05-04-2009, 00:14 | #1 |
Endoktrinasyon (11): Eğitimin Zorunlu ve Merkezi Kılınması
Kitleleri Mao'nun sözünü ettiği türden bir kalıbın içerisine koyarak tektipleştirmek, ancak eğitimin kitleselleştirilmesi ile mümkün olabilir. Kitleleri tek bir kalıpta preslemek suretiyle aynılaştırmayı kaçınılmaz ve olabildiğince sapmasız kılabilmek, araçsallaştırılacak olan eğitimin 'zorunlu' ve 'merkezi' olmasını gerekli kılar. Eğitimin zorunlu olması, herkesin ilgili sürece dahil edilebilmesini mümkün kılarken, merkezi olması ise farklı uygulamaların önüne geçerek tek tip tedrisat ile tektipleştirmeyi kolaylaştırır. Bu uygulamalar, tektipleştirme sürecinin birinci aşaması olarak düşünülebilir.
Eğitimin küçük yaştaki insanları siyasi iktidarca önemli görülen konularda istenilen şekilde şartlandırması ise, 'kalıpta presleme' işleminin ikinci bölümüne karşılık gelir. Bu bölüm, insanları, eğitimleri sonrasında karşılaşacakları propaganda (ya da halkla ilişkiler) dünyasına hazırlar. Eğitim ile istenilen formasyona sokulan kitleler, bu yeni dünyada kendilerinden beklenen doktor, mühendis ya da öğretmen gibi rollerini oynamaya, ve daha da önemlisi, belli konularla yüz yüze geldiklerinde şartlandırıldıkları şekilde refleks vermeye yatkın duruma gelirler. Eğitim, bu yönüyle ele alındığında, çocukları sonradan gelecek olana hazırlama adına kullanılan bir şartlandırma aracı durumundadır.1 Öğrencilerin belli bir formasyona tabi tutulabilmesi, merkezi idarenin yönettiği bu süreci (kontrol edemese ve hatta anlayamasa bile) uygulayacak olan kişilerin eğitilmesi ile mümkün olabilir. Öğretmenlerin eğitimi, (doğal olarak) aynı eğitim felsefesiyle faaliyet gösteren yükseköğrenim kurumlarında gerçekleşir. Merkezi idare, eğitimin ifade ettiği anlam (ve daha geniş anlamda hayatın kendisi) konusunda belli bir paradigmaya sahip kılınan bu kişiler aracılığıyla kitlelere ulaşma imkanı bulur. Öğretmenler, görev yaptıkları yerlerde rejimin ideolojisinin misyonerliğini yapmak durumunda olduklarından, köklü siyasi değişimlerin yaşandığı dönemlerde, merkezi yönetim her alanda olduğu gibi eğitim alanında da kendi kadrolarını oluşturma ihtiyacında olacak, kendi getirdiği değişimi yeni nesillere yine kendi istediği şekilde aktarabilecek yeni kadrolar eğitme yoluna gidecektir. Öğretmenlerin özellikle küçük yaştaki öğrenciler üzerindeki etkisinin sadece eğitim müfredatı ile sınırlı olmadığı konusunu bu noktada hatırlamak gerekli. Küçük yaşlardan itibaren günlerinin önemli bir kısmını öğretmenleri ile geçiren öğrencilerin, derslerde anlatılanlar kadar bu kişilerin davranışlarından da etkilendikleri, başarı ya da başarısızlık karşısında alınan tavırdan otoriteye boyun eğmeye, öğretmenin ilgisiz herhangi bir konu hakkında yapılan kişisel bir yorumdan insanlara ve hayata yönelik genel yaklaşımına dek pek çok alanda, farkında olmadan çok sayıda değer yargısı edindikleri söylenebilir. Küçük yaştaki insanların başkalarının davranışlarından etkilenmeye ne denli müsait olduklarını ortaya koyma adına gerçekleştirilmiş olan bir çalışma, bu konu hakkında fikir verebilecek mahiyette: Eğitim psikolojisi alanında yapılan bir deneyde, denek olarak kullanılan öğretmenlere, ders verdikleri sınıftaki öğrencilerin yarısının yüksek, diğer yarısının da düşük IQ seviyesine sahip olduğu söyleniyor. Öğretmenlere verilen IQ testi sonuçları gerçeği yansıtmıyor olsa da, daha sonra öğrencilerin performans değerlendirmesi yapıldığında, sonuçların, öğretmenlere verilen (sahte) IQ sıralaması ile uyumlu olduğu gözleniyor. Uzmanlar, bu sonucu, etiketlemenin insanların performanslarını doğrudan belirleyici bir güce sahip olduğu şeklinde yorumluyorlar. Örneğin, bir öğretmene sınıfındaki bir çocuğun öğrenme zorluğu çektiği söylendiğinde, bu durum öğretmen başta olmak üzere çevresindeki insanların o çocuğa yönelik tavırlarını da etkilediğinden, söz konusu öğrenci aslında gayet zeki de olsa, sonuç itibariyle gerçekten de öğrenme zorluğu çeken biri haline geliyor.2 Hayatın her alanında yaşanmakta olan bu durum, insanların başkaları tarafından kendileri için belirlenen konumları kabullenmeye fazlasıyla eğilimli olmalarından kaynaklanıyor. Bu konumu belirleyen kişi veya kurumun herhangi bir otoriteye sahip olması da, bu eğilimi güçlendiriyor. Kendisi hakkında yargıda bulunulan kişinin yaşça küçük veya karakterce zayıf olması da bu konudaki kabullenişi kolaylaştıran diğer etkenler arasında. Örneğin, yukarıdaki deneyde, sınıflarındaki kimi öğrencilerin öğrenme zorluğu yaşadığını düşünmeleriyle birlikte onlara daha farklı davranmaya başlayan öğretmenlerin tavırları, öğrencinin kendisi için belirlenen bu konumu özümsemesine neden oluyor.3 Öğrencilerin hayatın içerisinde kendilerini yerleştirdikleri konum, elbette sadece zeka seviyeleri hakkında yapılan varsayımlardan ya da bu varsayımlardan hareketle şekillenen beklentilerin niteliğinden ibaret değil. Öğrenciler, düzenli olarak hemen her gün karşılarına geçirildikleri öğretmenlerden yıllar boyunca hemen her gün bir şeyler alıyor, eğitimleri tamamlandığında da, hem hayatın kendisine dair subjektif bir kavramsallaştırmaya, hem de o sahte kavramsallık içerisinde kendilerinin konumuna dair bir fikre sahip oluyorlar. Bu konum, verilen eğitimin misyonuna bağlı olarak, kimi zaman bir lidere kulluk, kimi zaman bir rejimin bekçiliği, kimi zaman da bambaşka bir şey etrafında şekillenebiliyor. Ancak bu misyonun başarıyla gerçekleşebilmesi, üretilmek istenen insan tipi konusunda verilen karara değil, Mao'nun sözünü ettiği kalıpların tek elden çıkmış olmasına ve herkesin aynı kalıba girmesinin zorunlu kılınmasına bağlıdır. Serdar Kaya 1 Ellul, Jacques. 1969. Propaganda: The Formation of Men's Attitudes. New York: Alfred A. Knopf. 13. 3 Bu noktada, kimi zeki öğrencilerin de çekingenlik, içe kapanıklık ya da benzeri özellikleri nedeniyle haklarında yapılacak yanlış varsayımların kurbanı olabilecekleri göz ardı edilmemeli. __________________
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|