AK Gençliğin Buluşma Noktası
Ekonomi Ekonomi haberlerini bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 08-05-2011, 19:31   #1
Kullanıcı Adı
Necip Fazıl
Standart Ekonomi nereye gidiyor?
2008 krizinin etkilerinden kurtulamayan ABD, tarihinde ilk kez gerçek anlamda bir iflasın eşiğinde. Avrupa'da da durum farklı değil. Bu şartlarda Türkiye'nin durumunu nasıl görmek lazım?

2008-2010 kriz döneminde yaşanan panik nedeniyle bilhassa gelişmiş ülkelerde, sonunun nereye varacağını düşünmeden bir ‘müdahale' sürecine girildi. Her türlü genişleyici para ve maliye politikalarına başvuruldu. Devlet, devasa özel sektör kuruluşlarının borç yükümlülüklerini birçok yerde üstlenip kamuya aktardı. Bazı hallerde kuruma el koydu, yani kamulaştırdı. Burada altı çizilmesi gereken nokta şu; bu müdahaleler ‘yapılandırılmış', yani mantığı, giriş ve çıkış mimarisi belirlenmiş ortak bir akla ve stratejiye dayanmıyordu. Algı, ‘nasıl olsa sorun çok büyük, bilhassa özel kesim kuruluşları da batırılamayacak kadar büyüktü' şeklinde idi. Neden batırılmaz? Çünkü batan büyük gemiler nasıl büyük bir vakum oluşturarak çevredeki her şeyi de yutarsa, şirketler de kendi gölgelerinde yaşayan yüzlerce küçük şirketi, emekçiyi beraberinde batırırdı. Böyle olunca gelişmiş ülkelerde devletler krizi yönetemedi, kriz devletleri yönetti. Hadi daha açık konuşalım, iyi günde her türlü ahlak dışı ilişki ile karı cebine indiren büyük sermaye, krizde devleti bataklığa çekti.

Geldiğimiz aşamada tüm destek ve teşviklere rağmen dünya ekonomisinde bilhassa gelişmiş ülkelerde halen büyüme ve istihdam cephesinden yeterince olumlu netice alınamadığı gibi, denize düşenin beline sarılması nedeniyle şimdi devletler temerrüdün, batmanın eşiğinde bulunuyor. Verilerin şeffaf olmadığı tartışmalarını unutmadan bütçe açığının ABD'de milli gelirin yüzde 10'unu, borçların da yıllık yaklaşık 13 trilyon dolarlık devasa ekonominin yüzde 100'ünü aştığı biliniyor. Dahası ABD'nin artık bu borcu ödeme kapasitesinin dibe vurduğu, yeniden borçlanma limitlerini sadece yasal olarak değil, ekonominin ödeme kabiliyeti açısından da bitirdiği anlaşılıyor. ABD, tarihinde ilk kez gerçek anlamda bir iflasın eşiğinde. Bu noktaya daha önce gelmedi değil, hegemon bir güç olmanın avantajlarını kullanarak bütün bunları imparatorluğun arkasında gizlemeyi başardı. Ancak günümüzde buna muktedir olmadığı gibi mevcut yapıyı sürdürmeyi de başaramıyor. Obama hükümeti, bugüne kadar 78 kez artırılan borçlanma limitlerini bir daha artırdığında bütün dünya derin bir ‘oh' çekemeyecek. Çünkü bu, sadece ve sadece, susuzluğu deniz suyuyla gidermekten başka bir işe yaramayacak.

Mucizeden çözümsüzlüğe

Günümüzde yaklaşık 5 trilyon dolarlık bir yıllık ekonomik büyüklüğe sahip olan Japonya, 1970 başlarında Almanya'dan kaptığı ‘en büyük ikinci ekonomi' unvanını 2010'da Çin'e kaptırdı. 1990'ların başından beri içine düştüğü bataklıktan kurtulamayan ülke de ekonomi büyümeye geçemiyor, halk harcamıyor, teşviklere tepki vermiyor. Halk sistemden iktisaden, siyaseten ve psikolojik olarak tümüyle kopmuş durumda. İstikrar adası olarak bilinen ülkede başbakanların ömrü 6 aya kadar düşerek Türkiye'ye rahmet okutacak hale geldi. Borcun milli gelire oranının çoktan yüzde 200'leri aşarak OECD ülkeleri içinde tarihte eşi görülmemiş bir noktaya çıktığı Japonya'nın ilk defa uzun vadeli kredi notu düşürüldü. O cephede de çözüm yolunda hiçbir umut ışığı yok. Hem ABD hem de Japonya'nın, bütün gücünü Ar-Ge'lere vererek mucizevi bir buluş-inovasyon dalgasının gelip bütün ekonomiyi kurtaracağını ummaktan başka çareleri yok gibi.

Avrupa'nın eski hastalıkları

Şimdilik, hatta bu birkaç ay için ‘topun ağzında' AB var. Bütçe açığı, borç, işsizlik dalgası, ekonomik büyümenin cılız oluşu, birbirine bulaşmaya hazır bankacılık sektörü batakları almış başını gidiyor. AB Merkez Bankası'nın açıkladığı ‘Kırılganlık Endeksi'nde en kötü Yunanistan ve İrlanda olarak gösterilirken; İtalya, listenin sonlarında sorunsuzmuş gibi takdim ediliyordu. Hepsi yalanmış meğer. Yunanistan ve İrlanda'yı feda ederek süreci burada kesmek istemişler oysa. İngiltere de bu türden ‘itinayla' saklanan ülkelerden. Yakında oradan da gümbürtü gelir!

Bu şartlarda Türkiye'nin durumunu nasıl görmek lazım? Acaba bizim gemi bu dağdağalı okyanusta sahile selametle çıkabilir mi? Cevabımız kısaca şöyle: 2009'daki durum ile mukayese edildiğinde krizden yine etkileniriz ancak krizi başarıyla yönetir, ayakta kalır, dünyadan yine olumlu yönde ayrışırız. Gelelim bu hipotezin açıklamasına.

Bu aşamada krizin Türkiye'ye bulaşma kanallarına ve Türkiye'nin direnç kaynaklarına bakmak lazım. Bu krizde Türkiye'nin en büyük gücü, dünyanın en büyük zaafı olan bir hususa denk geliyor. Türkiye'de halk iradesine dayalı, krizlere rağmen üç seferdir reyini artırarak iktidara gelen güçlü bir hükümet var. Her badirede halkının önüne çıkarak liderlik yapan, tutup ayağa kaldıran, güven veren bir lideri var. En kötü anında ‘teğet geçecek' dedi, krizden ‘en iyi tahminleri yapan en iyi iktisatçı' unvanı ile çıktı. Şimdi piyasalar yalpalarken çıkıp ‘bu sefer teğet de geçmeyecek' deyince özgüven geldi, piyasalar toparlanma sürecine girdi, ekonomideki diğer paydaşlar da söylemlerini sağdan hizaya girerek düzeltme yarışına başladı. Dünyayı çözümsüzlüğe iten bir numaralı sorun, istikrarsız hükümetler ve yalama olmuş liderlik yapısı.

Büyüme: Yarışta kimler kaldı?

‘Krizden sonra kimler ayakta kalacak?' tartışmasının en önemli ayaklarından biri, büyüme kabiliyetinin kalıp kalmadığı ile ilgiliydi. 2009'un üçüncü çeyreğinden sonra büyüme atağına başlayan Türkiye, 2010'da dünyada ilk üçe girerken, 2011 başında yüzde 11 büyüyerek dünyanın büyüme tahtına kuruldu. İkinci çeyrekte de daha farklı bir sonuç gelmeyecek. Büyüme birçok derdin tek başına ilacıdır. Bir gram büyüme, birçok ayıp kapatır. Büyüme her şey değildir; ancak birçok şeydir. Büyürseniz istihdam da beraberinde gelir. Toplum da güçlendirilmiş olur. Öyle de oldu. Geçmiş yıllarda ‘büyümenin yeterince istihdam dostu olmadığı' yolunda bir eleştiri vardı. Şimdi bakıyoruz, büyümemiz de oldukça istihdam dostu. Türkiye'de işsizlik nisan döneminde tek haneye geriledi. Temmuz 2008, yani daha krize girmediğimiz bir aşamadaki işsizlik seviyesinin de altına gerilemiş olduk. Böylece istihdam ve işsizlik cephesinde de kriz etkisi telafi edilmiş oldu. Bir musibet bin nasihate bedelmiş. Kriz de büyük sermaye emekçilerini sokağa döktü. Bu kesimin krizde takındığı acımasız ve gaddar tutum, bir milletin maşeri vicdanında kayıtlara geçti. Birgün hatırlatılır.

Ancak bu gelişme, ülkede bir istihdam seferberliğinin kapısını da aralamamıza neden oldu. Başbakan, 2010 başlarında, yılın sonunda işsizlik oranının yüzde 10 bandına düşeceğini açıklamıştı. TOBB başta olmak üzere bazı örgütler, ‘işler düzeliyor, zaten işçi alacağız, Başbakan'ın hedeflerini başarırız' demek yerine, ‘emir komuta ile işçi alınmaz, bu teklifi kabul etmiyoruz' demeyi tercih etti. Ancak görüyorsunuz, Başbakan bu konuda da ‘ne dediyse' öyle oldu. Sadece 4 aylık bir gecikme ile işsizlik Başbakan'ın koyduğu hedefin altına indi. Tabii bu süreçte bilhassa UMEM (İş Garantili Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri) projesi bağlamında hükümetle çok iyi bir uyum içine giren TOBB'un da büyük katkısı oldu.

Büyürseniz bir de buna paralel vergi toplarsınız. Türkiye'de büyüme ile vergi geliri artışı arasında yüzde 100'e varan pozitif ilişki var. Haziranda yılın ilk yarısına dair bütçe verileri geldi. Türkiye, ilk 6 ayda bütçe fazlası vermiş. Düşünün bir kere 2011'de yuvarlak hesap 33 milyar TL'lik bir bütçe açığı hedefi konulmuş. Ömrümüzde bunu da gördük ya, ölsek de ne gam! Genel seçimlerin yapıldığı bir ortamda ilk defa hükümet bütçeyi tahrip etmemiş, tam tersine nesiller arası muhasebe ilkesiyle hareket ederek Türkiye'nin geleceğini karartacak adımlara prim vermemiş. Üstelik bunu Kemal Kılıçdaroğlu tahribatına rağmen yapmamış.

İkinci yarı bütçede işler nasıl olacak? Büyüme, cari açık ve enflasyon verilerine bakılınca yılın ikinci yarısında hükümetin kemerleri biraz daha sıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Yani 2011'de hükümet, bu 33 milyar TL'yi tasarruf ederek bütçe fazlası verebilir ve tarihte kırılması zor bir rekorun altına imza atabilir. Ancak bunu krizin seyri belirler. Kriz derinleşirse bu tasarrufa gerek de kalmaz, imkan da. Kamu yine devreye girer ve başarıyla krizden en çok etkilenen dar gelirlinin imdadına yetişir. Maliye Bakanı, “Bu parayı çarçur etmeyeceğiz, Türkiye'nin büyük hayalleri için kullanacağız.” diyor. Alnından öpülesi bir tutum. Geldiğimiz aşamada bütçe açığı ve kamu borç yükünde Türkiye, 2008-2009 krizinin altına sarkmış oldu. Kamu maliyesi cephesinde sapasağlam bir şekilde krize karşı güven içinde bekliyor. Türkiye'nin bankaları zaten dünyada en sakin liman. Alınan tedbirlere rağmen 2011'de de kar açıklayacaklar. Enflasyon tehdidi 2011'de olmadığı gibi, bir kriz çıkarsa zaten enflasyon tümüyle gündemden düşer. Türkiye muhtemel bir krizin eşiğinde emekçileriyle de barışmış durumda.

Prangalar çözüldü

Krizdeki Varlık Barışı ve 2011 başlarındaki Torba Yasa ile borçları yeniden yapılandırılan işadamı da krize karşı tahkim edilmiş, eli kolu rahatlamış olarak girdi. Kılıçdaroğlu, pek çok şeyi olduğu gibi, bunu da anlayamadı. Cumhuriyet tarihinin bu en büyük borç yeniden yapılandırmasının, 2001 iç krizi ile başlayan ve 2009 dünya krizi ile son bulan tarihin en zor dönemine tekabül ettiğini kaçırdı. Biri Cumhuriyet tarihinin, diğeri 1930'dan beri dünya tarihinin en büyük iki krizi. Sonuç olarak Türkiye bankalarıyla, borçları yeniden yapılandırılan iş dünyası ile, sapasağlam kamu kesimi ile, hızla düşen işsizlik rakamlarıyla, eğitilip dönüştürülen ve iş, aş sahibi yapılan emekçisiyle muhtemel bir ikinci kriz dalgasına dolu dolu hazırlıklı hale gelmiştir.

Son olarak bir de şu meşhur cari açık olayına bakalım. Zira krizin başlıca bulaşma kanallarında biri de cari açıktır. Türkiye'de bu hep böyle olmuştur. Tarih ders alanlar için tekerrür etmez. Hele Türkiye için yakın tarihin artık rehberlik yapma imkanı kalmamıştır. Türkiye farklı bir patikaya, farklı bir platoya oturmuştur.

Bir kere cari açığın ‘sahipliği' değişmiştir. Davul devletin omzunda, tokmak özel sermayede değildir. Dünyada böyledir ancak bizde artık riski sahibi, yani özel kesim taşıyor. Biraz açalım. İlk olarak bizde hane halkının toplam borçlarının GSYH'ya oranı 15'lerdedir. Bu oran, Amerika'da yüzde 115, AB'de yüzde 80 civarındadır. Hane halkının bugün bir ödeme sıkıntısının olmadığı, banka kredilerinin takibe dönüşen alacaklarının düşük seyretmesinden de bellidir.

İkincisi, Merkez Bankası'nın 12 milyar dolar borcu var. 10 milyarı uzun vadeli, yine hiçbir risk yok. Rezervi ise 90 milyar doların üzerinde.

Üçüncüsü, özel sektörün 190 milyar dolarlık borcunun 117 milyar doları uzun vadelidir. Sağlıklı borçlanmış, krizde bile itfalar aksamadan devam etmiştir. 189 milyar dolarlık toplam özel borcunun 90 milyar doları bankaların, 100 milyar doları da reel sektöründür. Türkiye'deki tüm yerli-yabancı firmalar ‘özel sektör' olarak geçiyor. Buna göre 190 milyar dolarlık özel sektör borcunda yabancıların payı da var. Türkiye'de faaliyet gösteren şirketlerin borcu, ana şirketlerden temin edilen, yani büyük oranda şirketlerin kendi kendilerine olan kredilerinden oluşmaktadır. Risk büyük oranda yabancılar tarafında taşınmakta olup bu nedenle Türkiye'ye bir ayar çekme, alışageldikleri türden bir operasyon yapma imkanları bulunmamaktadır. Sonuç olarak şirketlerin kaldıraç oranları yüzde 65'ler düzeyinde kontrol altında tutulmaktadır.

Başka bir açıdan daha bakalım. Krizinin çıktığı yıllarda Türkiye'de tek başına bir cari açık sorunu yoktu. Birçok makro ekonomik sorunun bileşimi olarak kriz çıkmıştı. Türkiye'de krizler genel makroekonomik dengesizliklerin, siyasi istikrarsızlıkların ve demokrasi dışı müdahalelerin bir sonucu olarak çıkmaktadır. Tablo 3'te gösterildiği üzere, Türkiye'de cari açığın bir krizle sonuçlandığı 1994 ve 2001 gibi dönemlerde her zaman yüksek bütçe açıkları vardı. Ayrıca kamu borç yükü yüksekti, kamunun borçlarının döviz, faiz ve vade yapısı çok elverişsizdi. Bir de kötü yönetilen bir ülkede sadece pahalı bir borçlanma söz konusu değildi, aynı zamanda borçların içinde döviz payı yüksek, faizler değişken ve borçların vadesi kısa idi.

Şimdi son derece gerilemiş olan kamu borçlarının maliyeti düşük, vadesi (iç borçlarda 12 aydan 36 aya kadar çıkmış, avro cinsinden olanlarda 20, dolar cinsinden olanlarda 10 seneyi aşmış) uzun, (artacağı varsayılarak) borçların faizi borçların yüzde 60'larına varan oranda sabit, döviz ağırlığı ise yüzde 35'lerde dengelidir. Ayrıca fiyat istikrarı büyük oranda sağlanmıştır, bu cepheden gelen riskler büyük oranda bertaraf edilmiştir.

Şunu da dikkatlere sunmak gerek. Ekonomide “dolarizasyon” düşük olduğunda kur riski düşüktür. Keza, sabit döviz kuru olmadığından kimsenin riski üstlenilmiş değildir. Bu bağlamda “Cari açık finanse edilemez ise ne olur?” sorusu, sabit döviz kuru rejimlerinde haklılık payı olan bir soru olmakla birlikte, piyasa aktörlerine kur garantisin verilmediği dalgalı döviz kuru rejimlerinde geçerli değildir. Son 4 senede artan cari açığa rağmen TL'deki değerlenme gerilemiyordu, çünkü içeride faizler de çok yüksekti. Şimdi yüksek faiz olmadığında cari açık riski olunca kur buna tepki verecek, zaten vermekte ve sistem işlemeye başlamaktadır.

Son olarak sermaye piyasası derinliğinin çok çok sığ olduğu bir dönemde değiliz ve Türkiye'de Merkez Bankası'nın 90, bankaların da buna yakın bir rezervi olduğundan, aslında Türkiye'nin rezerv pozisyonu da gelişmeleri olumlu yönde destekler mahiyettedir.

AKSİYON

 

Necip Fazıl isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 08-05-2011, 19:32   #2
Kullanıcı Adı
Necip Fazıl
Standart
Necip Fazıl isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi