AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 10-12-2010, 10:32   #1
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
Bir de anahtar arıyormuş gibi yaparak fitne çıkaracak türden fikir yürütenler var. Neymiş? 'Beyaz Türkler'le AK Parti'nin uzlaşması için 'cemaat iddialarının' AK Parti tarafından Meclis'e taşımalıymış. Kimse kusura bakmasın ama bu, habercilikten çok ihbarcılığa benziyor ve bu düşünceyi pompalayanlara da yakışmıyor. Bir yanda yargı huzurunda ilişkilerini anlatamayan ve "Delilim yok ama delilin adresini biliyorum." diyerek suç ve suçlu icat eden birisi; diğer yanda benzer suçlamalarla defalarca karşı karşıya kalmış, yargıdan aklanarak çıkmış bir kitle. Adalet huzurunda hesap vermekte zorlanan kişi maalesef ilişkilerini izah edemiyor. Tam bu aşamada hükümete çağrı yapmanın ve dahi zanlıya her türlü destek veren meslektaşlarını yüceltmenin anlamı ne? Şeffaflaşmak mı? Tamam; Meclis'e bir önerge daha verilsin ve vaktiyle hangi gazetecilerin Genelkurmay'a sık sık gittiği, hangi darbeci ve cuntacıların özel isteğine uygun yazılar kaleme aldığına dair bir araştırma başlatsın Meclis. Eminim yakın tarihe ışık tutacak ve bu arada hem 'Beyaz Türkler' hem de 'Siyah Türkler' (böyle bir ifadeyi ironi için bile olsa yazmaktan utanç duyuyorum) bazı bilgilere ulaştıracaktır. Sözü uzatmaya gerek yok; Hoca Nasreddin haklı. Karanlık mekânda kaybettiğini apaydınlık bir ortamda arayarak hedef şaşırtanlar gözlerini kapayarak sadece kendilerine gece yapıyorlar. Kimin bu millete ne kadar hizmet ettiğini bu ülkenin insanı gayet iyi biliyor. Ve şükürler olsun ki, vicdanlar daha çürümedi...

 

Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 10-12-2010, 16:55   #2
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Bugün insanlık olarak insanca davranmayı unutmuş gibi bir hâlimiz var. Varlık içindeki farklılığımızı ifade etmekten çok uzak bulunuyoruz. Melekleri imrendirecek o muhteşem donanımımıza rağmen habîs ervahı bile utandıracak işler yapıyoruz. Kinle-nefretle oturup kalkıyor, gayzla köpürüyor ve birbirimize hep intikam hisleriyle bakıyoruz. Sevgi adına sinelerimiz bomboş, düşmanlık sisi-dumanı sarmış bütün duygularımızı ve yıllar var habersiziz muhabbetin o büyülü tesirinden. Düşüncelerimiz mütemadiyen kötülük duyguları üretiyor. Etrafı yakıp yıkma, her şeyi kendimize benzetme ve "öteki" dediklerimizi baskı altına alma âdeta ahvâl-i âdiyeden. Çoğumuz itibarıyla akla-mantığa rağmen hep hislerimizin güdümünde yaşıyoruz. Bizim gibi düşünmeyenleri ezme, susturma en bariz şiarımız. Bazı problemlerin farklı çözüm yolları da olabileceğini hiç mi hiç düşünmeden bildiğimize gidiyor ve yapmalar yolunda ne yıkmalara ne yıkmalara sebebiyet veriyoruz. Birbirimizin gönlüne girerek can diliyle, gönül beyanıyla kendimizi ifade etme, geçmişte kalmış demode bir yöntem gibi...

Bencilliğimizin ürettiği bir sürü muhalif düşünce ve onların temsilcileriyle karşı karşıya bulunmanın hafakanlarıyla oturup kalkıyoruz. Sürekli hiddetleniyor, nefretle köpürüyor ve gücümüz yeterse kalkıp tepelerine biniyoruz. Ezebildiklerimizi eziyor, güç yetiremediklerimizin şeref ve haysiyetiyle oynuyor, hatta varsa medya güç ve imkânlarımızla onları yerden yere vuruyor, ölümden beter şeylere maruz bırakıyoruz.

Bu tür olumsuz şeyler karşısında, şimdilerde bütün dünyada duyulan ya zalimlerin "hayhuy"u ya da mazlumların âh u efgânı. Yıllar var ki mazlumlar, mağdurlar diyarı bazı ülkeler sürekli baskı altında ve halklar inim inim. Akıllar durgunlaştırılmış, his ve heyecanlar söndürülmüş, çoğunluk kendi değerlerine karşı yabancılaştırılmış ve herkes birbirinin kurdu hâline getirilmiş. Farklı düşünce ve farklı anlayışların birer ihtilaf ve iftirak sebebi sayıldığı bu kabîl toplumlarda vuran vurana, kıran kırana önü alınmaz kavgalar çıkarılıyor, insanlar birbirine düşürülüyor. Biri ötekinin gözünü çıkarıyor, canına kıyıyor; o da berikinin üzerine canlı bombalar veya bomba yüklü arabalarla yürüyor. Her yerde farklı bir vahşet yaşanıyor ki vahşilerinkine denk, hatta ondan da ileri...

Kalmamış çoklarında insanî ruhtan eser.. felç olmuş gibi vicdan mekanizması: İradeler zalimce planlar peşinde; mârifetullah rasathanesi sayılan zihinler kirli duygulara teslim; sevginin o dupduru kaynağı his dünyası, yılan-çıyan yuvası; potansiyel olarak Hakk'ı müşâhede menfezi sayılan gönül, bütün bütün ışığı söndürülmüş bir dehliz ve bütün insanî sistemler, varoluş gayelerine aykırı bir yolsuzluk gurbeti içindeler.





Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-12-2010, 16:55   #3
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Bugün insanlık olarak insanca davranmayı unutmuş gibi bir hâlimiz var. Varlık içindeki farklılığımızı ifade etmekten çok uzak bulunuyoruz. Melekleri imrendirecek o muhteşem donanımımıza rağmen habîs ervahı bile utandıracak işler yapıyoruz. Kinle-nefretle oturup kalkıyor, gayzla köpürüyor ve birbirimize hep intikam hisleriyle bakıyoruz. Sevgi adına sinelerimiz bomboş, düşmanlık sisi-dumanı sarmış bütün duygularımızı ve yıllar var habersiziz muhabbetin o büyülü tesirinden. Düşüncelerimiz mütemadiyen kötülük duyguları üretiyor. Etrafı yakıp yıkma, her şeyi kendimize benzetme ve "öteki" dediklerimizi baskı altına alma âdeta ahvâl-i âdiyeden. Çoğumuz itibarıyla akla-mantığa rağmen hep hislerimizin güdümünde yaşıyoruz. Bizim gibi düşünmeyenleri ezme, susturma en bariz şiarımız. Bazı problemlerin farklı çözüm yolları da olabileceğini hiç mi hiç düşünmeden bildiğimize gidiyor ve yapmalar yolunda ne yıkmalara ne yıkmalara sebebiyet veriyoruz. Birbirimizin gönlüne girerek can diliyle, gönül beyanıyla kendimizi ifade etme, geçmişte kalmış demode bir yöntem gibi...

Bencilliğimizin ürettiği bir sürü muhalif düşünce ve onların temsilcileriyle karşı karşıya bulunmanın hafakanlarıyla oturup kalkıyoruz. Sürekli hiddetleniyor, nefretle köpürüyor ve gücümüz yeterse kalkıp tepelerine biniyoruz. Ezebildiklerimizi eziyor, güç yetiremediklerimizin şeref ve haysiyetiyle oynuyor, hatta varsa medya güç ve imkânlarımızla onları yerden yere vuruyor, ölümden beter şeylere maruz bırakıyoruz.

Bu tür olumsuz şeyler karşısında, şimdilerde bütün dünyada duyulan ya zalimlerin "hayhuy"u ya da mazlumların âh u efgânı. Yıllar var ki mazlumlar, mağdurlar diyarı bazı ülkeler sürekli baskı altında ve halklar inim inim. Akıllar durgunlaştırılmış, his ve heyecanlar söndürülmüş, çoğunluk kendi değerlerine karşı yabancılaştırılmış ve herkes birbirinin kurdu hâline getirilmiş. Farklı düşünce ve farklı anlayışların birer ihtilaf ve iftirak sebebi sayıldığı bu kabîl toplumlarda vuran vurana, kıran kırana önü alınmaz kavgalar çıkarılıyor, insanlar birbirine düşürülüyor. Biri ötekinin gözünü çıkarıyor, canına kıyıyor; o da berikinin üzerine canlı bombalar veya bomba yüklü arabalarla yürüyor. Her yerde farklı bir vahşet yaşanıyor ki vahşilerinkine denk, hatta ondan da ileri...

Kalmamış çoklarında insanî ruhtan eser.. felç olmuş gibi vicdan mekanizması: İradeler zalimce planlar peşinde; mârifetullah rasathanesi sayılan zihinler kirli duygulara teslim; sevginin o dupduru kaynağı his dünyası, yılan-çıyan yuvası; potansiyel olarak Hakk'ı müşâhede menfezi sayılan gönül, bütün bütün ışığı söndürülmüş bir dehliz ve bütün insanî sistemler, varoluş gayelerine aykırı bir yolsuzluk gurbeti içindeler.





Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-13-2010, 10:07   #4
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
Kendine medenilik atfeden insanlığın virüslü halini sevgili hocamız çok güzel ifade etmiş teşekkürler sevgili Canan.


Fethullah Gülen Hocaefendi'nin önceki gün Bamteli'nde söylediklerini dinleyince bunlar geldi aklıma. Kendisi hakkında ortaya atılan 'sızma' iddialarını cevaplarken Hocaefendi, 'bir insanın kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denemeyeceğini' ifade ediyor. ''Teşvik edilen insanlar da, o müesseseler de bu ülkeye ait. Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz, hakkıdır girer oraya.'' diyor.
Bu toplumun ekser çoğunluğunun, ana unsurunun devlette görev almasını sızma olarak nitelemek çok eski bir zihniyetin yansımasından başka bir şey değil. Bu eski devlet kafasında, devletin etrafı özellikle iç düşmanla çevriliydi. Dolayısıyla ülkenin içinin düşmanla dolu olduğunu kabul eden anlayış, bu ülkedeki bütün problemlere de kaynaklık etmekten başka bir işe yaramıyordu. İç enerjiyi tüketen, toplumsal barışın zedelenmesine neden olan bütün problemlerin kaynağında da bu anlayış, yani milleti düşman olarak gören zihniyet yatıyordu. Biz bu ülkenin ana unsuruyuz. Bu devlet de, başta ana unsur olmak üzere bu ülkede yaşayan herkesin devletidir. Artık devletin milleti değil, milletin devleti vardır. Bu anlayış hakim olduğu ölçüde de, bu ülkede iç kavgaları besleyen hiçbir şey var olamayacaktır.
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-13-2010, 18:16   #5
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
“Referandum süreci”nde zırt-pırt kameraların karşısına çıkıp, “siyasi açıklamalar” yapan, bu “HSYK üyeleri” değil miydi?..
O GÜNLERDE SÖYLENENLER
Buyrun, hafızalarımızı tazeleyelim...
HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, o günlerde kameraların karşısına geçiyor ve aynen şunları söylüyordu:
¥ “Yargının sorunlarına yanıt vermekten uzak, yargı içinde büyük sorunlar yaratacak ve öyle sanıyorum ki yargıdan kamuoyunun, milletin beklediği çözümlere çok uzak olan bir metindir... Kusura bakmayın ama, yüksek yargı ile dalga geçiyorlar!”
¥ “Taslak, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Taslak yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını ve güvencelerini tahrip etmeye yöneliktir.”
¥ “Taslak metinde yargının idari ve mali yönden bağımsızlığı dikkate alınmamıştır. Tam tersine idareye bağımlı bir kurul yaratılmaya çalışılmıştır. Yargı reformu adı altında yapılan çalışmalardaki stratejinin yargı reformu olmadığı, tam aksine yargıyı ele geçirme stratejisi ve taktiği olduğu her türlü kuşkudan uzak bir şekilde gayet net ve açıkça anlaşılmıştır.”
¥ “Kuvvetler ayrılığı ilkesi Evren tarafından bile muhafaza edildi. Şimdi bundan daha geriye döndürülmeye çalışılıyor. Bu ne kadar inandırıcı, takdiri size bırakıyorum.”
¥ “Pakistan’da 1995’te darbe sonrası yeni anayasa hazırlandı. Yargıçlar ise topluca istifa etti. Türk yargıçlar, onlardan daha az duyarlı değildir.”
Peki, “bağımsız” ve “tarafsızlık”tan dem vuran bir hukukçu, bu kadar “taraf” olabilir mi?..
HSYK, o dönemde “resmen taraf” oldu ve “Hayır” cephesinde yer aldı...
Başbakan Tayyip Erdoğan, o süreçte bunlara seslenip, diyordu ki;
“Eğer siyaset yapmak istiyorsanız; cüppelerinizi çıkarın, bir siyasi partinin şemsiyesi altına girin, ne diyecekseniz, orada deyin!.. Çünkü, bu siyasi çıkışlarınızla yargıyı yıpratıyorsunuz!..
Makamlarınızı, koltuklarınızı ve rütbelerinizi siyaset aracı olarak kullanmayın!”
Ne oldu sonunda?..
Türk Milleti, “Türk Milleti Adına” karar veren yargıya dedi ki;
“Siz, kendi işinize bakın!”
Öyle ya;
“Hükümet’e yetki” veren de millet, “yargı”ya yetki veren de... O halde, tartışılan ne, paylaşılamayan ne?..
Millet, “yeni bir anayasa” yapmış mı?..
Yapmış!..
Bu durumda, “yetki”lerini “milletin yaptığı Anayasa’dan alanlar”ın yapması gereken ne?.. “Milletin kararına saygı” göstermek değil mi?..
Peki, “HSYK üyeleri”nin yaptığı ne?..
Önceki günkü “istifalar”ın tek bir anlamı vardır: “Biz, milleti takmıyoruz!”
Paşa keyifleri bilir!..
Ama, “istifa” kararını açıklarken; “Elimiz-kolumuz bağlandı... Bir iş yapamıyoruz” demelerinin “şov”dan öte bir anlamı yoktur.
KİM ÇALIŞTIRMIYOR?
Yaptıkları, “dört dörtlük şov”dur, çünkü, adama sorarlar;
“Referandumdan önce mi iş yapamıyordunuz, referandumdan sonra mı?”
Öyle ya;
“Yaz kararnamesi”nin görüşüldüğü 14 Ağustos tarihine kadar “iş” yapıyordunuz!.. 14 Ağustos’tan sonra mı “iş yapamaz” oldunuz?.. O günden bu yana “ne değişti” ki, eliniz-kolunuz bağlandı?..
“Çarpıtma” yapmak yerine, millete niye “gerçeği” söylemiyorsunuz?..
Desenize millete;
“12 Eylül’de, sen kararını verdin ve HSYK’nın yapısını değiştirdin!.. Yeni anayasa ile HSYK’nın üye sayısı 21’e çıktığı için, bizim toplantı yeter sayımız yeterli değil... Dolayısıyla, toplanamıyoruz... İş yapmak istesek de yapamayız, çünkü yeni Anayasa buna imkân vermiyor!”
Şu hâle bakın;
“Türk Milleti Adına” karar verme makamında bulunanlar, “Türk milleti”ne bu gerçeği açıklamıyor da, hâlâ “siyaset” yapıp, güya Hükümet’i suçluyorlar!..
Ama, millet yutmaz bunları!..
O ZAMAN ÇALIŞIYORDUNUZ!
Döner ve sorar HSYK üyelerine:
“Bugün çalıştırılmamaktan şikâyet edip Hükümet’i suçlayan sizler; sırf Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner için tutuklama kararı verdiler diye, Erzurum’daki hakim ve savcıların yetkilerini almadınız mı ellerinden?..
O zaman çalıştırılıyordunuz da,
Şimdi mi çalıştırılmıyorsunuz?!?..
Söyleyin hele;
İlhan Cihaner’i nasıl kurtardınız?..
Çekinmeyin, söyleyin;
Ergenekon sanıklarını tahliye ettirmek için hakimleri izne gönderen, izindeki hakimleri geri çağıran, nöbetçi hakimlerle iş bitiren kimlerdi?”
Milletin ağzı torba değil ki, büzesin!.. Millet konuşur ve işte böyle sorular sorar!..
Dahasını da sorar;
“İş bitirme”ler esnasında ne Adalet Bakanı karıştı sizlere, ne Adalet Bakanlığı Müsteşarı!.. O zaman “çalışan” HSYK üyelerinin, bugün “Çalışamıyoruz” demelerinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur!..
AMAÇ KOLTUK!
Bunun bir tek izahı vardır;
“Koltukları kaptırmamak!”
Evet evet; “istifa”ların asıl amacı, “koltukları kaptırmamak”tır!..
Öyle ya;
HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, zaten “53 gün sonra gidecek”ti!.. Musa Tekin’in ise “sadece 4 günü” kalmıştı!.. “İstifa” eden diğer “üyeler”in de “yedek üyeler” olduğunu hemen belirtelim.
O halde, “Niye istifa ettiler?” sorusunun cevabına yeniden bakalım:
Efendim;
15 ay sonra “yüksek yargı”da seçimler var... Yargıtay Başkanlığı ve Danıştay Başkanvekilliği için seçim yapılacak... Bu seçimlere “girebilmek” için ne yapmak lâzım?.. Elbette “istifa” etmek!..
“HSYK’daki görev süreleri zaten dolduğuna” göre, hiç olmazsa şanslarını Yargıtay ve Danıştay’da denesinler!.. Kimbilir, belki de “boşalacak koltuk”lardan birine oturabilirler veya “istedikleri bir adayın seçilmesini” sağlayabilirler!..
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:
Eğer 15 ay sonraki seçimde Yargıtay Başkanlığı’na Kadir Özbek’in, Danıştay Başkanvekilliği’ne de Suna Türkoğlu’nun seçildiğini duyarsanız, hiç şaşırmayın!..
Sizin anlayacağınız;
“İstifa”ların altında yatan asıl sebep budur!.. Yani, sebep; “çalışamamak” değil, “çalışma”yı Yargıtay ve Danıştay’da sürdürmek!..
Niyet budur, hedef budur!..
Siz o günü bekleyin!.. Göreceksiniz!..
Maksat, “T.S.E. yapılanması” devam etsin!..
Gerçeker’in yerine, Kadir Özbek!..
Nasıl; “yakışır” değil mi?!?..

Hasan Karakaya









Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-14-2010, 22:35   #6
Kullanıcı Adı
Hüdaverdi
Standart
Türban değil, başörtüsü hocam
Son süreçte kendine “it” diyen üniversite hocasıyla gündeme gelen arkadaşım bugün derse örtülü giriyor. Sabahtan ve öğleden sonra dersi vardı. Hepimiz dua ettik gitmeden. Sabahki hocası hiç sesini çıkarmıyor. Öğleden sonraki derse de daha önce şapka taktığı için her derste tutanak tutmayı geleneksel hale getirmiş bir hocası giriyor. Arkadaşımı karşısında bu kez şapkalı değil de başörtülü görünce “Şapkadan örtüye mi terfi ettin?” diyor. Sonra “Elimize henüz bir yazı gelmedi. Bize bir yazı gelinceye kadar ben de tutanak tutmak zorundayım” diyor. Arkadaşım da “Tamam hocam, tutun” diyor. Hoca tutanağa “Derse türbanla girdi. Uyardım, çıkarmadı” yazınca arkadaşım “Hocam lütfen düzeltin. Ben türbanla değil başörtüsüyle girdim” diyor ve hoca parantez açıp başörtüsü diye ekleme yapıyor. Daha sonra hoca tutanağı tüm sınıfa imzalatıyor. İşlem bitince arkadaşım da “Hocam, ben de şimdi sizin hakkınızda tutanak tutacağım” diyor ve o da tutanağını tutuyor. Aynı hocanın yaptığı gibi tüm sınıfa imzalatıyor. Bu arada hoca “Ben de senin tuttuğunu okuyabilir miyim?” diyor ve okuyor. Arkadaşım da “Hocam isterseniz siz de imzalayın” deyip imzalattıktan sonra derse başlıyorlar. Bunları yazarken arkadaşım yanıma geldi ve “Artık eşarplarımızı düzgün seçmemiz lazım. Bundan sonra okula eşarpla gireceğiz” dedi Hepimiz çok mutluyuz. Hakkımızda tutulan tutanaklar ve direniş hayırlara
vesile olacak inşallah.
(İzmir)
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-20-2010, 11:07   #7
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
-Şayan-ı takdir olan odur ki, amatörce düşünen halkımız, çok defa elit sınıftan daha isabetli kararlar vermiştir. Onun için, demokrasiyi de ilk defa onlar alkışlamış, omuz verip onu biraz daha ileriye onlar götürmüşlerdir. Kendi oylarını beş on tane sayıp başkalarını cahil ve bir şeyden anlamaz görenler öyle göredursunlar, halkımız bu referandumda bir kere daha isabetli karar vermiştir. Bu sebeple netice, hiç kimsenin telkinine değil, milletimizin firaset ve basiretine verilmelidir..
-Referandum lehindeki mülahazalarımı açıkça ifade etmeyi bir vazife saydım. Çünkü, faydalı olacağına inandığım bir işi yapmazsam, ötede Allah'a hesap verme ve Peygamber Efendimiz karşısında mahcup olma durumuna düşerim; boynum bükülür ve ezilirim. Ülkem, milletim ve mefkurem adına yararlı olduğuna inandığım bir mevzuda suskun kalmam dilsiz şeytanlık olur.
-Ben öz be öz Anadolu çocuğu, bu milletin düz bir ferdiyim. Bir insanın, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine, sızma denmez! Çünkü teşvik edilen insanlar da, teşvik edildikleri o müesseseler de yine bu ülkeye aittir. Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer, hariciyeye de... Unutulmamalıdır ki, kadrolaşma, sızma, çoğalma türünden iddiaları ortaya atanlar, böyle iddialarla vazifeperver insanları sindirmeye çalışanlar, hemen her devirde bu iftiralarının arkasına saklanarak ve hedef şaşırtarak kendi felsefeleri adına belli yerlere sızmış, kadrolaşmış ve çoğalmış kimselerdirler..
-Artık ideolojiler neyi emrederse etsin, keşke bir de kinin, nefretin, söylenen her söze bir laf yetiştirmenin yerine, "Dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek" diyen Yunus edasıyla birbirimize kucak açmaya çalışsak...
-Zaten vifak ve ittifak, tevfik-i İlahî'nin vesilesi, ihtilaf ve iftirak da İlahi yardımdan mahrumiyetin bir gerekçesidir. Hayırlı hizmetlerin dahi bereketini silip götüren ihtilaflı davranışlardan mutlaka kaçınmalı; böylece fiili bir dua ile Kalblerin Sahibi'ne yönelerek O'ndan topyekun gönülleri yumuşatmasını dilemeliyiz." Evet, büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir.
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-31-2010, 20:21   #8
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Başörtülülerin çok yüce gönüllü oldukları fikrindeyim. Yıllar geçti hala onlardan hiçbir zarar görmedik. Ne kafamıza taş attılar, ne yollarda bize hakaret ettiler, ne de yemeklerimize ilaç koydular. Sıfır. Şaşılacak denli sabırlılar. Yalnızca bir-iki protesto gösterisi, hepsi bu. Dinamit yok, sopa yok, zehir yok. İnanamıyorum yani. Bir insanı bu kadar kışkırtın, bu kadar üzün, millete faydası dokunacağı halde engelleyin, hırpalayın aşağılayın o da sizin suratınıza uçan tekme atmasın ? Hala güler yüzle, anlayışla, kibar bir ifadeyle konuşmaya, bizim gibi barbar şebeklere laf anlatmaya çalışsın. Hz. Eyyub sabrı var başörtülülerde. Ben böyle olgunluk, böyle leydi nezaketi görmedim. Her biri bir prenses asaletiyle hareket ediyor. Ben anında cadılığı ele alırdım. Yetkililere sabun büyüsü falan yapardım. Yarasa kanı kaynatırdım. Paspasa kaplan kemiği çakardım. Şaka bir yana, bu ne be kardeşim.

| Murat Menteş
  Alıntı ile Cevapla
Alt 11-02-2010, 21:07   #9
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Kaç paralık adamsın?

Ben dahil herkes, ama herkes bu soruyu tam da bu günlerde sormalı kendi kendine. “Kaç paralık adamsın?” demeli. Eğer hâlâ, vicdanının üzerini kalın bir perde ile örtüp yüreğini vicdanına zindan etmediyse, kendisini vicdanında yargılamalı ve kendisine değer biçmeli.

Değer biçmeli; kendisini neyin uğruna adadığını öğrenmek, neyin peşine takıldığını bilmek, fiyat etiketine neyi yazdığını öğrenmek ve kendi gerçek yüzünü vicdan aynasında görecek kadar gerçekçi olmak için yapmalı bunu.

“Kaç paralık adamsın?” sorusunun herkesin vicdanında bir cevabı mutlaka vardır. Yani, “kaça gidersin?” Unutmayın ki, size, sizin kendinize biçtiğiniz değerden fazlasını kimse biçmez. Böyle bir muhasebede, insanın değerine yöneltilmiş en büyük tehdidin yine insanın kendisinden geldiği hayret ve dehşetle görülecektir.

Ben “Allah’tan aşağısına (min dunillah) gitmem; benim fiyatımı yalnızca O belirler ve ondan aşağısı da kurturmaz” diyenler “esas duruş” sahibi olanlardır. Onlar, kendi sınırlarını keşfedenler; yüreğinin çeperlerine tutunarak kendi kendilerini gerçekleştirmek için, kendilerinin zirvesine tırmananlardır. Yeteneklerini tam kapasite kullanmaya çalışan bu insanlar, “şahsiyet” damgasıyla damgalanırlar ve yaratıklar içerisinde en paha biçilmez unsur olurlar. Ondan gerisi, “ucuza gitmek”tir.

| Mustafa İslamoğlu
  Alıntı ile Cevapla
Alt 11-05-2010, 22:27   #10
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
İslam’ın yolu engebeli ve çileli bir yoldur. Bedel ödemeyi güze alanlar seferi sürdürdüler, diğerleri ise süründü ve silindiler…

Şimdilerde ise biz Müslümanlar “engellenen İslami hayat” günlerinden “ertelenen İslami hayat” günlerine geldi…

Niçin böyleyiz, bilmiyorum… Ağır aksak, hantal, monoton, yılgın, yorgun, bezgin, bitkin ruh hallerini nasıl yorumlamak lazım?

Bu bir iptal midir? Tatil midir? Firar mıdır? Fetret midir? Ricat mıdır? İstirahat mıdır?

Ertelenen İslami sorumlulukların arkasındaki yorgun ruhları, dağınık zihinleri, boş yürekleri, çökmüş iradeleri çözmek gerekiyor…

Bu nasıl bir hal?

Bu bir çaresizlik midir, yoksa çabasızlık mıdır?

Nasipsizlik midir, yoksa gayretsizlik midir?

İmkânsızlık mıdır, yoksa ihmal midir?

Diyebilirim ki, Türkiyeli Müslümanlar yakın dönem mücadele tarihlerinde hiç bu kadar imkâna sahip olmamışlardı… Bilgi birikimi, tecrübe geleneği, kadro insanı, ekonomik güç, kurumsal zeminler, fikri derinlik, entelektüel donanım, toplumsal ilgi, psikolojik destek düne göre daha iyi… Böyle iken bu durağanlığı, atalet ve rehaveti neye yorumlayacağız?

Emeller eylemlerin önüne geçti…

Arzular azmimizi kırdı…

Hedefi büyütmemiz beklenirken çıtayı düşürdük…

Şimdi bizden yerleşik hayata ve mevcut şartlara alışmamızı istiyorlar… Var olanla yetinmeliymişiz…

Öyle ya! Olgunlaştık (!), akıllandık (!), önlem almayı öğrendik (!), tecrübe edindik (!)…

Sonuçta kendimizi kilitledik, sorumlulukları erteledik, önceliklerimiz değişti… Ne biz eski bizdik, ne de düşman eski düşman…

Artık bizi dışarıdan engelleyen bir düşman yoktu, içten içe bizi çözen, çürüten bir olayla karşı karşıyaydık…

Merkeze yürüdükçe, parayla yüzleştikçe, karşı cinsle halleştikçe bize bir haller oldu…

Dünkü sorumluluk alanları bugünkü klasımıza uygun değildi… Sınıf atladıkça saftan ve sahadan koptuk…

Şimdi, sahici sözlerle sahaya inme vakti… Çünkü gece gündüz, yaz kış, zaman ve mekân bize emanet…

Her yeni güne ne ekleyebiliriz?

Her gün amel defterine artı ne katabiliriz?

Kıyametler kopuyor olsa da dar zamana son anda bir fidan daha ekebiliriz…

Çünkü dünyanın, ahretin ekeneği olduğunu en iyi biz biliriz…


Ramazan Kayan









Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi