varlığa varoluşa eşyaya olaylara hayata insanlara ağaca kuşa suya toz tanesine alışıldık bayat gözlerle bilimin kafanı ve gönlünü buzdolabına koyan dondurucu tanımlarıyla bakmamak gerek. Eskiler buna ‘ülfet ve ünsiyet’ diyorlar dostum. Her şeyi sıradan görmek bir takım izahların cenderesine sıkıştırmak. Görüntüdeki tekrar eden durumları göre göre ‘bu zaten böyledir bu böyle olur’ zevzekliğinin alışkanlığına indirgemek.
(Yusuf Özkan Özburun) |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|