08-27-2008, 10:46 | #1 |
DİL GÜÇTÜR
DİL’İN ÖNEMİ
ALPEREN GÜRBÜZER Dil’in yaygınlığı hakkında farklı değerlendirmeler var. Nüfus oranın nazarı itibara alanlar Çince’nin en yaygın dil olduğunu ileri sürüyorlar. Değişik ülkelerde kullanılması ve konuşuluyor olması bakımdan ele alanlar ise İngilizcenin yaygınlığı konusunda hem fikirdirler. Aslında her iki farklı bakışın da doğru yönleri var, ama aynı dilin diğer ülkeler tarafından da kullanılmasını daha çok önemli buluyoruz. Dil’in yerel çizgide büyüyüp, daha geniş alanlara sıçraması ona kullanılabilir açısından evrensel nitelik kazandırıyor. Coğrafi sınırlarını aşıp, ABD’den Kanada’ya, Britanya Adalarına, Afrika ülkelerine, Yeni Zelanda’ya ve Avustralya’ya kadar uzanan yelpaze de İngilizcenin konuşulur olması mühim bir hadise gözükse de, Türkçenin de İngilizceden az kullanıldığını kimse itiraz edemez. Çünkü Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar seyahat eden bir kimse görecektir ki Türkçe dünya dillerinde en yaygın konuşulan dillerden biridir. Bunlara ilaveten yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarını da işin içine katarsak Atlas okyanusundan Avustralya’ya kadar uzanan geniş bir alanda Türkçe konuşulduğu ortaya çıkar. O yüzden dilimize Avrasya nitelemesinde bulunmak yanlış olmaz. Türkçe dünya coğrafyasına yayıldıkça saflığından uzaklaşarak farklı şivelere bürünmektedir. Bu durum sadece Türkçeye has olgu olmayıp, diğer diller içinde geçerlidir. Zaten dünyanın hiçbir yerinde saf dilden bahsedilemez. Kültür alışverişleri neticesinde ister istemez diller arasında iletişim kaçınılmazdır. Türk insanının hem milli, hem İslami, hem de Avrupa ile münasebetleri dilini çok boyutlu yapmıştır. Yerel kimliğimizin ötesinde, İslam ülkeleri ile olan ortak kültür coğrafyasında bulunmamız ve diğer yandan da Avrupa’ya açılmamız millet olarak bizi üçlü daire içinde bulunduruyor. Böylece ortaya üç sacayağı çıkıyor. Demek ki ülkelerle yakın münasebetler dilde saflığı götüren etkenler olup, karşılıklı etkilenmelerle diller arasında birbirlerine geçişler mümkün olabiliyor. Farsçada ‘kuşe’ Türkçede köşe olmuştur. Bizim yoğurt kelimesi Avrupa lisanlarına geçerek ‘yogurt’ halini dönüşüyor veya bizim masamız Latinceye ‘mensa’ olarak geçebiliyor. Kelimeler alınır, verilir bu gayet normal, ama önemli olan kimliğimizi yitirmeden kültür alışverişinde bulunabilmektir. Üstelik dil aktarımlarında kelime olduğu gibi geçiş yapmıyor, ya Türkçeleşerek ya da karşı tarafa bizden o ülkenin lisanına uyarlı halde transfer olabiliyor. Dışardan veya içerden geçiş yapan kelimeler artık o ülkenin malı sayılıyor. Dili saflaştırmaya kalkışmak havanda su dövmek gibi bir şey, bu konuda yersiz telaşa gerek yok. Dili saflaştırmaya yönelik girişimler hep fiyaskoyla sonuçlanmıştır çünkü. Dilin kendine özgü esnekliği bir o kadar da dışardan gelen müdahaleleri de kendiliğinden manipüle etme özelliği var. Dil kendi tabii kanunlar çerçevesinde seyreder hep, dışardan dayatmayı kabul etmezde üstelik. Türkiye’de bir zamanlar dilde uydurmacılık akımının moda olduğu dönemlerde birtakım aklıevveller Türkçeyi Arap ve Fars kökenli kelimelerden arındırmak bahanesiyle dilimiz fakirleşmek noktasına getirmişlerdi. 12 Eylül öncesi uydurukça akımının had safhaya ulaşmasıyla kelime hazinelerimiz kısırlığa mahkûm edilerek kültür sahamızda ciddi manada gedik açmışlardı. Böylece kütüphanelerimizin o zengin hazineleri ile okuyucu kitle arasında derin uçurumlara yol açtılar. Konuşulan dili konuşulamaz hale getirenlerin vebali çok büyük bu konuda. Bu yüzden evladın dedesini hatta babasının konuştuğunu anlamadığı bir neslin doğmasına şahit olduk hep beraber. Dile gelişi güzel müdahale etmenin cinayet olduğunu fark etmiş olsak da, telafisi mümkün olmayan içi boş kamus koydular önümüze. Oysa kamus Cemil Meriç’in dediği gibi bir milletin namusudur, nitekim Fransız ihtilali ile her şeye müdahale edildi, fakat ihtilalcilerin tek dokunmadıkları Fransız kamusudur. Acı ama gerçek, içimiz sızlıyor bir o kadarda elem verici durumdayız. Zira Mehmet Akif’i ve Atatürk’ün Nutkunu anlamayacak nesil var karşımızda. Üstelik Nutkun üzerinden daha bir asır geçmediği halde... Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Türk Cumhuriyetleri doğdu. Bu kardeş topluluklar arasında ve hatta Türkiye ile dil yönünden daha henüz tam birliktelik sağlayamadık. Neyse ki Türk Cumhuriyetlerinden Türkiye’ye gelen öğrenciler Türkçe eğitim görerek hem dillerini pekiştiriyorlar hem de lisans ve lisansüstü öğrenimlerini gerçekleştiriyorlar. Alacakları bu eğitim sayesinde veya zaman içerisinde dilde fikirde birliğin bir rüya olmayıp, gerçek olabileceğine ümit varız. İsmail Gaspralı’nın dilde fikirde işte birlik olarak tanımladığı olay gerçekleşebilir her an. Yeter ki kararlılığımız devam etsin gerisi kolay. Millettaşlarımızla münasebetimizi sadece ekonomik yönden değil, her türlü entegrasyon öğelerine işlerlik kazandırarak bunu başarabiliriz. Kesintisiz Türkçenin konuşulduğu coğrafyalar oluşturmak istiyorsak bir yerden başlamak gerekir Türk Cumhuriyetlerle iletişim, sadece eski Kültür Bakanımız Namık Kemal Zeybek’in kişisel çabalarıyla sınırlı kalmamalı. Nasıl ki Horasan Erenleri Anadolu’ya gelerek Balkanlara kadar uzanan büyük tasavvuf kültürünü aşıladıysalar, bugün de Rusya’nın çökmesiyle orta çıkan bağımsız Türk Devletleri ile birlikte anayurt-ata yurt konsensüsünü gerçekleştirerek, kıtalararası konuşulan Türk dili meydana getirebiliriz pekâlâ. Çünkü zengin ve derinliği tartışılmaz bir kültürün devamıyız. Dilimizin varlık içinde yokluk çekmesi önemini kavrayamamış olmamızdan kaynaklanıyor. Yeni Horasan ruhunu devreye sokarak hem kültürümüzü, hem de birbirimizi anlayacak ortak birikimimizi oralara götürebiliriz pekâlâ. Sivil toplum kuruluşların Orta Asya da gerçekleştirdikleri okullaşma faaliyetlerine yönelik çalışmaları ileride bu muştuyu veriyor zaten. Oralarda açılan okullar Türkiye’nin itibarını artırdığı gibi ülkemize de vizyon kazandırıyor da. Türklerin mayasında bir arada yaşama duygusu olduğu gibi, diğer kültürlerle de her zaman iletişime kapalı olmamışlardır. Tarihten gelen yapımızın dayanışmacı ruha sahip olması ve hoşgörüyü taşıyıcılık özelliğimizin yanı sıra iyi ve güzel olanın sınır ötelerine pazarlanmasını sağlıyor da. İşte bu kültür pazarında dilin önemini daha da kıymetlendiriyor diyebiliriz. Hâsılı; ‘Dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasında hikmetler var’ ilahi buyruğu dil’in önemini ortaya koymuyor mu?
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|