![]() |
#1 |
![]() “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları hep aynı cevherin damarlarıdır.” Bu sözlerin sahibi Mustafa Kemal Atatürk. Atatürk bu konuşma ı 1926 yılından önce yapıyor. Sonrasında Diyarbakır’ın fahri hemşehrisi ilan ediliyor ve Mustafa Kemal belediye reisine bir telgraf gönderiyor: “Diyarbekir belediye reisi Nazım beyefendiye, Muhterem Diyarbekir halkının beni fahri hemşehri intihap etmek suretiyle hakkımda gösterdikleri kadirşinaslıktan mütehassıs oldum. Muhterem hemşehrilerime selam ve muhabbetlerimin iblağını rica ederim. 5.4.1926 Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal." Binlerce yıllık bir tarihi geçmişe ve kültüre sahip olan Diyarbakır, bir belediye başkanının veya ona karşılık verenlerin sözlerinde mahkum edilebilecek kadar köksüz bir şehir değil. Ziyaret ettiğinizde de görürsünüz. Her sokağında, her caddesinde, her yapısında buram buram bir geçmişin, hem de onurlu bir geçmişin izlerini koklarsınız. Bu geçmiş, bir özlem olarak topraklarından kanına damlayan heyecanla şairlerine yansır: “Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun.” Sadece Cahit Sıtkı Tarancı da değildir bize insanı sağan Diyarbakır’ın topraklarından. “Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun ? Utanırım, Utanırım fukaralıktan, Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim, Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin, Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma, Bir başıma ve uzak. Biliyor musun ? Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım... Görüyor musun ? Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ? Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Her biri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ?(Ahmet Arif, Diyarbakırlı) Çünkü Diyarbakır Diyarbakır’a sığmayacak kadar büyüktür. Birkaç politik cümleyle, birkaç günübirlik kazançla Diyarbakır’ı küçültmeye kimsenin gücü yetmez. Diyarbakır’ı savunmaya da gerek yoktur aslında. Çünkü o kendini her zaman savunacak gücü bulmuştur. Diyarbakır, Diyarbakır değildir, diğer bütün iller gibi aslında Anadolu’dur. “Silahlara veda Geceye rüyaya ve sana Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden Düzenlerin çıkmazına Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor Ağzım o çeşit yok Şişe bu çeşit var Sen bir gece gelsen Güneş doğmasa Gitmeden yine gelsen Bu yeni geleni Bu bize bakanı Sana bir anlatsam Güneş doğmasa Sandıkların içini göstersem sana Çizdiğim resmin Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde Bir rafa koyabilsen Olup biteni ve onları Sabaha kadar konuşsak O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam Ateşi karı tüfeği çeksem Ocağa pencereye kapıya Kemana veda Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum Tren kaçırmış gibiyim Sana veda! (Seziai Karakoç, Diyarbakırlı) Diyarbakır’da yaşar ve ölebilir insan. Ama şu bir gerçektir ki, bu ülke toprakları üzerinde nerede ölürseniz ölün gömüldüğünüz toprak o ilin toprağı değildir. Şehit kanlarıyla sulanmış Türkiye’nin, vatan denilen coğrafyanın, memleketin toprağıdır. Yani mutlaka bir şehidin yanına yatarsınız gömüldüğünüzde. Huzur ve hesap ise ölmeden önce yaptıklarınızla gelir kabrinize; Yani ya incittiğiniz gerçeklerle karanlığa gömülür, ya da incindiğiniz yalanlarla aydınlığa çıkarsınız. Çünkü yaşamak, ölünceye kadar devam eden bir gerçekler ve yalanlar savaşıdır! Bu savaşta meydanlarda olmak yerine kalelere sığınarak meydan okumak, en rezilce ve korkak bir yaşamaktır. Şimdi sorabiliriz: Diyarbakır kimin yurdu lo?
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|