04-25-2011, 12:52 | #421 |
ABD elçiliğinde ağlayan 'genç siviller' kim?
Batı’nın bölgeyi yeniden tasarımlayan pro(en)jeksiyonunu ayakta tutan temel sütunları ortaya çıkardığınızda, bir tür "aşı" elde ediyorsunuz aslında… Yani bağışıklık zırhınız biraz o mikroptan almanıza bağlı.. Ama biraz. Hastalık sirayet etmişse zor. Mesela; büyük Ortadoğu devrimlerinin hangi ülkeler için düşünülmüş olduğunu, hangileri için düşünülmemiş olduğunu, istenmeyen devrimlerin hangi ülkelerde ortaya çıktığını (mikrop bu durmaz ki yerinde), bundan sonra hangilerinin devrim veya "evrim" geçireceğini bilmek gerekir… Her-halde, finalde hangi ülkelerin hedeflendiğini de. Ama bunları görebilmek için, şimdi yaşanan devrimlerin nasıl inşa edildiğini de okumak gerekiyor. 'Nasıl', güzel bir gazeteci sorusudur… Büyük Ortadoğu’daki tüm ülkeleri, son 10 yıllık Buğday üretimlerine bakarak sıralasak, ilk 10 ve 20’de acaba şu an değirmen taşının altında ezilen kaç ülke isabet eder? İlintili başka sorular da olabilir.. Acaba son 10 yıllık dönemde kendisi üretebilecekken, "yardım" olarak Batı’dan Buğday alan ve "ala ala aç kalan" kaç ülke aynı haritaya sığdırabilinir? IMF modeli sadece para da mı işler sanıyorsunuz… Bu toplumlarda dibi 1970’lere kadar giden "ekmek intifadası" diye bir gerçek var, anımsayası olana. Herkes de biliyor ki, örneğin Mısır’da, devrim iktidarı değiştirdi, belki rejimi de değiştirecek ama Batı politikaları kalacak. Çelişik görünebilir.. Zaten boğazına kadar Batı yanlısı Kahire liderliği niye Batı tarafından değiştirilsin ki?.. 'Tazelenmek' dışında anlamları var elbette bu mimarinin... “El Kuds el Arabi Gazetesi” editörü Abdulbari Atwan, Mısır dış politikasının (artık), "komşularla ilişkileri normalleştirmek, ekonomik ve stratejik çıkarları öne çıkarmak, ihtilafları çözmek için dialoğa başvurmak gibi yöntemler izleyeceğini" savunuyor... Bu çizginin Mısır’ı; Türkiye-Suriye-Irak ve belki İran’a yönlendirebileceğini savunanlar var.. Sakın "eksen kayması" gelmesin akla.. Değil... Mısır'ın bölgede etkisini yitirmesinin sebebi; ABD ile aşırı yakın görüntüsü ve İsrail’le çevirdiği örtülü tezgahlardı.. Şimdi bunlar "düzeltiliyor" ki, sözü dinlensin. Bir süre sonra İsrail ve-veya ABD'ye karşı, göze sürme niyetine bir-iki "dik durma" hamlesi gelirse şaşırmayın... Böyle bakınca, Süveyş Kanalı’ndan geçen İran savaş gemilerine sessiz kalmanın nedeni de anlaşılır, Şam’a giden Mısır istihbarat servisinin yeni başkanı Murad beyin ziyareti de! Fakat en su götürmez, temyize gitmez kanıtlar olay mahallinden değil.. Uzaktan... Kimi Wikileaks belgeleri ve yeni haberler, ABD’nin kalkışmalarda ön alan gençleri, liderleri, "kampanya düzenleme", "yeni medya" araçlarını kullanma, örgütlenme, seçimleri takip gibi konularda eğittiğini somuta bağlıyor... New York Times’da Ron Nixon tarafından kaleme alınan bir makale, çeşitli isimler altındaki "genç siviller"in, Amerikan Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitüsü, Ulusal Demokratik Enstitüsü, meşhur ve parasını Amerikan Dışişleri’nden alan Freedom House’dan eğitim ve mali destek aldığı gösteriyor... Biraz gülümseteyim sizi.. ‘Ortadoğu’da Demokrasi Projesi’nin Başkanı Stephen McIrney bu konuda, "Gösterileri başlatsınlar diye onları desteklemedik. Fakat becerilerini ve örgütlenmelerini geliştirsinler diye yardımcı olduk. Eğitimlerin olayda bir payı var ama sonuçta bu onların devrimi. Yani biz başlatmadık" diyor… Muhteşem. Bu işin kokusu zamanla daha çok çıkacak. Bu eğitimleri alıp devrimleri yapanlar içinde Amerika’dan yardım alanları suçlayanlar olduğunu, kendi içlerinde mahkemeler kurduklarını biliyor musunuz? Suçlananlar da ABD elçiliğine gidip ağlamışlar! Arkadaşlarını şikayet edip, sızlanmışlar. Özlü bir ihtilal sözü, 'devrim önce kendi evlatlarını yer' der ya, çarka çomak sokanlar kimbilir ne oldu? |
|
05-03-2011, 15:24 | #422 |
Robert Fisk: Bin Ladin ihanete uğradı
The Independent'ın ünlü Orta Doğu muhabiri, Usame Bin Ladin'in öldürülmesini ve arkasındaki soru işaretlerini. Fisk, eğer El-Kaide lideri öldürülmediyse, ABD Başkanı Barack Obama'nın seçimi kaybedeceğini söyledi. Paylaş | 03 Mayıs 2011 Salı - 13:24 Robert Fisk* / TIMETURK Orta yaşlı bir hiçlik, tarihin alt ettiği siyasi bir başarısızlık, Orta Doğu’da milyonlarca Arap demokrasi ve özgürlük isterken dün Pakistan’da öldü. Ardından dünya delirdi. Doğum belgesini vermesinden mütevellit dipdiri Amerikan Başkanı, eski İngiliz İmparatorluğu Ordusu’ndaki bir binbaşının adını taşıyan kasabada öldürülen Usame bin Ladin’in defin ruhsatını sunmak için gecenin bir yarısında ortaya çıktı. Bize söylenen kafasına tek kurşundu. Fakat cesedin Afganistan’a gizli uçuşu ve aynı derecede gizli şekilde denize gömülmesi? Bedeninin ürkütücü ve garip imhası, (aman, türbesi olmasın) en az o ve kötücül örgütü kadar tüyler ürperticiydi. Amerikalılar, neşeden sarhoş oldu. David Cameron, “ileriye doğru büyük bir adım” olduğunu düşündü. Hindistan, “muzaffer bir dönüm noktası” olarak niteledi. İsrail Başbakanı Netanyahu, “dillere destan bir utku” diye böbürlendi. Fakat 9/11’de 3 bin, Orta Doğu’da sayısız ölen Amerikalı, Irak ve Afganistan’da ölen yarım milyon Müslüman ve Bin Ladin’i arayarak geçen 10 yılın ardından, dua edelim de başka “dillere destan utku” olmasın. İntikam saldırıları? El-Kaide’yle doğrudan bağlantısı olmayan Batı’daki küçük grubumsulardan belki gelebilir. Emin olun, birileri şimdiden “Şehit Usame Bin Ladin Tugaylarını” kafasında kuruyordur. Belki Afganistan’da ve Taliban içerisinde. Lakin son 4 aydır Arap dünyasındaki kitlesel devrimler, El-Kaide’nin siyaseten öldüğü anlamına geliyordu. Bin Ladin dünyaya, aslında bana şahsi olarak, Arap dünyasındaki Batı-yanlısı rejimleri, Mübarek ve Bin Ali’lerin sultalarını yıkmak istediğini söylemişti. Yeni bir İslam Halifeliği kurmak istiyordu. Fakat son birkaç ay içinde, milyonlarca Müslüman ayaklandı. İslam için değil özgürlük ve demokrasi için kendi şahadetlerine hazırdılar. Bin Ladin bu zorbalardan kurtulmadı. Halk kendisi yaptı. Halife de istemediler. Bu kişiyle 3 kere görüştüm ve sormadığım geriye tek bir soru kaldı. Bu sene ortaya çıkan ve İslam’dan ziyade ulusal bayraklar altında (El-Kaide’nin katletmekten mutluluk duyacağı) Hıristiyanlar ile Müslümanların birlikte gerçekleştirdiği devrimleri seyrederken ne düşündü? Onun bakışına göre, başarısı üyelik için kart gerektirmeyen El-Kaide’nin yaratılmasıydı. Bir sabah uyanıyordunuz ve El-Kaide’de olmak istiyordunuz. Orada da oluyordunuz. Kurucusu oydu. Fakat asla aktif-katılımlı bir savaşçı değildi. Mağarasında bilgisayar, bombaları patlatmak için telefonu da yoktu. Desteğimizle tartışmasız hâkimiyet süren Arap diktatörlerin ekserisi, Amerikan siyasetini suçlamaktan çekinirlerdi. Sadece Bin Ladin bu tür şeyleri söylerdi. Araplar, büyük binalara uçakları sürmeyi düşünmedi, fakat söylemek istediklerini söyleyen bu adama gıpta ettiler. Ancak artık artan şekilde bu tür şeyleri söyleyebiliyorlar. Bin Ladin’e ihtiyaçları yok. Artık o bir hiçlik oldu. Mağaralardan söz açmışken, Bin Ladin’in vefatı Pakistan’ı fecaat bir duruma soktu. Aylardır Başkan Ali Zerdari, Bin Ladin’in Afganistan’da bir mağarada yaşadığını söylüyordu. Ancak Pakistan’da bir malikânedeymiş. İhanete mi uğradı? Elbette. Ya Pakistan ordusu ya da Pakistan İstihbaratı tarafından.Muhtemelen her ikisi de. Pakistan, nerede olduğunu elbet biliyordu. Ülkenin askeri akademisine ev sahipliğini yapan (1853’teki İngiliz Ordusu’ndaki Binbaşı James Abbott tarafından kurulan) Abbotabat’da aynı zamanda Pakistan Kuzey Ordusu İkinci Tümeni’nin de karargâhı da yer alır. Hemen hemen bir sene önce, başka bir “dünyanın en çok aranan adamı”, Mumbai katliamından sorumlu olduğu düşünülen grubun lideriyle röportaj yapmak istedim. Onu Pakistan’ın Lahor’unda buldum, ellerinde makineli tüfeklerle, üniformalı Pakistanlı polislerin koruması altında. Tabi ki cevapsız bariz bir soru daha var; Bin Ladin’i canlı yakalayamazlar mıydı? CIA, Donanma, ABD Özel Kuvvetleri ya da hangi Amerikan ekibi onu öldürdüyse, üzerine atacakları bir ağ da mı yoktu? Barack Obama, ölmesine karar verdi. Eski zamanlarda, “adalet” bir süreçti, bir mahkeme, bir duruşma, bir savunma, bir yargılamaydı. Saddam’ın oğulları gibi Bin Ladin de öldürüldü. Elbet, canlı yakalanması istenmedi. Öldüğü oda, yerden tavana kan revan içerisindeydi. Fakat bir mahkeme, Bin Ladin’den daha çok başkalarını endişelendirirdi. Nihayetinde, Afganistan’ Sovyet işgali esnasında CIA’deki ilişkilerini ya da Suudi Arabistan’ın istihbarat başkanı Prens Türkî ile İslamabad’daki sıcak görüşmelerini anlatabilirdi. Tıpkı, binlerce gazla öldürülen Kürt yerine 153 kişinin cinayetiyle yargılanan Saddam gibi. Bu gazın Amerika’dan geldiğini, Donald Rumsfeld’le dostluğunu, İran’ı 1980’de işgal ettiğinde ABD yardımından bahsedemeden asıldı. Gariptir, 11 Eylül 2001’deki insanlığa karşı işlenen uluslararası suçlar için “en çok aranan kişi” o değildi. Vahşi Batı statüsünü, El-Kaide’nin Afrika’daki ABD elçiliklerine ve Dahran’daki ABD kışlalarına önceki saldırılarının ardından elde etmişti. Sürekli Cruise füzelerini beklerdi. En azından ben tanıştığımda öyleydi. Daha önce de 2001’de Tora Bora dağlarında, korumaları savaşmasını engellediğinde de ölümü bekliyordu. Zamanının bir kısmını Karaçi’de geçirirdi, oraya takıntılıydı. Hatta bana Pakistan başkenti duvarlarındaki Bin Ladin-yanlısı grafiti resimlerini göstermiş, şehrin imamlarını övmüştü. Diğer Müslümanlarla ilişkileri gizemliydi. Afganistan’da tanıştığımda başlarda Taliban’dan korkuyordu. Geceleyin eğitim kampından Celalabat’a gitmeme izin vermemişti. Ertesi günkü yolculuğumda beni koruması için El-Kaide teğmenlerini yanıma vermişti. Takipçilerinin hepsi sapkınlar olarak gördükleri Şia Müslümanlarından ve kâfirler dedikleri diktatörlerden de nefret ediyordu. Buna rağmen Amerikan işgalcilerine karşı Irak’ın eski-Baasçılarıyla ilişkiye hazırdı. CIA’nin görmezden geldiği bir videoda aynen böyle söylemişti. Asla Hamas’ı övmedi ve İsrail’in eline (her zamanki gibi) koz veren dünkü “kutsal savaşçı” tanımına da güç bela uyardı. 2001’den bir yıl sonra, Bin Ladin’le endirekt zayıf bir bağlantı kurabildim. Pakistan’daki gizli bir yerde güvenilir El-Kaide dostlarından biriyle buluştum. 12 soru yazdım. Bariz ilk soru, 2 Müslüman ülkenin ABD işgaliyle sonuçlanan eylemlerinden ne tür bir zafer beklediğiydi? Haftalarca cevap gelmedi. Sonra bir hafta sonu, ABD’de Saint Louis’te ders vermeyi beklerken, El-Cezire’nin Bin Ladin’in yeni bir video yayınladığı söylendi. Benden bahsetmeden, tek tek, tüm 12 sorumu cevapladı. Evet, Amerikalıların Müslüman dünyaya gelmesini istemişti. Böylece onları yok edebilecekti. Wall Street gazetecisi Daniel Pearl kaçırıldığında, The Independent’ta hayatını kurtarması için Bin Ladin’e yalvaran uzun bir yazı yazdım. Afgan sınırında dövüldüğümde, Pearl ve hanımı bana bakmışlardı. Hatta Pearl, bana iletişim defterini bile vermişti. Çok daha sonra, Bin Ladin’in yazımı üzüntüyle okuduğu söylendi. Ancak Pearl çoktan öldürülmüştü. En azından öyle söyledi. Buna rağmen Bin Ladin takıntıları, kendi ailesini bile parçaladı. Bir eşi onu terk etti, iki de Pazar günkü Amerikan saldırısında öldürülmüş görünüyor. Oğullarından Ömer’le 1994’te babasının yanındayken tanıştım. Yakışıklı bir çocuktu ve mutlu olup olmadığını sordum. İngilizce bana “evet” dedi. Fakat geçen sene, Yaşayan Bin Ladin (Living Bin Ladin) adında bir kitap yazdı. Babasının kimyasal silah deneyi esnasında köpeciklerini nasıl öldürdüğünü anlattı ve onu “kötücül” olarak tanımladı. Kitabında, tanışmamızı hatırladığını ve mutlu olmadığı için hayır demiş olması gerektiğini yazdı. Dün öğlen sularında, Araplardan 3 çağrı aldım. Hepsi Amerikalıların öldürdüğü kişinin Bin Ladin’in dublörü olduğundan emindi. Tıpkı birçok Iraklının Saddam’ın oğullarının 2003’te öldürüldüğüne ya da Saddam’ın gerçekte asıldığına inanmaması gibi. Zamanı gelince, El-Kaide bize söyler. Tabi ki eğer hepimiz hatalıysak ve o dublörse. Gerçek Bin Ladin’den başka bir video ikram edilecek ve Başkan Barack Obama önümüzdeki seçimi kaybedecek. * The Independent’ın ünlü Orta Doğu muhabiri. timetürk |
|
05-03-2011, 16:28 | #423 |
Bugün Filistin'de çocuklarımızı öldüren İsrail yarın Tebuk, Cufuf ve diğer yerlerde öldürmeye başladığında çokbilmişler ne yapacaklar acaba ? İsrail; zulme çanak tutan ve kutsallığı zafiyet içinde olan kitaplarında iddia ettikleri -vaadedilen topraklarını- genişlettiklerinde , "- Hedefimiz Medine şehri." dediler. Gene bu çokbilmişler ne yapacaklar? Tabii ki, siyonist Amerika lobisine boyun eğecekler.
Usame bin Laden Muaz (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Beytü’l-Makdis’in imarı Medine’nin harabına, Medine’nin harabı büyük savaşın çıkışına, büyük savaşın çıkışı İstanbul’un fethine, İstanbul’un fethi de Deccal’in çıkışına delalet eder’ buyurdu.” Ebu Davûd: 4294 |
|
05-07-2011, 00:02 | #424 |
Hz. Ali'ye Göre Büyük Savaş
...Allah aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir. Ben “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir. Hz.Ali dedi ki: “Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Allah kuluyum ten memuru değil! Allah aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir. Ben “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir. Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Allah'dan gayrısını yok bildim. Bir gölgeyim sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil. Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem. Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgar nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir? Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi? Bir rüzgarla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir. Çünkü muhalif esen nice rüzgarlar var! Hışım, şehvet ve hırs rüzgarı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür. Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hatta saman çöpüne benzesem bile rüzgarım, onun rüzgarıdır. Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır. Askerimin başbuğu, ancak tek Allah'ın aşkıdır. Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Allah hışmıysa bence rahmettir. Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum. Toprak atası ( Ebu Turab) oldumsa da bahçe kesildim. Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm. Bu suretle “Sevgisi Allah içindir” denmesini diledim; ancak Rabb için birisine düşmanlık etmeli. Cömertliğimin Allah yolunda olmasını, varımı yine Allah için sakınmamı istedim. Benim sakınmamam da ancak Allahiçindir. Vermem de... Tamamı ile Allah'a aidim. başkasının değil. Allah için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum. Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Allah eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum. Halka bundan fazla söylemeye imkan yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir. Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir. Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy Kul, köle olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez! Şeriatte dava ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur. Senin aleyhinde binlerce köle şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz. Şehvete kul olan, Allah indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir. Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür. Şehvet kulu, Allah'ın rahmeti, hususi bir lutuf ve nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz. Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil! Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan kesilir. Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya ile uğraşmadan ve talihsizliktendir. Bir gün kan kesilir ama bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan kesilme işe yararken kan kesil! Mademki kulların kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet sahibi, o kişiye derler ki gulyabani kölesi olmasın. Kuran'da peygambere “Biz seni şahit olarak gönderdik” denmiştir. Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür. Ben, mademki hürüm; hiddet beni nasıl bağlar, kendisine nasıl kul eder? Burada Allah sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri gel! Beri gel ki ALLAH'ın ihsanı seni azat etsin. Çünkü onun rahmeti gazabından üstün ve arıktır. Beri gel ki şimdi tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher haline soktu. Küfürden ve dikenliğimden kurtuldun, artık Allah bahçesinde bir gül gibi açıl! Ey ulu kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Ali'ydin, Ali'yi nasıl öldürürüm? Öyle bir suç işledin ki her türlü ibadetten iyi bir anda gökleri bir baştan bir başa aştın. O adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez mi? Ömer'in Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar çekip götürmedi mi? Firavun; büyücüleri, büyüleri yüzünden çağırmadı mı? Onlara da bu yüzden ikbal yardım etmedi mi, bu yüzden devlete erişmediler mi? Onların büyüsü, onların inkarı olmasaydı inatçı Firavun, onları huzuruna alır mıydı?Onlar da asayı ve mucizeleri nereden göreceklerdi? Ey isyan eden kavim! Suç, ibadet oldu. Allah ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü günah ve suç ibadet olmuştur. Çünkü Allah, şeytanların rahmine suçları ibadete, sevaba tebdil eder. Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar, iki parça olur. Şeytan bir günah meydana getirmek ve onunla bizi bir kuyuya düşürmek ister. “ O günahın ibadet olduğunu gördü mü?” işte o an, Şeytan'a yomsuz bir andır. Beri gel; ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan sundum. Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş korsam, vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedi mülkler ihsan ederim Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lutuf şerbetim, kahır zehri olmadı. Peygamber, hizmetkarımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi. Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi. O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte; Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile edebilirim?” demekteyim. O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni tanrı hakkı için ikiye böl, ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der; Ben de daima “Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur. Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki. Sen Allah aletisin; yapan, Allah'ın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim?” derim O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak'tan, o da gizli bir sır. Eğer Allah, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir. Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun karıdır. Çünkü kahırda da tektir, lutufta da. Bu hadiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur, Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.” Ulu kişi, “ hiçbir ayeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil. Allah hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir. Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak! Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider. O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi? Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu? Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Allah, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı. Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu ahir zamandaki sulh o savaş yüzündendir. O gönüller alan sevgili ( Peygamber), alemdekilerin başları aman bulsun diye yüz binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar. Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar. Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır. Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır. Rızk yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir. Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar. İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agah ol da onu bununla mukayese et. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Allah şerbetiyle, Allah nurlarıyla beslenir, gelişir. Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “La” dan kurtulmuş “Bela” da ölmüş boğaz! Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak? Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok! Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap! Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme! Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel! Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır. Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın. Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. Evi yıkar, hak ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir. Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder. Canilere kısas emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi, Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Allah hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin! Çünkü Allah, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur. Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil! Adem Peygamber, ansızın esasen şaki olan İblise hor baktı. Kendisini beğenip, kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü. Allah gayreti bağırdı: Ey tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun. Eğer Allah kürkü ters giyerse dağı bile ta kökünden temelinden söker. O zaman, yüzlerce Adem'in perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır! Adem “Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha böyle küstahça düşünceye düşmem” dedi. Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle, zenginlikle öğünmeye imkan yok. Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet; kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Allah'a razı olan kardeşlerden ayırma! Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır. Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün yolunu kesmekte... Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta! Elimiz, ayağımıza kastettikten sonra artık kim, senin lutfun olmadıkça canını kurtarabilir ki? Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir. Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır. Esasen senin inayetin olmazsa can, adeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı ölü farz et. Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Allah hakkındır, yaparsın. Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm; Feleğe, arşa hor ve aşağı... madene, denize yoksul dersen, Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü yokluklara kemal verip onlara eriştirme kudreti ancak senindir. Çünkü sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları ihtiyaçtan kurtaran sensin. Yetiştiren, yakmayı da bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir. Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı güllere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir. “ Ey yanıp yakılan, zuhur et, yenilen; tekrar güzelleş, güzel sesli bir hale gel” diye hepsini yeniden yaratır. Nergisin gözü körleşir, o, tekrar açar... Kamışın boğazını keser, sonra yine kendisi tekrar okşar, ondan nağmeler çıkarır. Biz mademki masnu'uz, sani değiliz... Şu halde ancak zebunuz, ancak kanaatkarız. Hepimiz “Nefsim, nefsim” deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi düşünmekteyiz. Sen buna lutufta bulunmazsan şeytanız. Sen bizim canımızı körlükten kurtardığından, gözümüzü açtığından dolayı Şeytandan kurtulduk. Kim hayattaysa değnekçisi, yol gösteren sensin. Değneğin, değnekçisi olmadıkça kör nedir ki, ne yapabilir ki? Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her şey, insanı yakar, ateşin aynıdır. Kim ateşe dayanır, ateşe arka verirse hem Mecusidir, hem zerdüşt! Allah'dan başka her şey batıldır, asılsızdır. Tanrının ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur. Tekrar Ali ve katilinin hikayesine dön; katiline fazlasıyla gösterdiği kerem ve mürüvveti anlat. Ali dedi ki: “Ben düşmanımı gözümle görmekte, gece gündüz ona bakıp durmaktayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum. Çünkü ölümüm, bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle adeta bir. Ölümsüzlük ölümü bize helal olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk ve nimettir. Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu yoktur, hakikatte ise ebediliktir. Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir; fakatta cihanda ona yeni baştan bir hayat var. Ecele doğru meylimiz, ecele aşkımız olduğundan “Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın” nehyi asıl bizedir. Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye zaten hacet yok ki. Bir şeyin içi de acı olur dışı da acı olursa onun acılığı kötülüğü esasen nehiydir. Bana da ölüm tatlıdır. “Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda diridirler” ayeti benim içindir. Ey inandığım, itimat ettiğim kişiler! Beni kınayın ve öldürün. Şüphe yok, benim ebedi hayatım öldürülmemdedir. Ey yiğit! Hayatım, mutlaka ölümdedir. Ne zamana kadar yurdumdan ayrı kalacağım? Bu alemde durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) “Biz, şüphe yok, Allah'a dönenleriz” denmezdi. Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir; zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir. Seyis tekrar gelerek “Ya Ali, beni tez öldür ki o kötü vakti, o fena zamanı görmeyeyim. Sana helal ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyameti görmesin” dedi. Dedim ki: Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da elinde hançer olarak senin kastına yürüse. Yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader kalemi böyle yazmıştır; sen beni öldüreceksin. Fakat tasalanma, senin şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve sultanıyım, ten kulu değil! Yanımda bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim. Hançer ve kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.” Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halifelik hırsına düşer? O, ancak emirlere yol göstermek, emirliği belletmek için zahiren makam işleriyle ve hükümle uğraşır; Emirlik makamına yeni bir can vermek, hilafet fidanını meyvelendirmek için bu işle meşgul olur. Peygamber, Mekke'yi fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya sevgisiyle ittiham edilir? O öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraç'ta) yedi göğün hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı. Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur. Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki. O, Allah ululuğuyla, Allah celaliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye, bu makama Allah ehli bile yol bulamaz. “Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi. Artık düşünün anlayın! “Göz Allah'dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi” sırrına mazharız, karga değiliz; alemi renk ,renk boyayan Allah sarhoşuyuz; bağın bahçenin sarhoşu değil” buyurdu! Göklerin, hazinelerin akılları bile Peygamberin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse. Artık Mekke, Şam ve ırak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin! Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer. Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün. O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör! Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Allah eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer'idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis'in mirasıdır Be inatçı, İblis'in oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer? Ben köpek değilim, Tanrı aslanıyım. Allah aslanı suretten kurtulandır. Dünya aslanı av ve rızk arar, Allah aslanı hürlük ve ölüm! Çünkü ölümde yüzlerce hayat görür de varlığını pervane gibi yakıp yandırır. Ölü isteği, doğru kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu istek, yahudilere imtihan oldu. Allah Kuran'da “Yahudiler, doğrulara ölüm; futuhat, sermaye ve ticarettir. Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha iyidir. Ey yahudiler; halk içinde namusunuzu korumak istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini dile getirin” dedi. Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi bile bu istekte bulunmaya cüret edemedi. Peygamber “Eğer bunu dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi bile kalmaz” dedi. Bunun üzerine yahudiler ; “Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek mal ve haraç verdiler. Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü, ver elini bana! Emirül Müminin, o gence dedi ki: “Ey yiğit! Savaşırken. Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap berbat bir hale geldi. Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. Allah işinde ortaklık yaraşmaz. Sen Allah nakışısın: Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi. Onunsun, benim değil. Allah'ın nakışını yine Allah eliyle kır; sevgilinin camına sevgilinin taşını at!” Kafir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti. “Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum. Halbuki sen Allah huylu bir teraziymişsin, hatta her terazinin oku senmişsin! Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin! Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır... Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder. Bana kelimei şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi. Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de aşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular. Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı. İlim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür. Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı. Bir buğday tanesi, Adem Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın, güneş ile ay arasına girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu. İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ayırmadağın bir hale gelmekte! Ekmek manevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor. Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta. Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi. Ekmek de manevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zahiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti. Ey nazlı nazenin varlık (ey hüsameddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın. O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mana, yerle karıştı; Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin! Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa ki Allah onu yine saf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da. Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. Mesnevi'den Hikayeler... |
|
05-29-2011, 18:57 | #425 |
Peki MHP liderinin bildiği ne?
Komplo ve entrikaları deşifre etmek için kullanacağınız en sağlam yöntemlerden biri, hayatın doğal akışına aykırı şeyler arasında sebep-sonuç ilişkisi kurmaktır. Seçime giden bir partinin oylarını artıracak ataklara girişmesi doğal akışa uyar. Aynı partinin bir seçmen kesimini kendisine küstürecek çıkışlar yapması anormaldir. MHP Genel Başkanı'nın nisan ayının başında, Gülen Hocaefendi'yi, 'faaliyetlerini askıya almaya' davet eden yazılı açıklaması ile ilan ettiği savaş anormaldi. Bu yazılı açıklamada Hocaefendi, 'devam eden davalara müdahale etmek'le, yani Ergenekon davasında taraf olmakla suçlanıyordu. Daha özel olarak konu, Zirve katliamı soruşturması çerçevesinde gözaltılar ve tutuklamalardı. Bu bildiriyi dikkatle okuyanlar, Genelkurmay sitelerinden veya Ergenekon belgelerinden aşina oldukları bir üslupla karşılaşırlar. Açıklama neden yazılı yapıldı? Böylesine apolitik bir savaşı başlatmak Bahçeli'nin fikri olabilir mi? Şimdi bağlantıyı kurabiliyoruz. Bahçeli, bu yazılı açıklamayı yaparken şantaj baskısı altındaydı. Bu yazılı açıklamayı öneren ve metni kaleme alan kişi, aynı zamanda kaset işini tezgâhlayan ekibin adresini gösteriyor. Bu kişi bir emekli asker ve üstelik MHP adayı. Ergenekon MHP'yi önce muhasara etti, sonra esir aldı, şimdi de ameliyat ediyor. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen 'Proje' başlıklı belgeye, bu ameliyatın şifrelerini çözmek için müracaat edelim. Bu belge, İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Kemalettin Yakar'ın odasının zemininde ele geçirilen belgelerden biri. Belgede, Ergenekon çetesinin siyaseti tanzim planları sıralanıyor. 'Kafes eylem planı' ve 'İrtica ile mücadele eylem planı'nın altı yıldır devam eden sistematik bir çalışmanın ürünü olduğu, belgelerdeki devamlılıktan anlaşılıyor. |
|
06-21-2011, 19:59 | #426 |
İşin sonu şekillerin dinleşmesi ile de sonlanabilir ve karşımıza kültürel Müslümanlık çıkıverir…
Doğrusu ilke, kural, metot, hedef sunmayan bir din şekilden öteye gidemez. Sığ, çiğ, dar ve ham kalmaktan da kurtulamaz… Böylesi bir din tasavvuru statükonun payandası, sistemin parçası ve pazarı olma riski altındadır… Kimi Müslümanlar da nükseden keyfiyetsizlik ve kifayetsizliğin nedeni de bu değil midir ? Şekilcilik varsa içsellik yoktur… Şekilcilik donukluk ve durgunluk demektir… Kendinde var olan potansiyeli harekete geçirme zahmetine katlanmadan görüntü ile yetinmektir… Özden uzaklaştıkça, İslami değerler önemsizleşir… Gelenek, görenek ve atalar kültüründen tevarüs eden kabuller dinin yerine geçmeye başlar. Nazari ve sathi bilgilerin çeperinde kalan insan dinin özüne intikal etmekte ve ruhunu idrak etmekte zorlanır… O süreçte bakarsınız ki: Ayetler sloganlaştı… İbadetler adetleşti… Akide felsefileşti… Din ideolojileşti… İslam Protestanlaştı… Hayat profanlaştı… Peygamber magazinleşti… Ya da olgunun dinleşmesi ile karşı karşıya kalırız… Kültürleşen, töreleşen ve sıradanlaşan İslam kafa ve kalplerde muhafaza altına alınmıştır veyahut vicdanlara sürülmüştür… Doğrusu İslam’ı olduğu gibi kabul etmemiz bizden istenirken, sanki istiyoruz ki, bulunduğumuz hal üzere İslam bizi kabul etsin… Evet, Müslüman gibi davranmak yetmez, Müslüman olmak zorundayız… İslam’a hayatımızdan bir parça yer açmak yeterli değil, hayatı tümden ve tüm içtenliğimizle İslam’a bağlamak durumundayız… İçine ihlâs katılmayan h,iç bir eylem, salih amel kapsamına alınmıyor… Yine ilimsizlik, fıkıhsızlık, takvasızlık insanı şekilci ve şabloncu bir akıbete düçar kılıyor… Hikmet ve irfan iklimine uzak düşürüyor… Ramazan Kayan |
|
06-29-2011, 13:18 | #427 |
Ne zaman?
Kuzey Afrika'dan İran'a kadar bütün bölgede depremler yaşanırken, liderler devrilirken, bütün coğrafya yeniden dizayn edilirken oluyor bunlar. Domino etkisi Türkiye'ye ne zaman vuracak diye sorarken oluyor.Bu dalga, seçimden sonra "Türkiye'yi de Kürt meselesi üzerinden yakalayacak" diyenler haklı çıkabilir... |
|
07-04-2011, 14:33 | #428 |
sahip olamadığımız pek çok imkana kavuştuk..konforumuz yerinde.hayatımız güzel.ama eski heyecanımız. o günlerdeki dayanışmayı ben malesef bugün yeteri kadar göremiyorum.O mahrumiyet zamanlarında ki İslami şuuru ben bugünkü nesilde göremiyorum..
şule yüksel şenler. |
|
07-04-2011, 16:00 | #429 |
AKP İsrail’e göz süzdüğünde, %50 bu işe ne der?
İkili ilişkilerde yeniden aşk havası yaratacak iyileşmeler görünmese de İsrail ile aramızda mahçup bir flört havasının estiğini inkâr eden yok sanırım? Filistin meselesinde bir değişiklik yok. Veya ‘Kürt meselesi’nde? Ya da ‘alçak koltuk krizi’nde ve ‘Dökme Kurşun Operasyonu’nda? Yoksa var mı?.. O zaman şu konularda değişiklikler olmuştur belki; Gazze ablukasında, ne bileyim, Davos Krizi’nin o meşhur repliği ‘one minute’de?.. Yok mu? Mavi Marmara krizinde?. Olmadı iptal edilen askeri tatbikatlarda?. Değilse o zaman muhakkak Hatay’daki saldırıya ilişkin kimi değişikler olmuştur? Tüm bu şiddetli geçimsizlik kalemlerinde ne olduğuna ilişkin somut bilgi pek az ama İsrail-Türkiye yakınlaşmasındaki göz süzmelerin başlangıç tarihini tam söyleyebiliriz. 12 Haziran! İlk İsrail Meclisi Knesset’den bol övgülü tebrik geldi Ankara’ya.. Ardından da İsrail Başbakanı Netanyahu’dan. Ve takiben iki ülke arasındaki "gizli görüşmelerin" haberleri… Oysa açık toplum ve ileri demokrasilerde, örneğin Davos’ta 'tüm dünyanın gözleri önünde' söylenenler gibi, Türk kamuoyunun büyük kesiminin 'halisane duygular' hissettiği İsrail’le görüşmeler de şeffaf olmalı… Önce İsrail medyası bu yakınlaşmanın haberleri ve faydalarını işlemeye başladı, devamında da Türk basını. ABD’nin de konuya etkili biçimde müdahil olduğu biliniyor. Sonra ikinci Gazze seferine hazırlanan İHH’na 'yapma' denildi.. ‘Hayırlı’ bir tesadüf olarak Mavi Marmara’nın 'arıza çıkarması' işte bu zamanlaya denk düştü… Hatta hatta, Türkiye’ye gelen İsrail Başbakan Yardımcısı ve Stratejik İşler Bakanı Moşe Yaalon’un, Başbakan Erdoğan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’la bir araya geldiğine kadar götürüldü bu haber ve iddialar.. Elbette Ankara tarafından şiddetle yalanlandı. Ama bugün gelinen nokta, ilişkileri normalleştirmek yolunda Avrupa’da gizli görüşmeler yapıldığını gösteriyor.. Yani İsrail ve Türkiye artık görüşüyor. Birden fazla görüşme yaşandığı, uzlaşının şartlarının konuşulduğu, "özür dileriz" ve "üzgünüz" kelimeleri arasında hayli gidilip gelindiği (elbette ‘özür’ olmalı. Birinin ayağına yanlışlıkla bastığınızda söylediğiniz ‘pardon’ anlamına gelecek ‘I am sorry’ değil), hatta İsrail’in 3 kez caydığı dahi haberleştirildi.. Görüşmelerdeki diplomatlarını isimleri bile biliniyor. Şimdi iki soru var ortada… İsrail’le niye barışıyoruz ve Ankara’da bu iradeyi besleyen çekirdek neresi?.. Türkiye-İsrail arasındaki kaçamak bakışlara çok neden sayılabilir; Suriye ciddi bir gerekçedir. Şam’da yaşananların gösterdiği riskli ihtimaller önce bu iki ülkeyi ilgilendiriyor. Irak ve İran’daki gelişmeler de bu haneye yazılabilir.. Keza, Mavi Marmara’ya ilişkin BM (Palmer) Raporu da yumuşatılmalı! Sonuç olarak yeni durumu Ortadoğu’daki gelişmelerde Türkiye’nin yeni konumlanması olarak da okuyabilirsiniz veya 2012 seçimlerine hazırlanan Beyaz Saray’ın İsrail’le arasını bozmama arzusunun okunmasına da… Çekirdeğe gelince.. Devamında mürüvvet görür müyüz tamamen ayrı konu.. Ancak bilgi, İsrail ile görüşme talimatın bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından verildiği yönünde... Ağırıma giden ise şu… İçinde bulunduğumuz Temmuz günlerini zaten bir kenara koyun, 12 Haziran seçimlerini geçin, taa Nisan ayında bir yazı okumuştum… Şöyle diyordu… “… Bu gelişmelerin sonunda İsrail ile Türkiye, diyelim 1, hiç bilemediniz 2 yıl içinde kucaklaşır mı? Mümkün mü? Evet hem de öyle mümkün ki, siz bile ‘tabii canım böyle küslük mü olur, reel-politik olmak lazım’ derken bulursunuz kendinizi!” Anlamakta zorlanan veya şaşkınlığını toparlayamayanlara önerim ise şu: en iyisi; Fenerbahçe’nin gözaltındaki Başkanı ile Ali Taran-Neco’nun kızı konularına vurmaktır kendini... Bilmem ne dersiniz? |
|
07-13-2011, 18:12 | #430 |
Bahsedilmesi gereken bir başka şey Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin orijinal üyelerinden Norman Podhoretz’in açıklamalarıdır. 2008 yılında Podhoretz, gelecekle ilgi bir senaryo geliştirdi. Senaryoya göre İsrail, İran’a, Suriye’ye ve Mısır’a karşı bir nükller savaş başlatacak. Savaş, Lübnan ve Ürdün’ü de içerebilir. Podhoretz İsrail’i, genişleme politikası taraftarı bir ülke olarak tanımladı ve hatta İsrail’in, İran Körfezindeki petrol alanlarını da askeri olarak işgal edebileceğini öne sürdü.
2008 yılında garip karşılanan şey, Podhoretz’in, Stratejik ve Uluslar arası Çalışmalar Merkezinin stratejik analizinin etkisiyle ileri sürdüğü tahmin oldu. Bu tahmine göre Tel Aviv, Mübarek’in başkanlığı altında Kahire’yi yöneten Mısır’lı sadık müttefiklerine karşı bir nükleer saldırı başlatabilir. Eski rejimin hala varolmasına rağmen, Mübarek artık Kahire’de iktidar sahibi değil. Mısır askeri hala emirler vermekte, fakat İslamcılar iktidara gelebilir. Bu yüzden Müslümanlar sürekli olarak ABD ve Nato’daki müttefiklerinin çoğu tarafından canavar gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bilinmeyen Gelecek: Sırada Ne Var? ABD, AB ve İsrail, Türk-Arap-İran dünyasındaki ayaklanmaları, kendi hedeflerini ilerletmek amacıyla kullanmaya çalışmaktadır. Libya ve Suriye’deki durum bunun kanıtıdır. Suud ailesiyle birlikte, Güney batı Asya ve Kuzey Afrika halklarının arasında fitneyi ve bölünmeyi yaymaya çabalamaktadırlar. Tel aviv ve yönetici arap aileleri tarafından kurulan İsrail-Khaliji stratejik ittifakı bu bağlamda oldukça kritik. Mısır’daki ayaklanma sona erecek gibi değil ve insanlar radikalleşiyor. Bu durum, Kahire’deki askeri cuntanın tavizler vermesiyle sonuçlanıyor. Gösteriler ayrıca İsrail’i hedef almaya başlıyor ve askeri cunta diplomatik uzlaşma için Tahran’la diyaloga girmesi konusunda baskı görüyor. Tunus’ta da popüler akım radikalleşmeye doğru yöneltiliyor. Washington ve işbirlikçileri ateşle oynuyor. Bu kaos döneminin, İran ve Suriye’yle çatışmak için mükemmel bir fırsat sunduğunu düşünebilirler. Köklerini Türk-Arap-İran dünyasından alan ayaklanmalar tahmin edilemez sonuçlar doğuracak. Bahreyn ve Yemen halklarının devlet destekli şiddet tehdidi altındaki esnekliği bu durumun kanıtıdır. |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|