|
09-04-2008, 12:01 | #1 |
DÜRÜST YÖNETİM VE SİVİL İKTİDAR
DÜRÜST YÖNETİM VE SİVİL İKTİDAR
ALPEREN GÜRBÜZER Türkiye’nin birinci derece de problemi, iyi niyetle idare etmeye çalışanların önünün kesilmeye çalışılması, israf çarkının olanca hızıyla devam etmesi, sivil inisiyatifin bastırılması, hantal bürokrasinin varlığı ve siyasi kirliliktir. Şer güçler her ne kadar dünyayı kirletse de ilahi adalet her şeyi temizlemektedir en sonunda. Yani eninde sonunda Hak daima üstün gelmiştir. Sivil iktidar hak ve adaleti yaymak için vasıtadır sadece. Hak ve adaletin galip geldiği dönemler için Fransız düşünür Pascal’ın; “Dünyanın en güçlü devletinin başında bulunup, kendi emeğinin geliri ile geçinen tek hükümdar büyüğü Türk hükümdarıdır” sözleriyle hem Osmanlı’nın gücünü, hem de Kanuni’nin şahsiyetini vurgulamıştır. Şimdilerde o güçten eser bile kalmadı, gelişmekte olan ülke olarak addediliyoruz. Almanlar ve Japonlar ikinci dünya savaşının harabelerinden toz toprak içinden çıkıp süper güçlerle yarışır konumuna gelirken, biz ise onların çok çok gerisinde adeta yerimizde sayıyoruz. Ülkemiz son altmış yılda maalesef iyi yönetilememiş, siyasi kirlenmişlik ve sivil iktidarsızlık geri kalmamızı sağlamıştır. 1950’lerde Japonya Türkiye’ye kıyasla fert başına düşen milli gelir bakımından gerilerde olmasına rağmen, bugün dünyanın ikinci büyük ekonomik potansiyeli haline geldi. ANASOL-M hükümeti döneminde Milli gelir düzeyimizin sıfırın altında seyretmesi iyi idare edilmediğimizin bariz göstergesidir. Üstelik o yıllarda dış borçlara ilave olunan faiz borçları ekonomiyi felç etmiş, bir dolar alıp, üzerine üç dolar olarak yansıması hesaplarımızı altüst etmiştir maalesef. Dahası var, yine o yıllarda israf ekonomisinin kol gezmesi, tepedekilerin lüks yaşayıp, idare edilenlerin yüzde sekizinin hala enerji yakıtı olarak tezek kullanması, parlamentomuzun bir saatlik bilânçosunun bir milyar beş yüz milyon olduğu ve bir aylığı bir trilyonu aşan parlamento dönemini yaşadık, tabi ki böyle bir iktidardan okulsuz, susuz ve yolsuz halkın derdine derman olması beklenebilir mi? Ülkemizin bir ucunda Mercedes varı hayat, diğer ucunda kağnı varı bir hayat yaşattıkları dengesizlikler ortada iken, hala kendini milliyetçi tanımlayan birtakım mahfillerin hala 21. Yüzyıl Türk asrı olacaktır sözleri abesle iştigal değil mi? Bürokrasimiz desen evlere şenlik, dünde aynı bugünde aynı, hiç değişmemişler, halka hizmet anlayışı yerine, koltuk sevdasına düşmüşler, sahip oldukları koltukları milletin lehinden ziyade babalarının çiftliği gibi yararlanmaktadırlar. Altında arabaları ile en güzel yerlere yerleşen bürokratlarımız bununla da yetinmeyip lojman saltanatının keyfini çıkarmaktadırlar. Avrupa’da görülmeyen araç sayısı bizde bir hayli kabarık. Rehavet içinde yaşayan bürokrasi altındaki lüks arabası ve elindeki telefonla caka yaparak rahatlıkla “Kıbrıs sırtımızda kamburdur” diyebiliyorlar. Devletin derin koridorlarında kapalı devre gibi çalışan mekanizmasıyla siyasete de yön verebiliyorlar da. Siyasette kirliliğin devam etmesinin sebebi de bürokrasinin istediği gibi at oynatmasından kaynaklanıyor. İcraatlara engel olma, sabote gibi manevralar yapılarak, istemedikleri iktidarları oluşturdukları suni gündemlerle sarsabiliyorlar da. Kanun tasarılarının bile bürokrasi tarafından hazırlandığı bir ülkede başka şey beklenemezdi ki zaten. Gerçek manada Türkiye’nin bürokrasinin emrinde olmayan, O’na yön veren Sivil iktidara ihtiyaç var. Bürokraside müşavir ordusunun istila ettiği tek ülke biziz. Başbakan Tayyip Erdoğan haklı olarak; tek aşamadığım bürokrasinin eski zihniyet alışkanlıklarıdır sözleriyle bir gerçeği dile getirmiştir. Bürokrasi bugün dışarıda 8000’i aşkın insan havadan hazineden para almaktadır. Aralarında az bir kısmı hizmetine karşı aldığı parayı hak ediyor, geriye kalan ülkenin emeğini ve alın terini sömürüyor. Devletin halen kaynak peşinde koşması bu acı gerçeklerden dolayıdır. İsraf çarkı devlet içinde bütün hızıyla dönüyor, olan tabii millete oluyor. Çok şükür toplumun sesini oluşturacak bir sivil iktidarımız var, ama oda bürokrasi duvarlarını henüz aşmış değil. Muhalefetse olup biteni seyretmekle geçiştiriyor gününü. Süper güç olan ABD bile verimliliği artırmak için dış temsilciliklerinden bir kısmını kapatıp tasarruf ediyor. Bizde “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışı bürokraside geçerli akçe haline dönüşmüş. Derin devlet kendisine rakip olarak dış ülkeleri görmesi gerekirken, tam tersi toplumu rakip olarak karşısına almış. Sivil toplum olgusundan ürken bir derin devlet anlayışı bilmem hangi akıl ve izana sığar. Devlet yapılanmasında Fransız modelini taklit etmekle işi baştan kaybetmişiz bir kere. Yani sistemimizi devletin üstünlüğü esasına göre kurmuşuz. Ana ilkemiz,“Devlet millet için değil, millet devlet içindir” prensibini felsefe yapmışız. Fransız Jakobenizmi aslında başımıza bela olmuş, bir türlü çarkı tersine çevirememişiz. Oysa yapılması gereken “Devlet millet içindir” prensibini hayata geçirmekti, işe böyle başlansaydı sivil iktidara geçiş kolay olacaktı. Böylece sivil iktidarlı sosyal devlet yapılanmasında bürokrasi çiftlik olamayıp, milletin hizmetine koşan mekanizmalar hüviyetine bürünecekti. Türkiye’yi yeniden dünyada hak ettiği yere getirecek iradeyi göstermeliyiz. Milli menfaatlerimizi dışarı da şahsiyetli politikalarıyla savunduğunu inandığımız sivil iktidarın önü kesilmezse belki yarın, belki de yarından da yakın pembe şafakların doğacağının muştusunu şimdiden verebiliriz. Çünkü büsbütün ümidimizi yitirmiş sayılmayız. Otoriteyi eline geçirenler, milletle bütünleşeceği yerde, kimliğini unutarak mevcut çarpık sistemin dümenine kendini kaptırıveriyor. Yerler mevkiler değiştikçe sözler de değişiyor, hal ve hareketlerde... Gettolaşma dediğimiz bu hastalık devlet idaresinde salgın vaziyette... Makama oturanlar evvela altındaki arabanın biçimini düşünüyor, kalacağı lojmanın hesabını yapıyor, kendine özel pazarlar arıyor ve özel yazlık tesisler peşinde koşuyor. Böylece toplumdan kopuş bu şekilde başlıyor. Bu imkânları millete çok görenler kendilerine hak olarak görebiliyorlar maalesef. Siyasetçilerimizin de bürokrasi kesiminden farkı kalmamış. Siyasetçimiz Türk toplumunu saf görme ve nasıl olsa her şeyi kabullenir gözüyle bakıyor. Tabiatıyla bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü toplum, bugün Türk siyasetinin önünde. Eskisi gibi her söze kanmıyor, bilakis uyarıyor ve sivil inisiyatifini ortaya koyabiliyor. Türk bürokraside toplumu koyun gibi değerlendirip, körler sağırlar misali bir arada birbirlerini ağırlıyorlar hep. Türkiye’yi idare eden elitist tabaka artık gözünü açmalı, bir an evvel milletle bütünleşmeli. Fakirin haklı olduğu meselelerde destek vermeli ve zengine haksız ise hayır diyebilecek dürüst yönetime hasretiz. Para ve güç elitistlerin elinde olunca, sosyal adalet girşimleride işlemiyor. Kaliteli insan yetiştiremiyoruz, sistem sanki menfaatçi insan yetiştiriyor. Cumhuriyeti kuranlarımız Osmanlı eğitimiyle yetiştiler ve milli mücadeleyi bu ruhla başardılar, ama Cumhuriyetimiz pek o kadar Osmanlı gibi dışarıya açılma noktasında başarılı olamadı. Bugün mafya, çete, gasp, hırsızlık, anarşi gibi kavramları sıkça duyar olduk. Bütün bu olanlara anlam verebilmek için dahi olmamız gerekmez. İstisnalar hariç tutulursa mevcut sistem paranoyak insan tipi üretiyor. Şu anda başrolde oynayan oyuncalar: Siyaset, para, mafya ve medya vs. Ekonomimize gelince özelleştirmeler hız kazansa da hala devlet ağırlıklı bir ekonomik yapımız söz konusu. İki milyonu aşkın insan ordusu, üretmeden devlet eliyle besleniyor. Özelleştirme karşıtlarının manipülasyonları her geçen gün midemizi bulandırıyor, onların bu yaptıkları iç açıcı değil. O manipülasyonlar sayesinde Lojman Saltanatları, bürokrasi çığırtkanlığı devam etmektedir. Thatcher ve Clinton iş başına geldiğinde ilk icraatları memur sayısını indirmek olmuştur. Türkiye’de ise tam tersi devlet aygıtı büyüyen mekanizma... Böyle olunca da kalkınamıyoruz. Bürokrasimiz siyasetle iç içe. Hâlbuki siyasi mekanizmanın bağımsız düşünebilmesi için bakanların yedeğini de hazırlamalıyız. Bu durumda bakanların yükünü hafifleterek, siyasileri bürokrasiyle karşı karşıya getirmemiş oluruz. Siyaset adamının yetişebilmesi için bakan yardımcılığı müessesesi kurulmalı ki, siyasi Rönesans gerçekleşebilsin. Toplumumuzun içinden yetişen genç, dinamik girişimciler dünya teknolojisinin farkına vararak dışarıda müteahhitlik işlerini geliştirdiler. Eski köhne idareciler maalesef bu gelişmelerin uzağındalar. Dış politikada “evet” demek kadar, yeri geldiğinde “hayır” diyebilmekte esastır. İç meselelerimize bile burnunu sokarak yönlendirmeye kalkışan ülkelere bu konuda söz sahibi “Türk Milleti ve TBMM” deme zamanı geldi artık Bunalımdan çıkış yolu sivil iktidarı harekete geçirmekten geçiyor. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
09-04-2008, 16:39 | #2 |
DÜRÜST YÖNETİM VE SİVİL İKTİDAR
Malesef ülkemizde sadece ikdidar değil bürokraside iktidarlık için yarışıyor...80 senedir elinde bulundurduğu imtiyazları kaptırmamak için çeşitli yollara başvuruyor..
Chp'nin yıllardır bürokrasi saltanatına yapışmasındada bunun rolu büyük...bürokrasi son dönemlerde kendini meşru göstermek adına sivil kuruluşlarla birlikte ulusalcılıktan medet umdu..yapılan bir çok eylemde, mitinkte bürokratik iktidar gösterisi bile yaptı... Ancak AB birliğine giriş bunların önünü kesecek ve hükümdarlık alanlarını kısıtlayacaktır.. Temiz nesiller, ahlakla yoğrulmuş haramı helali bilen özüyle ve kültürüyle bütünleşmiş, yoğrulmuş bir nesil gelecek inşAllah ve bu zalim ve idoolojik sığ kafalarda bulundukları yerden inmek zorunda kalacak..bize gösterilenlerin arkasını görmedikçe bu devran böyle gider..uyanık olup azim şart..diriliş için ayık olmak temennisiyle Paylaşım için teşekkürler kaleminize sağlık....+1 |
|
09-05-2008, 10:40 | #3 |
DÜRÜST YÖNETİM VE SİVİL İKTİDAR
ben teşekkür ederim o güzel paylaşımın için, sağolun varolun.
|
|
09-11-2009, 10:09 | #4 |
Dürüstlük şart.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|