03-30-2009, 09:06 | #1 |
DUYGULARIN DÖNÜŞÜMÜ
Duygularımızın dönüşümünün fikirlerimizin dönüşümünden çok daha zor, çok daha sancılı bir süreç olduğunu Muhsin Yazıcıoğlu'nun başına gelen büyük felaket dolayısıyla bir kez daha gördüm.Günlerdir ben de milyonlarca insan gibi Muhsin Yazıcıoğlu'nun - rahmetli demiyorum, çünkü ben bu satırları yazarken henüz kesin sonuç belli değildi - akıbetini elim yüreğimde izliyorum. Bir yandan da onunla ilgili yazılıp çizilenleri okuyorum. Bilirsiniz, böyle zamanlarda yazılıp çizilenler kadar suskunluklar da önemlidir. Tabii bir de, internette takma isimle yapılan yorumlar var ki bu yorumların da kalem sahibi kimilerinin hissedip de kamuoyu önünde açıkça ifade edemediği duygularına tercüman olduğunu inkar edemeyiz.
Duyguları için insanları suçlamak, yargılamak aklımın ucundan bile geçmez. Benim yapmaya çalışacağım sadece bir tespit ve bu tespitin duygularımızı dönüştürmede yararlı olabileceğini düşünüyorum. Ortaya çıkan tabloya baktığımızda, Muhsin Yazıcıoğlu için tutulan yasta "eski saflaşma"nın izlerini görmemek mümkün değil... İnkar etmenin alemi yok; düşünsel planda 1970'lerin sağ-sol saflaşmasının etkilerinden kurtulmuş birçok aydın, bugün Muhsin Yazıcıoğlu'nun kaybına daha çok "diğerlerinin kaybı" duygusuyla yaklaşıyorsa, bu durum, aklımızla duygularımız arasındaki zaman aralığından (time gap) kaynaklanıyor. Evet, Muhsin Yazıcıoğlu 70'li yılların Ülkü Ocakları başkanıydı. Ve o yıllarda akan kanda önemli sorumluluğu olan insanlardan biriydi. Ama herkes gibi onun da değişme hakkı vardı ve o bu hakkı kullandı. Evet, hâlâ eskisi kadar milliyetçi, eskisi kadar mukaddesatçıydı ama özlediği Türkiye'ye ulaşmak için geçmişte izlenen yolun çıkmaz olduğunu görmüştü. 12 Eylül darbesinin yarattığı travma içinde ülkücü hareketin derin devlet tarafından nasıl kullanıldığını gördü. Yazıcoğlu'nun son on yılda savunduğu siyasi çizgiyi, milliyetçi hareketi şiddetten ve devletin güdümünden kurtarıp sivilleştirme çabası olarak yorumlayabiliriz. 28 Şubat sürecinde, "millete çevrilen namluya selam durmam" diyerek, darbecilikle arasına kesin sınır çizdi. Milli iradenin temsilcisi konumundaki Erbakan hükümetine sahip çıktı. AK Parti iktidarına muhalifti; fakat bu iktidarı devirmeye yönelik askeri müdahale girişimlerine en sert tepkiyi gösterenlerden biri oldu. Cumhurbaşkanlığı krizinde gelen gece yarısı muhtırasına da, 367 hukuksuzluğuna da en sert tepkiyi gösteren politikacılardan biri oydu. Alperen Ocakları'nın şiddete bulaşma ihtimali konusunda hep tetikte durdu. Böyle eğilimler ortaya çıktığında son derece sorumlu bir davranışla uyarılarını yaptı. Genç milliyetçileri dizginlemeye, sakinleştirmeye çalıştı. Hrant Dink'in ardından "Bağrımdaki bütün Mehmetler ağlıyor" diye şiir yazdı... Bütün bunların onu, demokratların gözünde "diğer" cenahtan alıp bu cenaha taşıması gerekirdi. Derin devletin, darbeci asker-sivil aydın ittifakıyla ülkeyi faşizme sürüklemeye çalıştığı bir dönemde, o faşizme direnenlerin safında yer aldı. Ama sol kökenli aydınlar onun "eski faşist" olduğunu bir türlü unutamadılar. Akıllarıyla aksini düşünseler de yürekleriyle bir türlü onunla "aynı safta" olmayı içlerine sindiremediler. Bu takıntı, bu duygusal tepki Muhsin Yazıcıoğlu'nun da en büyük şikayetlerinden biriydi. Balçiçek Pamir'le yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Türk aydınları nedense bizim geçmişle hesaplaşmamıza, zamanı gelince bundan pişmanım dememize bile izin vermiyorlar. Ama o gün de gelecek." Ne dersiniz, bu felaketi duygular dünyamızı dönüştürmek için bir fırsata dönüştüremez miyiz? Sadece kafalarımızı değil, yüreklerimizi de eski saflaşmanın kalıntılarından temizlemek, aklımızla duygularımız arasında bir eşgüdüm kurmak için; yani Yazıcıoğlu'nun beklediği "o günün" bir an önce gelmesi için, içimizi biraz daha acımasızca kurcalamanın zamanıdır. Hadi, biraz daha cesaret... Gülay GÖKTÜRK - BUGÜN [email protected]
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|