![]() |
#1 |
![]() ![]() Basın organlarına akseden ramazan görüntülerine bir de bu gözle bakınız: "Müslüman'ım" diyen insanlar da zenginleşmiş, para ve imkân sahibi olmuş ve şu demde onlar -kaçı farkındadır bilemeyiz-, şolcularınkine hiç benzemeyen bir başka önemli mesele ile yüz yüze bulunuyorlar. Şudur: Tutumluluk ile cömertlik arasındaki, ihtiyaçla israf arasındaki, ihtiyatla mal hırsı arasındaki dengeyi kurmak. Yani zorların zoru bir denge problemi... Kurduğumuz iftar sofralarına bakarak hâlimizi sınayabiliriz: Oruç bir kısıtlılık hâli, azla yetinme, yoksulun hâlini anlayarak onunla aynı empatik seviyeye gelme temrini iken biz sofralarımızı renk, gıda ve çeşni panayırına dönüştürüyoruz; ramazan sofralarında kanaatin eseri yok. "Akşama kadar aç kalmanın ödülü, mükellef bir iftar sofrasıdır" diye düşünüyoruz galiba. Belki de o yüzden yardım faaliyetleri giderek ikincilleşen, kurumlaşan, variyetli ile yoksulu yüz yüze getirmemeye itina eden bir dolaylılığa bürünmekte. İnternette kurban kesiyor, kredi kartı işlemiyle zekât veriyor, e-mail ve SMS'lerle birbirimizi kutlayıp hayra teşvik etmekle yetiniyoruz. Zenginleşmenin, düne göre daha variyetli olmanın üzerimizde hâsıl ettiği ilk te'sir, "fakr'dan uzaklaşma"; hâlbuki galiba tersi doğru olacaktı. Uzaklaşmayacak, aksine yakınlaşacaktık, büyüdükçe küçülecek, azamet geldikçe yüzümüzü toprağa sürecektik... Ebu Zer Gıfari'nin, zenginleşen Müslümanların kapılarına gidip "Bu kadar para ile nasıl uyuyorsunuz? Kalfan tasadduk edin." diye kapılarını değnekle döverek çıngar çıkardığı ve o sebepten herkesin huzurunu kaçırdığı rivayet edilir. Hazreti Ebu Zer bugünleri görseydi nasıl tepki verirdi dersiniz? AKSİYON
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|