AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 07-28-2011, 17:52   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart DOKU MUCİZESİ
DOKU MUCİZESİ
ALPEREN GÜRBÜZER


İnsan kanında yer alan kan hücreleri şekil, yapı ve görev bakımdan eritrosit, lökosit ve trombocyt olmak üzere üç farklı esas hücreden oluşmaktadır.
Memeli hayvanların alyuvarları çekirdeksiz olup, memesiz omurgalıların alyuvarları ise çekirdeklidirler. Zira alyuvarlar vücut iskeletimizin kırmızı kemik iliğinden meydana gelmişlerdir. Ayrıca kırmızı kemik iliğinde çok sık bir bağ dokusu ve pek çok sayıda kılcal damarlar ağı bulunmaktadır.
Alyuvarların birçok özelliklerinin yanı sıra plastisite (uyma-dönüşüm yeteneği) kabiliyetleri de vardır. Bu yüzden alyuvar zarların dış kısmı lipoid, iç kısmı ise protein monomolekülleri olmak üzere iki tabakadan teşekkül etmiştir. Ayrıca alyuvarların stroması içerisine yerleşmiş olan “Hemoglobin” bir protein olarak bilinip kana kırmızı renk veren bir madde olarak dikkat çekmektedir.Nitekim hemoglobin globülin protein ile kendisine 4 atom bağlanmış olup hematin(ferro-protoporfirin) temel bir elemandır. Hatta hemoglobin oksijen ile çok zayıf bir bağla geçici olarak birleşmek suretiyle oksihemoglobin halini alır. Şayet hemoglobin karbon monoksitle birleşip oksijen alamaz hale gelirse bu durumda ister istemez karboksil hemoglobin haline dönüşecektir.
Akyuvarlar için kan demek bir geçit yeri ve taşınma vasıtası demektir. Zaten bu vasıta sayesinde vücudun bütün doku ve organlarına ulaşabiliyorlar. Dahası bunların hücre çeperi olmamasına rağmen pseudopları (yalancı ayakları-çıkıntı) sayesinde yer değiştirebiliyorlar da. Akyuvarlar aynı zamanda hemoglobin içermeyen ve renksiz hücreler olup, daimi yerleşme yerleri kandan ziyade bağ dokudur. Bu arada akyuvarların insan kanında sayısı 20.000’den fazla olursa kan kanseri olma riskinin yanı sıra anemi de (kansızlık) baş gösterebilmektedir.
Bilindiği üzere lökositler (akyuvarlar) 5 çeşit, olup, bunlar; lenfocyt, monocyt, eozinophil, basophil ve nötrophil olarak tasnif edilirler. Lökositlerin en küçük grubunu lenfocytler teşkil edip en büyüğünü monocytler oluşturmaktadır. Dolayısıyla lenfositler dalak, bademcik ve lenf düğümlerinden meydana gelip, monocytler ise lenf düğümleri ile kemik iliğinden teşekkül etmektedir. Diğer eozophil, bazophil ve nötrophil cinsler ise kırmızı kemik iliğinden oluşmaktadırl.
Akyuvarlar aynı zamanda çekirdeklidirler. Bunlardan monocytlerin çekirdekleri at nalı şeklinde olup, euzonophil, basophil, nötrophil cinslerin çekirdekleri ise lobludur. Bu arada bakterileri yutma kabiliyet yönünden en aktif cins ise nötrophillerdir. Akyuvarların en belirgin fizyolojik görevi ameoboid hareketler yapması, fagositoz ve antikor salgılamasıdır.
Malumunuz serumda kanın şekilli elementleri bulunmamakta, ancak bunun yerine serum içerisinde antikor, vitamin ve fermentler vs. vardır. Zira vücuda giren P.bakteriler toksin, agresin, antijen gibi maddeler salgılarlar. Bu salgıları nötralize hale getirmek için vücut anti agresin, antitoksin, lökin gibi karşı enzimler salgılar ki bu enzimlere antikor denmektedir.
Kanın küçük çekirdeksiz ve kan pulcukları hücrelerine thrombocyt adı verilir. Memesiz omurgalıların thrombocytleri çekirdeksiz olmasına rağmen gerçek hücreler olarak değerlendirilir. Daha doğrusu thrombocytler; monocyt ile fagosit hücrelerden meydana gelmiş pulcuklardır. Hatta kesilmiş bir damardan akan kandan ilk ölen hücreler thrombocytlerdir. Nitekim parçalanan thrombocytler bünyelerinde thrombokinaz enzimi açığa çıkarırlar. Dahası thrombokinaz enzimi prothrombinle birleşerek thrombin meydana getirir. Hatta thrombin kalsiyum (Ca) etkisiyle fibronojenle birleşip fibrin oluştururlar. Protein sentezi, malum aminoasitler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Dolayısıyla çeşitli nedenlerle açılan bir yaradan akmakta olan kanın pıhtılaşmasını fibrinojen proteini sağlayarak kan kaybını durduran etken madde olarak sahne almaktadır. Keza heparin ve histaminler de kanda anti koagulan etkisi yapan önemli maddelerdir. Argirofil fibrillerin bileşimini ise protein ile mukopolisakkaritler oluşturmaktadır. Hatta Argirofil fibrinlerin oluşumunu tetikleyen extracellüler vardır. Anlaşılan o ki thrombocytler kanın şekilli elementleri arasında sayıca en üstünü unvanına sahiptirler. Fakat pseudopları kısa veya pseudopları bulunmayan bir kısım insanlarda thrombocyt etkenin yol açtığı semptomdan dolayı Hemophilia hastalığına kapı aralayabilmektedir.
Bu arada canlıların meydana getirdiği iri moleküllü organik bileşikler vitaminler olarak bilinmektedir. Ki; vitaminler hücre metabolizmasında katalizör olarak görev yaparlar. Vitaminler aynı zamanda hem enzim hem de koenzim fonksiyonlarına iştirak edip katalitik işlev üstlenmektedirler. Çözünürlük bakımdan da vitaminler, bir kısmı su içerisinde bir kısmı yağ da erirler.
Bir başka önem addeden olay ise hormon faaliyetleridir. Nitekim iç salgı bezlerinin doğrudan kana saldıkları hormonlar çok önemli enzim olarak adından söz ettirmektedir.Enzimlerin sıcaklık derecesi 45 santigrat dereceye yükselirse aktiviteleri yavaşlar, 65 santigrat dereceye çıktıklarında ise inaktif hale geçerler. Enzimler daha çok iç ve dış salgı bezleri ile vücudu teşkil eden doku ve organların hücreleri tarafından salgılanırlar. Ayrıca hormonlar hücre dışından hücre sitoplâzmasına girecek çeşitli biyoşimi maddelere karşı hücrenin meydana getirdiği enzimlerle canlılığını muhafaza edip denge sağlamaktadır. Ki bu olaya homeostasis denmektedir.
Vücudun en temel zaruri ihtiyacı hiç şüphesiz sudur. Dolayısıyla su ısı sığası en yüksek bir maddedir. Tüm ihtiyaçlar giderildikten sonra kullanılmış su vücutta sidik, ter ve akciğer yoluyla dışarı atılırlar.
Bir diğer önemli madde ise glikozdur. Çünkü glikoz sayesinde enerji sağlamaktayız. Şöyle ki; bağırsaklarda emilen glikoz ilerisinde muhtemel enerji kayıplarına karşı önlem olarak karaciğerde glikojen halinde depo edilir. Fakat insanın kanında glikoz miktarı arttığında şeker hastalığına tutulma riski de söz konusudur. Şayet kandaki şeker miktarı % 04’ten aşağı düşerse bu seferde beyin hücrelerindeki irribalite artar. Hatta kaslarda seyrelmelere bağlı bir takım arızalar meydana gelebilmektedir. O halde vücut için en ideal olan glikozun normal seyirlerde tutulmasıdır.
Ayrıca kan plazmasında erimiş halde O, CO2 ve N gibi gazlar da bulunmaktadır. Mesela plazmadaki albümin globülinler hücre suyu ile vücut sıvısını regüle ederler. Gama (γ) globülinler antikorlar içerisinde mikro parçacıklar halinde bol bulunup belirli hastalıklara karşı vücudun immunitesini artırırlar. Nitekim insan kanında elde edilen γ globülin kızamık, bulaşıcı ve sarılık gibi hastalıklara karşı kullanılmaktadır.
Kan dolaşımının yanı sıra göze çarpan bir diğer sistem ise Reticuloendothelial sistemdir.Örneğin; Reticuloendothelial lenf düğümleri, dalak ve kemik iliğinin kenar hücreleri, karaciğer içi boşluklarındaki yıldız şeklindeki hücrelerle birlikte Reticulo-endothelial sistem oluştururlar. Öyle ki Reticuloendothelial sistem zararlı maddelere karşı konulmasında, metabolizma işlerinde, vitamin dengesinde, kan hücrelerin oluşumunda, yağlı ve ölü kan hücrelerinin zararsız hale getirilmesinde önemli bir görev ifa etmektedirler. Retikular bağ doku aynı zamanda bol miktarda arjirofil fibriller ve lymphocytleri ihtiva etmektedir. Nitekim reticular doku, mezenşim hücrelerine benzeyen yıldız gibi dallanmış dictyocha retikulum hücrelerinden oluşmaktadır.
Dictyocha hücreler fagositoz kabiliyetine sahiptirler. İnsanda uzun kemiklerin içindeki sarı iliğin iç kısmında ki yağla doldurulmuş reticulum hücreleri bulundukları yerden yuvarlak şekil alarak ameboid hareketler yapabilmektedirler. Böylece reticulum hücreleri kırmızı kemik iliğindeki eritrositlerin lenf düğümleri ile dalaktaki lympocyt ve monocytlerin ana hücrelerini oluştururlar. Hatta retikular, yağ, endotel ve sık hücreler dokusal karakterlerini kendilerini oluşturan hücrelerden alırlar. Hakeza sölenter canlılar (örnek: omurgasız yumuşak mercanlar) ve Aurelia aurita (denizanası)’ın üzerini ektoderm tabakasıyla endoderm tabaka arasını peltemsi madde doldurmuştur.
Kıkırdak doku chondrocyt hücreler ile bu hücrelerin salgıladıkları subtantia fundamentalis maddeden meydana gelirler. Kemik ara maddesi amorf olan yapıştırıcı madde ile kollajen fibrinlerden ibarettir. Amorf yapıştırıcı madde ise mineral tuzlar ile muko polisakkarit protein kompleksinden ibarettir. Kollajen fibriller kaynatılınca amorf yapıştırıcı madde glutine dönüşür. Dolayısıyla kılıf, kapsül ve kıkırdak hücresinden oluşan bu küresel yapıya chondroitin adı verilir. Nitekim kapsüllerin etrafında iç ve dış kılıf olmak üzere iki zar bulunmaktadır. Zira kıkırdak dokunun üzerini perichondrium ile örtülüdür. Kıkırdak doku genellikle omurlar arası disklerde, kulak kepçesinde, dış kulak yolu, östaki borusunda, eklem aralarında, nefes borusu, bronş, bronşçuklarda ve burnun yumuşak kısımlarında bulunmaktadır. Hiyalin kıkırdak ise anne karnındaki çocuğun iskeletinde, eklem yüzeyleri, kaburgaların bağlantı uçları, burun, larynx, trake ve solunum borucuklarında yer almaktadır.
Hyalin kıkırdakta kan damarları bulunmadığından kıkırdak basınç ve çekme güçleri fazladır. Hatta kıkırdak doku esnek olduğu için daha çok tampon vazifesi görmektedir. Aynı zamanda kıkırdak doku özel karakterini subtantia fundamentalis maddeden alırlar.
Elastik kıkırdak ile hiyalin kıkırdak birbirinin aynısı gibi olduklarından aralarında ki farkı ancak fazla gruplar teşkil ettiğinde ayırt edilmektedir. Çünkü normal gelişmesini tamamlamış hiyalinde rejenerasyon yoktur. Elastik kıkırdak genellikle kulak kepçesi, dış kulak yolu, östaki borusundaki larynx kıkırdakları, ses teli çıkıntıları ve solunum yollarında yer alır. Elastik kıkırdakta rejenerasyon olayı genellikle perichondriumda gerçekleşir. Elastik kıkırdak önce hiyalin kıkırdak halinde sahne alır, daha sonra da elastik kıkırdağa dönüşmektedir. Elastik fibrillere elastisite kazandıran etken ise fibrilin içerisindeki elastik maddedir. Dolayısıyla elastik fibrillerin görünüşü homojen ve silindirik bir yapı göstermektedir. Ayrıca elastik fibriller birleşerek elastik ağlar meydana getirirler. Anlaşılan o ki elastik fibrinler elastik denilen kükürt ihtiva etmeyen proteinden başkası değildir. Dahası kıkırdak kemik doku gibi bağ dokular dokusal karakterini kendilerini oluşturan hücrelerin meydana getirdiği subtantia fundamentalis denilen temel ara maddeden almaktadırlar.
Fibröz kıkırdak doku tek başına özgür olmayıp kollajen fibril demetleri arasında yer alır. Hatta kollajen fibriller ışığı çift kırıp, fibriöz kıkırdakta odacıklar halinde dağılmış hiyalin kıkırdak ile birlikte karma doku oluştururlar.
Ayrıca fibriöz kıkırdak symhony yarığı, amurlar arası diskler, çene eklemleri, göğüs köprücük kemiği, kaburga kıkırdak eklemlerinde konuşlanmışlardır.
Subtantia fundamentalis daha çok aort olan yapıştırıcı (aort) madde chondrium sülfat, chondrium mucin ve glycoproteinden oluşmaktadır. Yani substantia Fundamentalis, aort olan yapıştırıcı madde ile kollajen fibrinlerden ibarettir. Bu arada chondrocyt hücrelerin sitoplâzmasında su da bulunmaktadır. Dolayısıyla chondrocyt hücrelerin hücre çeperi semipermeabldir(yarı geçirgen). Perichondrium ise kollajen ve fibröz zar ihtiva edip, kesinlikle eklem kıkırdaklarında yer almazlar.
Kollojen fibriller kükürtlü protein olan albuminoidden ibarettir. Kollojen fibriller çok ince düz dallanmamış fibrinlerden meydana gelip, kaynatılınca hidrolik bir çözünme ile eriyerek jelâtine dönüşürler. Kollojen fibrillere elektron mikroskobuyla bakıldığında koyu ve açık renkli segmental bir yapı gösterdiği ve her segmentin beş adet mikro segmentten meydana geldiği gözlemlenmiştir.
Kemik doku ara maddesine malum olduğu üzere ilaveten ara ara kalsiyum tuzları birikmektedir. Yani bir anlamda kemik doku tek tip kemik hücreleri veya madensel tuzlarca zengin ara maddelerden meydana gelmektedir. Bu yüzden her kemik hücresi kendi çevresine bol miktarda saçaklı uzantılar vermektedir. Kemiklerin fibril demetleri ise periosta bağlıdır. Dişlerin seman tabakası da lamelsiz kemik dokudan ibarettir. Ayrıca kemik hücreleri mezenşim hücreleri gibi sinsityal birlikler oluşturmaktadırlar. Öyle ki kemik hücreleri kemik kovuklarında yer alıp, yer aldığı kanallara kemik kanalcıkları denmektedir. Şayet kemik dokuda mineral tuzlar bulunmazsa rachitis haline dönüşmektedir. Hatta kemik yakıldığında ağırlığının %30–60 kaybeder ki bu duruma kalsifikasyon denmektedir. Bazen de asidik madensel tuzlar zaman zaman kemiği eriterek yumuşamasına neden olur ki bu olaya dekalsifikasyon denmektedir. Bilindiği üzere canlılar öldüğünde kemikler hava ve toprak etkisiyle çürümekte olup, bu durumda fossilization (fosilleşme)meydana gelmektedir.
Tendon ve ligamentler vücudumuzun hareket sistemi ile ilişkileri çok önem arz etmektedir. Nitekim iskelet kaslarının kemiklere bağlandığı yüzeylerini sımsıkı kemiği tutturan etken kaynak tendonlardır. Desmocyte hücrelerin oluşturduğu tendon ve ligamentlerin fibrilleri ise birbirine paralel uzanırlar. Keza tendon ve ligament fibrinlerin arasını da kan ve lenf damarlarıyla sinirleri ihtiva eden gevşek bağ doku doldurmaktadır. Hatta tendon ve ligament fibrilleri, fibriller arası yarıklara sitoplâzma lamellerini uzatırlar. Bu arada üst ve alt bacak kemiklerini pazu ve ön kol kemiklerini birbirine bağlayan bağlar ise ligamentlerdir.
Gevşek bağ doku dalgalı kollogen fibril demetleri ile elastik fibrillerden oluşmaktadır.
Yani gevşek bağ doku vücudun her yerini intersitial (ara doku) olarak dağılmıştır. Zaten bütün bağ doku çeşitlerinin ana protipini gevşek bağ doku şekillendirmektedir. Dolayısıyla gevşek bağ doku daha çok kas ve tendonların gömlekleri, çevresel sinir gömlekleri, damarların subendotel tabakası, mide ve bağırsakların submukozoların da görülür. Hatta gevşek bağ doku son derece damar ve sinir ağı bakımdan da zengindir. Ayrıca gevşek bağ doku diğer bütün bağ ve destek dokuların rejenerasyonu ve represyonun da önemli rol oynayan temel bir dokudur.
Bağ ve destek dokunun orjini mezodermdir. Yani bağ dokuyu mezoderm hücrelerin farklılaşmasıyla meydana gelmiş fibrocyte (fibroplast) hücreler oluşturmaktadır. Nitekim mezoderm hücrelerinin farklılaşmasıyla fibrocystic meydana gelmektedir. Anlaşılan o ki bağ dokunun esas hücresi fibroplasttır. Genellikle fibroplastların çekirdekleri yuvarlak ve sitoplazmik uzantıları ise çok uzundur. Bu arada bağ dokunun fibrillerini ise pullar meydana getirmektedir.
Areolar (ağsı) bağ dokunun en karakteristik özelliği omentumlar da olduğu gibi meydana getirdiği zarın kalbur gibi delik deşik olmasıdır. Areolar bağ dokuyu oluşturan kollajenler kısmen geniş, kısmense dar olurlar. Tabakalaşma gösteren bağ doku ise lameller bağ doku diye ad almaktadır.
Bağ dokuda tek veya küçük gruplar halinde görülen hücreler histiocyt hücrelerdir. İlginçtir histiocyt hücrelerin hem ameoboid hareket özelliği hem de fagositoz kabiliyetleri vardır. Ayrıca Histiocyt hücreler reticuloendothelial sistemde bolca bulunurlar. Hatta insanda jelatinöz bağ dokuya çocukların göbek bağlarında rastlanır.
Mastocyte hücreler vücutta gevşek bağ doku içerisinde bulunurlar. Ayrıca mastocyte hücreler kan damarları kılcallar boyunca sıralanır ve karaciğerde yer alırlar. Mastocyte hücrelerin sitoplâzmaları ise iri granüller ihtiva etmektedir.
Membranöz bağ dokunun iki zar yüzeyi elastik fibrillerce doldurulmuştur. Bu yüzden
çeşitli yönlerde çaprazlama yapan kollajen fibriller membranöz bağ dokuya zar görünüşü vermektedir.
Şurası muhakkak hemen hemen bütün seröz zarlar membranöz bağ dokudan kök salmışlardır. Bu yüzden jelatinöz bağ dokusu morfolojik olarak mezenşim hücrelerine benzemektedir. Ayrıca jelatinöz bağ dokunun hücreler arası maddesi peltemsi ve saydam görünümdedir.
O halde tüm bu bilgilerden sonra hücreler arası maddenin örtü epitel ile ilişkilerine göre bez çeşitlerini şöyle tasnifleyebiliriz:
—Bir hücreden ibaret bezler
—Çok hücreli bezler
Çok hücreli salgı bezleri:
—Salgı yapan bez kısım
—Salgıyı dışa atan kanal kısım
Şekillerine göre çok hücreli bez çeşitleri

—Boru biçimdeki tubular bezler
—Basit ve bileşik alveolar bezler
Salgı çeşitlerine göre bezler:
—Albuminoz bezler.
—Mukoz bezler
—Seromukoz bezler diye tasnif edilirler.
Yağ asitleri doymuş ve doymamış ikiye ayrılır.
Doymuş yağ asitleri;
1-Asidik asit
2-Bütirik asit
3-Palmitik asit
4-Stearik asitlerden müteşekkildir.
Doymamış yağ asitler ise;
1-Oleik asit
2-Linoleik asit
3-linolenik asitlerden oluşur.
Yağ dokunun orjini mezodermdir. Yağ dokuya şekil veren yağ hücreleridir. Hatta yağ dokusuna has birtakım özellikleri de yağ hücreleri vermektedir. Bu yüzden yağ sentezini yapan hücrelere lipoblast (steoroblast) denmektedir. Yağ hücreleri yağ sentezin esnasında oleik asitleri fazla kullanırlarsa yağın kataloğu az olmaktadır. Hatta yağ sentezinde palmitik asit veya stearik asitlerce daha fazla olursa meydana gelen yağ ister istemez katı olacaktır. Bu arada deri altı yağ lobcukları yağ hücreleri ise kılcal damar ile sarılmıştır.
Yağ dokusunun önemi şuradan belli ki çeşitli mekanik etkilere karşı yumuşak bir tampon vazifesi görmektedir. Yağ dokuya deri altında, amentum’da, mezenterium’da, periton altında, böbreklerde, yürekte depo yağ olarak rastlanır. Yağ hücreleri özellikle adi posa denilen dokularda yer alırlar. Yağ hücreleri yağ asitlerini sitoplâzma içerisinde sentez ederek gittikçe büyüyen yağ maddesi şekline dönüşürler. Dolayısıyla yağ maddesi oleik asit, palmitik, stearik ve pliverol ile meydana getirdikleri esterler olarak tasnif edilirler. Yağ hücreleri daha çok deri altında, böbrek yürek ve omentum zarları üzerinde koyunların kuyruklarında kuyruk yağı olarak bulunurlar.
Pigment hücreleri ise derinin corium kafatasında gözün iris tabakasında yer alırlar.
Dolayısıyla pigment hücreleri bir noktada vücudun kramotoforları sayılmaktadır.
Endo epitel helical bezler ve exoepithelial bezler diye ikiye ayrılır.
Temel yapı bakımdan duyu hücrelerini üç ana tipe ayrılır:
—Primer duyu hücreleri
—Sekonder duyu hücreleri
—Duyu sinir hücreleri
Bağ ve destek doku çeşitleri

—Bağ dokusu
—Yağ dokusu
—Reticular bağ dokusu
—Kan dokusu
—Kıkırdak dokusu
—Kemik dokusu
Bağ dokusu
—Jelatinöz bağ dokusu
—Gevşek bağ dokusu
—Lameller bağ dokusu
—Membranöz bağ dokusu
—Areolar bağ dokusu
—Kollajen bağ dokusu
—Plastik ve arjirofil fibriller
—Tendon ve ligamentler
Bağ doku hücreleri değişik tip gösterirler;
—Fibroplast hücreleri
— Histiocyt hücreleri
—Plazmocyte hücreleri
—Yağ hücreleri
—Pigment hücreleri
—Mastocyte hücreleri

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi