|
03-10-2009, 21:53 | #1 |
Endoktrinasyon (5): Zimbardo Deneyi
1961 yılında Yale Üniversitesi'nde gerçekleştirilen Milgram Deneyi'nin ardından, insanların otorite algılarını ve otoriteye itaat etme eğilimlerini açıklayabilme adına başka araştırmalar da yapıldı. Bu araştırmalar arasında dikkat çeken ilk çalışma, 1971 yılında Stanford Üniversitesi'nde gerçekleştirilen hapishane deneyi oldu.
Amerikan Deniz Kuvvetleri tarafından finanse edilen ve psikoloji profesörü Philip Zimbardo tarafından Stanford Üniversitesi'nde yapılan deneyin asıl odaklandığı nokta, askeri hapishanelerde tutuklular ve gardiyanlar arasındaki ilişkilerdi. Ancak, deney esnasında gerek otoriteye boyun eğme konumundaki insanların sergiledikleri tavırlar, gerekse otorite kurma durumunda olanların başvurdukları uygulamalar, (başlangıç itibariyle böyle bir bağ zorunlu olmasa da) Milgram Deneyi'nin bulgularını teyit etti. Stanford Hapishane Deneyi, herhangi bir sadist eğilime ya da psikolojik rahatsızlığa sahip olmayan sıradan insanların, hapishane gibi katı kuralların ve disiplinin hakim olduğu bir ortama girmeleri durumunda birbirleri ile ne türden ilişkiler geliştireceklerine odaklanıyordu. Bu nedenle de, denek olarak deneyimli mahkumlar değil, (askeri hapishanelerde görüldüğü gibi) herhangi bir kriminal davaya konu olmamış sıradan insanlar kullanılacaktı. Deney Tasarımı Zimbardo Deneyi için Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü binasının bodrumunda küçük bir hapishane inşa edildi. Deneklerin bu simülasyon ortamında hapishane şartlarını bire bir yaşamaları istendiğinden, (tabelalardan ortamdaki ışık miktarına kadar) pek çok detay mümkün olduğunca göz önüne alındı. Hapishanede takriben iki metre eninde ve üç metre boyunda olan üç hücre vardı. Bunun dışında bir de kapı genişliğinde, ancak içeri doğru sadece 60 santimetrelik bir cepheye sahip olan bir tür yüklük de tecrit odası olarak kullanılacaktı. Hapishanede kullanılacak deneklere, hapishane psikolojisi konusunda yapılacak olan bir çalışmada ücret karşılığı yer alacak erkek üniversite öğrencilerine ihtiyaç duyulduğu şeklindeki yerel gazete ilanlarıyla ulaşıldı. Başvuruda bulunan 75 kişi arasından, psikolojik olarak en sağlıklı durumda olduğu tespit edilen 24 kişi seçildi. Son olarak da, (Milgram Deneyi'ni çağrıştıracak şekilde) bu 24 kişi rastgele ikiye gruba ayırılarak 12'şer kişilik gardiyan ve mahkum grupları oluşturuldu. Zimbardo, gerçekçiliği temin edilebilme amacıyla şehir polisiyle anlaşma sağlayarak, deneyin başlayacağı gün denek mahkumların evlerinden polis tarafından alınmalarını sağladı. Polisler, bunun bir deney olduğuna dair hiçbir imada bulunmadan, denek mahkumlara standart prosedürü uyguladılar: Denek mahkumların kapılarını çaldılar; 'silahlı soygun' gerçekleştirmiş olmaktan ötürü haklarında tutuklama emri olduğunu beyan ettikten sonra komşuların bakışları arasında haklarını okuyarak onları kelepçelediler, ve ardından da polis arabasının arka koltuğunda şehir emniyet merkezine götürdüler. Emniyet merkezinde (yine standart prosedüre uyularak) mahkumların fotoğrafları çekildi ve parmak izleri alındı. Sonra da hepsi üniversitede hazırlanmış olan hapishaneye getirildiler. Hapishanede mahkumlar çırılçıplak soyulduktan sonra spreylendiler. Ardından da, deney boyunca mahkumlara adlarıyla değil, numaralarıyla hitap edilmesi istendiğinden, her birine üzerlerinde numaraları yazılı olan ve tuluma benzeyen üniformalar verildi. Mahkumların ayak bileklerinden birine de, küçük birer zincir vurularak esaret hissi perçinlenmek istendi. Bütün bunlar, elbette mahkumlara boyun eğdirme, bireyselliklerini kaybettirme ve böylelikle neticede hepsine yeni bir kollektif aidiyet oluşturma amacıyla yapılıyordu. Gardiyanların durumu ise, mahkumlarındakinden tamamen farklıydı. Gardiyanlar (tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi) vardiya usülü çalışacak, işleri bittiğinde evlerine döneceklerdi. Ayrıca, yine mahkumların aksine, tulum değil, haki üniformalar giyecekler, otorite kurmalarını kolaylaştırması amacıyla da göz temasını önleyecek aynalı gözlükler takacaklardı. Zimbardo, gardiyanlara güçlü olanın onlar olduklarını ve düzeni sağlamaktan da yine onların sorumlu olduğunu söylemişti. (Ancak bunu nasıl gerçekleştirecekleri konusunda bilhassa hiçbir bilgi vermemişti.) Gardiyanlara coplar da verilmişti, ancak fiziksel anlamda hiçbir ceza uygulamamaları gerektiği de kendilerine hatırlatılmıştı. Zimbardo da hapishane idarecisi olarak deney ortamında bulunuyordu. Zimbardo'nun araştırma görevlilerinden biri ise, hapishane müdürü görevindeydi. Her ikisinin de kendilerine ait birer ofisleri vardı. Bunun dışında, 17 yıl hapiste kalmış eski bir hükümlü olarak hapishane hayatı konusunda uzman olan Carlo Prescott da danışman olarak (diğer başkalarıyla birlikte) sahne arkasında Zimbardo'ya yardımcı oluyordu. Prescott aynı zamanda şartlı tahliye memuru görevini de üstlenecekti. Deney Sonuçları Deneyde sorunların başgöstermesi çok uzun sürmedi. Mahkumların "ilk andan itibaren edilgen bir tavır sergiledikleri görülürken, gardiyanlar giderek daha da agresifleştiler. Fiziksel cezalar vermeleri yasaklanmış olduğu için de, sözlü saldırılara giderek daha fazla ağırlık verdiler."1 Bu umulmadık gelişmeler üzerine, mahkumlardan özellikle beş tanesinde ciddi rahatsızlık belirtileri görülmeye başlandı ve iki hafta sürmesi planlanan deneyin daha ikinci gününde hapishanede mahkum isyanı yaşandı. İsyanı bastırabilmek ve hapishaneyi kontrol altında tutabilmek için, gardiyanlar kendi aralarında işbirliğine gitmeye ve fazla mesai yapmaya karar verdiler. Aldıkları önlemler sertti. Gardiyanlar, rutin hapishane sayımlarını sürece çok uzun tutarak mahkumlar için zihinsel ve fiziksel bir işkence haline getirdiler. Mahkumları saatlerce şınav çekmeye zorladılar ve tuvalet yasağı koyarak hepsini ihtiyaçlarını lazımlığa gidermek zorunda bıraktılar. Küçük hapishaneyi idrar kokusu kapladı. Çıplak elle tuvalet temizliği yaptırmak, yataklara el koyarak mahkumları betonda uyumak zorunda bırakmak da, gardiyanların başvurdukları diğer yöntemlerdendi. Deneyin başlamasının ardından sadece 36 saat geçmişti ki, bu tür baskıları kabullenemeyen denek mahkum 8612, kontrol edilemez hale geldi. Dengesiz davranışlar gösteren mahkum, mecburen deneyden çıkartıldı. Dördüncü güne gelindiğinde, mahkumların kaçış planı içerisinde oldukları şeklinde bir söylenti yayıldı. Toplu bir ayaklanma durumunda güvenliği sağlayamamaktan endişe eden Zimbardo, bunun üzerine şehir polisini arayarak, onların nezarethanelerini kullanıp kullanamayacaklarını sordu, ancak bu konunun mesuliyetini üzerlerine alamayacaklarını söyleyen polisin yanıtı olumsuz oldu. Bu esnada, yaşadığı psikolojik yıkım nedeniyle deneyden çıkartılan ikinci mahkum olan 819'un yerine hapishaneye yedek listeden sonradan dahil olan 416 numara, serbest bırakılma talebiyle açlık grevine başladı. Gardiyanlar durumu kontrol altına alabilmek için kendisini son derece dar olan tecrit odasına kilitleyip üç saat orada tuttular. Ancak hepsinden önemlisi, hapishane koşullarını içselleştirmiş olan diğerlerinin, yeni gelen 416'yı 'sorun çıkaran' biri olarak görmüş olmalarıydı. Sonuç itibariyle, hapishane simülasyonu kısa bir sürede gerçek bir cezaevini andırmaya başladı. Olayların kontrol edilemez hale gelmesi üzerine de, Philip Zimbardo, altıncı gün deneye son vermek zorunda kaldı. Zimbardo Deneyi ile İlgili Detaylar
Zimbardo Deneyi ile Milgram Deneyi'nin Karşılaştırılması Stanford Hapishane Deneyi'nde yapılan gözlemler incelendiğinde, Milgram Deneyi'nde varılan pek çok sonucun burada da teyit edildiği görülüyor. Herşeyden önce, Stanford deneyinde de, denekler, zamanla işin içine girdikçe, deney ortamını insanlar tarafından oluşturulmuş bir konsept olmaktan ziyade, gerçekliğin kendisi olarak görmeye başlıyorlar - ki bu durum, (Milgram Deneyi'nde olduğu gibi) diğer pek çok sonucun da sebebi oluyor. Stanford Hapishanesi'nde mahkumların kendilerini mecbur olmadıkları anlarda dahi numaralarıyla tanıtmaları, hiç kimsenin (deney için baştan anlaşılmış dahi olsa) gitmek istemeleri durumunda kendilerini orada zorla tutmaya hakkı olmadığını unutmuş görünmeleri, özetle, dış dünyayı unutarak bütün gündemlerini sadece hapishane merkezli kılmaları, dahası, her gün mesai sonrasında evlerine giden ve dış dünya ile günlük ilişkilerini 'iş dışında' da olsa devam ettiren gardiyanların dahi zihnen aynı gündeme hapsolmaları, deney ortamında kurgulanan gerçekliğin bütün denekleri kuvvetlice tesir altına aldığı gerçeğini ortaya koyuyor. Milgram Deneyi'nde, deneğe elektrik vermek istemediği halde mecbur olduğunu düşünerek bunu yapmaya devam eden ya da deney yöneticisinin 'Yapmak zorundasın' mealindeki uyarılarına itaat eden denek öğretmenlerin deneyi belli otoriteye sahip olan müstakil bir varlık olarak algılamaya başlamış olmaları da aynı sahte gerçeklik tesirinin bir sonucu. Stanford Hapishanesi'nde deneklere gardiyan-mahkum şeklindeki görev dağıtımının rastgele yapılmış olmasına rağmen gardiyanların empati kuramamış olmaları, Zimbardo Deneyi ile Milgram Deneyi arasındaki bir diğer benzerlik. Her iki deneyde de teyit edilen bir diğer önemli sonuç ise, kendilerine bir otorite tarafından 'Senin işin bu' denilen insanların herhangi bir etik sorgulama yapmadan görevlerini benimsemeleri - ki bu durum, belli konseptleri bir kez oluşturduktan sonra, insanlara en yapılmayacak işleri dahi yaptırmanın mümkün olabileceğini ima ediyor. Ancak konu bununla da sınırlı değil. Şöyle ki, bu tür işlerde kullanılan insanlar, farkında dahi olmadan içine girdikleri yeni dünya tarafından şekillendirilmeye, bu dünyanın şartlarına uyum gösterecek şekilde değişmeye de başlıyorlar. Mahkumlara eziyet eden gardiyanların şiddet ile ilişkilerinin para boyutunu da aşarak kişisel bir meşgale haline gelmesi ve sonrasında gardiyanların mesaileri bittiğinde dahi işlerini bırakmak istemeyip hapishanede kalmak istemeleri, böyle bir değişimin sonucu. Bu durum, Sineklerin Tanrısı'nda ifade edilen özde iyi ya da kötü olan iki farklı insan tipine yeni bir boyut daha getirerek, yapılan eylemlerdeki iyilik ve kötülüğün de kişiyi etkileyebildiği konusunu gündeme getiriyor. Sadistliğin sadece doğuştan gelen baskın bir özellik olmayıp, sonradan da baskınlaşabileceğine işaret eden bu bulgu, devletin ya da başka otoritelerin kontrolü altındaki kimi kişilerin yıllarca bu tür işlerle meşgul olmalarının ne gibi tehlikeler arz ettiği konusunun da önemini ortaya çıkarıyor. (Türkiye söz konusu olduğunda, 1980'li yıllarda askeri cezaevlerinde Kürtlere yapılan akıl almaz işkenceler (1,2), bu durumun dünyada görülmüş nadir örneklerindendir.) Bütün bunlar, insanların günlük hayatları içerisinde olağan bularak gerçekleştirdikleri pek çok davranışın, esas itibariyle, topluma hakim olan normlar doğrultusunda onlara başkalarınca biçilen rollerin gereğini yerine getirmelerinden başka bir şey olmadığı anlamına geliyor. Dahası, insanların farkında bile olmadan oynamayı kabul ettikleri bu roller, onları istemleri dışında değiştirmekle kalmayıp, içlerindeki kimi iyi ya da kötü yönleri (ya da yetenekleri) açığa çıkartırken, kimi diğerlerini de köreltiyor. Bu sonuç günlük hayata uygulandığında, sosyal hayatın içerisinde özgür bir birey olarak yaşadığını zanneden ve Zimbardo Deneyi'ni şok edici bulan insanların, farkında olmasalar da, aslında bir tür açık cezaevi deneyi3 içerisinde çoktan şekillendirilmiş olmalarının hiç de düşük bir ihtimal olmadığı akla geliyor. Kişinin kendisini hapishane yönetimi tarafından verilen bir numara ile tanımlaması ile aynı tanımlamayı nüfus sicilinde kayıtlı olan bir kelime ile yapması arasında pek bir fark olmadığının farkına varılması, bu konudaki sorgulamalar için makul bir başlangıç noktası kabul edilebilir. Serdar Kaya 1 Watson, Peter. 1978. War on the Mind: The Military Uses and Abuses of Psychology. New York: Basic Books, Inc., Publishers. 261. 2 Watson 261-262. 3 Stanford Hapishane Deneyi'nin detaylarını içeren Quiet Rage adlı belgesel, deney için yapılan www.prisonexp.org adresindeki resmi sitede 100 dolara satılıyor. Ancak aynı belgeseli Google Video'dan ücretsiz olarak izleyebilmek de mümkün.
Konu Duygu'Seli~ tarafından (03-10-2009 Saat 22:25 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|