AK Gençliğin Buluşma Noktası
Makale & Deneme Makale ve deneme içerikleri.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-10-2009, 18:53   #1
Kullanıcı Adı
dilemma
Standart Engin Noyan'dan Farklı Bir Yorum..
Azîz ve muhterem kardeşlerim,

mel'un İsrail devletinin Gazze'de yaşayan Müslüman kardeşlerimize karşı başlattığı ve ısrarla/inatla sürdürmekte olduğu korkunç zulüm, saldırganlık ve katliâm hepimizi derin acılara ve tarifsiz bir öfkeye boğdu!

Başta bilumum Mü'min/Mü'mine Müslüman kardeşlerimiz olmak üzere, selîm akıl ve temiz vicdân sahibi herkes bu vahşete karşı büyük tepki gösterdi/gösteriyor.

Biz de fikri hür vicdânı hür Mü'min/Mü'mine Müslümanlar olarak adını "KAVLİ LEYYİN HAREKETİ" koyduğumuz bir hareket başlatmaya karar verdik biiznillah!

Bu hareketi ve eylem planlarını ayrıntılarıyla anlatan bir internet sitesi "www.kavlileyyinhareketi.com" adı altında pek yakında devreye girecek inşaallah!

Ama zaman hızla akıyor ve her hareket bir an evvel başlamak, devreye girmek durumunda!

Şimdilik kaydıyla KAVLİ LEYYİN HAREKETİ'nin anafikrini, deyim yerindeyse "manifesto"sunu burada paylaşıyoruz sizlerle!

Görüş, destek ve katkılarınızı bekliyoruz!

YOL AÇIK, YOLA ÇIK!

Doğruca Firavun'a gidin;

çünkü o gerçekten her türlü ölçüyü aştı/azdı!

Ona yumuşak bir söz söyleyin

- ola ki düşünüp ders alır ya da derin bir korku/haşyet duyar!

(20 TâHâ 43-44)

Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, geleceği bütünüyle bildiğine göre, yukarıda, “ola ki (le‘allehû) düşünüp der alır ya da derin bir korku/haşyet duyar!” şeklinde, olabilirlik üslubu içinde geçen ifâdeler, açıktır ki, Firavun'un tepkileri konusunda Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, adına bir “şüphe”yi ya da “belirsizliği” îma etmemekte, fakat sadece mesajı taşıyana, günahkâra hitâb tarzını belirlerken, kendi adına aklında tutması gereken ihtimalleri işâret etmektedir. Yani, Hz. Mûsâ'ya (a.s.), Firavun'a hitab ederken, onun aklını başına getirecek ya da en azından onun gözünü yıldıracak bir üslup seçmesi öğütlenmektedir (Râzî). Öte yandan, her Kur’ânî anlatım değişmeyen bir Hakîkati ya da Hakîkatleri ortaya çıkarmak, yahut insan davranışlarıyla ilgili evrensel bir ilkeye açıklık kazandırmak amacını taşıdığına göre, açıktır ki, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, Hz. Mûsâ'ya (a.s.) belirli bir günahkâr için verdiği emir bütün çağlar için ve bütün tebliğ çabaları için geçerlidir.



Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’a, azze ve celle, ve O’nun, celle şânuhu, Son Vahyi ve Kelâmullâh olan mubârek Kur’ân’a; yine O’nun, celle celâluhu, son Rasûlü ve Nebii Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi ve sellem, efendimize, kayıtsız şartsız, şekksiz şübhesiz îmân ve itaat eden cümle Mü’min/Mü’mine Müslüman kardeşlerimize, izzetli Ümmet-i Muhammed’e selâm olsun!



Elhamdulillah Mü’min/Mü’mine Müslümanlar olarak, gerek Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, celle celâluhu, dîni İslâm’a, Son Vahiy ve Kelâmullâh olan mubârek Kur’ân’a, gerekse Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, celle şânuhu, son Rasûlü ve Nebii Hz. Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi ve sellem, efendimize ve hepsine kayıtsız şartsız, şekksiz şübhesiz îmân ve itaat eden Mü’min/Mü’mine Müslümana, izzetli Ümmet-i Muhammed’e her vesîleyle hakaret eden, saldıran, zulmeden ve düşmanlığın her türlüsünü gizli ve açık yollarla sergileyen bilumum kendini ve de Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ı, azze ve celle, bilmez insanlara, özellikle ve öncelikle de zâlimlere ve azgınlara karşı haklı tepkilerimizi her zaman ve her yerde, şartlar ne olursa olsun gösterdik, gösteriyoruz ve elbette ki son nefesimize kadar da göstermeye devam edeceğiz!



Kalemi güçlü olanlarımız yazılar yazdı/yazıyor/yazacak; sözü güçlü olanlarımız nutuklar verdi/veriyor/verecek; sokaklara, caddelere çıktık/çıkıyoruz/çıkacağız, yürüyüşler yaptık/yapıyoruz/yapacağız, akın akın meydânları doldurduk/dolduruyoruz/dolduracağız ama...

... bugüne kadar bu haklı tepkilerimizi göstermekle elde etmeyi beklediğimiz sonuçları bir türlü elde edemedik, edemiyoruz!



NEDEN?



Bu can yakıcı suâli kendimize sormanın zamanı çoktan geldi - hatta, korkumuz odur ki, geçiyor bile!



NEDEN?



Neden, ister Müslîm ister ğayr-i Müslîm ama selîm akıl ve temiz vicdân sahibi insanlar haklı dâvâmızı savunmak için büyük kitleler hâlinde bize katılmıyor, etrâfımızda kenetlenmiyor hâlâ?



Neden, kendini ve de Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ı, azze ve celle, bilmez zâlimler bunca tepki karşısında hâlâ selîm akıllara durgunluk veren bir vurdumduymazlık içinde zulümlerini sürdürmeye devâm ediyorlar?



NEDEN?



Bu can yakıcı suâlin cevâbı, aslında gün gibi apaçık ortada ve en az o suâl kadar can yakıcı:

BİZ MÜ’MİN/MÜ’MİNE MÜSLÜMANLAR OLARAK HAKLI TEPKİLERİMİZİ DİLE GETİRİR ORTAYA KOYARKEN MUBÂREK KUR’ÂN’IN REHBERLİĞİNDE HAREKET ETMEK YERİNE

BÜYÜK ACIMIZIN VE HAKLI ÖFKEMİZİN GÜDÜMÜNE KAPTIRIYORUZ KENDİMİZİ!



Bir başka deyişle, büyük acı ve haklı öfkenin nefslerimizde uyandırdığı tepkiyi olduğu gibi, onu dile getiriş yol ve yöntemimiz üzerinde hiç tefekkür etmeden, dışa vuruyoruz!



Oysa Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da, mubârek Tâhâ Sûresi’nin 44. âyet-i kerîmesinde büyük İslâm peygamberi Hz. Mûsâ, aleyhisselâm, üzerinden, zâlim tâğûta/haddini bilmez azgına karşı gösterilen haklı tepkinin hakîkî mânâda etkili olabilmesi için mutlaka gözetilmesi gereken yolu-yöntemi, tarzı-üslûbu apaçık bir lisânla öğretiyor, dahası emrediyor!

Mubârek Tâhâ Sûresi’nde Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, zulmün ve tuğyânın/haddini bilmez azgınlığın bir numaralı simgesi/temsilcisi olan Firavun’a Hak ve Hakîkat’i bildirmeleri için gönderdiği büyük İslâm peygamberi Hz. Mûsâ ve onun ricâsı üzerine yanına yardımcı olarak verdiği kardeşi Hz. Hârûn’a, aleyhumusselâm, şöyle emrediyor:

“Ona yumuşak bir söz söyleyin -

ola ki düşünüp ders alır ya da derin bir korku duyar!”



Bir başka deyişle, “Arkanızda Ben varım! O zâlim tâğûta/haddini bilmez bir azgınlık içinde olana içinizden gelip dilinizden dökülen en sert ve en keskin sözleri -söz ki tavra yansır- kullanmaktan, dolayısıyla da en sert ve en keskin tavrı sergilemekten çekinmeyin!” demiyor!



Oysa Firavun’nun yol açtığı acı keskin ve derin; zulmü ve haddini bilmez azgınlığı son kertesine varmış; acının bağrında besleyip büyüttüğü öfke büyük, çok büyük! O zâlime, haddini bilmez azgına “DUR!” deme zamanı çoktan gelmiş, geçiyor bile! Tıpkı bugün olduğu gibi!

Mazlûmun artık kaybedebileceği hiçbir şey kalmamış - kendi canından başka!



O hâlde, tâbir-i âmiyâne ile, “kelleyi koltuğa alıp” içinde bir volkan misâli patlayan öfkeyi en şiddetli şekilde dile getirmekten, ne ya da kim alıkoyabilir ki mazlûmu?

Ancak Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, azze ve celle, elbette - o da mazlûm, O’na, celle celâluhu, kayıtsız şartsız, şekksiz şübhesiz imân edip teslîm olmuş Mü’min/Mü’mine bir Müslüman ise!



Madem ki Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, celle şânuhu, mutlak ve sonsuz, asla yenilmez ve asla karşı konulamaz gücü, mutlak ve sonsuz irâdesiyle her zaman ve her yerde Mü’min/Mü’mine Müslümanın yanındadır, zâlime, haddini bilmez azgına en iyi anladığı ve hep kullandığı lisân ve tavırda tepki verilmez de ne yapılır?

Zâlime, haddini bilmez azgına, hele zulmünün ve haddini bilez azgınlığının doruğundayken haddini bildirmenin, onu korkutup, ebediyyen sindirmenin en etkili yolu bu değil midir?

“YUMUŞAK SÖZ” de nerden çıktı?

Zâlimin, haddini bilmez azgının karşısına “Yumuşak Bir Söz”le çıkmak onun zulmünü, haddini bilmez azgınlığını daha da pekiştirmez, daha da arttırmaz mı?

“YUMUŞAK BİR SÖZ” zâlimin zulmü karşısında artık iyice sinmiş, yenilgiyi kabûl etmiş ve alabildiğine güçsüz olduğumuzu göstermez mi ona?

“YUMUŞAK BİR SÖZ” bütün çâre arayışları tamamen tükendikten sonra, geriye kalan son kurtuluş ümîdi olarak, son bir gayret içinde başvurulan bir yalvarışın, dahası bir aşağılanmayı kabûl ifâdesi değil midir?



Sınırlı ve sorunlu beşer aklına ve kavrayışına göre elbette ki öyledir!

Üstelik bu akıl yürütme şekli nefsin, tâbir câizse, tam onayını almakta, bir başka deyişle, onu tatmin etmektedir - o nefs ki, en büyük aldatıcı ve saptırıcı, doğru yoldan ve de baştan çıkartıcı şeytânın, bütün donanımını kuşanmış ve de devreye sokmaya her ân hazır vaziyette gönlünce at koşturmayı en çok sevdiği, üstüne üstlük en kolay hâkimiyet kurup saltanat sürebildiği en uygun alandır!

Mü’min/Mü’mine Müslüman bunu çok iyi bilir ve bu yüzden nefsin hemen, hiç tereddütsüz onayladığı herşeye kuşkulu bir dikkatle bakar!

Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da haram olarak bildirdiği hemen herşeyin nefs için dayanılması bir hayli zor gizli ve de gizemli bir câzibe taşıdığını kim inkâr edebilir ki?

Peki, bütün câzibesiyle nefsi tahrîk eden haramlardan, elhamdulillah, sağlam bir duruşla ve titizlikle kaçınmayı başarabilen Mü’min/Mü’mine Müslümanlar olarak, bize biteviye zulmeden zâlime, haddini bilmez azgına karşı “YUMUŞAK BİR SÖZ”le tepki vermek sözkonusu olduğunda gösterdiğimiz bu tereddüd, bu gizli direnç niye?



Bakın, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, azze ve celle, büyük İslâm peygamberi Hz. Mûsâ’yı ve ona yardımcı olarak verdiği kardeşi Hz. Hârûn’u, aleyhumuselâm, nasıl konuşturuyor mubârek Tâhâ Sûresi’nde, onların taşıdıkları beşerî endîşeleri galebe çaldırtarak:



“Rabbimiz!” dediler, “doğrusu biz, bize aşırı şiddet uygulamasından

veya daha da azgınlaşmasından korkarız!”



Aynen öyle! Biz de tıpkı onlar gibi, aynı endîşe ve korkuyu taşıyoruz işte, Mü’min/Mü’mine Müslümanlar olarak!



Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, celle şânuhu, bizi, içimizde kopan/kopabilecek fırtınaları, zihnimizde çakan/çakabilecek bilumum endîşe şimşeklerini bilmez mi hiç!

İşte cevâbı:



“Korkmayın! Ben sizinleyim! (Herşeyi) İşitir ve görürüm!”



O hâlde suâlimizi biraz değiştirerek yeniden soralım:

“Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, azze ve celle, öyle emrettiği hâlde, zâlimin dehşet verici zulmüne, haddini bilmez azgının tüyler ürpertici taşkınlıklarına maruz kaldığımızda, “YUMUŞAK BİR SÖZ”le mi çıktık, dikildik karşısına?”



HAYIR!



Ya, ne yaptık?

Haklı ve büyük öfkemize alabildiğine yol verdik!

Ses tellerimizi kopartırcasına, boğazımızı yırtarcasına haykırarak kinimizi kustuk, yürüdüğümüz yollarda, toplandığımız meydânlarda!

Dudaklarımızdan dökülen öfke nârâlarına, ellerimizde taşıdığımız pankartlarda yer alan tehdîd dolu sözleri eşlik ettirdik!

Bu da yetmedi!

Zâlimlerin, haddini bilmez azgınların bayraklarını, alâmetlerini ellerimizle, dişlerimizle yırttık, parçaladık, ayaklarımızın altına alıp çiğnedik, üzerlerinde tepindik, yaktık!

Sonra da kendi ellerimizle onların putlarını yapıp, bir güzel tekmeledik, dövdük, şişledik, uzuvlarını lime lime kopartıp ateşe verdik!

Boyun damarlarımız oklava misâli şişti, gözlerimiz kanlandı, ağızlarımız köpük köpük tükürük saçtı etrafa... Nihâyet bitkin düşünce de evlerimize döndük. Vazifemizi hakkıyla yapmış/yapabilmiş olmanın huzuru içinde!



Televizyonların haber saatlerinde, gazetelerin birinci sayfalarında kendimizi çığrından çıkmış bir öfke nöbetini bütün taşkınlıklarıyla sergilerken gördüğümüzde, tanıyabildik mi? Tanıyınca şaşırdık mı kendimizi düşürdüğümüz o tuhaf ve de korkunç/korkutucu hâllere? Yoksa pek mi iftihâr ettik o hâllerimizle, “Bakma gündelik hayatta kuzu gibi durduğuma! Gör bak, nelere muktedîrim ben! Bir ânda insanlığımdan çıkar, canavar kesilirim işte böyle!” diye?

Kaç kişi ve kimler “Aferin!” çekti bize bu “performans”(!)ımızdan dolayı? Ve bizi tebrîk edip kucaklayanların arasında anamız, hanımımız, kız kardeşimiz, ablamız, çocuklarımız, torunlarımız var mıydı?

Bizi bu öfke nöbetleri içinde taşkınlıklar sergilerken gören, seyreden insanlar üzerinde nasıl bir etkimiz oldu?

Neler düşündüler hakkımızda?

Hangi his ve düşüncelerin uyanmasına yol açtık içlerinde ve uyandırdığımız his ve düşüncelerin haklı dâvâmıza nasıl bir katkısı oldu?

Kaç kişi bizi haklı buldu haklı öfkemizde, haklı dâvâmızda ve bize bundan böyle bu konuda destek verme, bizimle birlikte aynı safta durma kararı aldı, zâlimin zulmüne, haddini bilmez azgının işlediği insanlık suçlarının ağırlığına ikna olarak?

Yoksa...

Yoksa Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a kara çalmak, Mü’min/Mü’mine Müslümanları küçük düşürmek, onlara en ağır hakaretlerde bulunmak, onları insanlar için büyük bir tehdîd ve tehlikenin kaynağı, üreticisi olarak göstermek için her fırsatı kollayan zâlimlerin ve haddini bilmez azgınların tam da istediklerini/beklediklerini vererek onlara yağ mı sürmüş olduk ekmeklerine yalnızca?

“Bakmayın siz onların ‘İslâm insanı önce olgunlaştırır, sonra yüceltir ve nihâyet izzet sahibi kılar; İslâm barış dînidir, zorbalığın her türlüsüne karşıdır; Müslümanlar dengeli, ölçülü ve vakûr insanlardır!’ diye nutuklar atmalarına, aldatıcı masallar anlatmalarına! İşte gerçek yüzleri bu! Hiçbir farkları yok tepkilerini gösterme, dile getirme konusunda bizim en ilkel olanlarımızdan! Bunlar mı örnek olacak insanlığa, bunlar mı iddia ediyor ve övünüyor ‘insanlar için çıkarılmış en hayırlı topluluk’ olmakla? Bunlar mı çözüm bulacaklar insanlığın içine düştüğü mânevî çıkmazlara?”

Görünen köy o ki, bugüne kadar Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a kara çalmak, Mü’min/Mü’mine Müslümanları küçük düşürmek, onlara en ağır hakaretlerde bulunmak, onları insanlar için büyük bir tehdîd ve tehlikenin kaynağı, üreticisi olarak göstermek için her türlü faaliyette bulunan bilumum zâlim ve haddini bilmez azgınlara karşı verdiğimiz tepkilerin hiçbiri, bize umduğumuz sonucu vermediği gibi, yukarıda özetlemeye çalıştığımız yorumların yapılmasına, yazılıp çizilmesine yol açmış, dolayısıyla da bilumum Mü’min/Mü’mine Müslümanları her defasında içinden çıkılması daha da zorlaşan durumlarda bırakmıştır!

Yine bu tepkilerin hiçbiri bizi, bize düşmanlık yapanların karşısında güçlü kılmamış, tam aksine, zayıflatmış, haklı dâvâmızın bütün berraklığıyla ortaya çıkmasını engellemiştir!



BUNUN YEGÂNE SEBEBİ, HAKLI TEPKİLERİMİZİ GÖSTERİRKEN, HERŞEYİ VE HERKESİ BİR TARAFA BIRAKIP, ÖNCE MUBÂREK KUR’ÂN’IN AYDINLATICI REHBERLİĞİNE BAŞVURMA YOLUNA GİTMEMİŞ OLMAMIZDIR!



Niyetimiz ne kadar iyi olursa olsun, ânî ve fevrî kararlarla “gaza gelip/gaza getirilip” sokaklarda, caddelerde yürüyerek, meydânlarda toplanarak verdiğimiz tepkilerin, mubârek Kur’ân’da bize apaçık bildirilen, zâlime ve haddini aşan azgına karşı tepki gösterme yöntemini devreye sokmadığımız sürece, perîşân ve rezîl olmamıza, zillete düşmemize, üzerimize alçaltıcı, tiksindirici bir pislik/rics yağmasına yol açması mukadderdir - bir mânâda “Sünnetullâh”tır!



Bu duruma “DUR!” demenin zamanı artık gelmiştir!



Unutmayalım ki, mubârek Kur’ân’ın aydınlatıcı rehberliğine başvurmamaktan dolayı yaptığımız her hatanın faturası Hesâb Günü’nde karşımıza çıkacaktır! Üstelik de bizim yaptığımız hatalardan yola çıkarak insanların Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm hakkında yanlış ve çarpık fikirler geliştirmelerine sebebiyet vermenin faturası da buna eklenecektir!



Biz, bir avuç fikri hür vicdânı hür Mü’min ve de Mü’mine Müslüman olarak, mel’ûn İsrail Devleti’nin Gazze’de uyguladığı vahşetin içimizde artık acı duyma/acı çekme sınırını aşıp derin ve çok büyük bir öfkeye dönüştüğü şu günlerde, aynı öfkeyi yaşayan ve paylaşan bütün din kardeşlerimize, Müslüman cemaat, tarîkat ve fikir önderlerine, İslâm ulemâsına her türlü tepkimizi, toplu ve örgütlü olarak, hakîkî, yani ciddî ve samîmî bir birlik ve beraberlik içinde, birbirine sımsıkı kenetlenmiş saflar olarak, mubârek Kur’ân’ın aydınlatıcı rehberliğinde göstermek zorunda olduğumuzu bir kere daha hatırlatmayı görev ve sorumluluk biliyoruz!



Gelin, hangi cemaate, hangi tarîkâta mensûb olursak olalım, aramızda farklı görüş ve kavrayışlarımızdan dolayı çıkmış/çıkartılmış olan bütün o sun’i çekişmeleri, çatışmaları bir tarafa bırakarak ve unutarak, dahası, bütün farklı görüş ve kavrayışlarımızı rahmet ve ni’met bilerek, biraraya gelelim ve çağdaş Firavunların, yani zâlim ve haddini bilmez azgınların en büyüklerinden biri olan mel’ûn İsrail Devletinin herkesi ve herşeyi hiçe sayarak sürdürdüğü Gazze’deki Müslüman katliâmı karşısında, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, emri doğrultusunda söylenmesi gereken “YUMUŞAK SÖZ” nedir, nasıl olmalıdır, onu bulmaya ve tesbît etmeye mensûbu olduğumuz cemaatlerin, tarîkatın önderleri olan muhterem ve mubârek büyüklerimizi, ulemâmızı hep birlikte davet edelim! Fikrî cihâdımız bu olsun!



Gelin, izzetli Ümmet-i Muhammed’in parlak, dipdiri istikbâlini temsîlen, hiçbir cemaat ya da tarîkata mensûb olmayan onbeş yaşında bir gencimizin arkasında el bağlayıp saf tutarak, onun imâmetinde hep birlikte bir Cuma namazı edâ etmeye iknâ edelim mensûbu olduğumuz cemaatlerin, tarîkatın önderleri olan muhterem ve mubârek büyüklerimizi, ulemâmızı! Bu muhterem ve mubârek büyüklerimiz, ulemâmız içinde böyle bir Cuma namazına katılamayacak durumda olanlar varsa, onların da apaçık bir şekilde bir temsilci tâyin edip göndermelerini ricâ edelim!

Bu ülkenin Mü’min/Mü’mine Müslümanları olarak bu birlik beraberlik ortamına, rûhuna nicedir ihtiyâcımız var ve bunu hak ediyoruz!



Sonra hep birlikte toplanıp meydânlarda o “YUMUŞAK SÖZ”ü duyuralım çağın en azgın Firavunu mel’un İsrail Devletine!

O “YUMUŞAK SÖZ” ki, her zâlimi, haddini bilmez azgını ya düşünüp ders almaya sevkedecektir, ya da derin bir korku duymaya! Mutlaka!



Ve hep birlikte tek kalb, tek ağız yakaralım Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’a, azze ve celle, büyük İslâm peygamberi Hz. Yûnus, aleyhisselâm, misâli:



Lâ ilâhe illâ ente! Subhâneke! İnnî kuntu min ez-zâlimîn!

Senden başka ilâh yok! Sen subhânsın, her türlü eksik ve hatâdan münezzehsin!

Doğrusu ben gerçekten de zâlimlerden oldum!

İşte Senin şaşmaz rehberliğine sığındık!

Zâlimin, haddini bilmez azgının karşısına, emrin doğrultusunda,

“YUMUŞAK BİR SÖZ”le çıktık!

Sen ki her dâim Mü’min/Mü’mine kullarının yanındasın;

Sen ki herşeyi bilen, gören ve işitensin!

Sen ki hüküm verenlerin en hayırlısısın!

Emrine kayıtsız-şartsız, şekksiz-şübhesiz uyma cihâdı içinde

Sana sığınıyoruz!

Hükmüne râzıyız!



Bir avuç fikri hür vicdânı hür Mü’min/Mü’mine Müslüman olarak bu samîmî temennî ve dâvetimizin, üzerimizden kolay kolay atamayacağımız birtakım alışkanlıklar yüzünden şimdilik yalnızca bir hayâl, güzel bir rüyâdan ibâret olduğunu, bir başka deyişle hayata geçmesinin çok ama çok zor, neredeyse imkânsız olduğunun elbette ki şuurundayız - amacımız, yalnızca tarihe bir not düşmekten ibâret!


http://www.enginnoyan.com/v1/detay.asp?tix=522

 

dilemma isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi