AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 11-18-2008, 15:38   #61
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Her toplum, hangi alanda olursa olsun, tarihsel, düşünsel, siyasal, felsefi gelişmeleri, değişim ve dönüşümleri, kendi kültür ve uygarlık değerleri, yaklaşımları, kendi kültür ve uygarlık mantığı içerisinde algılar, değerlendirir, hayata kazandırır. Laiklik söz konusu olduğunda kesinlikle böyle bir hassasiyet gösterilmiyor. Günümüz dünyasında ifade özgürlüğü de, politik bir araç olarak kullanılıyor, ifade özgürlüklerini ancak egemen ideolojik düşünceler/unsurlar kullanabiliyor. İslam karşıtı dil, her tür ifade özgürlüğünden yararlanabilirken, Siyonist karşıtı dil, hiç bir ifade özgürlüğünden yararlanamıyor. Günümüzde, Müslüman halkların/toplumların güvenlik sorunları hiç bir şekilde gündeme alınmazken, İsrail’in güvenlik sorunu bütün dünyanın gündeminde her gün önemini koruyabiliyor.

ATASAY MÜFTÜOĞLU
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-18-2008, 17:37   #62
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Din deyince hurafedir diye her şeyi eleştirenler, Atatürk söz konusu olduğunda hurafeciliğin en kabasını yapıyorlar. Âlemleri Efendisinin hayatının her safhasını teşrih masasına yatıranlar, Osmanlı hanedanı hakkında yalan yanlış her şeyi söyleyebilenlerdir bunlar!

Bu Atatürk sevgisi filan değildir. Açıkça Atatürk’ün putlaştırılması, gerçek hayattan koparılarak, anlaşılmaz, takip edilmez, istifade edilmez hale getirilmesidir.

Atatürk’ün hayatta iken şiddetle karşı çıktığı bir idrak biçimi bugün Kemalist düşüncenin en belirgin vasfı olmuştur.

Putlaştırılan sadece Atatürk olsa yine iyi, fikirleri, düşünceleri de eleştirilmez, dokunulmaz, yan gözle bakılmaz ilahi hakikatler gibi sunulmuştur. Belli bir dönemin problemlerine çare olmak üzere terennüm edilen düşünceleri, Türkiye hep o çağda kalacakmış gibi ebedi hakikatlermiş gibi algılanmıştır.

Hâlbuki Atatürk de insandı. Fikirleri de her insanın fikirleri gibi fanidir. Fikirlerde insanlar gibi, doğarlar, gelişirler, büyürler ve de ölürler. Yok, Atatürk ün fikirleri ölümsüzdür demek eşyanın tabiatına aykırıdır.

Üstün meziyetleri vardı, ama zaafları da vardı.

Doğruları vardı, ama yanlışları da vardı.

Cüret ve cesareti vardı, ama korkuları da vardı.

Alkışlanacak, taklit edilecek yönleri vardı, ama eleştirilecek yönleri de vardı.
Yumruğu vardı ama kalbi de vardı.

Böyle bir Atatürk, putlaştırılarak toplumdan koparılmış bir Atatürk’ten bin defa daha evladır.

Demokratik toplum olmanın gereği de bunu gerektirir. Özel hayatlarında dahi Atatürk’ ü örnek alan Kemalistler Atatürk’ ün özel hayatının halk tarafından öğrenilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Bu ne yaman çelişki.

SELÇUK ÖZDAĞ
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-19-2008, 18:05   #63
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Modernlikle birlikte hayatın her alanında bölünmeler yaşandı. Bütünlükler bozuldu. Hayatın her alanı araçsal rasyonalitenin baskısı altına girince hayat, insanî boyutlarını/derinliklerini yitirdi. Sekülerleşme ve araçsal rasyonalite, bütün anlam/ahlak/erdem/bilgelik kaynaklarını, sistemlerini/söylemlerini hayatın dışına sürgün etti. Aklın ve bilimin efsaneleştirilmesi, bağnazca putlaştırılması, bir davranış mühendisliği şeklinde eğitim hayatında egemenliğini sürdürüyor. Rasyonalite, teknoloji ve bürokrasi, hayatın, toplumun, tarihin, insanın, felsefenin ruhunu yok etti; dini, ahlakı ve kültürü marjinalleştirdi. Modern elitizim kendisini hiçbir değer sistemine ihtiyaç duymaksızın ifade etmeye çalışan bir sanat/edebiyat akımı oluşturdu. Sanat için sanat, edebiyat için edebiyat anlayışı öne çıktı. Türkiye'de siyasal hayatın kendine özgü yasaları var. Siyasal hayat ne modernliklerden ne postmodernliklerden etkileniyor. Türkiye'de siyaset, içerikten yoksun, ideolojik kavramlarla, farklılıkları ve başkalıkları yok etmek isteyen totaliter bütünlüklerle sürdürülüyor.

Postmodern dönem, eşya fetişizminin, imajların, enformasyonun ve medyanın belirleyici olduğu bir dönem oldu. Kültür, tüketim kültürüne, eşya ve haz kültürüne dönüştü. Yığınlar manipülasyonların nesnesi haâline geldi. Postmodernizm bir tür nihilizme yol açtı.

Türkiye çok çarpık, çok biçimsel, çok yüzeysel, çok öykünmeci bir modernleşmenin, postmodernleşmenin etkisi altındadır. Farklı halk ve kültürlerin, ötekilerden ne daha iyi ne de daha kötü, yalnızca farklı olduğu iddiası; postomdernliğin temel yaklaşımıydı. Ancak görülebileceği üzere bu yaklaşım, Müslümanlar için hiçbir şekilde hayata geçirilemedi. Modernlik/postmodernlik, Türkiye'de bir maneviyata, ahlaka karşı savaş biçiminde temsil ediliyor. Modernlikler, değer yargılarını, bilgelikleri, erdemleri bilgi alanının dışına çıkarıyor. Türkiye ne modern olmayı ne de geleneksel kalmayı başarabiliyor.

Atasoy Müftüoğlu
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-19-2008, 19:18   #64
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Onlar müslümanları ayırmaya yönelik planlar yapa dursunlar... büyük planı başlarına yıkacak olan en büyük plan sahibi elbetteki yüce Mevlam'dır...İslamiyet yeryüzünü şereflendirdiği günden itibaren savaş müslümanlaradır...ve yıllardır müslümanlığın en büyük temsilcileri olan bizleri dinsizleştirme güdüleri artık politikaya döndü...onlar halkımızı bu cehalete rağmen kandıramadılar...o zaman düşmandan önce kendi toplumunu eğiteceksin ki yeniden dünyaya kendini gösterebilesin..
Paylaşımlarınız için teşekkürler
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-21-2008, 15:33   #65
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
İşte o müthiş söz: "Yeryüzünde karşılaştığınız veya gördüğünüz tüm fenalıkların, kötülüklerin oluşmasının sebebi üçtür. Bunlar:
1. Haksız kazanç elde etmek,
2. Gerekli olan yerlere harcama yapmamak,
3. Gereksiz yerlere ise harcama yapmak."
Köyden şehre, mahalleden başkente, gecekondudan villaya kadar yaşanan hayatta tarifi mümkün olmayacak derecede israf söz konusudur. Tüketim ekonomisinde israf tavan yapmıştır.
Bu noktaya elbette birden gelinmedi. Toplumun içinde bulunduğu iki temel buhran-krizin fark edilememesi, nice nice krizlerin oluşmasına sebep oldu. Kıyamete kadar devam edecek iki temel buhran vardır. Bunlar iman ve ahlak buhranıdır. Diğer buhranlar, krizler, bu iki temel buhranın neticesidir.
Etrafımıza baktığımız zaman, toplum, yiyenler, yarışanlar, sevişenler ve içenlerin ağır bastığı bir toplum olmuştur. Kafalar, kalpler ve mideler Allah'ın ayetleri ile adeta savaşmaktadır. Son üç asırdır ve bilakis cumhuriyet döneminde ekonomi ve teknolojinin başını Müslümanlar çekmedi. Sadece tüketime mahkûm edildi.
İhtiyaç maddelerinin üretilmesi yerine, gereksiz ve faydasız şeyler üretildi. Çünkü üretimin başında bulunan zihniyetin, ahiret kaygısı, hesap verme diye bir düşüncesi yoktu.
Üretimde bilgilendirici reklâmlar yerine, yanıltıcı, abartıcı reklâmlar, toplumun iştahını kabarttı. Bir insanın cebinde birden fazla kredi kartı taşınmaya başladı. İnsanı yönetmek kadar, ekonomik yapının yöneltilmesinin önemi gözardı edildi. Ekonominin, ahlaki yapısı, Yaratan ile bağlantısı, maksat ve hedefi belirtilmediğinde, insanlık için büyük bir fitne olur. Ahlak, hukuk ve ekonomi değerlerinin kaynağı öncelikle vahiy ve vahyin gölgesinde iş yapacak olan akıldır.
Şu gerçek hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Allah'ın ayetleri (yasaları), toplumun davranışlarına göre tecelli eder. Buna sadece bir tane örnek verip, mesajımı noktalamak istiyorum:
"Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar (inkârcılar), kendilerinde bulunan beşeri bilgiye (sanat, felsefe, teknoloji) güvendiler, onu alaya aldılar. Alaya aldıkları şey kendilerini boğuverdi." (Mümin sûresi/83)

ABDULLAH BÜYÜK
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-24-2008, 18:35   #66
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
“…Bir avuç çapulcu eşkıya 25 yıldır bu ülkeye kan kusturuyor, bir türlü teröristin hakkından gelinemiyorsa onun da bir sebebi vardır. İşte Vakit gazetesinde yayınlanan o fotoğraf, sebebin ne olduğunu gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O resim Iğsız paşanın resmi değildir. O helikopterli piknik resmi PKK’nın niye bitirilemediğinin resmidir...” sorgulamalarına neden oluyor.

Tarihi kayıtlara baktığımız zaman kazanılan zaferlerin parayla pulla olmadığı, gerçek manada vatan, millet, inanç ve tarih şuurunun her şeye bedel olduğu gün yüzü gibi ortaya çıkıyor.

Kurtuluş Savaşı’nı milletle birlikte bizzat yaşayan, cephede düşmana karşı mücadele veren vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr-u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocuklara bir maişet temin etmek üzere kurulmuş olan "Darü'i Mesai"ye bağışlamıştı. Kurtuluş Savaşı işte böyle bir hassasiyet, iman ve inançla yapıldı.

İstiklal Marşı kabul edildiğinde, Mehmet Akif'in cebinde, Zonguldak milletvekili Hayri Bey'den borç aldığı iki lirası vardı. Millî Marş için 500 lira teklif edildiği günlerde 140 lira ile Ankara'da bir çiftlik satın alınabiliyordu. Paltosu dahi olmadığı için kışın bile ceketle dolaşan bu idealist İstiklâl şairi, çok soğuk günlerde, arkadaşı Baytar Şefik (Kolaylı)'dan muşambasını ödünç olarak kullanıyordu...

Baytar Şefik'in bir gün: Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto alsaydın" demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmamıştı.

Çok ötelere giderek; tarihte altın harflerle yerini alan hem devlet başkanı hem de ordusunun başında kumandan olarak seferlere katılan Sultan Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Sultan Yavuz’un, Sultan Fatih’in ve daha nice kumandanların sergiledikleri o destansı duruşlarına bakmamıza gerek yok.

Daha yüz yıl önce haksız eleştiri ve karalamalara maruz kalan Sultan Mehmet Reşat’ın bile, ordusunun başında kumandan olarak seferdeyken şehzade Ziyaeddin Efendi'nin doğum müjdesini aldığı zaman sevineceği yerde:
"Memleketin başına bir masraf kapısı daha açılması hoş değil..." diyecek kadar devlete yük olmaktan üzüntü duyması ve Osmanlı askerinin, sefere çıktıkları yol güzergâhında, ağaçlardan kopardıkları meyveler için mendil içinde para bırakan bir hassasiyet ne kadar anlam yüklü ise, 70 milyonun vatan için ödediği vergilerle helikopterli piknik sefası yapılması ve 17 Mehmetçiğin şehadet haberinin alınmasına rağmen golf oynamaya devam eden bir davranış tarzı da bir o kadar izaha muhtaçtır.

İşte bunun için bugünkü TSK idarecilerinin aynaya bir kez daha çok iyi bakması lazım.

Çünkü aynada ki şanlı tarihimizle bağdaşmayan; o golflü, skorskyli “nahoş görüntüler” bu milletin vicdanını ziyadesiyle rahatsız ediyor

habervaktim
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-25-2008, 18:15   #67
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Dünden bugüne bu kutlular yoluna baş koyanlar, dört bir yanda düşmanlık duygularının kö-rüklendiği, dost gönüllerin bile vefasızlık edip hasımları sevindirdiği, varlığını kine, nefrete bağla-mış ruhların diş gıcırdatıp hiddetle üzerlerine geldikleri durumlarda bile ne yeis, ne sarsıntı, ne öfke ne de düşmanca duygularla onlara karşılık vermeyi düşünmemiş; kötülükleri hep iyilikle savmış; fena muameleleri hüsnühâl, yumuşak beyan ve farklı ihsanlarla rehabilite ederek, âdeta bütün kırılmaları ve tahribatı tamire çevirmiş ve yıkma düşüncelerine yapma hamleleriyle muka-belede bulunmuşlardır. Bu itibarla da –maâzallah– bir gün ülkede her şey altüst olsa, yığınlar gidip karanlıklara gömülse, yollar harap olup köprüler yıkılsa; bu insanlar paniklemeyi inanç ve iradelerine karşı saygısızlık sayarak, yeis ve durgunluk içinde ölüm görüntüleri sergilemektense başkalarının yaşama hislerini harekete geçirmek için uçma gayretlerinde bulunacak ve her hâlle-riyle, yürüyebilene yolların açık olduğunu haykıracaklardır.

Ben inanıyorum ki, bu azim kahramanlarına, bugün olmasa da yarın mutlaka bir inayet eli uzanacak.. yollarını kesen tipi-boran dinecek.. kar-buz eriyip gidecek ve çevrelerindeki birkaç asırlık o kupkuru çöller Cennetlere dönecek ve mutlaka tâli’ onlara da gülecektir.

Yeis, yol kesen bir gulyabanî, acz ve çaresizlik düşüncesi ise ruhu öldüren birer hastalıktır. Şanlı geçmişimizde yol alanlar, hep imanla, ümitle yol almışlardır. Kendini acz ve ümitsizliğe sa-lanlar da yollarda kalmışlardır. Hissizler, hareketsizler yol alamazlar.. uyuyanlar hedefe ulaşamaz-lar.. hele azmini, iradesini yitirenler asla uzun zaman ayakta kalamazlar.

Şimdi, eğer yarınlarımızı düşünüyor ve dipdiri geleceğe varmayı düşlüyorsak, yolların yürü-nerek alınabileceğini ve zirvelere azim, irade ve plânlarla ulaşılabileceğini asla hatırdan çıkarma-malıyız. Ulaşılmaz gibi görünen zirveler şimdiye kadar defaatle aşıldı; defaatle yüksek tepeler az-min, iradenin ayaklarına yüz sürdü ve onlarda ulaşılmaz şahikalara ulaşma azmini coşturdu. As-lında hangi devirde olursa olsun yürüdüğü yolun, yöneldiği gayenin ve dayanıp bel bağladığı kuvvetin farkında olanlar, bu şuur ve kendi iç dinamikleri sayesinde tekrar tekrar o zirveleri aşmış ve o şahikalara ulaşmışlardır. Arz, onların ayaklarının altında küçüldükçe küçülmüş, gökler onla-rın irfanlarına sine açmış, mesafeler onların gayretlerine selâm durmuş ve karşılarına çıkan engel-ler de onları hedefe taşıyan birer köprü hâline gelmiştir.. evet, bu babayiğitler karşısında karanlık-lar her zaman bozgun yaşamış, musibetler rahmete inkılâp etmiş, sıkıntılar kurtuluş yolu olmuş, tazyikler de birer terakki rampası...

Sızıntı
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-26-2008, 17:38   #68
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Bilebildiğim kadarıyla, İstanbul’un bilinen ilk adı “Bizantion”dur...
Sonra Septimius Severus’un saldırısına uğrar. İstanbul’da taş üstünde taş bırakmayan Septimius Severus, yakıp yıktığı şehri yeniden inşa edercesine onardıktan sonra, oğlu Antonia’ya izafeten şehre “Antonia” adını verir.
Şehir idare merkezi olduktan sonra ise, “Secunda Roma” (İkinci Roma) olarak anılmaya başlanır. Bunun yanı sıra “Nova Roma” (Yeni Roma) ve “Bizans Roması” da denmektedir. Hattâ bazı yazışmalarda “Anthusa” ismine de rastlanır.
Derken Konstantin gelir ve ikinci kez kurar. Ve şehre, ikinci kurucusunun hatırına “Konstantin’in şehri” anlamına gelen “Konstantine Polis” denmeye başlanır. Fakat herkes aynı ismi kullanmamaktadır...
Slavlar İstanbul’a “Tsarigrad” (imparator şehri), Vikingler, Mihail isimli bir imparatordan dolayı, “Miklagrad/Miklagord”, Ermeniler “Konstandinu Kalak”, Araplar “Kustantina”, Osmanlılar ise “Kostantiniyye” isimlerini kullanırlar.
Fetihten sonra, kimi zaman “Konstantiniyye”, kimi zaman “Der Saadet” (Saadet kapısı), “Der-i Devlet” (Devlet kapısı), “Asitane-i Saadet”, “Ümm-i dünya”, “Darü’s- Saltanat”, “Dar’ü-l İslam” ve “İslambol” gibi isimler ve sıfatlar kullanılır.
Nihayet “İstanbul”da karar kılınır ve inşallah ebediyen “İstanbul” kalır.

Duriye Yanmaz;
“İstanbul’un yedi tepesinden bahsedilir, ama ben İstanbul’da tepe filan görmedim. Yoksa tepeleri düzleyip futbol sahası mı yaptılar? Şaka bir yana, yedi tepenin yerlerini yazarsanız sevinirim.”
• İstanbul Roma örnek alınarak tepeler üzerinde kurulmuş bir şehirdir. Tepelerin sayısı 7’dir. (Daha doğrusu idi)
1. Tepe: Üzerinde Ayasofya bulunan Akropolis Tepesi (Rakım 40 metre).
2. Tepe: Forum Constantini; bugünkü Çemberlitaş denilen bölge (Rakım 50 metre).
3. Tepe: Forum Theodosii; bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu tepe (Rakım 60 metre).
4. Tepe: Fatih Camii’nin bulunduğu tepe (Rakım 60 metre).
5. Tepe: Sultan Selim Camii’nin bulunduğu eski Aspar Tepesi (Rakım 50 metre).
6. Tepe: Harisios Tepesi; Edirnekapı bölgesi (Rakım 78.5 metre).
7. Tepe: Ve bugünkü Çukurbostan semtinin bulunduğu tepe.

YAVUZ BAHADIROĞLU
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-27-2008, 14:46   #69
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Sabancı Üniversitesi'nde Doç. Dr. olduğu kayda geçmiş Cemil Koçak, Star gazetesinden Fadime Özkan'ın sorularını cevaplıyor:
1) Atatürk'ün bir ideolojisi var mıydı, dine bakışı neydi?
c) Atatürk birleştirici bir figür (.........) Atatürk'ün dinle bir ilgisi olduğu kanısında değilim... Atatürk'ün ve Atatürkçü ideolojinin asıl arzuladığı şey, dinin emrettiği her şeyden azade olmuş bir toplum; bu da 19. yüzyılın aydınlanma felsefesi demek... Aydınlanmacılara göre din zımbırtıdır, ilkel insanlara mahsustur... Aydınlanma sayesinde bir gün öyle bir hale gelecek ki, dine gerek kalmayacak...
Pes doğrusu!..
Adam, Atatürk kıpkızıl bir kâfirdi demeye getiriyor...
Sabancı Üniversitesi'nde hoca olmak ayrıcalıktır... Eğer sen/ben ve bizim gibiler söylese, "Atatürk'e hakaretten" kodesi boylatırlar bize...
2) Atatürk de böyle mi düşünüyordu?
c) Aynen böyle düşünüyordu... Atatürk aydınlanmacıydı... İsterdi ki; Türkiye'nin büyük kısmı aydınlanma felsefesine inansın, ona göre yaşasın. Onun da dinle ilgisi çok zayıftır...
3) Ateist miydi?
c) Bilmiyorum (.......) dine değilse de varoluşa inanıyor muydu, bilmemiz mümkün değil...
4) Balıkesir hutbesi, dinî referanslar... Meclis'in Cuma günü açılması, dualar okunması... Bunlar ne peki?
c) Bunlar hep politika... Atatürk'ün dine ilgisinden değil, o dönemin gereklerine göre uyguladığı politikalar... Yoksa ben Atatürk'ün dine hayli uzak bir kişi olduğu kanısındayım...
Yani?
Yahu yanisi var mı? Bakınız Doç. Dr. Cemil Koçak dolaylı da olsa, “Atatürk dine inanmazdı... Dini hususlarda yaptığı bazı sözler ve eylemler halkın tepkisinden korktuğu için politik durumlardı” diyor...
Atatürk'ü hemi dinsiz buyuruyor,
Hem de korkaklıkla itham ediyor Doç. beyefendi...
Tabii başta kendi fotoğrafını koymayı ihmal etmemiş:
"Din zımbırtı..."
Ne olacak şimdi?
Ben bu adama "Zımbırtı sensin" desem, değerli Türk hakimleri beni akıl almaz miktarlarda tazminata mahkûm ederler...
Bu bir gerçek...
Zira, başıma geldiği için iddia ediyorum...
Amma Atatürkçü geçinen kim varsa, güvenilmez olduklarını gösteriyorlar...
"Atam, sen kalk da ben yatam"cılar dahil, evrimciler, devrimciler hiç düşünmüyorlar mı Atatürk'ün samimi olacağını?

ABDURRAHİM KARAKOÇ


Bunu söyleyen dindar bir doçent olsaydı irtica yaygaraları almış yürümüştü...ama Sabancı ünüversitesinin bir doçenti görüşünü özgürce ifade etmiş..Türkiyedeki savcılar nerde..
Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-27-2008, 17:43   #70
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Tarihi bir bütünlük içerisinde değerlendirmeye çalışmıyoruz. Zaman, tarih, toplum hiç değişmiyormuş gibi, hiç değişmeyecekmiş gibi davranmaya devam edebiliyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz sarsıntılarla ilgili olarak yeni bir gündeme sahip olmamız gerekirken, saatleri hep geriye almaktan bir türlü vazgeçemiyoruz. Modern-seküler yapılar, toplumsal/tarihsel/kültürel sahih gelenekleri altüst ediyor. Tarihsel, geleneksel değer sistemlerinin çöküşü; kitlesel popüler kültür; tüketicinin egemenliği ve iktidarı; insanların, malların ve enformasyonun küresel hareketliliği; toplumsal hiyerarşinin para tarafından tanımlanması, toplumları bireycileştiriyor, özel ve bencil çıkarları öne çıkarıyor. Amerikan ideolojisinin yansıması olan liberter bireycilik bütün dünyada ahlaki kötülüklerin çoğalmasına yol açıyor. Bu tür bir liberter bireycilik, Türkiye'de, İslami başörtüsüne özgürlük girişimini desteklerken; İslam nazarında fuhşiyat ve münkerat olarak tanımlanan davranışların özgürlüğünü de destekliyor. Kadınların özgürlük mücadelesi, kadınları, kadın fıtratına aykırı kısıtlamalarla karşı karşıya getiriyor. Tüketim toplumlarının aşırılıkları ve tatminsizlikleri nedeniyle aileler tek gelir yerine, iki ya da daha çok gelire ihtiyaç duyuyor ve kadın-erkek bireyler insanlıklarını unuturcasına çalışmaya zorlanıyor. Çalışan kadınlar anneliğe yabancılaşıyor, anneliğin hakkını veremiyor, çocuklarına ihtimam gösteremiyor. Çalışan kadınların çocukları anne şefkatinden, ilgisinden gereği kadar yararlanamıyor. Modern-seküler toplumlarda çocuk sahibi olmama hakkını kullanan kadınlar, kadınlıklarından vazgeçiyor, erkekler gibi yaşamaya başlıyor. Bireysel özgürlük anlayışının yaygınlaşması sebebiyle kolektif özgürlük için mücadele ihtiyacı duyulmuyor. Kamuoyları her yerde istenildiği anda, televizyonlar aracılığıyla istenilen doğrultuda harekete geçirilebiliyor. Bilgi ve enformasyon akışı üzerinde, küresel anlamda ideolojik ve politik bir denetim var. Bugünün dünyasında İngilizce'nin çok yaygın olarak kullanılıyor olması nedeniyle, popüler kültür üzerinde Amerikan egemenliği sürüyor. Bu durum insanları yalnızca kişisel mutluluk ve maddi kazanç peşinde koşmaya, zengin ve ünlü birileri olarak yaşamaya sürüklüyor.
Modern-seküler kültür bütün toplumları çok tehlikeli bir noktaya, bir uçurumun kenarına getirip bıraktı. Günümüzde insanlar, insani çözümler, inşa'lar, ilişkiler için, artık ortak değerlere, ortak değer sistemlerine ve değer yapılarına sahip değiller.
Anlamlı bir varoluş ve hayat, insani anlam/amaç/erdem için, sorumluluk alarak, sorumluluk üreterek, sorumluluk alışverişi yaparak gerçekleştireceğimiz ahlaki bir hayattır. Erdemli bir hayat, ebedi nimetlere, ebedi hayata istihkak kazanmak üzere çaba harcadığımız bir hayattır.
İçerisinde yaşadığımız olağanüstülükler ve anormallikler çağında, her alanda eleştirel bir duruş sahibi olabilmeliyiz. İçerisinde bulunduğumuz çevrenin, ait olduğumuz kesimin yanlışları, bağnazlıkları, ufuksuzlukları, bencillikleri bizim entelektüel bağımsızlığımıza gölge düşürmemeli, bu tür sorunları tartışmalı ve bunlarla yüzleşebilmeliyiz.
Gerektiğinde eleştiri oklarını kendimize de doğrultmalıyız.

Atasoy Müftüoğlu


Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi