05-17-2008, 09:45 | #31 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
TÜRKİYE VE BAŞÖRTÜSÜ Adem Muharrem Dönmez 31 Ekim 2007, 14:22 TÜRKİYE VE BAŞÖRTÜSÜ Biraz sonra okuyacağınız makale de, üniversiten bir hocamın hazırlamış olduğu tez çalışmasından bir bölüm sunacağım. Fakat öncelikle bu makaleyi hazırlayan sevgili hocam Dr. Kerem KARAOSMANOĞLU’ na teşekkür etmeyi kendime bir borç biliyorum… Ayrıca makaleyi İngilizce aslından Türkçeye çevrilmesinde yardımlarını esirgemeyen, büyük emeği bulunan, değerli İngilizce öğretmeni Elif KARAKUŞ hanımefendiye de teşekkür ediyorum. TÜRKİYE’DE YENİ BİR İSLAMİ BİREYSELLEŞME: KENTTEKİ BAŞÖRTÜLÜ KADINLAR 1970 ve 80’lerin İslami kimliğindeki değişme bugünkü Türkiye’nin değişim sürecini anlamada önemli bir etkendir. Bu makale, şehirdeki müslüman kadınların başrolde olmasını sağlayan yeni İslami kimliğin şekillenmesi üzerine odaklanmıştır. Burada, Atatürkçü çağdaşlaşma sürecine bir tehdit niteliğinde algılanan üniversitelerdeki başörtülü öğrencilerin, Türkiye’nin değişmesindeki etkilerini inceleyeceğiz. LAİK HALK TEMELİNDEKİ BİREYSELLEŞME İslami yaşantının gözle görülür bir şekilde artması, Türkiye’de kendini modern ve laik olarak nitelendiren bazı gruplar tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Önceden Türkiye’de İslam sadece evin içinde, kasabalarda ya da kentteki bazı sınırlı yerlerde yaşanmaktaydı. Giderek İslam’ın sembolleri olan başörtüsü ve şehir ortasındaki camiler Türkiye’nin batı imajına bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. Ve bu insanlar herhangi bir islami tezahürü siyasi İslam’la ilişkilendirmektedirler. Onlara göre siyasi İslam, alkol sınırlamasını kamu alanındaki kadın-erkek ayrımını, sanatın ifade edilememesini, günde 5 vakit farz namazı, kadınların örtünmesini ve Atatürk Cumhuriyetine aykırı düşen yasaklamaları da beraberinde getirmektedir. Cumhuriyetçi eğitim, medya ve ülkenin geçmişindeki askeri darbelerin ağır gölgesi, Türkiye’deki laik insanların endişe ve önyargılarını tetikleyici unsurlar olmaktadır. Gerici(tutucu) İslam korkusunda olan laik tabaka üniversitelerdeki başörtülü öğrencileri “eğitimsiz”, “cahil gelenekselci”, ya da “ beyin yıkayan gençler” olarak nitelendirmektedirler. Yine de bütün bu önyargılar İslamcı fakat modern kişiler üzerinde düşünmemizi engelliyor. Peki kim bu insanlar? Sadece bir kaçının farkındayız. Bu makalenin amacı Türkiye’deki Müslüman bireylerin oluşturduğu bu yeni grubun kimliğini aydınlatmaktadır. Bu makaledeki deneysel çalışma üniversite çağındaki 10 tane başörtülü kadınla yapılan röportajlardan oluşmaktadır. Bu bayanlar kendilerini diğer gelenekselci ve radikal gruptan farklı görmekte ve Türkiye’de İslami atfedilen tek tipleşme fikrinden rahatsızlık duymaktadırlar. Onlar kendilerini Türkiye’deki laik çoğunluk arasında görmek istemektedirler. Bu makale Müslüman kadınların Türkiye’deki islami kimliğin değişmesine katkı sağlamada ne kadar gerekli olduğunu vurgulamaktadır. KÜLTÜREL KOPUKLUĞA KARŞI KÜLTÜREL DEVAMLILIK “Elhamdülillah Laiğiz” kitabında Nanay ve Richard Tapper geçmişin sosyal ve kültürel esaslarına dayalı bir İslami oluşumu tanımlamaya çalışmışlardır. Bu geleneksel İslam’ın kökü cumhuriyetçi projelerin ilk zamanlarına dayanmakta ve folklorik İslam’la da yakın bağları bulunmaktadır. Folklorik İslam’ın öğelerinin yanı sıra mistik düzenlemeler de cumhuriyetçi dönemin ilk yıllarında radikal İslam korkusuyla kapatılmıştır. Buna rağmen çoğu dini grup (Nakşibendîler, Nurcular ve Kadiriler gibi) Anadolu’ da varlığını sürdürmeye devam etmiştir... Fatih-Çarşamba bölgesinde öncü olan İsmail Ağa cemaatine zıt olarak, İslamı yorumlamada Nurculuğu temel alan Fethullah Gülen cemaati cumhuriyetin ideallerini göz önünde bulunduran ılımlı bir İslami yaklaşımı desteklemekte ve dinin değişen teknolojiyle, modern yaşamla uyumlu bir şekilde yorumlanmasını savunmaktadır. Bu cemaat güçlü bir dini hiyerarşiyi sürdüren ve modern yaşamla özdeşleşen her şeyi reddeden İsmail Ağa cemaatine hiç benzememektedir. Fethullah Gülen “modern” karşıtı olan radikalliği reddetmektedir. Bu cemaat tarihi bir bilinçle Osmanlı geleneğini sürdürmekte ve aynı zamanda modern Türkiye’nin değişikliklerine de ayak uydurmaktadır. Bu bağlamda Fethullah Gülen cemaati cumhuriyetçilikle İslami değerleri uzlaştırmaya çalışan bir kültürel devamlılık inancına bağlıdır Kültürel devamlılık içerisinde, Türkiye’deki İslami yapı diğer ülkelerin (Suudi Arabistan gibi) İslami yaklaşımdan daha ayrı bir konumda olmaktadır. Diğer İslam ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de ilahiyat konusunda sözü geçen birini duymak pek mümkün olmuyor. Bundan dolayı bu kültürel devamlılık görüşü Osmanlı bağlamından ayrılmış İslami bir oluşumu reddetmektedir. Öte yandan, Osmanlı geçmişine mesafeli durmak isteyen hem laik cumhuriyetçi eğitim hem de bir grup siyasi İslamcı arasında bir “kopukluk” olmaktadır. İSLAMİ KAPİTALİN DOĞUŞUNA BAĞLI UZLAŞMA 1980’lerde Türkiye’de muhafazakâr burjuvazinin şekillenmesiyle, şehirdeki yaşam tarzı İslami kapital olgusuyla uyumlu bir şekilde yeniden şekillenmiştir. Sosyo kültürel ve ekonomik düzeyde, laik kesim, sıradan Müslümanlar ve İslamcılar arasında farklar olmaktadır. İslami kapital kültürel kopukluk ve kültürel devamlılığı birleştirmeyi vaat etmektedir. Siyasi İslam’a karşıtlığıyla bilinen Türk medyası 1980’lerin sonlarına doğru “İslami Kapital” ya da “yeşil kapital” (green kapital) haberleriyle alarm verdi. Silahlı kuvvetlerin 1990’larda Türkiye’de tutucu İslam tehlikesinin artmasına ilişkin araştırmaları laik kesimde paniğe yol açtı. Bu araştırmaların bir kısmında tutucu İslami desteklemekten suçlanan şirketler listesi gösterilmektedir. Aslında, bu şirketlerin bazıları yıllardır Türkiye ekonomisinin önde gelenlerindendir. Generallerin hoşnutsuzluğuna rağmen ekonomik ve kültürel liberalizm atmosferi İslami ekonominin başka bir deyişle Müslüman piyasasının oluşmasını sağladı. Silahlı kuvvetlerin şirketler listesine benzer bir şekilde İslami tüketiciler de herhangi bir ürünü ayırt etmek için “bizim” ya da “onların” şeklinde bir liste ortaya çıkarmıştır. Yine de İslami tüketiciler için alternatifler arttığı için, Pazar sınırlamaları daha az katı olmaya başladı. Başörtülü bir kadın tüketim modelindeki son değişiklikleri şöyle değerlendirdi: “Bazı insanlar İslamiyet’e katkı sağlamak amacıyla belirli şirketlerden faydalanmayı istedi. Bu geçmişte de yaygındı. Fakat hiç kimse ideolojisinden dolayı bir şeye sahip olamaz. Ben özel olarak herhangi birinden bir şey satın almak için zorlanmadım. Eğer biri güzel bir ürün üretiyor ve makul bir fiyatta satıyorsa herkes ondan satın almayı tercih eder. Fakat yine de, eğer iki ürün aynıysa, ben, benim fikrimden olan şirketin ürününü seçerim. Fakat bunu ana faktör olarak düşünmem. Bunun nedeni şudur; “yeşil kapital” ya da “İslami kapital” le ilişkilendirilen grupların devletle olan ilişkilerinde mağdur olduğunu hissedersek, biz onları “her yerden dışlandılar, en azından biz onları dışlamayalım” fikrinden dolayı destekleriz. Ve bu bence oldukça sorgulanabilir bir şey. (ZEHRA) Muhafazakâr ve dini yaşam tarzının 1980’lerde değişmeye başlaması, İslami tüketimi de beraberinde getirdi. Artık muhafazakâr kesim için gazeteler, kadın dergileri, TV’ler, radyolar var olmaya başlamıştı. Yine de bunların programlanması çok farklı değildi. Bazı dini programlar hariç, çoğu programın formatı diğer laik TV kanallarındaki programlara benzemekteydi. Spor programlarından haberlere, talk-shovlardan reklâmlara kadar her şey aynı görünüyordu. Bu değişikliklere paralel olarak, dindar zengin kesime yönelik yeni ürünler ortaya çıktı. Başörtülü kadınlar özel ihtiyaçları için yeni tesettür dükkânlarına gitmeye başladı. Bazı aileler tatil için Caprice Hotel ya da Shah Inn Club’u seçmeye başladı. Bu Ege’deki oteller müşterileri için haremlik selamlık plajlar sunmakta ve beş vakit ezanlarını dinleme olanağı vermektedir. Bu yeni ve zengin dindar kesim kendilerinin diğer laik kesimden, gelenekselci kırsal kesim muhafazakârlarından ve eski tarz tutucu İslamcılardan farklı olduklarını vurgulamaktadırlar. Kültürel temelle birlikte yeniden canlanan ekonomi de kentte yeni bir modern İslami kimliğin oluşmasına katkı sağladı. TESETTÜR MODASI Tesettür olgusu şehirdeki değişikliğin güzel bir örneğidir ve belki de yeni İslami kimliğin paradigmatik göstergesidir. Yeni tesettür modası çekici ve şık olmaya yönelikti. Türkiye deki bu yeni moda, geleneksel ve radikal olmayan yeni bir Müslüman kimliğin şekillenmesinde İslami kapitalin gerekliliğini anlamamızı sağlamaktadır. İstanbul da geleneksel başörtülü, göçmen iki kız kardeş, ailelerinin sosyo-ekonomik yapısının değişmesiyle kentteki yeni oluşuma ayak uydurdular. Biri başörtüsünü çıkardı, diğeri de yeni, bilinçli bir tesettür tarzını tercih etti. Modern tesettür artık kentte İslami şıklığı ve zenginliği temsil etmektedir. Türkiye deki modern tesettür reklamını, kısa zamanda İslami bir etiket haline gelen Tekbir şirketi yapmaktadır. Tekbir, defileler düzenlemekte ve bunlarda ülkedeki en iyi mankenleri kullanmakta ve bir tesettür modası oluşturmaktadır. Yeni bir modanın şekillenmesine katkı sağlayan başörtülü üniversite öğrencilerinin artmasından dolayı artık Türkiye de çağdaşlık kavramını sadece laik ve batılı kesimle sınırlandıramayız. Böylece Türk iyedeki yeni Müslüman kadınlar, bir yandan Atatürk’ün çağdaşlaşma projesindeki kendilerine atfedilen rolü üstlenmekte, diğer yandan da İslami ideolojinin katı ilkelerini düşünmektedirler. . |
|
05-17-2008, 09:45 | #32 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
UZLAŞMA BAĞLAMINDAKİ YENİ ALANLAR İslami kapital tarafından ortaya çıkarılan yeni tüketim alanları alışveriş merkezlerini, alternatif yerler, restoranlar, gazeteler ve TV kanallarını ve zengin Müslüman kesime yönelik tatil yerlerini içermektedir. İslami kapital kentte yeni alanlar üretmeye başlayınca İslami trend halk yaşamının bir parçası olmaya başladı. Fatmagül, ailesiyle birlikte özel bir sitede yaşamaktadır. Bu özel sitede Fatmagül ve ailesi için rahat edebilecekleri küçük bir mescit ve haremlik selamlık yüzme havuzu bulunmaktadır. Fatmagül, henüz gitmemiş olmasına rağmen, yaz tatili için İslami özelliklere göre düzenlenmiş 5 yıldızlı Caprice Oteli hakkında konuştu. Müslüman turistler bir yandan haremlik selamlık kumsallarda eğlenirken, bir yandan da 5 vakit namazlarını eda etmektedirler. Alkollü herhangi bir ürün bulunmamakta ve insanlar yüzmek için özel giysileri (haşama) otelin çevresindeki dükkanlardan temin edilebilmektedirler. Otelin reklâm için kullandığı slogan da : “Artık herkes yüzebilir. ”, “Tatilde özgürlük. ” Yaz gelince herkes güneye kaçar. Kendimi böyle bir sahilde tesettürle düşünemiyorum ve kız kardeşlerimin gitmesini de istemiyorum. Şimdi, alternatifler var. Caprice de bunlardan biri. Henüz gitmedim oraya, fakat istiyorum. Caprice’e kesinlikle gideceğim. Spor aktiviteleri olan bir tatil yeri, benim için kesinlikle mükemmel bir seçenek. Fatmagül gibi, böyle sitelerde oturan başörtülü kadınlar gururlu bir şekilde “Biz kadınlar burada geceleri rahatlıkla dışarı çıkabiliyoruz” demektedirler. Çoğu insan için bu “alternatif dünyanın “ yaşamı kolaylaştırdığı ve inançla uyum içinde yaşamayı sağladığı bir gerçektir. Dahası, bu dünya insanlara modern dünyada dışlanmışlıktan uzak, kendinden emin ve pozitif bir kimlik sağlamaktadır. Artık bu insanlar aynı zamanda hem modern hem de diğer çağdaş kesimden farklılıklarını vurgulama şansına sahiptirler. Artık pozitif değerlerin, fikirlerin ve benzer paylaşımların artmasıyla yapıcı, müspet bir iletişim alanı oluşmaya başlamaktadır. Yine de, sıkı Cumhuriyetçi laiklerle, yeni İslami sınıf arasındaki yüksek tansiyon devam etmektedir. Başörtülü kadınlar artık okullara, üniversitelere, meclise ve TV kanallarına girebilme haklarını aramaktalar. Dindar insanlar laik sistem tarafından dışlandıkları alanlardan kendilerini uzak tutmaya çalışmaktaydı. Şimdilerde ise başı kapalı bir bayanı Mc Donalds’ da, bir tiyatroda, nargile kafede ve hatta alkol ürünlerinin servis edildiği bir türkü barda ya da Mercan Dede konserinde görmek mümkün. Herhangi bir yerin “Şurası kapalılar için, şurası açıklar için” şeklinde kategorize edilmesinden hoşlanmıyorum. Garip hissediyorum kendimi. Mesela ben türkü barları severim. “bar” kavramından hoşlanmam fakat türkü dinlemeyi seviyorum. Oraya tek başıma gider, istediğimi yapar ve çıkarım. (ESMA) Bu genç kadınlar şehirde meydana gelen karşılıklı değişimleri gözlemektedirler. Türkiye toplumunda farklı gruplar arasında bir geçiş ya da bir birleşimin olacağından ümitliler. Dış görünüşüyle uyum içinde olan insanlardan beklentilerimiz var. Fakat şimdilerde Kadıköy’de, uzun saçlı erkeklerin islami usule uygun sakalları olan erkeklerle takıldıklarını görebiliyorsunuz. Onları başka bir yerde tek başlarına gördüğünüzde birbirleriyle asla bağdaştıramazsınız. Camiler sadece bir grup insan için midir? Aslında cevap kesinlikle hayır. Gelecek hakkında ümitliyim. Aslında sıradan insanların sorunları yok, onlar birbirleriyle iletişim kurabiliyor. Fakat yine de aşırıya kaçan ve ayrı tutulan insanlar var. Şimdilerde insanlar birbirleriyle iletişim kurmaya başladı. Göreceğiz ki bu ayrım tarih olmaya başlayacak. Çevremdekilere bakıyorum da çeşitli gurptan arkadaşlar var. Selma gibi toplumun her kesiminden arkadaşlarım var. Herşey iyi gidiyor. (fatmagül) UZLAŞMA BAĞLAMINDA İSLAMİ BİREYSELLEŞME Bu değişiklikler henüz yeni ve laik grup tarafından eleştirilere maruz kalıyor. Başörtülü bu eleştirilerin farkında fakat açıkça reddediyorlar. Kendilerinden eminler, eleştiriler ne söylerse söylesin başlarını örtmelerinin beyinlerini de örtmek anlamına gelmediğini savunuyorlar. Başörtülü kadınlar artık başı açık kadınlardan daha farklı muamele görmek istemiyorlar. Benim arkadaşlarım Akmerkeze gidiyorlardı.. Başörtülüydüler. Fakat pardesü giymiyorlar, bu yüzden modayla uyumlu bir tarzları olduğu izlenimini veriyorlar. Buna rağmen orada fiili olarak rahatsız ediliyorlar. Tacizcilerin tutumları da genellikle şu şekilde oluyor: “ Akmerkeze, buraya bile mi, geldiler!” (fatmagül) Ve otobüsteyken telefonda ingilizce konuşuyordum. Insanlar bana dönüp baktılar ve sanki “bir örtülü kız nasıl olur da ingilizce konuşur?” dercesine bana baktılar. (Selma) Göle’ye göre yeni müslümanlar “saflığın” kaybına ve melezleşmeye yol açan gelişmelerin farkındalar, fakat bunu yozlaşma olarak görmektense bir zenginlik olarak Kabul ediyorlar. Modayı takip ederim fakat defilelere gitmem. Televizyondan izlerim. Ben bir aslanım (burç anlamında). Aslanlar dış görünüşe, güzelliğe, giyinmeye önem verir. Giyindiğim şeylere dikkat ederim. Mesela siyahtan hoşlanmam. çünkü genellikle siyah eşarp siyasi görüşle ilişkilendiriliyor. insanlar seni etiketlemek için hazır. Siyahı tercih etmiyorum, çünkü herhangi bir partiyle ilişkilendirilmek istemiyorum. Renkli kıyafetler giyinmeme rağmen örtülü olduğum için herhangi bir partiden olduğumu düşünüyorlar. Siyah eşarp takarsam insanlar bağnaz olduğumu düşünecekler. İnsanlar siyah çarşaf giyenlerin de iranlı olduğunu düşünüyorlar. Bir keresinde üniversitedeki ilk yılımda bir kadın beni işaret ederek şunu söyledi: “ şuraya bakın, bir iranlı!” beni kastettiğini anladım ve çok şaşırdım. insanlar çok fazla eleştiriyor ve bu da beni rahatsız ediyor. Ben bir İranlı gibi bağnaz ve gerici değilim. Bu yüzden siyah renge karşıyım ve sevmiyorum. bir gün kola içerken biri dedi ki:” o kafirlerin içeceği, içme onu”. ben de ona dönüp “ aynı zamanda Vakko da giyiyorum” demek istedim fakat demedim. (nilay) Öyle görünüyor ki eski geleneksel tutucu ve İslamcı kavramlarını uzlaştıran bir birleşme ve birarada var olma süreci ortaya çıkmaktadır. Bu yakınsama, Türkiyedeki “geleneksel” ve “çağdaş” aralığını daraltmaktadır. Bu, meydan okumaya ve siyasi, kültürel, ve sosyal bağlamdaki iletişim eksikliğine bir son getirmektedir.. Şehirdeki bu hızlı sosyo-kültürel değişim eski ait olma ve bağlanma şekillerini sarsmakta ve sınıflamalara görecelik kavramını getirmektedir. Başörtülü kadınların durumu yeni iletişim anlayışını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Radikal islamdaki düşünce değişikliğini Emel çok güzel örneklemiş: İnsanların giyiniş tarzlarından yemelerine kadar değişiklikler her yere yayıldı. Bu sosyal yaşamın her yönünü etkiliyor. Otobüse ve dolmuşa,karşı cinsle konuşmamak ve elini sallamamak için binmeyen bir grup insan vardı önceden. bu insanlar cam bir fanus içerisinde yaşıyorlardı. onlar da sıkıldılar, nefes alamadılar ve açıldılar. (emel) “Müslüman öğrenciler sadece İslami kitaplarla yetinmiyor; aynı zamanda Dotoyevsky, Kafka, Rike, Kuhn ve Feyerabend de okuyorlar. İslami olmayan gazete ve dergileri okuma eğilimi var. Bazen İslamcı gazeteler “sağcı” olmakla eleştiriliyor. ” Şuna da dikkat etmek gerekir ki Müslüman erkekler başörtülü kadınların kentteki bireyselleşme mücadelelerinde hayal kırıklığına uğratmaktadırlar. Muhtemelen çoğu erkek “tesettür” modası fikrini benimsemiyor. Bunun doğru bir davranış olmadığını düşünüyorlar. müslüman erkeklerden de yeterli desteği aldığımıza inanmıyorum. Tabi ki beklentilerimiz vardı ve çoğunlukla hayal kırıklığına uğradık. (Humeyra) Bize”gelin ve evinizde oturun, sokakta ne işiniz var?” gibi emirler veren düşüncelerin de rolünü unutmamak gerek. Üniversite yasağında bazı insanların yapmayı dilediği bir şeydi bu. Bize dediler ki “siz kadınsınız,evinizde oturun. Neden üniversitedesiniz, iyi bir anne ve iyi bir eş olacaksınız, bunun için uğraşın” (esma) Diğer taraftan, solcu öğrenciler desteklediler bizi. sınıfa girdiler ve bizi eylemler için motive etmeye çalıştılar. Halbuki yanımızda görmek istediğimiz insanlar bizi hayal kırıklığına uğrattılar. (humeyra) Başörtülü bir öğretmen olan Yeter, başörtülüler sıkıntı içindeyken kendisinin ve arkadaşlarının kritik bir oluşum geliştirdiklerini kabul ediyor. Türkiyede başörtüsüyle alakalı olan herşey onlara bir ders öğretti. Örneğin diyor ki “bizim tarafımızda olan erkeklerin sadece duruma karşı çıktıklarını ama bizi desteklemediklerini gördüm. bizi birey olarak görmeyi başaramadılar”. Durumlara ve geleneklere karşı olan mücadeleleri bu kadınlara şehirdeki yaşam üzerine yeni bir perspektif kazandırdı. Hakları için olan mücadeleleri ufuklarını genişletti. Bu deneyimleri onlara sadece İslam toplumundaki kadın rolünü değil aynı zamanda da laik çoğunluğun kafa yapısını da öğretti. “Suudi Arabistan Müslüman bir ülkedir”. böyle şeyler yoktur orada. Müslüman olmak kendin olarak yapabileceğin bir şeydir. Bu genelde şöyle ifade edilir “ sen bir Müslümansın, dört kadın alabilir ve aynı anda istersen hepsinden boşanabilirsin. ” Eğer bu Müslüman olmak anlamındaysa, bunu kabul etmiyorum ve bence eğer böyle düşünüyorsanız siz Müslüman değilsiniz. (emel) Dört karılı olmak mı ? böyle bir zaman da kime kabul ettirebilirsiniz ki bunu? Hiçbir kadın bunu kabul etmez. (humeyra) Belki de en önemlisi, yeni jenerasyon Müslüman kadınlar Türkiyede hem Kemalist ve laik hem de İslamcı politik söylem bağlamında sosyo-kültürel bir anlayış geliştirdiler. Gündelik yaşamın esnekliği ve pratikliğine karşın bu söylemlerin katı yanını yaşamış oldular. Böylelikle mesela, dinsel inançlarına uyumlu tatil yerleri aramak için geliştirdikleri stratejilerin mücadelesini vermekten keyif aldılar. KENTTEKİ KADINLARIN YENİ İSLAMİ KİMLİĞİ önceki şehirde azınlık olma hissi yerine, bu yeni Müslüman feminist kimliği, “İslam güzeldir” söylemine bağlı olan,Göle’nin de dediği gibi yeni İslami öze uyuyor. Dini inançlarındaki güçlü öğe “gurur”,iki genç kadının konuşmalarından açıkça görülüyor: Ortaokul eğitimim için imam hatip okuluna gittim. Annem örtülüdür ve düzenli bir şekilde namaz kılar. Çocuğunuza küçük yaştan itibaren ne yapması ve nasıl davranması gerektiğini öğretmelisiniz. Ortaokul 3 teyken başımı kapattım. Bir gün kendi kendime dedim ki “tamam, işte zamanı” ve başımı kapattım, tüm samimiyetimle söylüyorum ki bundan gurur duyuyorum, çünkü bir imam hatip mezunuyum, Kadıköy imam hatip. (Selma) Ben kendimle daha fazla gurur duyuyorum çünkü başörtülü kalmama rağmen ben bir lise mezunuyum. (gülüyor) (humeyra) Özgüven,benlik söylemi içerisinde kendini gösteriyor. Zehra özgürlüğe olan bağlılığını ve benliğini şöyle ifade ediyor: Şehir bir çeşit özgürlük getirir. Hayatımda hiç küçük bir kasabada yaşamadım. Burada doğdum ve yetiştim, Ankara’da. küçük bir kasabaya gidebileceğimi ve orada yaşayabileceğimi düşünemiyorum. Özgürlük anlamında Ankara sosyal ve kültürel her türlü imkanı sağlıyor. geceleri güvenli. Geceleri rahatlıkla dışarıda dolaşabiliyor ve eve geç saatlerde girebiliyorum. Kırsal yerler bu konuda bu rahatlığı vermiyor. Bu kırsal yerlerin bir de geleneksel tarafı var. Gece dışarı çıkmak toplumsal olarak kabul edilemez. Kararlarını özgür ve eğitimli bireyler olarak verdiklerini ispatlamak adına başörtülü kadınlar arasında genel bir dürtü vardır. Mazlum-der tarafından Türkiyedeki başörtüsü yasağından dolayı eğitimlerine yurtdışında devam etmek zorunda kalan bazı başörtülü öğrencilerin kişisel geçmişleri üzerine oluşturulan belgesel, buna açık bir örnektir. Belgeselin hikayesi türkiyedeki bireylerle alakalıdır. Laiklik ve İslam temelleri gibi konulara dolaylı bir imadan kaçınarak, hikaye kişisel mücadele üzerine yoğunlaşmaktadır. Makale için yapılan bazı görüşmelerde başörtülü kadınların kişiliklerini göstermedeki azimlerini fark etmek zor olmadı. Görüşülenlerin çoğu kendisi hakkında, kişisel tercihleri, zevkleri, hobileri hakkında konuşmaktan keyif duydu. EMEL DE ONLARDAN BİRİYDİ: Sabahları giyinirken pop müzik dinlemeyi seviyorum. Beni güne motive ediyor. Normalde gün içinde pop müzik dinlemem fakat sabahları dinler ve dans ederim. Dans etmek kesinlikle gerekli... Sonra gitar çalmaya başladım... etnik müzikten, yunan, İran, ermeni müziğinden de hoşlanırım, hepsi de çok güzel. Örneğin kardeş türküler konserlerini severim... en son okuduğum kitap Dalai Lama hakkındaydı. Sanki görüşmeler Zehra için, kendini ifade etmede bir araç gibiydi ve böylece kişisel farklılıkları kutlamak çok gerekli görünüyordu. Başlangıçta cemile kendisi hakkında konuşmak istemiyordu, buna rağmen sonraları başkalarına benzemediğini vurguladığında bundan mutluluk duydu. Kültürel gelenekleri yansıtan düğünlerden, farklı müzik ve danslardan hoşlanırım. Tatil için Caprice Otel ve Shahh inn gibi yerleri tercih etmem. Bir otelde soyutlanıp kalmaktan hoşlanmam. Hareket halinde olmaktan, yeni yerler keşfetmekten hoşlanırım. Aynı yerde iki hafta boyunca kalmak bana göre değil, tembellere göre. Deniz ve güneştense taze dağ havasını severim. (Zehra) Popüler ve kalabalık yerlere gitmekten hoşlanmam. Bu yüzden Türkiye’nin güneyine gitmiyorum. Karadenizi tercih ediyorum. Otantik yerler ilgimi çeker. Kültürel kimliği yansıtan otantik yerlerden hoşlanırım. Ben, Türkiye’de ziyaret ettiğim her yerden eşarp satın alırım, bu eşarplar doğal ve özgün olmalı. Zamanım olduğunda Ankara kalesine gitmeyi severim. Bütün gün bir kafede oturmayı hiç sevmem. Küçük, otantik çay bahçelerine gitmeyi, tepelere tırmanmayı, Ankara’yı seyretmeyi ve dar sokaklardaki bakır dükkanlarını ziyaret etmeyi seviyorum. (cemile) SONUÇ: Türkiye de bireyselliğin farklı şekilde yorumlanması ve ifadesi bugün Türkiye’deki Müslüman kadınların dinsel tarzları ve İslam’ın yeni tarifiyle genişliyor. Bu yeni kimlik hem İslami hem de laik kimliğin var olan şablonlarını ve klişelerini değiştirmektedir. Müslüman kadınlar tarafından ifade edilen bireysellikteki bu yeni anlayış, ifade özgürlüğüne, büyük şehirde hoşgörü ve yapıcı iletişime zemin hazırladı. Bu değişiklikler doğrultusunda yeni Müslüman kadınlar Türkiye’deki Atatürkçü modern kadın imajına dönüşümü taşıyacak kapasiteye geldiler. Benzer bir şekilde, bu yeni kimlik baştan aşağı kara çarşaf giyen geleneksel Müslüman kadın imajını da değiştirecek güce sahiptir. Türkiye de bu yeni kimliklerin oluşumu, İslam ve kadının artık Suudi Arabistan ve İran imajıyla ilişkilendirilemeyeceği mesajını veriyor. Türkiye’deki kadınlar bir Müslüman olarak yükümlülüklerini yerine getirmek için kendilerini kırsal alanlara da hapsetmiyor artık. Başörtülü üniversite öğrencileri, bireyselliklerine ve kentteki varlıklarına sahip çıkarak Türkiye’deki değişikliklerde piyon rolünü üstlenmektedirler. Ayrıca marjinalleşme ve kimlik izolasyonu sürecine güvenilir bir tehdit oluşturmaktadırlar. Kişisel mücadeleleri, Türkiye metropolünde olası bir ayrım ve yabancılaşmanın yavaşlatılmasını amaçlamaktadır |
|
05-17-2008, 09:47 | #33 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Örneğin diyor ki “bizim tarafımızda olan erkeklerin sadece duruma karşı çıktıklarını ama bizi desteklemediklerini gördüm. bizi birey olarak görmeyi başaramadılar”.
KESİNLİKLE :-* |
|
05-17-2008, 13:28 | #34 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Mart 2005 Asırlardır bu topraklarda var olan başörtüsü yüzyılın başlarında yeniden kodlanır ve bu, başörtülüleri dışlamanın nedeni haline getirilir. Yıllardır tekrar edilen cümle ise ilk kez 1967′de Hatice Babacan’a sarfedilir: “Hey sen başörtülü kız. Ya başını aç, ya sınıfı terket.” Ontolojik kaynağını Kur’an’dan alan ve asırlardır bu topraklarda var olan başörtüsü, yasaklandığı ve ‘türban’ adını aldığı 1980′lerden bu yana Türkiye’nin değişmeyen gündem maddelerinden biri. Çatışma kültüründen beslenen ülkede başörtüsü, iç bölünmenin neredeyse tek simgesi haline getirilirken başörtülü kadınlar ‘modernliğin mabedi’ kamusal alanın tamamen dışında tutuluyor. Konunun bir ’sorun’ halini alışı da buradan kaynaklanıyor zaten. Başörtülü kadınlar ‘ya aç ya terk et’ baskısına maruz bırakılırken tartışmalar klişelerle, ezbere konuşmalarla yürütüldü bugüne kadar; mesele dar bir alana sıkıştırıldı ve konuşanlar da çoklukla ve nedense erkekler oldu hep. O yüzden Elest Yayınları’ndan çıkan ‘Yemenimde Hare Var / Dünden Yarına Başörtüsü’ adlı kitap konuyu / sorunu 43 kadının katılımıyla tanımlıyor ve çözüm önerileri üretiyor. Yaşanan tarihi süreci de kapsayan kitapta siyasetçiler, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve sanatçılar başörtüsünü konuşuyor. Üç gün sürecek olan yazı dizisi de toplumsal bir sorun haline gelen konuyu ele alıyor, ortaya çıkacak çözüme katkı da bulunmayı amaçlıyor. Türkiye’de başörtüsü yasağı son 20-25 yıla damgasını vurmuş ve süreklilik arz etmesi nedeniyle bir ’sorun’ haline gelmiş olmakla birlikte, giyim kuşam üzerindeki tasarrufların tarihi 19. yüzyılın ikinci yarısına, 1876′da kabul edilen ve toplumdaki herkese kıyafet eşitliği getiren Kanun-i Esasi’ye dayanır. Müslüman tebaya da fes giymeyi zorunlu kılan uygulama, kadınlar için işletilmez. Kadın kıyafetlerindeki farklılık, Müslüman kadınların gayri müslim kadınlardan ayrılması gerektiği düşünülerek korunur. II. Mahmut döneminde başlayan batılılaşma hareketi Avrupai hayat tarzının benimsenmesine ve yaygınlaşmasına yol açar. Bu dönemdeki genel alafrangalaşmadan kadın kıyafetleri de etkilenir. 20. yüzyılın başlarında yani, II. Abdülhamit döneminin sonlarında İstanbul kadınları Avrupa kadın kıyafetleri modasının etkisindedir. Çağdaşlığın lokomotifi: Kadın Cumhuriyetin ilanından ve kılık-kıyafet inkılabından sonra kadın, Türk modernleşmesinin lokomotifi haline gelir. Çağdaşlığın görünürlülüğü kadın bedeninde gerçekleşir ve sonradan “kostüm modernliği” olarak tanımlanan bir değişiklik yaşanır. Batı karşısındaki ezikliğin sebebi ve göstergesi olarak gösterilen başörtüsü ise geriliğin, çağ dışılığın simgesi olarak kodlanır. Milli Şef döneminde de aynı algı ve kıyafetler üzerindeki baskı devam eder. 1950 seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti’nin dini yaşam alanları üzerindeki baskıyı kaldırmasıyla başlayan süreçte başını örtmek, okumak ve çalışmak isteyen kadınlar -sayıları az olmakla birlikte- kamusal alanda görünmeye başlar. 1950′li yıllarda Türkiye ilk kez başörtülü bir doktorla; Hümeyra Ökten ile tanışır. Başını Tıp Fakültesi’nde iken örten ilk öğrenci ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirmesine rağmen kürsüye çıkarılmayan Dr. Gülsen Ataseven’dir. İlk başörtülü öğrenci: Babacan Türkiye başörtüsü tartışmalarının bugünkü halini aldığı ilk olayla gençlik hareketlerinin dünyayı sardığı yıllarda karşılaşır. A.Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan 1967 yılında başı örtülü olarak İslam tarihi dersine girer. Kürsüdeki hoca Prof. Neşet Çağatay, Babacan’ı farkeder ve yıllarca aynı kalıp içinde tekrar edilecek olan cümleyi ilk kez sarfeder: “Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!” Gerilimin sürmesi ve genç kızın bir gün tartışma esnasında bayılması üzerine konu basına yansır. İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci eylemleri yapılır. Bu eylem öğrenci eylemlerinin ilki olarak Türkiye tarihe geçer. Başörtüsü ile bir sembol haline gelen, başını örtme biçimi ‘Şulebaş’ olarak adlandırılan ve hapis yatan ilk başörtülü yazar ise Şule Yüksel Şenler olur. Erken bir yaşta hikaye yazmaya ve gazeteciliğe başlayan Şenler, önce Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesinde “İslam Kadını” başlığıyla yazılar yazar, daha sonra Babıali’de Sabah gazetesinde “Kadın ve Giyim” başlıklı bölümde modern tasarımlı tesettür kıyafetlerini yayınlar. Toplumsal bir figür halini alan Şenler, tüm yurdu dolaşarak “İslam’da kadının mükellefiyetleri ve vazifeleri” konusunda konferanslar verir. Sorun ortak bir sorun Nimet Çubukçu/ AK Parti İstanbul Milletvekili - MKYK üyesi - Hukukçu “Başörtüler bir güruh veya bir partinin tabanı değiller. Bu Türkiye’nin ortak sorunu. Bir tek bizim sorunumuzmuş gibi tarafımızdan sahiplenilmesi meseleyi şahsileştiriyor, toplumun cepheleşmesine yol açıyor. Burada yaygın bir insan hakları ihlali söz konusu. Toplumdaki her kesimin çözüme katkı sağlayacak şekilde çalışması gerek. Diğer hak ihlallerine karşı sesimizi nasıl yükseltiyor ve çözüm arıyorsak bu soruna da öyle yaklaşıyoruz. Bir hukukçu olarak olanlara üzülüyorum. Biz onlardan farklı düşünen insanlar değiliz. Bunu ben malumun ilanı gibi düşünürüm. Sorunu anlayan insanların iktidarda olduğunu unutmamalarını ve güvenlerinin devam etmesini bekliyorum onlardan.” Yasak yasal değil! Kezban Hatemi/ Hukukçu “Başörtüsü yasağı için mevcut anayasal düzen içinde savunulabilecek hiçbir hüküm yok. Üstelik halkın bir sivil toplum hareketi olarak bu yasağa karşı gelmesi yani sivil itaatsizliği gibi bir durum da yok. Yasak söz konusu olduğunda yanlış Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla başlıyor. Anayasa Mahkemesi’nin önüne mevcut kanuni sisteme aykırılık nedeniyle iptal edilmesi gereken kanuna aykırı bir yasa geldiğinde mahkeme ya o kanunu mevcut yasaya, Anayasa’ya aykırı bulup iptal eder veya aykırı bulmaz ilga eder, yani geri gönderir. Oysa Anayasa Mahkemesi iptal etmemiş, sadece “başörtüsü çağdaş değildir” diye bir yorum yapmış. Oysa yorum yapamaz. Burada bir hukuk karmaşası var.” Derinde bir korku var Ece Temelkuran/ Milliyet gazetesi yazarı “Derinde bir korku var. Bilhassa kadınlar için. Hatta bu korku çoğu kez resmi ideolojiyle açıklanamayacak kadar içkin ve kadın olmakla ilgili. ‘Bizi tuzağa düşürecekler, eve kapatacaklar’ korkusu. Bu, kabul etmemekle birlikte anlayabileceğim bir şey. Evet, ‘açık’ bir kadın olarak Türkiye’deki muhafazakarlaşmadan ben de ürküyorum. ‘Türbanlı’ kadınlardan ürkmüyorum, bir ideolojinin, istediğim gibi yaşama hakkını elimden alacağından korkuyorum bireysel olarak. Ki bu bence son derece doğal bir durum. Şöyle de bir mesele var aslında: ‘Açık’ kadınların fazla örtünmüşler tarafından tacizi! Ya da başörtülülerin ‘namus timsali’ olarak bir göstergeye dönüşerek geriye kalan kadınları ‘daha az namuslu kadın’ göstergelerine dönüştürmeleri.” Bu, yüzyıllık bir algı <>Nazife Şişman/ Yazar-Çevirmen “Sorunun başlangıç noktasına gitmek, bizi geçen yüzyılın başlarına götürür. Modern Batı karşısında hissedilen gerilik, en fazla kadınların tesettürü alanında kendisini göstermişti. Modernleşme tecrübemizde yüzü açık bir kadın fotoğrafı, bir traktör veya bir fabrika kadar, hatta ondan da önemli bir çağdaşlık sembolü olagelmiştir. Bu nedenle de konjonktürel olarak peçe, çarşaf, sıkma baş, başörtüsü, türban gibi farklı isimler alan tesettür, hem batı karşısındaki gerilik ve ezikliğimizin sebebi, hem de göstergesi olarak kodlanmıştır. Başörtüsü karşıtlığı, kökleri modernleşme tecrübemize uzanan ve cumhuriyetin kuruluş dönemi reflekslerinden beslenen bir tutumdur. Ve daima sembolik bir önem taşımıştır.” -------------------------------------------------------------------------------- |
|
05-17-2008, 13:28 | #35 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Ara çözüm ‘türban’ Yeni Şafak - Dizi Yazı 9 Mart 20051980 darbesinden sonra başörtüsüne getirilen yasak üzerine YÖK Başkanı Doğramacı ‘türban’ı teklif eder. Başörtüsünü topluma yabancılaştıran türban adlandırması hem anlam kaymasına yol açar, hem de türbanı ‘korku’ öğesi olarak yeniden kodlar. 12 Eylül 1980 askeri darbesini takip eden yıllar boyunca başörtüsü ve başörtülü öğrenci tartışmaları ülke gündeminin değişmez maddelerinden biri olur. İhtilal yönetiminin tasarrufuyla kurulan Yüksek Öğretim Kuru- mu(YÖK)’nun başkanlığını yapan Prof. İhsan Doğramacı, yasağın devam ettiği 1984 yılında, gerilimi düşürmek, başörtülü kız öğrencilerin okullarına devamını sağlamak amacıyla ara bir çözüm olarak “türban”ı teklif eder ve üniversitelere talimat verir. Saçı kapatan ama boynu açıkta bırakan, Fransızca kökenli türban kelimesi bundan sonra başörtüsü yasakları çerçevesinde sorunlaşan konuya adını verir. Bir anlam kayması yaşanır ve başörtüsünü modern şekilde bağlayan genç kızların örtüsü de yanlış bir adlandırmayla türban olarak telâffuz edilir. 12 Eylül darbesinin ardından İmam Hatip Liselerinde de ilk kez başörtüsü yasağı uygulanır. Daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan resmi bir yazı ile öğrencilerin sadece Kur’an derslerinde başlarını örtmelerine izni verilir. Başörtülü öğrencilerin yükseköğretim kurumlarında görülmeye başlandığı bu yıllarda YÖK, 20 Aralık 1980 tarihli genelge ile üniversitelerde başörtüsünü tamamen yasaklar. Başörtülü genç kızlar bu yıllarda çoklukla koyu renkli robadan geniş pardösüler giymekte omuzları tamamen kapatan büyük ve koyu renkli başörtüler bağlamaktadırlar. Bu yıllar üniversite önlerinde başörtüsüyle eğitim özgürlüğünü talep eden öğrencilerin protesto eylemleriyle geçer. Solcu öğrencilerin de katıldığı bu eylemlerle sorun, tavır alınan ve tüm Türkiye tarafından bilinen bir konu haline gelir. Evren: Türbanlılar tamam ama ya çarşaflılar ve mayolular da gelirse Başörtüsüne “türban” adının verildiği bu yıllar, Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarıdır. Özal yasağa karşı çeşitli girişimlerde bulunur ve 1984 yılında YÖK’ten türbana izin çıkar. Aynı yıl türban yüzünden okuldan uzaklaştırılan bir kız öğrencinin itirazını reddeden Danıştay’ın kararı, tartışmaları alevlendirir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Türkiye’de irtica tehlikesi var” demesi üzerine YÖK, Danıştay kararına da uyarak 1987 yılında türbanı tekrar yasaklar. Turgut Özal 1987 genel seçiminden hemen sonra Meclis’te, türbanı serbest bırakmak için yasa tasarısı hazırlığı başlatır. ANAP Malatya Milletvekili Bülent Çaparoğlu’nun öncülük ettiği çalışma sonucunda yasa çıkar ama Cumhurbaşkanı Kenan Evren “türbanlılar tamam ama çarşaflı ve mayolular da gelirse ne olacak” diyerek yasayı veto eder. Bunun üzerine Turgut Özal ve Avni Akyol, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le konuşup mutabık kaldıktan sonra YÖK Disiplin Yönetmeliği’nde değişiklik yapılır ve türbana özgürlük sağlayan yeni yasa Aralık 1988′de Meclis’ten geçirilir. Evren yasayı bu defa veto etmez, önce imzalar, sonra da Anayasa Mahkemesi’ne götürür. Mahkeme 26 Mart 1989 yerel seçimlerinden hemen önce türban yasasını iptal eder. Bunun üzerine İstanbul başta olmak üzere ülkenin pekçok şehrinde geniş katılımlı protesto mitingleri düzenlenir. ANAP mahkemenin iptal gerekçesini dikkate alarak 25 Ekim 1990′da yükseköğretim kurumlarında başörtüye serbesti getiren üçüncü kanunu çıkarır. Bu defa SHP iptal talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurur, talep reddedilir. 2547′nin ek 17. maddesi uyarınca üniversitelerde her türlü kılık ve kıyafet serbest olur ve 1997′de Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı seçilmesine kadar 7 yıl boyunca 81 üniversitede 150′ye yakın rektör ve 2 YÖK başkanı tarafından uygulanır. Başörtülü kız öğrencilerin çoklukla, herhangi bir yasakla karşılaşmadan üniversiteye devam edebildiği 1990′lar, başörtülü kadınların aktif siyasetin ve değişik iş alanlarında yer almaya başladığı yıllardır. Refah Partisi iktidarının ilk yıllarından 28 Şubat’a kadar gelinen dönem, hem başörtülülerin kamusal alanda sıkça görüldüğü hem de toplumsal cepheleşmenin ve zıtlaşmanın simgeler üzerinden yürütüldüğü bir dönemdir. Gerilimin arttığı bu yıllarda jakoben laik-Kemalist kesim tarafından erkeklerde sakal, kadınlarda başörtüsü ‘şeriat özlemindeki’ İslamcı kesimin görünür ’siyasi/ideolojik’ işaretleri olarak algılanır. CHP daha kolay çözebilirdi ZEYNEP DAMLA GÜREL / CHP Milletvekili Ben iki senedir partideyim ama CHP’nin türban konusuna nasıl baktığını anlayabilmiş değilim. Daha ziyade kendimizi tartışan bir partiyiz maalesef. Genel bir kanı ve genel bir reaksiyon var arkadaşlar arasında. Türban sorunu siyasi değil sosyolojik bir olaydır ve enteresan biçimde siyasi partiler yansıttıkları tabanın sorunlarını çözemezler genelde. O yüzden bu sorunu AKP’nin çözmesi çok daha zor. Aslında CHP çok daha kolay çözebilirdi. Çünkü AKP’nin yaklaşımı her zaman belli şüpheleri de beraberinde getirecektir. Üzülüyorum, kimsenin mağdur olmasını değil sorunun çözülmesini istiyorum. Çözüm üretmekten korkmayalım, birbirimizi kabul edelim ve kendimize güvenelim. Her zaman eşimin yanındayım MÜNEVVER ARINÇ / Öğretmen - TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın eşi Bizler başörtüsünü bir simge olarak değil inancımız gereği olarak örtüyoruz. Eşimin yanında resepsiyonlarda bulunmam gerekirken bulunamadığım doğru. Fakat ben 25 yıldır eşimin hayatının her karesinde, onun yanında oldum. Resepsiyonda yanında bulunamamam bizim açımızdan çok büyük eksiklik değildi. Bizim bir eksiğimiz yanlışımız yoktu. Bize bu muameleyi yapanlara kırgınım ama inanın çok güçlüyüm. Yapılanlar o kadar yanlış o kadar haksız ki, söyleyecek tek kelime bulamıyoruz. Türkiye’nin bu sorunu aşabileceğine bütün samimiyetimle inanıyorum. Sorun tektipleştirilmek ELİF ŞAFAK / Edebiyatçı-Yazar-Akademisyen Türkiye’deki başörtülü kadınların başörtüleri nedeniyle yaşadığı en önemli sorun hem karşıtları hem de yandaşları tarafından tek-tip-leş-ti-ril-mek. Her iki kesim de başörtülü kadınları tek tip, yekpare bir kimlik olarak algılıyor ve bunun içindeki farklılıkları, bireysellikleri görmüyor. Bu sorun hepimizin sorunu. Senin özgürlüğün benim sorunum çünkü benim özgürlüğüm de senin sorunun. Bunu öğrendiğimiz zaman daha demokratik bir ülke olacak Türkiye. Türbanın değil tahakkümperver zihniyetlerin tehlike içerdiğine inanıyorum. Çözüm için öncelikle tartışmayı kutuplaşmış çerçeveden çıkarmak gerek. -------------------------------------------------------------------------------- 2005: Başörtüsü Yılı Yeni Şafak - Dizi Yazı 10 Mart 2005 Başörtüsünün yasaklanması ve “sorun” olarak tekrar gündeme geliş tarihi ‘post modern’ diye tabir edilen 28 Şubat 1997 ve devam eden yıllardır. Ali Bayramoğlu’nun “28 Şubat rejimin militer renginin koyulaştığı ve bu koyuluğun süreklilik ve meşruiyet kazanmaya çalıştığı genelde İslami kesimin özelde ise başörtülü öğrencilerin artan baskılara maruz kaldığı bir süreç” olarak tanımladğı sürecin başında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’ndan “Kıyafet Kanunu’na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı” şeklinde bir “tavsiye” kararı çıkar. ANASOL-D Hükümeti’nin kurulmasıyla birlikte yasakçı tavır, genelgeler aracılığıyla ve başkanlığını Kemal Gürüz’ün yaptığı YÖK eliyle tüm üniversite rektörlerine iletilir, başörtüsü yasağının tavizsiz şekilde uygulanması istenir. 13 Mart 1998 tarihindeki Rektörler Komitesi toplantısından önce MGK’nın sivil giyimli üç uzmanından “irtica brifingi” alan rektörler, toplantı sonrasında yayınladıkları bildiride “brifingi içselleştirmelerinin sonucu” olarak üniversitelere başörtülü olarak gelmenin suç olduğunu vurgularlar.‘Yasak için bilime ara verin’ talimatı Uygulamaya geçen ilk üniversite, rektörlüğünü Kemal Alemdaroğlu’nun yaptığı İstanbul Üniversitesi’dir. Alemdaroğlu, dekanlara “Türban yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin” şeklinde tarihi bir talimat verir. Rektörler tarafından fakülte dekanlıklarına gönderilen bir yazıda başörtülü ve sakallı öğrencilerin fişlenmesi, öğrencilerin kılık-kıyafetlerini içeren bilgilerin en geç mayıs ayına kadar rektörlüklere bildirilmesi istenir. Bu süreçte yasaklara itiraz eden öğretim görevlileri de paylarına düşeni alırlar. İkna odaları icat edilir Alemdaroğlu yeni kayıt döneminde, Rektör Yardımcısı Prof. Nur Sertel’in yönetiminde bir uygulama daha başlatır. Kayıt yaptırmaya gelen başörtülü öğrenciler başlarını açmaları yönünde psikolojik telkin ve baskının yapıldığı “ikna odaları”na alınırlar. Başörtüsü yasağı 2000-2001 öğretim yılından itibaren İmam Hatip Liselerinde de uygulanır. Yasak geniş katılımlı mitinglerle protesto edilir. Yasak alanı genişleyince mağdurlara destek vermek amacıyla ilk kez örgütlenmeye gidilir. 1999 yılında eş zamanlı olarak iki örgüt kurulur: AK-DER ve ÖZGÜR-DER. Başörtüsü yasakları 2001 yılı ocak ayında M.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde de uygulanmaya başlanır. Zekeriya Beyaz’ın yeni dekan olduğu İlahiyat Fakültesi’nde okuyan 1500 kız öğrenci 10 Ocak sabahı kampüs girişinde bekleyen polis kuvvetlerince okullarına alınmaz. 1100 erkek öğrenci ise yasağa son verilene kadar kız öğrencilere destek vermeye devam edeceklerini belirterek okullarına girmezler. Marmara İlahiyat’ta eğitim yasak nedeniyle durur. 2002 yılı sonunda yasağın uygulanmadığı hiçbir üniversite kalmamıştır. Kamusal alan, giremezsin! 28 Şubat’a kadar meslek sahibi başörtülü kadınlar çeşitli engellemeler olmakla birlikte okul ve hastaneler başta olmak üzere devlet dairelerinde çalışabilmektedirler. 28 Şubat sonrasında ise binlerce memureye uyarma, maaş kesme, sicile geçme, ihraç etme gibi cezalar verilir. Başörtülü memurlar ya başlarını açmak, ya peruk takarak devam etmek ya da görevlerini bırakmak zorunda bırakılırlar. Başörtüsü yasaklarının keyfi ve anlamsız bir şekilde her yere yayılabildiğinin bir göstergesi olarak 2002 yılı haziran ayında Türkiye’de çok “trajik” bir olay yaşanır. Rahim kanseri olan 71 yaşındaki Medine Bircan, sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için işlemleri tamamlanamadan, gerekli tıbbi yardımı alamadan hayatını kaybeder. Yasakların genişlemesiyle birlikte tartışma ‘kamusal alan’a kayar. Kamusal alanın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği ise belirlenemez. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi beşinci sınıf öğrencisi iken getirilen türban yasağı nedeniyle disiplin cezası alarak okuldan uzaklaştırılan Leyla Şahin, iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurur. AİHM davayı 29 Haziran 2004′de sonuçlandırır ve Türkiye üniversitelerindeki başörtüsü yasağının insan hakları ihlali oluşturmadığını açıklar. Aynı günlerde Human Rights Watch / İnsan Hakları İzleme Örgütü (İHİÖ) yasağın kabul edilemez bir hak ihlali olduğunu açıklar. İHİÖ, başörtüsü kullanmanın kamu düzenini bozmadığını, başkalarının hak ve özgürlüklerini tehdit etmediğini belirtir. İnanç Özgürlüğü Platformu 2005 yılı ocak ayında başörtüsü mağduriyetinin giderilmesi ve dini özgürlükler üzerindeki yasakların kaldırılması için Mazlum-Der, Hak-İş, Memur-Sen, MGV, Alperen Ocakları, Anadolu Gençlik Dernekleri, Önder, İlkder ve Huder gibi sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir platform kurulur: İnanç Özgürlüğü Platformu. 2005′i ‘Başörtüsüne Özgürlük Yılı’ ilan eden Platform, konuyu gündemde tutmak ve sivil eylemlerini tüm yurda yaymak için illerde teşkilatlanacaklarını ve her hafta aynı saatte aynı şekilde eylem yapılacağını açıklar. Seyirci kalan kadınlara kırgınım MERVE KAVAKÇI / İstanbul Eski Milletvekili “Bazı hatalar yapıldı o günlerde. Mesela, benim o gün and içip görevime başlamam lazımdı. Meclis salonunu -sonra dönmek üzere- terk etmem hata oldu. Çocuklarımın çektiği sıkıntı da benim için hesaplanması zor bir konu. Geriye baktığımda, Allah’a şükrediyorum. Bugün olsa, yine bu görevi seve seve üstlenirdim. Partili arkadaşlarıma şahsen kırgın değilim. Beni dışlayan, bana iftira edenlere bir kırgınlığım var elbette. Özellikle, bana karşı girişilen lince, alkış tutan veya seyirci kalan Türkiye kadınlarına kırgınım. Kadınlık adına bir kırgınlık, bu. Çifte standartları olanlara bunu itiraf etmedikleri için kırgın ve kızgınım.” “Yasakları, belki de ‘manevî derin devlet’ koyuyordur!” AYÇA ŞEN / Radikal Gazetesi Yazarı/ Radyo N101 Programcısı “Ben konuya tasavvufi açıdan bakıyorum. Kadınların da gelişmeden, öncelikle bu sembolizmi yıkmadan düşüncelerinde özgürleşeceğine inanmıyorum. Onların da sınavı bu demek ki. Her şey Hakk’tan geliyorsa, bu da Hakk’tan geliyor diyebilmeliler. Belki “manevi derin devlet” bunu, bunun için yapıyordur! ‘Ben’ diye değil, bu uzun vadede ‘biz’e ne kadar yarayacak diye bakmak gerekir duruma. Benliği bırak önce, sen kendinden geç bakalım hele, o senin saçın değil, sonra kendine dön, bakalım kapattığında neyi kapatıyorsun. Yasak eğer bir işe yarayacaksa -ki yaramak zorunda- buna yarayacağını düşünüyorum ben.” Türban, devletin yarattığı simge EREN KESKİN / İHD Sözcüsü - Avukat “12 Eylül askeri darbesiyle başlatılan bir süreçtir bu. Türkiye’de görünürdeki yönetenlerin dışında görünmeyen yönetenler var. Ki bu da çok açık söylüyorum; ordudur. Militarist yapı varlığını, baskıcı gücünü devam ettirebilmek için “düşmanlar” yaratıyor. Bu düşmanlardan biri de türbanlı kadınlardır. Türban, siyasi bir simgedir evet ama Siyasal İslam’a bakışı nedeniyle devletin yarattığı bir simgedir türban. İnsan Hakları Derneği, türban yasağı konusundaki tavrını çok net olarak koymuş ve dile getirmiştir. Biz dernek olarak başından beri başörtülülerin özgürlüklük mücadelesine katıldık.” |
|
05-17-2008, 13:30 | #36 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
uzun ama güzel yazılar tavsiye ederim :-*
|
|
05-17-2008, 13:38 | #37 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Emeğiniz beğeni hakeder nitelikte, teşekkürü borç bilirim ...+1 ;)
|
|
05-17-2008, 13:42 | #38 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Ve otobüsteyken telefonda ingilizce konuşuyordum. Insanlar bana dönüp baktılar ve sanki “bir örtülü kız nasıl olur da ingilizce konuşur?” dercesine bana baktılar. (Selma) Başörtülü bayanların birşey bilmediklerini düşünen zihinler halen devam ediyor... Emeğine sağlık..okunmaya değer + |
|
05-17-2008, 13:49 | #39 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Zeynep harika araştırma..Tebrik ederim :-*
|
|
05-17-2008, 13:53 | #40 |
TÜRKİYE'DE BAŞÖRTÜSÜ YASAĞININ TARİHÇESİ
Allah razı olsun hepinizden...
Ben bişey yapmadım sadece kopyala yapıştır Ama çok güzel bilgiler yorumlar var bu yazıların içinde.. Bizi bu hale kimlerin nasıl getirdiğini ,kendi içimizde davamıza sahip çıkabiliyormuyuz, nerde hata yapıruz erkekler bu davayı yeterince sahiplenebiliyormu. bunları belki bir nebze anlamamızı sağlayabilir.. :-\ tekrar teşekkürler ilginiz için....... |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|